• Sonuç bulunamadı

2.3 LÂ Sonsuzluk Hecesi

2.3.8.2 Yaratılış ve Kutsal Kitapların Söyledikleri

Đlk insanın yaratılışı ve âlemin oluşumu, hem felsefi düzlemde hem de tasavvufi boyutta irdelenmiş en önemli meselelerdendir. Lâ romanı Hz. Âdem nezdinde insanlığın hikâyesini anlatarak, insanın ve âlemin ontolojik serüveni hakkında söylenen birçok düşünce birikimini ve kutsal metinlerin bu konu hakkındaki ifadelerini kendisinde barındırmasıyla dikkate değer bir inceleme alanına sahiptir. Tasavvufi söylemin, insanın yaratılışına, günaha ve ardından tövbeye karşı tavrı, onun nasıl ilerlemesi gerektiği hakkında tasavvuf erbaplarına da yön göstermiştir. Bu bakımdan Lâ romanında yaratılış sürecini etkileyen unsurları göz önüne sermek önemlidir.

Lâ romanında yaratılış sürecine ilişkin detaylara baktığımız vakit, Kuran-ı Kerim’den, Tevrat’tan, Đncil’den ve çeşitli hadis-i şeriflerden yararlanıldığı dikkati çekmiştir. Lâ’da Âdem’den kasıt insandır. Onun hikâyesiyle birlikte insanlığın hikayesi özetlenmektedir. (s.10) Çağdaş yorumcular da Âdem kelimesinin Tekvin’e kadar “insan

türü” (Đslam Ansiklopedisi, 1988 C1:358) anlamında kullanıldığı kanaatindedirler.

Âdem’in yaratılışının sebebini mutasavvıflar bir hadis-i şerife dayanarak aşk üzerine olduğunu söylerler. Yüce yaratıcı kendi eserinin görülmesini, bilinmesini sevdiği için insanı, yaratmıştır. “Gizli bir hazineydi; görünmeyi, bilinmeyi sevdi.” (s.16). Hadis-i şerifin romanda dayanak noktası olması, asli kaynak olarak Đslami kaynakların seçildiğini gösterir. Nitekim Allah (c.c) “Ol!” der ve her şey olur (s.16). Tasavvufi anlayış varlığın kaynağını aşka ve muhabbete bağlamıştır. Kudsi hadiste geçen “ahbabtu” fiili, âlemin yaratılışının muhabbet üzerine olduğu fikrini doğurmuştur. Nitekim bu anlayış, Lâ romanında bir alt bölümün ismi olmuştur.

“Varlığın Özü Muhabbet” (s.17).

Âdem’in yaratılışı kutsal kitaplarda çeşitli şekillerde anlatılmıştır.

“Tevrat’ta ilk insanın yaratılış şekli ve zamanı iki ayrı hikayede farklı biçimlerde nakledilmektedir. ‘Ruhban metni’ adı verilen birinci hikayeye göre insan,

yaratılışın altıncı gününde, diğer bütün varlıklardan sonra Tanrı’ya benzer bir surette, ilk defa erkek ve dişi olarak yaratılmıştır. ‘Yahvist metin’ adı verilen ikinci hikayede ise önce erkeğin daha sonra da onun kaburga kemiğinden kadının yaratıldığı anlatılır. Đlk insan (adam), bizzat Tanrı tarafından yerin toprağından (adamah) yapılmış, daha sonra

burnuna hayat nefesi üflenerek canlı bir varlık olmuştur.” (Đslam Ansiklopedisi, 1988

C1:358)

Lâ romanında Âdem’in yaratılışı “iki eliyle” ayetine telmih yapılarak bizzat Allah’ın Âdem’in hamurunu zıtlıkları bir araya toplayarak kardığı şeklinde anlatılır (s.22). Bu anlatım şekli de Allah’ın, “Adem’in çamurunu kırk gün iki eliyle” (Chitttick, 2008:240) yoğurmasını ifade eden hadis ışığında oluşturulur. Bahsi geçen süre ve Allah’ın bu işi bizzat iki eliyle yapması, insani varlığın anlaşılması yönünde tasavvufi eserlerde soru işareti olarak açıklanmaya çalışılır.

