• Sonuç bulunamadı

3.4. Grafik Tasarımın Doğuşu

3.4.2. Yazının Ortaya Çıkışı

Yazı ve grafik birbirlerinden ayrı düşünülemez, bu nedenle grafik sanatının varolması yazı sanatı ile gerçekleşmiştir (Çevik, 1999: 114). Ancak yazının ortaya çıkışından önce insanların birbiriyle iletişimini sağlayan bazı simgeler kullanılmıştır, bunlara pigtogram denilmektedir.

Stiebner’e göre, Piktogram sözcüğü latince “pictus” ve “gram” sözcüklerinden üretilmiş olup, yazısız resim anlamına gelmektedir (Teker,2002: 107). Piktografi; doğadan alınmış, yorumlanmış, illüstre edilmiş, farklı şekillerde sıralanmış şekiller olarak tanımlanmaktadır. Đlk piktografik resimler balık, kuş, güneş, ay, rüzgâr gibi geniş kavramları anlatmıştır. Somut düşünceleri anlatan bu resimler zamanla değişerek, gelecek toplumların alfabelerinin köklerini oluşturmuştur (Kınık, 2005: 24). Piktogramların birer grafiksel çizim karakterlerine sahip oldukları görülmüştür.

Günümüz piktogramlarının özelliklerini gösteren bu simgesel işaretler, insanlığın yazıya geçmeden önce kullandığı iletişimin birer grafiksel anlatımı olmuştur. Ancak yazının ortaya çıkışıyla grafik tasarımın temelleri daha da netleşmiştir.

Bir nesneyi ya da düşünceyi bir resimle birleştirmek olan piktografik yazılar (resimli yazılar), yazının en eski örnekleri sayılmaktadır (Tansuğ, 1993: 261). Günümüzde hala kullanılan pigtogramların, insanlar arası ilişkilerin artmasına paralel olarak yüzyılımızda sayıları artmıştır. Örneğin, spor dallarını simgeleyen resimler, trafik işaretleri birer pigtogram olarak görülmektedir. Günümüzde pigtogramlar uluslararası yeni bir iletişim dilini meydana getirme yönünde gelişmekte ve çoğalmaktadır (Işıngör ve Diğerleri, 1986: 153). Simge, yalın anlatıma sahip görsel bir dil olarak

60

tanımlandığına göre, bu sayede bazı resimler bütün insanlar için aynı nesne veya kavramı anlatan simgeler haline dönüşmüştür.

Đlk yazılı ifadelerde resim ve yazı iç içe Mısır hiyeroglifleri gibi yer alırken, zamanla resimsel özelliklerin soyutlaşması ve sembollere dönüşmesiyle yazı özgün yapısına ulaşmıştır. Böylece bir görsel ifade aracı olarak resim ve sözel ifadenin sembolik işaretlerle kâğıda aktarılması olarak yazı, iki ayrı iletişim unsuru olmuştur.

Grafik tasarım, işte bu iki iletişim unsuru olan yazı ve resmi, birbirini tamamlayan bir biçimde aynı ortamda kullanarak, yeni bir iletişim türü yaratmıştır (Bektaş,1992: 9). Kültürler arası kaynaşmanın kapsını açmıştır.

Sembolik resimlerden meydana gelen eski yazı türlerinden birine verilen ad olan hiyeroglif yazı, Eski Mısır’da kullanılmıştır (Tansuğ, 1993:258). Günümüzden tahminen 3000 yıl önce Eski Mısır’da geliştirilen bu hiyeroglif yazı tarzı, çeşitli canlı ve cansız varlıkların ayıklanmış biçimlerinden oluşan bir yazı sistemi olarak ortaya çıkmış ve Mısır Uygarlığı’nın omurgası olmuştur (Tepecik, 2002:19). Eski Mısır hiyerogliflerinde figürlerin ve karakterlerin de kullanıldığı görülmüştür. O dönemde eski Çin’de de figür ve karakterlerin hayvan kemikleri üzerine yazıldığı görülmüştür.

Đşte bu, bugünkü Çin yazısının temelini oluşturmuştur (Kudo, 1993: 216). Yazının kullanıldığı önemli yüzeylerden kâğıt da, eski Mısır’da bulunmuştur. Đnce papirüs bitkisinin yaprakları yan yana getirilmiş, ağırlıklar altında bekletilip parlatılmıştır. Parlatılan bu yüzeylerin üzerine hiyeroglif yazı yazılmıştır. Böylece tarihte ilk kâğıt yapımının Mısır’da başladığı söylenebilir. (Tepecik, 2002: 19). Mısırlıların bu papirüsler üzerine kamış kalem ve siyah is mürekkebi ile yazı yazdıkları bilinmektedir.

