• Sonuç bulunamadı

D. İBNİ HALDUN’ UN ESERLERİ

2. Yerleşik (Hadari) Toplumlar

Hadar, hazır olma, belde, belediyecilik anlamındadır. Hadari ise şehir, kasaba anlamındadır. Hadar, kasabada, şehirde, köyde oturma anlamına gelirken buralarda oturanlara hadari denmektedir(Uludağ, 2016: 103). Bir toprağa, meskene yerleşenler, yerleşik hayat sürenlerdir.

74 İbni Haldun’ a göre esas olan bedevi hayattır. Hadari hayat ise daha sonradan meydana gelmiş olmasına rağmen kökü yine bedevi hayata dayanır. Bedevi hayatın değişip, dönüşmesi ile hadari hayat meydana gelmiştir. Ancak bedevi yaşam tarzı hadari hayata dönüştüğünde ortadan kalkmaz; her iki yapıda birbirini besleyerek devam eder(Uludağ, 2016: 104). Aradaki fark ise daha çok ekonomik olarak kendini gösterir. Bolluk, daha rahat bir yaşam, aşırı tüketim hadari toplumun başlıca özelliklerindendir. Zaten bu nedenlerden dolayı bedevi toplumlar hadari hale gelmek istemektedirler(Uludağ, 2016: 106). Bedevi toplumların amacı medenileşmektir;

bunun içinde şehir hayatına, hadariliğe kendi istekleri ile rıza gösterirler. Şehir hayatı ise bir mecburiyettir. Bedeviler az şeyle kanaat ederler; hadarilere nispetle hayır ve iyiliği kabule daha yatkındırlar(Sanay, Eyyüp, 2014:29). Hadari toplum ilim, teknik gibi konularda gelişmiştir. Bedevi toplum ise hadari toplumu bu konularda takip eder; henüz hadari toplum kadar gelişmemişlerdir(Uludağ, 2016: 106). Bedevi toplumlar hadarilere nispeten dünya zevklerine düşkün değildirler. Yardımsever, kötü alışkanlıklardan uzak cesur insanlardan oluşurlar(Haldun, çev. Abdullatif Suphi Paşa, 2016: 14) Bu nedenle bedevi toplum ihtiyaçları daha az çeşitlilik gösterir.

Ancak hadari toplum geliştikçe meydana gelen ihtiyaçlarda çeşitlenecek, toplum kültürel, sosyal, ekonomik olarak değişecektir. İbni Haldun göçebe toplumların zenginleştikçe yerleşik bir hayata geçeceklerini söyler. Böylece zamanla kasaba ve şehirler kurulacak, sonucunda da devlet ortaya çıkacaktır. Devletin oluşması ile birlikte bir güç olarak korumayı devlet yapacağı için insanlar kendilerini daha korunaklı hissedeceklerdir. Böylece korumacı olan yaşam tarzından vazgeçerek sanat, edebiyat gibi kültürel alanlara yöneleceklerdir(Haldun, 1988, 208; Azarkan, sayı 4). Hadari toplum bedevi topluma göre daha rahat bir hayat sürer, ekonomik açıdan daha bolluk içerisindedir(Uludağ, 2016: 106). Bedevi toplumda önemli yere sahip olan yiğitlik, mertlik gibi kavramlar hadari toplumlarda fazlaca yer bulmaz.

Çünkü bedevi toplumda bireyin temel gereksinimlerini, ihtiyaçlarını yine kendisi karşılaması gerekir. Kendini, kabilesini dış etkenlere karşı koruma görevi yine kendisine ait iken hadari toplumda devlet zaten temel gereksinimleri karşılamakla mükelleftir.

Yerleşik toplumlarda asabiyet bağı göçebe toplumlara göre daha zayıftır. Göçebe toplumlarda zorunluluktan doğan birlik duygusu yerleşik toplumlarda daha azdır;

çünkü örneğin koruma için devlet otoritesinin yaptırım gücü daha fazladır. Toplumda