Âdem’in yaratılışından sonraki en önemli olay ona secde edilmesidir. Bu mevzuyla ilgili romanda geçenlerin özellikle Kuran-ı Kerim dayanaklı olduğunu söylemek mümkündür. Romanın başında da referansın Kuran-ı Kerim olduğu sezdirilir.

“Her şeyin doğrusunu söyleyen Kitap, manayı verir suret üzerinde durmaz. Esası verir ayrıntıda oyalanmaz. Kıssa anlatır ama maksadı hikâye anlatmak değildir.

esası desteklediği nisbette kıssa muteberdir. Âmenna.” (s.10).

Bahsi geçen hikâyenin kaynağının ve kıssa anlatma sebebinin, Kuran-ı Kerim’e ait olduğu ortadadır. Fakat yine de hikâyenin devamında özellikle Tevrat’ın etkilerini de görmek mümkündür. Secde emrinden sonra meleklerin insan türü için söyledikleri Kuran’da geçen ifadelerdir. Allah’ın, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (s.29) sözü üzerine meleklerin cevabı; “Sen orada kan dökücü, fesat çıkarıcı birini mi

yaratacaksın?” (s.30) olur. Hikâyeyi oluşturan unsurların başında bu ayetlerin geldiğini

söylemek mümkündür. Ayrıca, yazar ayetleri veya hadisleri kullanırken italik yazıyla onların menşeini özellikle belirtmiştir. Metnin devamında birçok yerde bunun gibi ayetlerin kullanımına rastlamak mümkündür.

Âdem’in meleklere olan üstünlüğü, onun isimleri bilmesi yönünde telakki edilir (s.32,33). Bakara süresinde Allah (c.c) meleklerin itirazına cevaben onlara eşyanın isimlerini sorar. Bilemedikleri zaman, aynı soruyu Hz. Âdem’e yöneltir. Bu durum insanın faziletinin bilgi yönünden olduğunu ortaya koyar (Bakara, 2/30-33). Secde emrinin de yine Kuran’a dayandırıldığı metinde açıkça gösterilmiştir. Şeytanın itirazı da

yine Kuran’da geçtiği şekliyledir. O kendisinin ateşten yapılmış menşeini topraktan üstün gördüğü için Âdem’e secdeyi reddetmiştir (s.45).

Âdem’e bütün isimler öğretilir. Kendi ismini veren yüce yaratıcıdır. Fakat Havva’yı Âdem isimlendirir (s.69). Tevrat’taki yaratılışa dair ikinci hikâyede Hz. Âdem hayvanlara isim koyar. Her hayvan türünü kendisi isimlendirir. Âdem’in hayvanların isimlerini belirlemesi, hem onların görevlerini tespit etmesi hem de onlar üzerinde hükümran olması şeklinde yorumlanır. Yahudi telakkisine göre isim ile ismin verildiği varlık arasında doğrudan bir ilişki vardır. Đsim veren isim verdiği şey üzerinde etki gücüne sahiptir (Đslam Ansiklopedisi, 1988:360). Nitekim Havva’ya isim verilen bölümün ismi “Bana Bir Đsim Ver Varlığım Olsun” (s.68) şeklindedir.

