• Sonuç bulunamadı

Belirsizliğin İmgeleştirilmesinde Sapan Dil

I. BÖLÜM

2.1. İkinci Yeni Şiiri ve Şiire Dil Arayışları

2.1.2. Belirsizliğin İmgeleştirilmesinde Sapan Dil

“Ben sadece karanlıkta oynayabilirim ışığı kapatın!”

Kafka

İkinci Yeni şiirinin varolan dünyanın algılanmasıyla yaşadığı problem, en çok şair özne çoğalımındaki olguların daha başlangıç aşamasında, bir belirsiz olarak kalmasıdır. Bu belirsizin veya belgisizin oluşumu, İkinci Yeni şiirinde sıkça rastlanan varolan dünyanın kalıplarıyla uzlaşmazlık bakımından hem İkinci Yeni şairini alımlama hem de anlamsızlık noktasında bir filolojik sorunsallaştırmanın sınırlarına yaklaştırır. İkinci Yeni şiirine poetik karakter atfeden manasızlık, rastlantısallık, yaşamla uyumsuzluk gibi olgular, bir anlamda dilsel sapmaları da içine alan bir içerikle daha önce bahsi geçen şizofren dil ile ilişkilendirilmekle beraber anlamsızlaşma sürecini, hem dili kullanan oluşturucu özne hem de sonuçla ortaya çıkan anlamsız oluşumun dilsel bağlantılarını tartışmak fayda sağlayabilir.

Dilin belgisizi simgeleştirme çabasına geçmeden önce belirsiz oluşumuna bakmakta yarar var. Dilde açığa çıkan mananın şiir diline yansımadan zihinsel bir tasarım oluşu, bilişsel mekanizmalar dahilinde dış dünyanın bilgi nesnesiyle kurduğu ilişkide, İkinci Yeni şairinin yaşadığı anlamlandırma travması adına, bir olgu olarak sanatsal dönüştürmenin bir belgisiz olarak öznesinden koparak nesnesini arayışıyla açıklanabilir. Bu durum Deleuze’e bakılırsa “Dil dişil, hayvansı, moleküler büklümlere erişmeyi görev edinmelidir ve her büklüm ölümcül

bir oluştur. Ne şeylerin ne de dilin içinde düz çizgi vardır. Sözdizim, şeylerin içindeki yaşamı açığa vurmak için her defasında yaratılan kaçınılmaz büklümler bütünüdür.”366 Ve gerçeğin aşırılığıyla imgenin aşırılığı aynı hata payını doğurur.367 Denilebilir ki, uyuşmazlık noktasında böyle bir derin analiz İkinci Yeni’yi daha da ilginç bir dil kullanımı alanında karşılar. Çünkü varolan dünyanın zihinsel tasarımıyla kavgalı olan İkinci Yeni şairi, Sartre’ın nesneleri öz nitelikler, geçirimsizlikler, kör süreklilikler, dışardalıklar ve öteki nesnelerle sayısız ilişki içindeki bir bunalım olarak görmesi368 açısından anlam odaklı, eşleştirme, bağlamsallaştırma ve imleme karşısında; bağdaştıramama, bulanıklaştırma, saçmalama ve korkunç eşleştirmelerle sözü yok etmeye teşebbüs eden ve de dile ait üretim krizini bizatihi yaşayandır.

Anlamsızlığın temel bir sorgulama meselesi olduğu böylesi bir dilsel analizde, İkinci Yeni’nin dilbilimsel, biçimbilimsel ve sözdizimsel açıdan dille giriştiği, padoksal ilişki, her ne suretle olursa olsun anlamsızlığında anlamını olumlayıcı bir üretim süreci olarak ortaya çıkar. Anlamsız oluş ve saçma sadece bağlamsal arayışın mantık boyutunu ilgilendiren bir mesele

366 Deleuze, Kritik ve Klinik, (Çev., İnci Uysal) Norgunk Yay., 2. Bs., İst., 2013, s. 10. 367 Age., s. 11.

olarak Deleuze’ün anlamı nihai açıdan bir sonuç/etken369 düşüncesiyle ele alına bilir; çünkü İkinci Yeni bağlamında anlamsız da olsa bir şiirsel üretim, sonuçlarıyla beraber ortadadır. Bu bağlamda, Platon’un idea sistemindeki temsil problemini şairler aleyhine bir şiir-logos ilişkisi içinde ele alan Hilmi Yavuz şunları söyler: “Dünyayı akıldışı olandan arındırma eylemini