75 bireyler birbirlerine göçebe toplumdaki kadar bağlı değildir. Bu durum hukuki yapıya da etki eder. Asabiyet bağı çözülmeye başlar. Bu ise şöyle gerçekleşir: başta yerleşik toplumdaki lider ile iktidarı elde etmesinde katkısı olan grupların, kabilelerin arasındaki ilişki bedevi safhasındaki ilişki gibi devam eder. Hukuki olmaktan ziyade daha az otoriter bir ilişki sürdürür. Ancak bir sonraki aşamada diğer gruplar, cemaatler, kabileler üzerinde tam bir egemenlik kuran lider bunu yakınındaki gruplara da uygulamak ister. Bu aşamada lider otoritesini kurmaya ve bunu korumaya çalışırken başta imtiyazlı olan liderin iktidarı elde etmesinde katkısı olan gruplar, kabileler de bu imtiyazlarını sürdürmek isteyeceklerdir. Aradaki çatışmada lider, iktidarı elde etmesine yardımcı olanları tasfiye için başka bir gruba imtiyaz tanımaya başlayacaktır. Ancak burada ki fark ilk grup sayesinde lider iktidarı elde etmişken, ikinci grup liderin sayesinde bir güç elde ediyor konumdadır. Bu durum ikinci grubun devlet, mülk üzerinde herhangi bir hak ve taleplerinin olmamasını sağlıyor. Lideri iktidara taşıyan ilk grup lideri kendilerine borçlu görürken, ikinci grup elde ettikleri imtiyazı lidere borçludurlar. Çünkü kişisel yetenekleri ile gelmiş olsalar dahi bu yetki lider tarafından onlara verildiği bilincindeler. Sonuçta lider etrafında birer memur olacak, emirlere itaat edecektirler. Bu durumda da asabiyet yerini sivil bürokrasiye bırakacaktır. Lider bu süreç sonunda ilk grubun ileri gelenlerini saf dışı bırakarak egemenliğini tam olarak sağlayacaktır. Egemenliği kendi elinde bulunduran lider bir nevi monarşi ile yönetimi sürdürerek asabiyenin bozulmasına da neden olacaktır(Haldun, 1997: 157-302; Arslan, 2014: 122). Burada şöyle bir soruya yöneliriz:

-Gücü sağlamış, egemenliği elde etmiş lider neden böyle bir davranış yolunu seçer?

İbni Haldun liderin neden egemenliğini sağlamlaştırmayı, daha fazla güç talebinde bulunduğunu insan doğası ile açıklamaya çalışır. İbni Haldun bu konuyu fıtrata değinerek açıklar. Bir arada yaşama gereği karşılıklı bağımlılık sonucu meydana gelir; ancak insanda “toplum” ile “kendi” arasında her zaman bir ayırım vardır. Bu ayırım “nefs” denen iç benlik ile ilgilidir. Tabiattaki hayvani yön kötülüğe meyillidir;

insandaki nefis de bu hayvani yöne karşılık gelmektedir. Ancak bu “insan doğası gereği kötüdür” anlamına gelmez (Kurğan, ty: 89). İbni Haldun insanın fıtratı7 gereği temiz olduğunu ve iyiliğe yakın olduğunu söyler(Kurğan, ty: 93). İnsan

7 Yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş anlamına gelir.

76 yaratılışından itibaren iyilik ve kötülük yapma becerisine sahiptir. Ancak toplumsal varlığını sürdürebilmesi için kötü yanını kontrol altında tutabilmelidir. İbni Haldun toplumsal yapı bağlamında bedevi umranda fıtratın iyiye ve doğruya daha yatkın olduğunu; hadari toplumda ise bu duyguların yerini bencilik ve zorbalığın aldığını savunur. Fakat İbni Haldun insandaki fıtrattan ziyade nefsin egemenlik yarışında öne çıkacağına değinir. Ona göre insanın hayvani olan yanında kibir, hâkim olma eğilimi, bencillik vardır. Lider başta bu yönünü kullanmaz; çünkü kendini destekleyecek olanların gücüne ihtiyaç duyar. Egemenliği elde ettiğinde ve ilk kabileyi, topluluğu saf dışı bırakmak istediğinde bu hayvani yönleri ortaya çıkmış olur(Haldun, 1997:

180-202; Arslan, 2014: 123).

İbni Haldun toplumun varoluşunu insanın temel gereksinimleri ile ilişkilendirerek açıklar. Beslenmek, güvenliğin sağlanması insanın temel gereksinimlerindendir. Bu temel gereksinimlerin karşılanabilmesinin de ancak iş birliği, yardımlaşma ile mümkün olabileceğini savunur(Uygun, 2008: 7-8).

