• Sonuç bulunamadı

Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi

Ü

lke Politikaları Vakfı’nın çok değerli yö-neticileri, öncelikle nazik davetiniz ve bu güzel organizasyonunuz için sizlere teşekkür etmek istiyorum. Ardından da son yıllarda gördüğüm en dirençli sa-lon, bu saate kadar bekleyen salona teşekkür etmek istiyorum. Hoş iki senedir salon görmüyoruz o da ayrı. Sanıyorum birbirimizi gör-menin özlemişliğin de yarattığı ayrıca pozitif bir etki de var. Sayın Karayalçın’a da ayrıca atıfı için teşek-kür ediyorum. Ankara’da her zaman ye-rel yönetimler ve kentler söz konusu olduğunda

bilgeliği ile ürettiği kavramlarla ufkumuzu açan çok değerli bir büyüğümüz kendisi.

Bizden önceki oturumlarda çok değerli tar-tışmalara şahit olduk. Oralardan birkaç

çağrışımla sunumuma başlamak isti-yorum. İlk oturumda Mehmet hoca

kabataslak yüz elli yıldır aynı si-yasi tartışmaları yapıyoruz dedi.

Doğru ama yeni bir değişken var.

Yüz elli yıllık bu siyasi tartışma eksenindeki toplumsal yapı, ağır-lıklı olarak kırsal bir toplumsal ya-pıydı. Şimdi artık nüfusun %80’den faz-lası kentlerde yaşayan yeni toplumsal yapı ve yeni siyasal eksenleri tartışmamız gerekiyor.

Şimdi artık nüfusun %80’den

fazlası kentlerde yaşayan yeni toplumsal

yapı ve yeni siyasal eksenleri tartışmamız

gerekiyor.

kl

92

Cumhurbaşkanlığına benzer bir siyasi düzen-leme, Sayın Karayalçın’ın ifade ettiği gibi, aslında 2012 yılının sonunda büyükşehirlerde ya-pıldı. Hatta şunu söyleyebiliriz; şu an mücadele etmemiz gereken üç tane merkezileşme var; büyükşehirlerde merkezileşme, merkezi idarede merkezileşme, merkezi idarenin merkezinde merkezileşme.

Biz Ankara’da yaşayanlar şunu biliyoruz; cumhurbaşkanlığı merkezi idarenin merkezi. Onun içinde de merkezler var, matruşka gibi. Demek ki merkezileşmenin bu paradoksu yeni bir tartışmayı gerekli kılıyor.

Her siyasi iktidarın şöyle bir özelliği var; tabi ki

hukuk yapmak istiyor, hukuka şekil vermek is-tiyor. Fakat bir taraftan da kentlere damgasını

vurmak istiyor.

Sami Selçuk hocamızın Antik Yu-nan benzetmesine bir ekleme yap-mak istiyorum. O dönemlerde bi-zim kendi hemşerimiz bir adam daha var. Anadolu’da, Miletos’ta milattan önce 540 yılında yaşa-mış Hipodamus. Biz ona ilk şe-hir plancısı diyoruz. Hipodamus diyor ki, “Persler geldiler bizi dar-madağın ettiler.” Sebebini de, “Çünkü biz birbirimizi dinlemiyorduk,” diye açık-lıyor. Peki ne yapmamız lazım? Şehri yeniden yapılandırmamız lazım. Nasıl yapacağız bunu?

Her siyasi iktidarın şöyle bir özelliği var; tabi ki hukuk

yapmak istiyor, hukuka şekil vermek istiyor. Fakat

bir taraftan da kentlere damgasını vurmak

istiyor.

93

Hipodamus tarihte ilk defa ızgara plan fikrini ortaya atan adamdır. Diyor ki, “Bütün caddeler ya da sokaklar birbirini dik kessin, evler kare ya da dikdörtgen şeklinde olsun ki illa hükümda-rın önünden geçmek zorunda kalmasın yurttaş-lar.” Demek ki kentlerin şekillendirilme biçimi de çok uzun zamandır önem arzediyor, hukuk kadar dikkate almamız gereken bir boyutu oluşturuyor.

Geçmiş yirmi otuz yıla bakalım.

Mevcut iktidarın mekânsal simge-lerini saymakta çok zorlanmıyo-ruz aslında. TOKİ blokları, kara yolları, inşaat projeleri, yüksek ve yoğun yapılaşma, AVM’ler vs.

