• Sonuç bulunamadı

5. YAZINSAL METİNLER

5.2. Yazınsal Metinlerin Çevirisi

Kendine özgü bir içeriği ve biçimi olan, estetik değerini ve doku zenginliğini sözcüklerin çağrışımsal, yan ve simgesel anlamlarıyla, söz sanatları ve dil oyunlarıyla kazanan yazın metinlerinin çevirisi konusunda nesnel ölçütlerin olmadığını belirten bilim adamları, bu konuda görüş birliğine varmalarına rağmen, çeviri yöntemi konusunda değişik görüşler atmışlardır ortaya. Bu görüşlerden ve çeviri kuramlarından daha önceki bölümde bahsetmiştik. Günümüzde kabul gören yazın çevirisi anlayışına geçmeden önce bu konudaki gelişimsel aşamalardan söz etmek gerektir.

Çevirinin doğuşunu simgeleyen Babil söylencesi, dillerin birbirinden ayrılmasını ve ortak iletişim dilinin ortadan kaldırılmasını anlatmaktadır. Şöyle ki, daha önce tek bir dile sahip olan insanların, güçlerini temsil edecek gökyüzüne kadar uzanan bir kule yapma girişimleri, evrensel tek güç tarafından bir başkaldırı olarak algılanmış ve bunun sonuncunda ceza olarak ortak iletişim dilleri ortadan kaldırılmıştır. Böylece çeviri etkinliği, zorunlu bir eylem haline gelmiştir. Bu söylence, aslında gerçekliğinden çok, çeviri etkinliğinin insanın var oluşundan itibaren ele alınması gerekliliğinin altını çizmektedir (Kloepfer, 1967: 17, akt. Yücel, 2007: 13).

Babil söylencesi her ne kadar çeviri olgusunu insanın var oluşuna dayandırsa da, çeviri tarihini inceleyen çalışmalar, çeviri etkinliğinin düzenli olarak Romalılar döneminden başlayarak yapıldığını ortaya koymaktadır. Romalılar bu dönemde özellikle Yunan yazınından çeviri yapmış, çeviriler yoluyla kendi yazın dizgesini geliştirmeyi amaçlamıştır (Aksoy, 2002: 14). Antik Roma dönemindeki çeviri anlayışı, başlangıçta bugünden farklı olarak iletişimsel bir bağlamda değildir. Sözcüğü sözcüğüne (verbum de verbo) morfolojik düzlemde gerçekleştirilen çeviri etkinliği, doğruluk ve sadakat çerçevesinde algılandığından kaynak dile bağlılığı esas almaktadır. Daha sonra Romalılar, Yunan kültüründen etkilenerek bugünkü çeviri anlayışına yakın olarak çeviri etkinliğini başlatmışlardır. Büyük bir imparatorluk kuran Romalılar, Latine’nin Yunanca’ya oranla az gelişmesinin de etkisiyle çeviriden yaralanmışlardır. O

dönemdeki bilim ve felsefe dilinin Yunanca olmasının da bunda etkisi olmuştur. Romalıların faydacı dünya görüşü, çevirinin de serbest anlayışla o doğrultuda gerçekleştirilmesine yol açmıştır. Serbest çeviri anlayışının o dönemdeki en önemli temsilcisi Cicero’dur. Cicero, çevirinin ereğe yönelik işlevi olduğunu ileri sürerek, anlam aktarımını odak alan sensun de sensu söyleminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Cicero’nun bu yaklaşımı çeviri olgusunun kuramsal çözümleme girişiminin ilk adımları kabul edilmektedir. Cicero bunun yanı sıra bir yapıtın düşünsel ve dilsel bir anlatımdan oluştuğunu ve çeviride kaynak metnin çıkış noktası olduğunu, dilsel yapıyı daha yukarı çekerek kaynak metnin Latince’nin dil ve biçem niteliklerine uyarlanmasının önemine dikkat çekmiştir. Sözü edilen gelişmeler, yazın çevirisi tekniklerinin de gelişmesinde etken olmuştur. Bu teknikler arasında, bir sözcüğün erek dile olduğu gibi aktarılması olan “ödünç alma”; farklı anlamlara gelebilen sözcüklerin metin içinde açıklanması olan “açımlama”; kaynak dilde kavramlaşmış ya da kalıplaşmış bir sözcüğü “doğrudan aktarma”; çeviriyi anlaşılır kılma adına metinde bulunmayan bir sözcüğü ya da bölümü “ekleme”; son olarak, herhangi bir nedenle çevirmenin gereksiz bulduğu bir bölümü ya da sözcüğü “çıkarma” biçiminde silmesi, yer almaktadır (Yücel, 2007: 27-29).

