• Sonuç bulunamadı

ve gelir toplama yetkisinin amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını ve sınırların aşılıp aşılmadığını Sayıştay’ın denetimleri ve Kesin Hesap Kanunu müzakereleri ile denetler.

108

ve o metinde hemen iyileştirmeler yapıl-ması lazım. Metin TBMM Genel Ku-rulu’na geldiğinde iyice olgunlaş-ması, hemen her partinin altına imza atabileceği bir ortak akla dönüşmesi lazım. Ama bizde böyle bir şey yok. Mecliste arit-metik çoğunluğunuz varsa hiç tartışmadan, müzakere etmeden, iyileştirmeden, hatalarından arın-dırmadan kanunu geçiriyorsunuz.

Bir örnek vereyim: Televizyonlarda iz-lemiş olanlarınız vardır, genel kuruldaki bu görüşmeler, çoğu zaman şekli oylamalardan ibarettir. Milletvekillerinin büyük kısmının gö-rüşülmekte olan kanunun içeriğinden haberi de olmaz. Her partili milletvekili en ön sırada otu-ran grup başkanvekiline bakar. “Evet” derse elini kaldırır, “hayır” derse kaldırmaz. Bir keresinde muhalefetin önerdiği bir değişikliği başkan “ka-bul edenler-etmeyenler” diye oylamaya sunacak.

“Kabul edenler” diyor, AK Parti’li grup başkan-vekili kalkıyor, “Sayın başkan itiraz ediyorum!

Oya sunamazsınız!” diyor ama sesi arkadan du-yulmadığı için bütün AK Partili milletvekilleri kendi başkan vekillerinin öneriye “evet!” dedi-ğini zannederek “evet” oyu veriyorlar muhale-fetin önergesine. Yani bu kadar bilinçsiz bir şe-kilde yürütülebiliyor bu iş.

Birinci boyutu buydu kanun kavramındaki yozlaşmanın. İkinci nokta, kanunun yüceliğini, değerini ve anlamını yitirmesidir. Eskiler ka-nunu ‘ortak aklın buyruğu’ olarak düşün-müş; değeri ve yüceliği de bu özellikten kaynaklanıyor. Yoksa kanun me-selesi kaç kişinin oy vermiş olma-sıyla ilgili değildir. Ama dikkat ederseniz ülkemizde kanun tek adamın keyfi buyruklarına dö-nüşmüş durumda. Sadece cum-hurbaşkanı kararnamelerinden söz etmiyorum. Meclis de gün-demine hâkim değil. Cumhurbaş-kanlığı’ndan bir metin geliyor meclise.

“Hemen komisyonlardan geçirin ve haftaya çıkartın,” deniyor. Tek bir maddesine bile dokunmayın deniyor. Talimata harfiyen uyuluyor. Dolayısıyla

as-lında ortada meclisin iradesi di-yebileceğimiz bir irade bile yok.

Bir kanun, kamu yararını ger-çekleştirmeye dönük olmalıdır.

Oysa burada kanun daha çok partizan çıkarları gözeten, koru-yan, hukukileştirmeye çalışan bir metne dönüşmüş durumda.

Falih Rıfkı Atay, ünlü eseri Zeytinda-ğı’nda, Meşrutiyet Dönemi ve I. Dünya Savaşı yılları liderlerinin hukuka ve kanunlara bakı-şını çarpıcı örneklerle anlatır. O dönemde ülke-nin kaderini elinde tutan üçlüden (Enver, Cemal ve Talat) Cemal Paşa’nın emir subaylığı görevini üstlenen Atay, son günlerinde Cemal Paşa’nın şu sözleri söylediğini aktarır: “Bir şey yapmak isti-yorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım.” Atay, bir başka olayda, ver-diği emrin kanuna aykırı olduğu için yerine ge-tirilemeyeceğini öğrenen Cemal Paşa’nın yave-rinden boş kâğıt isteyerek Harbiye Nazırlığına gönderilmek üzere bir telgraf metni hazırladı-ğını ve metinde “şu numaralı kanunu hemen bu şekilde değiştirerek bana metnini müstacel telg-rafla bildiriniz” diye emir verdiğini belirtir. İtti-hatçıların diğer ünlü lideri Enver Paşa’ya atfedi-len şu sözler de zihniyeti yansıtmak bakımından önemlidir: “Yok kanun, yap kanun; yaparım olur, bozarım olmaz.” Dönemin siyasi liderlerinin kanun kavramını “halkın iradesi”, “ortak akıl”, “nesnel kural” veya benzeri bir anlamda düşünmediklerini

gösteri-yor. O tarihte kanun kavramı yö-neticinin keyfi ve kişisel emrinden öte bir derinliğe sahip görünmüyor.