Romanda geçen önemli figürlerden biri de yasak ağaçtır. Şeytan, Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı yasak ağaca yöneltirken bazı argümanlar kullanır. “melekler gibi olmayı,

sonsuz yaşam sürmeyi, esenlik bilgisini istemez misiniz?” (s.100). Yasak ağaçla ilgili

olarak Kuran-ı Kerim’de onun mahiyetinden bahsedilmemiştir. Sadece şeytanın, “Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olursunuz yahut ebedi

kalıcılardan olursunuz diye şu ağacı size yasakladı” (Araf, 7/20) ve “Ey Âdem! Sana

ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?” (Taha, 20/120)

diyerek onları yanılttığından bahsedilmektedir. Benzer soru kalıbını Lâ romanında da görmek mümkündür. Sadece ağacın bilgiye dair yönünü bu ayetlerde görmemekteyiz. Tevrat’ta bu ağaç iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı olarak geçmektedir. Bu yönüyle ağacın menşei açıklanmış olur. Metnin genelinde iki ağaç geçer. Biri yasak ağaç diğeri de filbahri ağacıdır. Filbahri ağacı da işlevi yönünden “Hayat Ağacı”nı andırmaktadır.

Yasak meyvenin ne olduğuna dair birçok görüş mevcuttur. Romanda yasak meyvenin Âdem’e göre Havva, Havva’ya göre Âdem gibi telakki edilmesi bir anlamda yasak meyvenin cinsi münasebet gibi görülebileceği fikrini doğurur. “Âdem’e öyle geldi

ki yasak meyve Havva’nın ta kendisiydi.” (s.105). Metnin devamında Havva da Âdem’i

yasak meyve gibi görür. Đlgili bölümün ismi de “Arzu”dur (s.104). Yasak meyvenin cinsi münasebet olduğuna dair görüş Đskenderiye Yahudiliği ve Philon tarafından ifade edilir (Đslam Ansiklopedisi, 1988:361). Metin her ne kadar kaynağını Đslamiyet’e dayandırsa da yer yer böyle etkilenmelerin olduğunu söylemek mümkündür.

Şeytanın, Hz. Âdem’i ve Hz. Havva’yı kandırırken yılan kılığına girmesi figürü Tevrat’ta geçen bir durumdur. Kuran’da ise kandıranın şeytanın kendisi olduğu ifade

edilir. Nitekim ilk günahta yılandan bahsedilmemiştir. Günahın da sadece Havva’ya ait olmayıp her ikisinin de onların nezdinde insanın günahı olduğu vurgulanmıştır. Fakat Kabil’le ilgili bölümde şeytan figüründen uzak kalınamamıştır. “Sesinde, dişi kırık bir

yılan ıslığı.” (s.316). Đlk günahtan sonra gelen büyük utanma ve çıplaklıkla birlikte

örtünme ihtiyacı duyan Âdem ve Havva, cennet yapraklarıyla örtünürler (s.124). Bu ifade Kuran’a uyan bir ifade olarak göze çarpmaktadır. Zira Tevrat’ta bahsi geçen yapraklar incir yaprağıdır.

Kabil, Habil’i öldürdükten sonra karga gelip toprağı eşeler (s.343). Karganın ortaya çıkması Tevrat’ta geçen ifadelere dayanmaktadır. Her ne kadar metnin çoğu Đslami kaynaklara dayansa da Tevrat’ın da etkilerini görmek mümkündür. Tasavvufi söylemi etkileyen ise günah ve tövbe mefhumlarıdır.

Günahın Hz. Âdem’i ve Hz. Havva’yı götürdüğü yer çok önemlidir. Tasavvufun ilgilendiği alan da burasıdır: Günahtan sonraki tövbe. Günahla birlikte şuur hali ortaya çıkar. Ardından gelen tövbe insanın kulluk bilincini tam olarak oluşturmasını sağlar. Yaratılışın nasıl gerçekleştiği ve insanlığın ilk saf hali tasavvuf erbaplarının da ilgi alanında olmuş. Birçok tasavvufi ayinde de ilk ana, yani saf hale dönme isteğinin izleklerini görmek mümkündür. Lâ romanı Hz. Âdem nezdinde insanlığın hikâyesini anlatarak günahı ve ardından gelmesi gereken tövbe halini böylece göz önüne serer.