Bu bağlamda belirtebiliriz ki, sözü edilen yöntem ve tekniklerin kullanılması, çevrisi gerçekleştirilen kaynak metnin türüyle de ilgilidir. Cicero’nun serbest çeviri anlayışı (ut orator) üzerinde durmasının nedenlerinden biri, o dönemde çevirisi yapılan metinlerin Latince’yi gelişitrmek amaçlı olmasıdır. Latince’yi geliştirecek metinler ise söz sanatlarının kullanıldığı, yeni sözcük ve anlatım biçimlerinin adeta yaratıldığı, bu özellikleriyle dilin gelişmesine olanak sağlayan yazın metinleridir (Vermeer, 1998: 1- 38). Buna göre Cicero, kavramların ve düşüncelerin doğru ve aslına uygun aktarılmasını gerektiren felsefi içerikli metinlerde sözcüğü sözcüğüne (ut interpre); yazın metinlerinde serbest (ut orator); metnin işlev ve etkisinin ön planda olduğu hitabet sanatına yönelik metinlerde ise kaynak metnin yarattığı etkiye benzer bir etki sağlayacak nitelikte etki odaklı çeviri yöntemlerini benimsemiştir.

Ortaçağ’da kutsal metinlerin çevirisi ön plana çıkmakta ve çeviride kaynak metne sadakat ağır basmaktadır. Geç Antik dönemde önemli isimlerden biri olan Hieronymus (348-420), kutsal metinler için kaynağa bağlı kalmayı uygun görürken, dünyevi metinler için anlam odaklı çeviri anlayışını benimsemiştir. Martin Luther

(1483-1546) ise, Ortaçağ’dan yeni bir çağa geçişi temsil eden Reformasyon’u başlatarak kutsal metinlerde Hieronymus’un dünyevi metinler için ileri sürdüğü anlam odaklı çeviri yaklaşımını uygulamıştır. Karşılaştırılacak olursa Hieronymus’un kaynak metnin yüzeysel yapısına bağlı kalarak İncil’i Latince’ye çevirmesine karşın, Luther, metnin anlamını temel alarak İncil’i günlük konuşma diline uyarlayıp Almanca’ya aktarmıştır (Yücel, 2007: 31-44).

Kutsal metinlerin çevirisi ile ilgili tartışmalar, çevirmenin yorumunu katarak ve biçimi değiştirerek metnin kutsallığına zarar verip vermemesi ekseninde yirminci yüzyılda dahi gündemde kalmıştır. Bu dönemde kutsal metinlerin çevirisi ile ilgili önemli araştırmacılardan biri de iletişimsel çeviri yaklaşımını savunan ve “devingen eşdeğerlik” kavramını öne süren Nida’dır. Nida (1981: 124-135), kaynak dildeki iletinin, yapısal anlamda çözümlendikten sonra erek dil kültür bağlamına uygun biçimde aktarılması gerektiğini vurgulamaktadır. Buna göre kaynak dilin yapısal özellikleri, iletinin aktarımı uğrunda gerekirse göz ardı edilebilmektedir.

15. yüzyılda matbaanın bulunmasıyla çevirilerin sayısı artmış, 16. ve 17. yüzyıllarda çevirisi yapılan ürünler, kutsal kitaplardan bilimsel ve yazınsal nitelikli metinlere doğru bir eğilim göstermiştir. Bu dönemde Fransız düşünür Dolet (1540- 1546), çeviride bir kuram ileri süren ilk kişi olarak çeviri tarihindeki yerini almıştır. Dolet, çevirmenin kaynak metni oluşturan dilsel ve sanatsal öğeleri çözümleyip erek dilde kaynak dilin ritmini yakalamaya çalışması gerektiğini vurgulamıştır (Aksoy, 2002: 16).