Bugünkü anlamında ilk kâğıt, Đsa’dan 200 yıl önce Çin’de görülmüştür. Keten ve pamuklu paçavraların ıslatılıp önce hamur haline getirildiği, özel bir dibekte iyice dövüldükten sonra keçeler arasına yayılıp kurutularak bir nevi kâğıt elde edildiği bilinmektedir. Kâğıdın diğer uluslar tarafından öğrenilip yapılması, ancak VII. yüzyılda görülebilmiştir. XIV. yüzyılda Avrupa’da kâğıt yapım evleri kurulmuş XV. yüzyılın sonlarında ise bol miktarda kâğıt yapımına geçişe kadar devam etmiştir (Đnuğur, 1993: 31).

Alfabeyi Fenikelilerin, sesli harfleri ise Yunanlıların bulduğu bilinmektedir. Yazı estetiğini ise alfabeyi Yunanlılardan devralarak Latin alfabesini oluşturan Romalılara borçlu olduğumuz söylenmektedir. Romalılar harflerde değişiklikler yapıp hemen hemen bugün kullandığımız alfabeyi oluşturmuşlardır. En önemlisi de yazıyı

güzelleştirerek grafik tasarımı açısından çok daha önemli bir değişiklik yapmış olmalarıdır. Romalılar intizam ve kural seven bir kültüre sahip oldukları için, nasıl şehirleri planladılarsa, yazılarda da bir takım kurallara bağlanma ihtiyacı duymuşlardır. Önce yazıların bir alt ve bir üst çizgiye oturması gerektiğine karar vermişler, sonra da harfleri geometrik şekillere yerleştirmişlerdir. Mükemmel olarak değerlendirilen kareler, daireler, üçgenler, harfler ve şeritler oluşturmuşlardır (Đstek, 2004: 19). Fenikelilerin öncülüğünü yaptığı bu gerçek alfabe, toplumlar arasında etkileşimlerle gelişmiştir. Grek ve Roman kültürlerinde zenginleşmiş ve bugünkü seviyesine ulaşmıştır (Uçar, 2004: 73). Sembolik yapıdan işaretlere dönüşen yazı geçen zaman içinde daha da basitleşerek kolaylaşmıştır. Bu gelişme beraberinde bir yaygınlığı da getirmiştir.

Fenike alfabesinin ortaya çıkışıyla bu gelişim ivme kazanmıştır. Artık bu iletişim biçimi belirli bir grup ve kişilerin elinden çıkıp yavaş yavaş tüm insanlığa gelişerek yayılmıştır (Uçar, 2004: 92). Yazının bu gelişimi afişlerin, yazı düzenlerinin, sayfa tasarımların ve daha birçok grafik unsurun da gelişimini sağlamıştır. Resim, yazının bulunmasından önce doğacı bir anlatıma sıkı sıkıya bağlı iken, yazının bulunuşu onu bu özelliğinden sıyırıp şematizme götürmüştür. Yazının keşfi, insandaki soyutlama yeteneğinin gelişmesine bağlı bir olgu olmuştur (Tansuğ, 1993: 16). Yazının gelişmesi grafik tasarımının da tam olarak ortaya çıkmasını sağlamış, grafik sanatların tarihteki kimliğini kazanması yazı sanatının gelişmesiyle mümkün olmuştur.

Yazının gelişmesinin insanlık tarihini de geliştirmeye başladığı, Đlkçağlar’dan Ortaçağ’a uzanan geniş bir ilerlemeyle devam ettiği bilinmektedir. Resim ile yazının işlevlerinin birbirinden ayrılmaya başlaması sanatın varlığının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yazı gibi sürekli gelişim gösteren sanat, Rönesans dönemine kadar daha çok dini konuların, kraliyet ailelerinin ya da nüfuslu kişilerin resimlerinin yapıldığı kısıtlayıcı bir dönem geçirmiştir. Sanatçıların yaratıcılıklarını özgürce kullanmaya başlamaları Rönesans Dönemi ile olmuştur.

Benzer Belgeler