• Sonuç bulunamadı

2.3 LÂ Sonsuzluk Hecesi

2.3.8.1 Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şuhûd Işığında “Lâ”

2.3.8.1.2 Berzahiyyet

“Đbn Arabî nazarında Hz. Âdem (s) ’in cem‘iyyet niteliğiyle iç içe olan ve bu

nitelik-ten doğan ilk önemli özelliği berzahiyyettir.” (Erginli, 2008:180). Bu kavram Đbn

Arabî’de olduğu kadar Lâ romanında da en önemli kavramlardan biridir. Tasavvufi söylemin berzah kavramıyla hem içerik bakımından yansıtılması hem de biçim bakımından yansıtılması oldukça ilginçtir. Şimdi de “berzahiyyet” kavramına ve Lâ romanına yansımasına bakalım.

Kelime anlamı olarak iki şey arasındaki engel ve kıstak gibi anlamlara gelen berzah kavramı Đbn Arabi öğretisindeki önemli kavramlardan biridir. Đbn Arabi, berzahı ilahi hazretin üç mertebesinden olan zahir ve batın arasındaki vasat kavramıyla eşleştirir. Böyle düşünüldüğünde berzah zahirle batını birleştiren noktada bulunmaktadır. “Đnsanın Bâtınî yönüyle Hakk, zâhirî yönüyle de halk âlemine mensup

olması” (Erginli, 2008:181) şeklinde de açıklanabilir. Đnsan gibi âlemin de berzah

özelliği mevcuttur. Arabî’nin “hayal” kavramı berzah özelliğini taşıyan bir kavramdır. Arabî’ye göre: “Hangi düzeyde görülürse görülsün hayal, her zaman iki gerçeklik ya da iki âlem arasında bulunan ve her ikisine göre tanımlanması gereken bir berzah’tır.” (Chittick, 2003:97).

Âlemin bir yönüyle varlığa bakması diğer yönüyle yokluğa bakması, berzahiyyet özelliğinden kaynaklanır. “Âlem mutlak vücud ile mutlak hiçlik arasında bir yerdedir. Bir bakışa göre âlem vücud ile aynı olurken, başka bir bakışa göre hiçlikle aynıdır. Eğer âlemin kendi ayan-ı sabitesi düşünülecek olursa âlemin vücudu yoktur. Ancak,

âlem var olduğuna göre, vücud için bir zâhir olma yeridir.” (Chittick, 2003:44).

Allah’tan başka her şey iki anlamlıdır. Đnsan da bu iki yönlülük açısından berzahta durmaktadır. Đbn Arabî tam da bu noktada yeni bir kavramla berzah kavramını

örtüştürür. Bu kavram “yedan” (Erginli, 2008:177) kavramıdır. Kuran-ı Kerim’de geçen bir ayet ışığında oluşturulmuştur. “Hz. Adem’e secde etmeyen Đblîs’i tekdir sadedinde geçen ‘Đki elimle yarattığım şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir?’ [Sâd

38/75] âyetindeki ‘iki el (yedeyy/yedan)’ kelimesi” (Erginli, 2008:175). Arabî tarafından

cem ve berzah kavramları arasında merkezi bir rol oynar. Đnsanın topraktan yaratılıp ruhuna ilahi nefesten üflenmesi yine bu ikiliğin bir göstergesi olarak “yedan” kavramına dayanak oluşturur. Đnsan da bu kavram ışığında ikili bir yapıya sahiptir.

“Đnsan nefsi aydınlık ve cisimsiz ilahî ruh ile karanlık ve kesif beden arasında bir berzah olarak davranır. Ruh ve beden, ışık ve çamurun ortak hiçbir özelliğine sahip değildirler. Ruh bir tek, aydınlık, lâtif, yüce ve görünmeyen iken, beden birçok, karanlık,

kesif, bayağı ve görünürdür.” (Chittick, 2003:98).