17. yüzyılda klasiklerin çevirisi artmış, klasiklerin çevirisinde öykünme anlayışı, yerini bütünleştirici estetik bir anlayışa bırakarak çeviride hem biçim hem de yapıtın doğasını koruyan bir bakış açısı gelişmeye başlamıştır. Onu takip eden dönemde Fransız İhtilali’nin etkisiyle imgelem önem kazanmış, çevirmen ve çeviri olgusu kaynak dilin gölgesinde kalmıştır (a.g.e. : 19).

18. yüzyılda Schleiermacher (1768-1834), yazın çevirisi için “yazarı okura götürmek” ya da “okuru yazara götürmek” biçiminde yabancılaştırıcı bir çeviri anlayışı geliştirmiştir. Aynı zamanda yazın çevirisi için ayrı bir alt dilin geliştirilmesini öneren bu yaklaşım, okurun alımlama alışkanlıklarını değiştirmeye yöneliktir (Yücel, 2005: 70).

Schleiermacher’in çeviri yaklaşımına benzer biçimde erek okurun kaynak dile taşınması gerekliliğini savunan 19. yüzyıl çeviri anlayışı, kaynak dilin oluşturulduğu zaman, ortam, biçim ve estetik unsurların erek dile yabancı olmasına rağmen tümüyle yansıtılmasını öngörmektedir (Aksoy, 2002: 20).

Çeviri olgusu, kuram ve yaklaşım konusunda dilbilimin 20. yüzyılda ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkışına kadar yazarlık yetisini geliştiren, kimi zaman eğlendiren, hayal gücünü geliştiren, görece ölçütlerin benimsendiği sınırlı bir konu olarak görüldüğünden bütüncül bir çeviri yaklaşımına ulaşılamamıştır (Yücel, 2007: 77). Yirminci yüzyılda ise çevirinin özerk bir bilim dalı olarak kabul edilmesiyle birlikte bazı gelişmeler söz konusu olmuştur. Kuramların ele alındığı bölümde bu gelişmlerden söz ettiğimiz için bu bölümde daha bütüncül bir bakış açısıyla özellikle yazın çevirisinden bahsetmek doğru olacaktır.

Kaynak metni oluşturan dilsel öğelerin ve bu öğelerin oluşturduğu anlamın çözümlenerek, erek dil kültüründe yeniden oluşturulmasını ele alan yazın çevirisinde kaynak metin, çıkış noktasını, erek metin ise varış noktasını oluşturmaktadır. Bu süreçte kaynak metnin ‘kendine özgü’ lüğünün erek dilde de oluşturulmaya çalışılması, yazın çevirisinin en önemli güçlüğüdür.

Yazın çevirisi, Jakobson’a (1996) göre “diller arası”, “dil içi” ve “göstergeler arası” etkinliklerini içermektedir.

Yazın çevirmeni burada bir bakıma kaynak dil iletilerinin dilsel eşdeğerlerini çeviri dilinde ararken diller arası; kafasında önce kaynak dilden somutlayarak çeviri diline aktardığı metinsel dünya tasarımını, genel çeviri dilinde yorumlarken dil içi; özgün metnin dilsel göstergelerini çeviri dilinin göstergelerine dönüştürürken de göstergeler arası bir çeviri etkinliği içindedir (Göktürk, 2002: 53).

Buna göre yazın çevirmeni, çeviri yaparken kaynak dilde ve erek dildeki metin geleneklerinin tümünden yararlanmak durumundadır. Ayrıca çeviri sürecinde okura sunulan metinsel dünyanın erek dilde de oluşturulması için çevirmen:

1) Zihninde kaynak dile ait oluşan tasarımları, sezgilerini devre dışı bırakarak metni, erek dil sözcükleriyle somutlaştırmalıdır. Çünkü çoğunlukla çeviri işlemi, bilinçsizce yapıldığında sezgilere güvenerek gerçekleşmektedir. Oysa çevirmen

özellikle yazın metinlerinin özelliklerini dikkate alarak öznel çağrışımlardan uzak durmalıdır. Çeviri sezgisel yapılırsa dilsel ve anlam ilişkilerinde sağlanmak istenen eşdeğerlik zayıflamaktadır. Çeviri, hem erek kültürde hemde kaynak kültürde belirlenen amaca ulaşmalıdır.