İbni Haldun’ a göre toplumsal hayat zorunluluktan meydan gelmiştir. Filozofların bunu “insan doğuştan medenidir” ifadesiyle açıkladığını yani toplumsal hayatın doğal bir ihtiyaç olduğunu söyler. İnsan yaratılışı gereği gıdadan başka herhangi bir şeyle yaşayamaz, varlığını devam ettiremez. Bu nedenle gıda temin etmek isteyen bunu elde etmeye çalışır. Ancak bunu tek başına yapabilmesi mümkün değildir.

Örneğin buğdayı un, unu hamur kıvamına getirmesi bundan da ekmek yapabilmesi için bir takım alete, eşyaya ihtiyacı vardır. Bunu sadece kendi ihtiyacı miktarında dahi yapmak istese kuvveti buna yetmeyecektir. Ancak insanlar bir araya gelerek, yardımlaşarak bunları kendi ihtiyaçlarından da fazla şekilde üretebilir, elde edebilirler(Haldun, 1997: c. I, 101-102).

İbni Haldun’ a göre toplum biçiminde bir yaşamın baş göstermesi sosyal yaşam içinde insanın tercihi ile oluşan bir durum değil, zorunluluktur. İnsanların tek yaşama yerine toplum halinde yaşamalarının temel nedeni yardımlaşmaya duyulan gereksinimdir. Bu da toplumsal yaşamı bir tercih olmaktan çıkarmış, zorunluluğa dönüştürmüştür. Ancak insanları bu zorunluluğa mecbur bırakan tek şey yardımlaşma ihtiyacı değildir. Aynı zamanda korunma, güvenlik ihtiyacı da burada önemli bir etmeni oluşturmaktadır(Andıç, Andıç, Koçak, 2014: 16-17). İnsan yaratılış gereği hayvanlardan zayıftır. Hayvanlar kendilerini koruma kudretine tabiatları gereği sahipken, insanlar bundan münezzehtirler. Ancak buna karşın insanlarda el ve fikir vardır. Tek bir kişinin yaralayıcı hayvanlara karşı kendisini

77 koruyabilmesi için birtakım silahlara ihtiyacı vardır. Hayvanlardaki uzuvlar kendilerini koruma silahı iken insan elleri ve aklı sayesinde kendini koruyacak alet, silah yapabilir(Haldun, 1997: c. I, 102-103). İbni Haldun hayvanların yaratılıştan böyle bir korunmaya ihtiyacı olmadıklarını zaten insanlardan güçlü yaratıldıklarını vurgular. Ancak insanlardaki düşünebilme yetisi, alet yapabilme kabiliyeti sayesinde kendini diğer canlılardan korur. İbni Haldun’ a göre insan yardımlaşarak vücudu için gereken gıdayı temin edebilir, kendini koruyabilmek için silah yapabilir; böylece hayatını idame ettirerek yaşamına devam edebilir. Bunlar için de gerekli olan şey yardımlaşma ve iş bölümüdür (Andıç, Andıç, Koçak, 2014: 18).

Yardımlaşma sayesinde insan hayatını devam ettirebilmek için gıda teminini, kendisini koruyabilmek için silah teminini sağlar(Haldun, 1997: c. I, 103).

Umrana uygun yerlerde bir araya gelen insanlar toplumsal hayatın başlamasında aktif bir rol üstlenmişlerdir. Göçebe şeklinde yaşayan insan topluluklarında ise toplumsal hayatın ilk belirtileri görülür. Burada insan ihtiyaçlarının çeşitli olması ve bunu temin edebilmek için karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Asabiyet kavramı ise işte bu noktada meydana gelir. İnsan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi farklı geçim alanları üretmiş bu da iş bölümünün kaçınılamaz şekilde ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Böylece, bedevi toplumsal hayat daha ileri aşama olan hadari toplumsal hayata doğru dönüşme sürecine girmiştir. Toplumsal hayatın sürdürülebilirliği ise asabiyet ve otoritenin varlığı ile sağlanabilir. Bedevi toplum yapısında insanlar, zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için emek sarf ederlerken; hadari topluma dönüşme ile talepler genişlemeye başlar. İhtiyaçlar arttıkça, bu ihtiyaçların karşılanma yöntemleri de farklı bir yapı oluşmasını sağlar. Zirai faaliyetlerden, hayvancılıktan ticaret ve sanayiye dönüşen toplumsal yapıda ihtiyaçlar ölçüsünde yeni oluşumlar meydana gelmeye başlar(Ateş, Utkan, ty: 220).