Lâ romanında da insanın tasviri yapılırken yedan kavramının yoğun etkisini görmek mümkündür. “Bir yanın çamur beden, bir yanın kutsal ruh. Bir yanın iyiliğe

açık bir yanın iyiliğe kapalı.” (s.40). Hz. Âdem’in bu yönü onun ikili yönünü anlatan

ayetlere telmih gibidir. Nitekim Âdem’in yaratılışı anlatılırken, bahsi geçen ayete direk olarak gönderme de vardır. “Đki eliyle ayetinin sırrınca yarattı.” (s.22). Fakat kanaatimizce Arabî öğretisindeki yedan kavramının da etkisi büyüktür. Romanın daha başında kelime-i tevhide yapılan göndermelerde insanın lâ diyebilecekken illâ diyebilen bir niteliğe sahip olmasını da bu kavramla açıklamak mümkündür.

Arabî’nin insan için bir yanı karanlık bir yanı aydınlık olma halini, benzer şekilde Lâ romanında görebiliriz.

“Bir yanın karanlık senin bir yanın ışık. Bir yanın melek kanadı bir yanın şeytan ıslığı.

Bir yanın çamur beden, bir yanın kutsal ruh. Bir yanın iyiliğe açık bir yanın iyiliğe kapalı.

Tek başına ne duru iyilik ne de saf kötülük sensin. Ne baştan ayağa cennetsin. Ne de tümüyle cehennemsin. Aynı ânda birbirine zıt iki şeysin. Đçinde iyilik ve kötülüğü besleyip büyütecek yeteneğe aynı ânda rastlayacaksın. Hataya da sevaba da aynı derecede ehliyetli olacaksın. Bir yanın yükselmeye çekecek seni bir yanın düştükçe düş diyecek. Zirvelerle çukurlar arasında gidip geleceksin.

Ama. Bu ikilik kabahatin değil senin mahiyetin. Üstünlüğün, zayıflığın olan bu şeyde Tepeden tırnağa çamursun Âdem ilk bakışta. Toprağın topraklığına batmış

gibisin. Ama bu halinle kıymetlisin. Çünkü bu halini aşabilirsin. Đçindeki kutsal ruha sahip çıkabilirsin. Đşte o zaman melek değil melek ama melekler gibisin. Ve ey Âdem unutma, böyle bir tartıda melek gibi olmak melek olmaktan ağır çeker. Çünkü sen o iki

şey arasında özgür irade-bilinçli seçimsin.” (s.40).

Bekiroğlu’nun dikkat çektiği ikili yapı, bir yanı toprağa bakan beden diğer yanı kutsal nefesten olan ruhtan müteşekkil insan yapısıdır. Kuran-ı Kerim’de; “Topraktan

bir insan yaratacağım” (Sad, 38/71) ve “Ona ruhumdan üflediğimde secdeye

kapanınız.” (Hicr, 15/29) ayetleri insanın bu ikili yapısını ortaya koyan ayetlerdir.

Nitekim Đbn Arabî’nin oluşturduğu yedan kavramı da bu ayetlerin açıklanması vesilesiyledir (Erginli, 2008:176). Lâ romanında da insanoğlunun bu ikili yapısı temele alınmıştır. Hatta denilebilir ki roman bu ikili yapının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Şüphesiz yukarıda zikredilen cümleler tesadüfi değildir. Özellikle Âdem’in, “iki şey

arasında özgür irade-bilinçli seçim” (s.40) olarak telaffuz edilmesi onun berzah

özelliğini ortaya koyar.

Arabî nefsi açıklarken onu ikili yapını bir ürünü olarak değerlendirir. Lâ’da geçen tasvirlerin aynısını onun nefse ait sözlerinde bulmak mümkündür. Arabî’ye göre nefis; “Allah çamura ruh üflediğinde, her iki yönün niteliklerini taşıyan hayalî bir gerçeklik veya bir berzah olan nefs (benlik) oluşur. Bu yüzden nefs, yani sıradan uyanıklık, ışık ile karanlık, bilme ile cehalet, akıl ile akılsızlık, uyanıklık ile uyku, güç ile

güçsüzlük, mükemmellik ile eksiklik arasında bulunur.” (Chittick, 2003:75). Hz.

Âdem’in ikili yönü Chittick’in Arabi araştırmaları neticesinde söyledikleriyle örtüşmektedir.

