• Sonuç bulunamadı

3. GÜNÜMÜZ KENT DOKUSUNDA KAMUSAL MEKÂN

3.3 Üçüncü Yerler

3.4.1 Yeni nesil kamusal sanat

Kamusal sanatın temel olarak üç başlıkta ele alınabileceğini belirten Kwon bunları şöyle sıralamıştır: Kamusal alanda sanat, kamusal alan olarak sanat ve kamu ilgisinde sanat (ya da yeni nesil kamusal sanat). Bu tezi ilgilendiren, tasarım uzmanlarından çok sosyal grupların katılımıyla gerçekleştirilen, yapılı çevreden ziyade sosyal konulara eğilen genelde geçici programlarını kapsayan üçüncü gruptur. Evsizler, gençler, mahkûmlar gibi grupları kapsayan bu projeler daha bilinçli kitleler yaratmayı hedefleyen etkinlikler düzenlemektedir. (Kwon, 1997)

Kwon’un sıralaması, sanat dünyasının estetik kaygılardan sosyal pratiklere doğru kaydığını göstermektedir. Kalıcı estetik objelerden katılımcı, geçici etkinliklere yönelen sanat uzun yıllardır gündemdedir. “Yer-leştirme” (place-making) bugün gerek yapılı çevrenin karakteriyle gerekse eşitlikten yoksun sosyal çevreyle ilişkili olsun, kamusal sanatın merkezindeki konulardan biridir. Kamusal sanat, bir yerin belirginliğini ortaya çıkarmaya, kentlerin sosyal dokusunda mekânın yeniden tanımlanan hiyerarşisindeki güçleri sorgulamaya yönelmektedir. (Kwon, 1997) Kwon, yere özgü (site-specific) sanatın kamusal alana ve kent mekânına katkısını şöyle belirtmiştir:

“...yere özgü (site-specific) sanat, bastırılmış tarihlerin ortaya çıkmasını, uç grupların ve konuların daha görünür kılınmasını ve baskın kültür tarafından ikincil yerler konumuna itilen yerlerin yeniden keşfini sağlayabilir.” (Kwon, 1997).

Kamusal sanat, kamusal yaşantının bir yansıması, toplumun sorunlarını çözmesine barışçıl bir çevre yaratarak bütünleyici bir unsur olmalıdır. Dolayısıyla temsiliyetin ötesinde, tarihi ve altyapısı olan bir kavramdır (Mitchell, 1992). Sanatçı içinde bulunduğu toplumun kimliğini yansıtan bir ayna olduğu kadar (Hoffman, 1992) toplumun değerlerini, farklılıklarını sürdürmesinde de bir rol üstlenmelidir. Daha önceki bölümlerde bahsedilen kentteki ve kamusal mekândaki değişimin sonucu olarak kamusal sanat da, kimliksizleşmeye, sıradanlaşmaya ve kamusal dayanışmanın yok olmasına karşı bir alternatif oluşturmaktadır (Hubbard ve diğ., 2003). Kamusal sanat, sanatçının toplumsal pratiklere ilişkin eleştirileri ve yönlendirmeleri için en uygun yöntemlerden biri olmaktadır.

Modernizmin ideal sanat işlerinin aksine bugün sanat işleri heterojen bir ortamda yapılmaktadır, bu ortam mekân, bağlam ve kamunun ilişkileri ile gelişmektedir. Sanat geleneksel formlarının ve bağlamının (galeriler, müzeler vb.) dışına çıkıp, iletişim platformların ve ağların kurulabileceği deneyim alanlarında yer almaya başlamıştır. Dolayısıyla, burjuvanın kamusal alanlarından ziyade kamunun farklı bölgelerine el atan sanat, alternatif basım (fanzinler ve sanatçı kitaplarının sergilendiği, İstanbul’daki BAS örneğinde olduğu gibi), eğitim çalışmaları, yerel televizyonlar, sokak kültürü, gösteri mekânları ve internet gibi ortamlarda etkin olmaya başlamıştır. (Sheikh, 2004)

Deutsche, 1980’lerden başlayarak kamusal sanatın ana temasının, kütlesel kentsel gelişim ve bunun beraberinde getirdiği mutenalaşma gibi sonuçlara yol açan ve kentleri özel yatırımın ilgi odağı haline getiren küresel mekânsal gelişmeler haline geldiğini belirtmektedir. Böylece sanatçıların kaygısı, yeniden yapılanan kentte sosyal tartışmaları dillendirmek, mekân üretmek ve tanımlamak olmuştur. Kamusal sanat fiziksel mekânlar tasarlayan veya bunlarda yer alan işler olmaktan ve var olan bir kitleye hitap etmekten çıkıp bireyleri politik tartışmalara yönlendiren, böylece bir kamu yaratan; kamu, kent ve kentlileşme gibi kavramları merkez alan bir araç haline dönüşmüştür. (Deutsche, 1998)