üstlenen Platon’un şiiri kentinden kovmasına şaşırmamalı. Güzel şiirler, ancak aklıbaşında olmayan şairlerce söylenebiliyorsa; güzel şiiri sokmayacağız kente! (…) Ona göre şiir’le

logos bağdaşmıyor çünkü; şair söylediklerini açıklayamadığı, ne dediğini bilmediği sürece logos’un dışında kalmak durumunda: Logos, ‘belirsiz imge’lerle (eikasia) gerçekleşemiyor; ‘kötü imgelerle dilegetirilen’(eikaze t’is kakos to logo) şiirse hiçbir şeyi açıklamıyor.”370 Daha önce sözünü ettiğimiz ‘kusurlu imge’ noktasında anlamsızın üretim sürecini ilgilendiren bu durum için Yavuz devamında Platon’u haksiz bularak ‘Ne yaptığını bilen şair, yaratıcı değil yapıcıdır’ ifadesiyle Edip Cansever’in ‘Yapılan şeydir şiir’ sözünü alıntılaması371 böyle bir anlamsızlık oluşumunda, Deleuze’ün işaret-edillen ifade diye tanımladığı, anlamsızın da kendi anlamına işaret ediyor olması noktasında372 sonuç/etkenliğe bir gönderim niteliğindedir. Şiir örnekleri şu Şekilde sıralandığında;

“Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm

Her insanın ayrı ayrı yaşayabilirsem kaderinde”373 (…)

“İklim. Devrik tezgâhı güneşin

Sokaklardan kadınsı bir seccade gibi akıyor iklim”374 (…)

“İbranca öğrenimi yaparken bir boliçede görünmeyen köpeğimle çektirdim.

Issız ve korkunç.”375

Şiir örneklerindeki, anlamsız ima, alışılmadık bağdaştırma ve sapmalar, belgisizin oluşumunda mantık koridorunu terk etmeyi göstererek, özneler arası geçirimsizlik yani tek boyutlu içsel duyumsama sonucu dönüt beklememe, kör süreklilik, rastlantısallık, nesnelerle sonsuz ilişki gibi tarzlara yönelir. Bu yönelişin doğal sonucu ise mantıksal bir çıkmaz olan

369 Gilles Deleuze, Anlamın Mantığı, (Çev. Hakan Yücefer) Norgunk Yay., İst., 2015, s. 90. 370 Hilmi Yavuz, Şiir ve Logos, Gösteri Sanat-Edebiyat, S: 2, Ocak 1981, s. 49.

371 Age., s. 111.

372 Anlamın Mantığı, s. 87.

373 Turgut Uyar, Büyük Saat, YKY., 20. Bs., İst., 2013, s. 71. 374 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, YKY., 59. Bs., İst., 2015, s. 75.

üçüncü halin imkansızlığını şiir dilinde kurmayı denemek ve imgeyi alımlama noktasında çıkmaza sürüklemektir.

İşte anlamsızlığın doğru veya yanlışlanabilirliğe indirgenemeyen bir olanaklılık sorunu olarak İkinci Yeni’de açığa çıkması; Deleuze ekseninde sorgulanan anlam-anlamsızlık ikiliğini, özgün bir içsel ilişki tipi ile birlikte mevcut olma tarzı olarak Bertrand Russell’in alay berberi376 paradoksuyla ele almayı gerektirir. Konun mantık tutarlılığını yerle bir eden üçüncü halin olanaksızlığına kapı aralaması, ciddi bir Stoacı eleştiriyi gündeme almayı zorunlu kılar. Söz konusu Stoacı önerme şu şekildedir: “Eğer gündüzse aydınlıktır./ Eğer bu kadının sütü varsa doğum yapmıştır.” Fakat Deleuze bu önermelerin anlam açısından fiziksel bir neden-sonuç ilişkisi olması bakımından bir nedensellik bağlamıyla koşullu olanın bağlayıcı olana dönüşmesine haklılık payı verir. İtiraz ettiği nokta özdeşlik bağına dayalı salt mantıksal bir çıkarım olmalarıdır.377 Bu bakımdan Deleuze için anlam-anlamsızlık ikiliği, yalnızca nedensel anlamda bir sonuç ilişkisi değil; görsel, işitsel süreçleri de ilgilendiren sonuç etkenli fonetik, kökensel ve retorik bir problem olarak şiirde ve aforizmada ortaya çıkan sonuç etkendir.378 Dolayısıyla formel ve zorunlu mantık ağını bu denli zorlayıcı bir olgusal perspektifin anlamını açıklayan/açığa vuran şiir bağlamında, saçmanın olgu değeri itibariyle yok edilemez varlığı en çok şiir dilinde dışa vurulur.

“Bazı hüzünleri

Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.”379 (…)

“Bakır maşrablara doldurduğun ne

Hangi çağa dair ışıkları sana vuran su”380

İkinci Yeni’ye ait farklı iki şiir metnine dikkat edilecek olursa “nehirleri tutup anlatmak” ve “çağa dair ışıkları vuran su” ifadeleri, temellendirilemeyen bir anlam içeriğine sahip olsa da, söz konusu saçmanın olgu değerindeki şaire ve şiire dönük yok edilmezliği, bir yerden sonra göstergebilimsel formülizasyonun dışında bile olsa dilsel olgu tutarlılığının yazınsal boyuta taşınması bakımından poetik tarza bürünmesini engelleyememiştir.