Lâ romanının en çok dikkat çeken hususu onun şekil olarak mesneviyi andırmasıdır. Divan edebiyatı nazım şekillerinden olan mesnevi türü; bir olay veya hikmetler anlatan manzum eser olarak anlaşılır. Form olarak beyitler halinde yazılıp her beyit kendi arasında kafiyelenir. Mesnevinin en ilginç tarafı ise roman türünün oluşmasını sağlaması yönündeki ihtimalleri barındırmasıdır. Manzum olmasına rağmen uzun hikâye veya hikâyeler barındırması onu diğer nazım şekillerine göre romana en çok yaklaştıran husustur. Lâ romanı da şekil itibariyle mesneviyi andırmaktadır. Fakat olayların sıralanışı ve ihtiva ettiği unsurlar devrin şartları içerisinde değerlendirildiğinde roman olarak nitelendirilmektedir. Nitekim kitabın kapağında da roman dizisi adı altında kitabın basıldığı belirtilmektedir. Yalnız bazı çevrelerce de roman olarak değil

anlatı olarak nitelendirildiğini belirtmekte yarar vardır. Tasavvufi söylemin engin alanı aslında bu eserin, özellikle tartışmalara yol açan şekli unsurlarını açıklayabilmektedir.

Yazar, oluşabilecek tartışmaların farkında olarak daha romanın başında şekli hikâyeye dâhil ederek neden böyle yazdığını açıklamaktadır. Daha önce Đbn Arabî’den yola çıkarak Hz. Âdem’in temel üç özelliğini zikretmiştik. Bu üç özelliğin hem birebir kelime olarak romanda geçtiğini hem de metnin derin düzeyinde mana birlikleri açısından var olduğunu söylemek pek güç olmaz. Hz. Âdem’in insanın bir prototipini oluşturduğu romanda, onun en dikkat çekici özelliği ikili yapısı ve dolayısıyla berzah özelliğidir. Aynı ikili yapı hikâye düzeyinde olduğu gibi şekli yapıda da oluşturulmuştur. Nitekim yazar bu durumu şöyle açıklamaktadır:

“Her şeyin doğrusunu söyleyen Kitap, manayı verir suret üzerinde durmaz. Esası verir ayrıntıda oyalanmaz. Kıssa anlatır ama maksadı hikâye anlatmak değildir. esası desteklediği nisbette kıssa muteberdir. Âmenna.

Elem çeken kalemin bahtına düşense, üzerinden geçtiğim dünyaya, şükür ki benim de arasında bulunduğum uğultulu ezel kalabalığına, o muazzam ümmete imamlık etmiş olan Âdem’e, en fazla da onda toplanmış insanlık manasına yani onun bütün insanlara dağılmış yanına ilişkin aciz bir anlama denemesi. Kıssa üzerinde düşünme niyeti.

Kıssa üzerinde düşünürken, romanla mesnevi arasına düşmüş bir kalemle hikâyet ettim, bunca harfi ardı ardına o kalemle ekledim. Lâkin bu kitabın aynasını dolduran kaçınılmaz çelişkinin de iki dünya, iki şekil, iki mana arasındaki gidip gelmeler olduğunu en evvel ben fark ettim. Örtmedim üstünü kararsızlığımın, açıkça

söyledim; gizlemedim aşikâr ettim.” (s.10).

Yazar böylelikle şekli yapının nasıl oluştuğunu açıklar. Şekli yapının oluşmasının sebebi Hz. Âdem’i anlama denemsi olurken, yapının da Âdem’in özelliğine uygun düştüğü görülür. Âdem’de ki ikili yapı metnin de kaderi olur. Böylelikle metin, mesnevi ile roman arasına düşen bir kalemle yazılır. Bu açıdan bakıldığında metin de insan gibi berzahtadır. Metnin berzahta olabilmesi daha önce Âdem için söylendiği gibi onun eksikliğini göstermez. Aksine onu üstün kılar. Çünkü, “Berzah, epistemolojik anlamda iki tarafı da ayna olan bir cisme benzetilmektedir. Dolayısıyla bir kimse berzahımsı aynaya baktığında, aynanın her iki tarafındaki âlemin bilgisini elde

hem de romanın hikâye anlatmadaki gücünden faydalanan bir metin haline dönüşür. Tasavvufi söylemin kurgusal anlamdaki etkilerinden ötede şekil açısından etkisini bu denli görmek, bu söylem türünün metinleri ne derece etkilediğini ortaya koymaktadır.