Suzanne Lacy’nin “yeni nesil kamusal sanat” tanımında sanatçılar; değerlerin, etik ve sosyal sorumluluğun sanat açısından tartışılabileceği bütünleştirici eleştirel bir dile ulaşmaya çalışmıştır. Süreçteki yaratıcı katılımı konu alan “yeni nesil kamusal sanat”ta aktiviteler sanat kurumlarının dışında, konut alanları ve okullar gibi farklı sosyal bağlamlarda gerçekleştirilmektedir. Bu durum alışıldık sanat izleyicilerinin

değil, sanat eyleminin gerçekleştiği alanda bulunanları sanatla daha iç içe bir konuma koymaktadır. (Lind, 2004)

Var olan topluluklarla veya sanatçının disiplinler arası ağı içinde yürüttüğü çalışmalar 90’ların başlarında görülmeye başlamıştır. Nicolas Bourriaud “İlişkisel Estetik” (Esthétique Relationelle) adlı kitabında (1998) sanatın, ilişkilerin mekânını sıkılaştırarak belirli bir sosyalliği oluşturan bir yer olduğunu savunmuştur (Bishop, 2006). Bu bağlamda işler üreten sanatçıların temel malzemesi insan ilişkileridir ve sosyal alışverişi vurgulamakta, iletişim süreçlerini konusallaştırmakta ve izleyici ile etkileşime geçmektedirler (Lind, 2004).

Sanatçıların kentsel bağlam içinde temsil ve yorumlarını yaptıkları yer ekonomik ve sosyal dönüşümlerdir. Öncelikle çalışacağı kamusal alanı tanıyan sanatçı, onun içerdiği dinamikleri, farklı kültürleri ve toplulukları tanır. Bu imajlar ve bilgiler onun yaratısına eşlik edecektir. Sanatçı her ne kadar semboller dünyasında çalışıyormuş gibi görünse de gerçekle iç içedir. Medyanın veya egemen politikaların görüşlerin bağımsız olarak içinde bulunduğu ortamı irdeleyen sanatçı, duruma yeni bir yorum ve bakış açısı getirebilir. Burada altı çizilmesi gereken noktalardan biri, sanat yeni yorumları ve çözüm arayışlarıyla yeni bir formül ya da dogma üretmez, sadece kendi otonom ve özgür deneyimleme ve yorumlama alanını yaratır. Her şeyin ekonomik temellere dayalı, hızlı üretim ve tüketim mantığıyla oluşturulduğu günümüzde, “bilinçli bir kullanışsızlığı” içeren sanat, deneyimin ve şaşırmanın mümkün olduğu hayali bir yer, bir umuttur. Yaratıcılığını toplumun hizmetine doğrudan sunmaz, toplumun kendi yaratıcılığını ortaya çıkarır, bu da yeni ilişkiler ve deneyimler ağlarının oluşmasına olanak sağlar (Pietromarchi, 2005).

Kentin içinde bir etkinlik olduğundan kamusal sanat, kentin anlamına, düzenine katkıda bulunur, dolayısıyla kentteki mevcut uygulamaları eleştirebilir, çelişkileri açığa çıkarabilir ve bunlara karşı koyabilir (Deutsche, 1991).

“Kentin bugün geldiği nokta, bütün bu gökdelenler ve göz alıcı kaldırım taşları, belli grupların belirli bölgelere depolanıp merkezlerde belirli grupların kalışı kentin ne olduğunu belirler gibi dursa da kentin bir bütün olduğu değişmez bir gerçektir. Bu bütünlüğü, tüm eşitlikleriyle sağlamak herkesin görevidir. Bu görev, modern sanat için biçilmiş bir kaftandır.” (Miles, 1997, s.24)

Kentsel tasarım ve süreklilik sürecinde sanatın rolü çift yönlüdür: tasarımda aktif rol oynayıp daha canlı mekânların kurgulanmasını sağlayacağı gibi kâh etkinliklerle kâh doğrudan tepkilerle dayatmalara karşı koyarak ve kamu isteklerine aracı olarak sosyal yapılanma sürecine de dâhil olabilir (Miles, 1997). Günümüzde oldukça gündemde olan Haydarpaşa, Sulukule ve Tarlabaşı “kentsel dönüşüm” projelerine

karşı, buradaki topluluklar ve sivil toplum örgütleri ile beraber yürütülen sanatçı çalışmaları bunlara örnektir.