2) Yazınsal metinlerin çevirisinde çevirmen, anlam merkezli bir yaklaşım izlemek durumundadır ve sözcüklerin potansiyel anlamlarını, potansiyel anlamları sınırlayan ve etkin hale getiren bağlam içindeki durumu, başka bir anlatımla yazarın vermek istediği öznel çağrışımları kaynak dile mümkün olduğu kadar bağlı kalarak vermelidir.

Kloepfer’e (1967: 39) göre yazın çevirisinde çevirmen, metni erek dilde yeniden oluştururken, hem kaynak hem de erek dili göz önünde tutmak; her iki dilin kültürünü de dikkate almak durumundadır. Çeviri metin, kaynak metnin dil ve kültür dünyasını erek dile yansıtmalıdır. Kaynak dil metnini erek dil kültürüne yaklaştırırken, kaynak dilde yabancı olanı mümkün olduğunca anlaşılır kılmalıdır ancak bu, çevirmenin metindeki simgesel belirsizlikleri yorumlaması anlamına gelmemelidir. Ona göre: “Çeviri, yaratarak yazmaktır ama gelişigüzel anlamda, olanı yeniden yazmak ya da aktarmak değil, yazarlığın yazarlığıdır” (akt. Göktürk, 2002: 40).

Kloepfer bu görüşleriyle dilbilimsel yöntemlerin yazın çevirisinde pek işi olmadığını savunurken Levy (1969: 22), yazın çevirisinin daha çok yazın kuramları ve yorum bilgisi çerçevesinde ele alınması gerektiğini vurgulamakta ve dilbilimin, yazın çevirisinde gelecekteki önemine işaret etmektedir. Levy’e göre metnin özgün yapısında olduğu gibi çevirisinde de işlev ağırlıkta olmalıdır. Metnin işlevi, her iki dilde de özdeş olmalıdır. Çeviri sürecinde metin, yazınsal ve biçemsel yönden bir sanat yapıtı olarak kavranmalı; metnin temelindeki anlam çekirdeği tespit edilip yorumlanmalı; metin, yapısal ve biçemsel özellikler dikkate alınarak ve karşılıklı bir uygunluk gözetilerek sanatsal biçimde yeniden kurulmalıdır. Görüşleriyle işlevsel bir çeviri yöntemi benimsediği anlaşılan Levy de çevirmeni, iki dilin dilbilimsel yapısındaki farklılıklardan kaynaklanan sorunlarla, iki ayrı dil dizgesinin birbirinden ayrı estetik değerlerinin sonuç verdiği biçem sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır.

Levy, çeviri yöntemlerini, çeviri yapıtın okurda özgün bir yapıt okuyor etkisi uyandıran yanılsamacı yöntemler ve okurda özgün değil çeviri bir metin okuduğu bilincinin farkında olmasını sağlayan yöntemler olmak üzere ayırmaktadır. Ona göre önemli olan, çeviri okurun yaşantısının, kaynak dil okurunun yaşantısıyla özdeşliği değil, iki okur kitlesinin tarihsel ve kültürel bağlamlarının yapısı içindeki işlevin özdeşliğidir. Buna göre çeviri sürecini aşağıdaki aşamalarla tanımlamaktadır:

• Metnin, yazınsal, biçemsel yönden sanat yapıtı olarka bütünüyle kavranması • Metnin, anlamının bulunarak yorumlanması

• Metnin, bir takım dilsel, biçemsel dizgeler arasında karşılıklı bir uygunluk gözetilerek, sanatsal bir biçimle aktarılmaya çalışılması (akt. Göktürk, 2002: 41-42).

Yazın çevirisi konusu, genel yaklaşımların yanı sıra daha ayrıntılı incelenecek olursa, Aksoy’a (2002: 63-64) göre, öncelikle metnin konumu belirlenmelidir zira, metin, kültürel ve toplumsal bir çerçevede üretilmiştir ve biçemiyle diğer metin türlerinden farklıdır. İlk aşamada metnin yazınsal türü, kaynak kültürde ve yazınsal dizgede sahip olduğu konum, yazılma sebebi ve iletisi, çevirmen tarafından tespit edilip tanımlanmaktadır. Söz konusu işlemlerin gerçekleştirilmesi, çevirmenin metni çeviri amaçlı tanımasını gerektirmektedir. Çeviri amaçlı metin çözümlemesinde çevirmen metnin, dilbilimsel göstergelerini incelemekte ve biçimsel bir analiz gerçekleştirmektedir (Aksoy, 2002: 63-64).

