• Sonuç bulunamadı

Ilımlı Đslam – Dinlerarası Diyalog – Postmodern Sufizm

2.2 Aşk ve Bab-ı Esrar

2.2.5 Đzleksel Kurgu

2.2.5.4 Ilımlı Đslam – Dinlerarası Diyalog – Postmodern Sufizm

‘Aşk’ romanının bizlere sunduğu öğretilerden biri de ılımlı Đslam figürü ve postmodern algılamadaki sufizm öğretisidir. Batı özellikle moderniteyle birlikte sıkışmış bunalmıştır. Son dönem sanatında hayal yoksunluğu insanları kendi yurtlarından çıkarıp bir gezgin gibi hayal keşfine çıkarmıştır. Modernizmin tıkanıp postmodern dönemin başlaması da bu dönemi kapsar. Çünkü postmodern dönem insanlara hayal keşfi için yeni imkânlar doğurur. Araç olarak da metinlerarası kuramı kullanır.

Ülkemizde de son yıllarda doğu kaynaklı dinsel bazı öğretiler yer edinmeye başlamıştır. Yoga, feng shuie, meditasyon gibi. Batı için doğu her zaman bir hayal mahzenidir. Sıkışan batı bu mahzene dönerek yenilikler aramaya başlamıştır. Efsanelerimize, menkıbelerimize dinin mahrem sorunlarına kadar uzanan bu yönelim postmodern edebiyatın kıskacına girmiştir.

Postmodernizmin farkında olan devletler de artık siyasi hayatlarını devam ettirebilmek adına bütün imkânlardan yararlanmışlardır. Öyle ki artık darbeler bile postmodern nitelemesiyle karşı karşıya kalmıştır. Amerika’nın büyük Ortadoğu politikası neticesinde ülkemizde model Đslami ülke algısı gelişmiştir. Bunun en büyük yansımaları da ılımlı Đslam ve dinlerarası diyalog gibi terminolojiyle günlük hayatımızın içinde mevcuttur. Özellikle bölge ülkelerinin üzerindeki Đran modelini kırmak adına Türkiye’ye biçilen rol budur.

Ilımlı Đslam’ı ve dinlerarası diyaloğu artık her yerde görmek mümkündür. Bunun için paneller, söyleşiler düzenlenmektedir. Mercan Dede’nin mistik ezgileri bir model oluşturur. Birçok sanatçı tasavvufla ilgilendiğini söylemeye başlar. Sinemada ılımlı Đslam’ın etkilerini görürüz. Dinlerarası diyaloğun etkisiyle dizilerde gayrimüslimle Müslüman’ın aşkı dramatize edilir. Bunun en büyük yansımalarını da son dönem romanlarımızda sıkça gördüğümüz tasavvufi konular oluşturur.

Elif Şafak, “Aşk” romanında dinlerarası diyaloğu açıkça ifade eder. Karakterleri bu perspektifte kutuplaştırmaktan çekinmez. Bunun ilk örneğini Mevlana’nı eşi Kerra Hatun verir. Bilindiği üzere Kerra Hatun’un Rum asıllı olduğu söylentileri vardır. Bu durum kurgusal olarak Kerra Hatun’un sözleriyle dönemin ve aslında bugünün bir bakış açısını sunar.

“Evleneceğimiz haberi ilk duyulduğunda, hakkımda ileri geri laflar söyleyenler olmuştu: “Kerra eskiden Hıristiyan’dı. Bu kadın Rum asıllıdır. Hak dinine dönmüş olsa bile nasıl güvenirsin? Eldir, bizden sayılmaz. Senin gibi bir Đslam alimine doğma büyüme Müslüman bir kadın almak yakışır.”

Ama Mevlana onları kale almadı. Ne o zaman ne de daha sonra. Bundan dolayı ona hep minnet duyacağım.

Anadolu dinlerin, inançların, adetlerin, masalların karışımı bir alaca diyar. Aynı yemeği yiyip aynı şarkılarla içleniyor, aynı batıl itikatları paylaşıp, gece oldu mu aynı rüyaları görebiliyorsak neden beraber yaşamayalım? Đsa peygamberin adını taşıyan Müslüman bebekler bilirim, Müslüman sütannelerin emzirdiği Hıristiyan bebekler de. Su gibi berrak ve akışkandır Anadolu, burada her hikaye birbirine karışır. Şayet Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında bir sınır kapısı varsa, bunun her iki taraftaki bağnazların iddia ettiği gibi geçilmez bir hudut olduğunu sanmıyorum.” (Şafak, 2009;226).

Bu görüş Kerra’nın olduğu kadar Şafak’ın da görüşüdür. Çünkü romandaki olumsuz tipler aksi yönde davranış gösterirken, olumlu tiplerin hepsinde buna yakın bir görüş vardır. Verilmek istenen mesaj tek taraflıdır. Çünkü dinlerarası diyaloğa sırt çevirenler sadece Müslümanların içinde bulunmaz aynı zamanda Hıristiyanların içinde de mevcuttur. Bahsi geçen mekân, Anadolu’dur. Bölgeye biçilen rol ışığında özellikle Anadolu vurgusunun yapılmasının temel sebebi dinleri, dilleri, kültürleri kucaklayıcı bir yapı oluşturulmak istenmesidir. Bu bölgede hangi devlet hangi krallık hüküm

sürerse sürsün burası bir mozaik şeklindedir. Mekân vurgusu sınırları kaldırıcı niteliktedir. Anadolu üzerinden küreselleşen dünyanın panaromik bir görüntüsü çizilmektedir.