Cumhuriyet döneminde, özellikle 1961 Anayasası döneminde yöneti-cilerin ve yurttaşların gözünde ka-nun daha değerli ve önemli bir me-tin niteliği kazanacaktır. Ancak Yirmi Görüyoruz ki

kanunla düzenlenmesi gereken, kanunla değiştirilmesi gereken konularda da kararname

çıkıyor ve Meclis bunu bir yetki gaspı olarak

görmüyor.

Son yıllarda, vatandaşların günlük yaşamını etkileyen pek çok düzenleme ve yasağın

genelgeler ile konulduğunu gözlemliyoruz.

109

birinci yüzyılda yeniden eskiye dönmüş durum-dayız. Bugünkü yöneticilerimizin kanuna yük-ledikleri anlam Enver Paşa veya Cemal Paşa’nın tutumundan daha ileride değil.

Son yıllarda, vatandaşların günlük yaşamını etkileyen pek çok düzenleme ve yasağın genelge-ler ile konulduğunu gözlemliyoruz. Sokağa çıkma yasağı, alkol satışı yasağı ve sağlık personeline ge-tirilen istifa yasağı gibi. Genelgeler normlar hiyerarşisinde yer alan bir hukuk ku-ralı türü değildir; kamu görevlilerine hukuk kurallarının uygulanmasını gösteren emir ve talimatlardır. Va-tandaşların hak ve özgürlüklerini kısıtlayan ve resmî gazetede yayım-lanmayan bu talimatlar, çoğu kez, bir kanuna, kararnameye veya yö-netmeliğe dayanmamaktadır. Enver Paşa’nın yok kanun, yap kanun anlayışı bile şeklen de olsa bir kanunun varlığını dikkate alıyordu. Günümüzde, kanunla düzen-lenmesi gereken konularda “genelge” formunda bir talimatın bulunması yeterli görülmektedir.

Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in belirttiği gibi, “bir zamanlar, Türk hukukunu eleştirmek için “Türkiye Cumhuriyeti bir ‘hukuk devleti’ de-ğil, bir ‘kanun devleti’dir” deniyordu. 15 Tem-muz 2016 darbe teşebbüsünden sonra ilân edilen

olağanüstü hâl rejiminde, kanunların yerini ka-nun hükmünde kararnameler alınca “Türkiye Cumhuriyeti artık ‘KHK devleti’ oldu” denilerek eleştiriler yapıldı. O günleri de arar olduk. Ar-tık “Türkiye Cumhuriyeti bir ‘kanun devleti’ veya

‘kararname devleti’dir” bile diyemiyoruz. Maale-sef geriye diyecek tek şey kalıyor: Hoş geldin “ge-nelge devleti.” Ge“ge-nelge devleti’nde, kamu görevli-leri emir ve talimatları kanun ve anayasadan

üstün görmekte, anayasaya ve kanunlara uygunluğu denetlemekle görevli

siya-sal ve yargısiya-sal kurumlar ise etkisiz kalmaktadır. TBMM hala kanun çıkarma konusunda asli bir yet-kiye sahip olsa da, kanunlar kamu yararını ve ulusun ortak çıkarla-rını hedefleyen ortak aklın ürünü düzenlemeler olarak görülmemekte, Meclis’teki aritmetik çoğunluğun is-teklerinden ibaret kalmaktadır.

Toparlarsak; demokrasinin en temel kurumu olan parlamentonun yetkileri neredeyse elinden alınmış, azaltılmış, işlevsizleştirilmiş ve kanun kavramı bütün yüceliğini kaybetmiş durumda.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde böyle bir demokra-siyle karşı karşıyayız. Bu sorunları nasıl çözece-ğiz? Kolay bir çözüm yolu olduğunu sanmıyorum.