376 “Alay berberi, Russell paradoksuna gönderme. Berber, kendisi tıraş olmayanları tıraş etmekle yükümlü. Bu

durumda berberi kim tıraş edecek? Eğer berber kendini tıraş ederse yükümlülüğünün sınırlarını aşmış olacak, tıraş etmezse de kendisi tıraş olmadığı için kendini tıraş etmesi gerekecek. Nk., Gillse Deleuze, age., s. 89.

377 Age., s. 90.

378 Bk., age., ss. 89, 90, 91, 92, 93.

379 İlhan Berk, Akşama Doğru/Toplu Şiirler-III (1984-1996), YKY., İst., 1999, s. 23. 380 Sezai Karakoç, Ayinler/Çeşmeler Şiirler V, Diriliş Yay., 6. Bs., İst., 2003, s. 21.

İkinci Yeni şairi için böyle bir felsefi sorunsallaştırmanın süzgecinden geçecek anlam öbekleri, söz konusu şair kuşağının ontik algısı ve çağdaş şairin kullandığı dille yakından ilgilidir. Ontik algıdaki bulanıklık, gerilim, değer alanıyla uyuşmazlık, böylesi bir çerçeveden bakıldığında İkinci Yeni’yi sanatsal epistemoloji bakımından karmaşık süreçlerle çevreleyen belirli/açık/net hale getirme problemini, ‘manasızlık’ noktasındaki dil/söz kuralcılığında, daha açık söylemek gerekirse Saussurecü despotik üst kodlayıcı gösterge rejimi açısından iyiden iye açıklanmaz hale getirmektedir.

Yine bu belirsizliği ve dolayımındaki anlam problemini İlhan Berk “Bazı şiirler ta

baştan belirsizliği merkez edinirler, oradan bakarlar. Yapıları gereği açıklık yerine kapalılığı seçmişlerdir. Açık anlama karşı silahlanmışlardır sanki belirsizliğin, bilinmezin alanını parsellemiş gibidirler.”381 diyerek ifade ettikten sonra Deleuze’ün anlam-anlamsızlık ikiliği için nedensel anlamda bir sonuç ilişkisi dışında; görsel, işitsel süreçleri de ilgilendiren sonuç etkenli fonetik, kökensel ve retorik etkene vurgu yapmasında olduğu gibi hazır dile ilişkin anlam eşeleme çabalarına bağlaması, İlhan Berk’in şu cümlerinde adete ortak bir problemi dillendirir: “Şiirin yapısına da canlı bir varlık gibi bakmaya başladım. Şiirin nesnesini (buna

konusu da diyebiliriz) görür, dokunur gibi oluyordum. Ama bu gene de buzzle olmaktan öteye gitmiyordu. Beni etkileyeni ele vermiyordu. Etkinin gerekçesi bir türlü belirmiyordu. Bu kez anlama, doğrudan anlama yüklendim. Değil mi ki anlamını anlamadığım halde şiir etkisini sürdürüyordu. Onu deştim. Masaya onu yatırdım, enine boyuna onunla cebelleştim. Ama anlam bir türlü seziden, bir duyudan öteye gitmiyordu.”382 Bu bakımdan fonetik alana dahi yaslandırılabilecek şiirsel yapı, ses ve insan arasındaki egzotik ilişkiyi tıpkı Atonallik ve İkinci Yeni şiirinin yan yana düşünülmesinde olduğu gibi dinsel ritüellerden şiirin ezgiye dayalı sembolist değerine kadar anlamsızlığın bir alt küme elemanı olmasını, kendini ifade ediş biçimiyle anlamını aşikar etmede zorunluluk duymayışını, dilde varolan olgusal bir yapıya nakletmesidir.

Dolayısıyla belirsizin imgeleştirilmesine sapan İkinci Yeni şiiri, dille giriştiği üretim ilişkisinde hazır dili reddetme eğilimindedir. Kendini dilde açıklayamayan ama oluş/eylemsel ontik olanak çerçevesinde yapıcı/oluşturucu olmak ve sonuç/etken bakımından yine de varolan bir çerçeveyle hazır dili analitik açıdan bölmek/kırmak/parçalamak olan bu şiirsel edim, modernite yorgunluğu, doymuş akıl, şizofren kapitalizm gibi şiiri nesnesiyle münasebet tesis etmeye zorlayan çağcıl hazırlayıcılar bakımından bir arınma veya bizatihi dağılma olarak

381 İlhan Berk, Poetika, YKY., 5.Bs., İst., 2014, s. 45. 382 Age., ss. 45, 46.

algılanabilir. Fakat şaşırtıcı olan, söz konusu şiirin gerek edebi bir tür olarak gerekse yapısı itibariyle bu belirsizliği/belgisizi domine etmekte ısrarcı oluşudur. Bu ısrarın bazen şair özneden kaynaklı bir irade biçimi ve istenç olması; bazen de modern ardıllı bir çağcıl problem ağına sahip oluşu dikkatten kaçmaz.