Şimdi demek ki ortada şöyle bir meselede var; kentler ve kentlerin ürettikleri dinamiklerin Türkiye’de ve dünyada geldiği noktayla ilgili olarak

da yeni bir mücadele alanı açmamız gerekiyor.

Peki bu mücadele alanının Türkiye’nin yerel yö-netim sistemiyle ilişkisi nasıl olmalı?

Bu noktada iki tane örnek aktarmak istiyo-rum. Birincisi Hafencity Projesi, Hamburg rıh-tım bölgesinin dönüşümü için yapılan bir proje.

1990’larda tartışılmaya başlandı, hedef yılı 2030.

Bu arada planlama ile ilgili tartışmalar çok ateşli geçti. Hamburg Opera Binası 600 milyon Euro’ya mal edildi gibi çok büyük tartışmalar oldu, bir türlü bitirilemedi. Sonunda bitirildi ve açıldı.

Kente şekil verme macerası çok büyük bir de-mokrasi projesidir aslında, Hamburg Hafencity projesi bize bunu gösteriyor. İkincisi Mexico City;

aynı teknoloji ile güzel binalar yapabiliyor-lar. Mertopoliten alanda 30 milyon in-san yaşıyor ama planlama, hizmet

konusunda kontrol edilemez bir dünya. Böyle bir dünyada hukuk var olamaz. Böyle bir dünyada in-san da var olamaz.

Hong Kong Shenzhen Guang-zhou bölgesi 120 milyon insan yaşı-yor. İnci Deltası Nehri Kentsel Mega bölgesi olarak adlandırılıyor. Sizin hafı-zanızda kalması için şöyle göstereyim. Şu nok-tada Wuhan var. Bütün bu mega bölgenin baş-langıç ve odak noktası Wuhan. Tesadüf müdür, bilmiyorum. Bu mega bölgenin yapılanma sü-recinin acaba hastalıklarla ilgili ne tür sonuçlar yaratıyor diye bölge planlama birimi alanında da tartışılıyor.

Anadolu’da, Miletos’ta milattan önce 540 yılında yaşamış Hipodamus. Biz ona ilk

şehir plancısı diyoruz.

Tarihte ilk defa ızgara plan fikrini ortaya

atan adamdır.

94

Fransa’ya gelelim. Mülki idare sistemini son on beş yılda defalarca masaya yatırdılar. Mevcut idari birimin büyüklüklerinin mülki idare siste-mindeki birimlerle yönetilmesindeki sorunları tartışıyorlar. Sadece Fransa’da değil,

İn-giltere ve İtalya’da da var bu tartışma.

Hatırlarsanız, İtalya’da başkanlık seçimiyle bile çok yakından iliş-kisi vardı bu tartışmanın. Avrupa Birliği’nin bütünü içindeki kent-lerle, kentsel koridorlarla, yaşam alanlarıyla birlikte nasıl kalkın-dırabiliriz sorularına dair yapılan tartışma, Blue Banana, (Mavi Muz) projesi üzerinden yürüyor. Diyorlar ki, burası içindeki bütün sanayi bölgeleri ile AB’nin kalkınmasının anahtarıdır. Altında bir Golden Banana var, neden bu ismi vermişler bil-miyorum. Burada da bütün Akdeniz kıyılarında, İspanya’ya kadar giden tatil yöreleri vs. var.

Ülke siyasi rejiminin mekânsal düzenleme ile ilişkisi değişiyor. Bunu tespit etmemiz gerekiyor.

Kent ve kır arasındaki ilişki de değişiyor. Artık biz kırını ayakta tutmaya çalışan bir ülkenin

fert-leriyiz. Kendimizi doyurmak için kırda yaşamı sürdürmek gibi bir

zorunlu-luğumuz var. Mekânın düzenlen-mesi ile yani imar planı yapmakla

yatırımları planlamak, kalkınma stratejilerini belirlemek arasında parçalanmışlığı gidermek zorun-dayız. Fakat bunların hepsi ayrı ayrı yürüyor şu an. Eski kurumsal yapılarla da yeni büyüyen bu kent-sel yapıları yönetmek çok güç. Mevcut iktidarın bulduğu pragmatik kestirme çö-züm, il sınırlarını verelim gitsin idi.

Yine sabah Mehmet hocam söylemişti sanı-rım. Tanzimat’tan beri değişmeyen şeylerden biri vardı onu değiştirmiş olduk; mülki idare sistemi.

Her siyasi iktidarın