Mevcut tahribatın onarılması, demokrasimizin Ülkemizde

hükümetler bütçede hiçbir kaynağı olmayan yani Meclisin onayı olmayan

devasa projeleri başlatabilirler.

110

yeniden güçlendirilmesi uzun zaman alacaktır.

İyimserliğimizi korumaktan, gelecek kuşakların refahı için yoğun çaba göstermekten başka bir yol göremiyorum.

Sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.

Murat Karayalçın: Teşekkür ediyorum. Çok güzel düşünceler dile getirildi. Çok güzel öneri-lerde bulunuldu. Aslında bütün oturumlar böy-leydi. Ben çok etkilendim, çok yararlandım.

Bir soru var: “Cumhuriyetimizin ikinci yüz-yılında, yerel yönetim ve merkezi yönetimde bu yüzyılın asıl sahibi gençler için inşası değil, genç-lerle birlikte inşaası nasıl mümkün olabilir?” Mus-tafa Oğuzhan Yalçın arkadaşımız bütün konuş-macılarımıza sormuş.

Konuşmacılarımızın özel bir eğilimi yoksa zamanın geçtiğini, bir hayli geciktiğimizi dik-kate alarak bir öneride bulunmak istiyorum. Mus-tafa Bey sizi görebilir miyim? Evet, güzel. Şöyle bir öneride bulunmak istiyorum ama önce Sayın

Vakıf Başkanının iznini alayım, eğer uygun gö-rürse. Biraz önce konuşmamda ifade ettim, Doğan Bey sabahki konuşmasında zaten dile getirmişti.

Vakıf üçer aylık aralarla toplantılar düzenleyecek.

Bunların bir tanesi de Türkiye’nin toplum yapı-sıyla ilgili olacak. Eğer vakıf başkanımız uygun görürse ben size oturum başkanı olarak bu ko-nuda arkadaşlarınızla birlikte bir çalışma yap-manızı öneriyorum. Bir grup kurun, bir çalışma yapın ve buraya getirin. Alkışlanan bu öneriyi izleyicilerimizin de uygun bulduklarını görüyo-rum. Uygun mu Mustafa Bey? Tamam, siz Do-ğan Bey ile konuşun bunu. İlginç bir çalışma olur diye düşünüyorum.

Tekrar konuşmacılarımıza teşekkür ediyo-rum. Vakıf başkanımıza teşekkür ediyorum ve sizlere teşekkür ediyorum sayın izleyiciler. He-pinize iyi akşamlar diliyorum.

111

KAPANIŞ

Çok verimli bir gün geçirdiğimize inanıyorum. Aslında belki de bütün gü-nün aklımda kalan en güzel özelliklerinden biri de bu kararlı seyirci toplu-luğu olacak. Burada aslında, 21. yüzyılda, Cumhuriyetimizin İkinci Yüz-yılında ne yapmak istediğimize dair şunu söyleyeyim; biz bunun adını kısaca “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak” olarak ifade edi-yoruz. Biz bu düzeye doğru yol alırken, hem bu salondaki hem de ül-kemizdeki kararlı bireylerden oluşan bir toplulukla beraber yürüyece-ğimizi görmek, bilmek çalışma şevkimizi arttırıyor. Türkiye’nin son yıllarında yaşadığı şeyler mutlaka bir demokrasi sınavıdır. Ben öyle ba-kıyorum. Kendimize güvenelim, biz buradan güçlenerek çıkacağız. Güçlü toplumlar, güçlü ilişkiler, güçlü kurumlar kendilerini zor zamanlarda göste-rirler. Tarih zor zamanlarda gücümüzü göstermemizi istiyor, bunu yapacağız.

Forumu kapatırken; bütün konuşmacılara, katılımcılara ve bu forumun ger-çekleşmesinde emeği geçen arkadaşlarıma ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Av. İsmail Doğan Subaşı ÜPV Yönetim Kurulu Başkanı

Güçlü toplumlar, güçlü ilişkiler, güçlü kurumlar kendilerini zor zamanlarda gösterirler. Tarih

zor zamanlarda gücümüzü göstermemizi istiyor,

bunu yapacağız.

112