“Müslüman alimler Teslis’i kabul ettikleri için Hıristiyanları yeriyor; Hıristiyan alimler ise “Kuran kusursuzdur” dedikleri için Müslümanları. Sanki her iki din

birbirinden uzakmış gibi konuşuyorlar.” (Şafak, 2009;227). Kerra her iki dini de

yaşadığı için böyle bir yorum getiriyor. Biz asıl Hıristiyanlığın, Đslamiyet’ten kopuk olmadığını biliyoruz. Dini öğretilerimizin söylediği budur. Fakat bu yakınlaşmayı veya birlikteliği Teslis üzerinden değil özünden yakalarız. Dolayısıyla Teslisiyle Đslamiyet’e yakınlaşan bir Hıristiyanlık öğretisini de barındırmayız.

Roman boyunca hâkim olan zahir-batin karşıtlığı dinsel bir olgu olmaktan çıkarılır. Çünkü zahirle ilgilenenin dini değil bağnazlığı ortaya konur. Batına dikkat çekilir. Karakterlerin değişimi de bu yöndedir. Ella, David’le evlenirken özellikle Yahudi olduğu için onu seçmiştir. Fakat Aziz değiştirici güç olarak Ella’yı bu takıntılı halinden kurtarır. Çünkü; “AŞK’ın ise hiçbir sıfata ve tanımlamaya ihtiyacı yoktur.” (Şafak, 2009:415). Evlenirken özellikle bir Yahudi’yle evlenen Ella, daha sonradan bir Müslüman’la her şeyi bırakıp gidecek kadar değişir. Şafak, dinlerin birliğini “Aşk” olgusu üzerinden yapar. Tabi bu düşüncelerini destekleyecek kişi de Mevlana’dır. Onun Batıya sunmaya çalıştığı Mevlana böyle biridir. Bütün dinlerin bir olduğuna inanan aradaki ikiliği kaldıran Mevlana’dır. Bu yüzden Đslam dini ile ilgili pek bir şey görmeyiz romanda. Mevlana’nın ve Şems’in ilişkisi aşk üzerinden anlatılır. Mevlana’nın şu beyitleri durumu daha da açıklar niteliktedir.

“Ben ne Hıristiyan’ım,

Ne Musevi, ne Farisi, ne de Müslüman; Ne Doğu’danım, ne de Batı’dan. Đkiliği bir kenara koydum,

Đki âlemin bir olduğunu gördüm.” (Şafak, 2009:231-232).

Şafak’ın, romanda Mevlana ve Şems üzerinden yaptığı dinlerin birliği anlayışı tasavvufun temel meselelerindendir. Bu konuda hâlihazırda birçok araştırma, inceleme bulunmaktadır. Romanda birebir böyle bir uygulamaya gidilmesi, günümüzün popüler konularından biri olması hasebiyle de Şafak’ın ilgi alanına girer. Romanın yabancı

ülkelerde ve özellikle Amerika’da olan baskısı düşünüldüğünde verilen mesajın, yabancı okurlar göz önüne alınarak da oluşturulduğu anlaşılır.

Bab-ı Esrar romanında da kurgusal düzeyde dinlerin birliği anlayışını görmekteyiz. Karen’in ailesini düşündüğümüzde, farklı dinlerin bir arada nasıl yaşayabileceğini görürüz. Karen’in annesi Susan, Hıristiyan’dır. Babası Poyraz ise, Müslüman’dır. Buna rağmen evlenirler ve Susan dinini değiştirmeden evlilikleri devam eder. Poyraz’ın Susan’ı terk etmesinin sebebi de dinsel farklılık değildir. Poyraz’ın özel durumudur. Karen ise kendisini hiçbir dine yakın görmemektedir. Susan ve Karen Poyraz’ın inancını ise, tasavvufi boyutta olan mutlak hakikati bulma, “Đnsan-ı Kâmil” mertebesine ulaşma, anlayışını bütün dinlerden daha kabul edilebilir görür. “Senin de söylediğin gibi babanın inancını, bugünkü dinlerin birçoğundan daha kabul edilebilir

buluyorum…” (Ümit, 2009:362).

Tasavvufun birleştirici bir gücü vardır. Bu güçten yola çıkarak dinlerin bütünlüğü anlayışını her iki romanda da gözlemlemekteyiz. Bu durum Bab-ı Esrar romanında doğal olarak gelişirken, Aşk romanında bilinçli bir kurgulama olarak göze çarpar. Mevlana yerine “Rumi” isminin tercih edilmesinin de sebebi budur. Seçilen karakterlerin farklı dinlerden olmasına rağmen bir arada aynıymış gibi görünmelerini de buna bağlayabiliriz.

2.3 LÂ Sonsuzluk Hecesi