Bu konuda Beaugrande (1978: 29), metinde sunulan dünyanın öncelikle çevirmenin zihninde bir taslak oluşturması gerektiğini vurgulamakta; oluşan taslağın yanı sıra metinde alışılmışın dışında kullanılan anlam birimlerin tespit edilmesine ve buna göre erek dil kültür bağlamına uygun eşdeğer öğeler aranmasına işaret etmektedir. Metin dışı bağlam ile metin içi bağlamın içerdiği bilgiler analiz edilerek problem oluşturan noktalar üzerinde durulmalıdır. En son aşamada ise oluşan taslak doğrultusunda kaynak metnin dilsel göstergelerinin erek dil bağlamındaki karşılıkları aranmalıdır.

Bu bağlamda çevirmenin, metin türü gelenekleri doğrultusunda çeviri sürecinde çeviri ilkelerinin hangilerinden özveride bulunacağını bilmesi, bunun yanı sıra okuma

deneyiminin ve estetik algılama yetisinin olması gerekmektedir. Holmes, yazın metninin yazınsal ve kültürel yapısının analiz edilmesinin çeviri sürecinin başlangıç noktası olması gerekliğine işaret ederek yazın metninin temelindeki üç özelliği sıralamaktadır:

• Metinsellik: Dilbilimsel öğelerin eklenmesiyle yeni bir metin oluşturulması • Bağlamlılık: Metnin belli bir kültürel, toplumsal ortamsa varlık kazanmış olması • Metinlerarası Etkileşim: metnin dil içindeki tüm metinlerle bir tür ilişkisinin olması (Göktürk, 2002: 46-47)

Newmark’a (1982: 96-98) göre ise yazın metinleri, belli bir kültür ortamında yaşayan yazarın bu ortamın etkisiyle ürettiği kişisel bir anlatımdır. Yazın metinlerinde kültürel öğeler, dilin kurmaca niteliğiyle bütünleşmekte ve ortaya sanatsal ve işlevsel yönü olan bir yapıt çıkmaktadır. Çevirmen, yazınsal bütünlüğe zarar vermeden nasıl bir çeviri yöntemi gerçekleştireceğine karar vermelidir. Bu süreçte çevirmene yardımcı olacak yöntemler de şunlardır:

Bu bağlamda bu tür çeviri, dilsel öğelerinin aktarımından çok daha fazlasıdır. Newmark, yazın metinlerindeki kültürel öğelerin aktarılması ile ilgili yöntemleri aşağıdaki biçimde ayırmaktadır:

Sözcüğü sözcüğüne çeviri (literal translation): Buna göre çevrilecek kültürbirimler erek dildeki eşdeğer öğelerle karşılanmaktadır. Çevirmen, bu karşılığın metnin anlam bütünlüğüne uygun olup olmadığını dikkate almaktadır.

Aktarım (transference): Erek dile çevirisi yapılamayan yer, kurum, ad, gazete, kitap gibi kültürel öğelerin kaynak dildeki kullanımlarının olduğu gibi aktarılmasıdır.

Uyarlama (adaptation): Kaynak dildeki kültürbirimin erek kültürde benzer bir öğeleyle karşılanmasıdır. Kaynak dilde yapıtın özgünlüğünün korunamaması, bu yöntemin çok fazla kabul görmeyen boyutudur.

İşlevsel Çeviri (neutralization/functual translation): Kaynak dildeki kültürbirimin erek dil okuyucusunun kolaylıkla algılayabileceği genel/evrensel bir ifadeyle karşılanmasıdır.

Açıklama (explanation): Kaynak dildeki kültürbirimlerin erek dilde anlaşılabilmesi için metin içinde açıklama yapılmasıdır.

Çıkarma (deletion): Erek dil okuyucusunun herhangi bir nedenle algılayamayacağı ya da erek dilde hiçbir şekilde eşdeğeri bulunmayan, aktarılamayan bölümün tamamen çıkarılmasıdır. Kaynak metnin özgünlüğünün korunamayacak olması, bu yöntemin kullanılmasını çok fazla onaylamamaktadır.

Benzer Belgeler