• Sonuç bulunamadı

2.3 LÂ Sonsuzluk Hecesi

2.3.8.3 Lâ'dan Đllâ'ya Fena'dan Beka'ya Seyr-i Süluk

Lâ romanı kelimei-i tevhidin ilk hecesi olan “Lâ” hecesini isim olarak kullanan ve anlattığı hikâye ile insanın kelime-i tevhid’teki sırrını ifşa eden, onun yolculuğunu Lâ’dan Đllâ’ya bir süreç olarak değerlendiren ve bu anlayışla kaleme alınan bir romandır. Romanın yüzeysel anlamının dışında derin anlamına erişmek için kelime-i tevhidin ne anlam geldiğini onun tasavvufi söylem içerisindeki yerini belirlemek gerekir. Romanın başında yazar neden esere Lâ hecesini uygun gördüğünü şöyle anlatır:

“Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece: LÂ. ĐLLÂ, dedim.

Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim. LÂ: Olumsuzluk eki. Başkaldırı serbestîsi.

Ama değil mi ki Tevhid kelimesi de LÂ ile başlar: LÂ ilâhe. Bilinçli kabul kelimesi onun ardından gelir: illallah.

Öyleyse Âdem, ĐLLÂ’ya giden yolda bir LÂ hecesidir. Đsyan tecrübesi onun ilk halidir. Âdem, cümlenin daha başında LÂ diyecek, reddedecek özgürlüğe sahip olduğu halde illallah’a varmasıyla yaratılmışların en güzelidir, mümkünler âlemindeki o en ısrarlı heceyle, kendiliğinden değil bile isteyedir. LÂ, hiçlik mesabesi, öyleyse sonsuzluk ekidir.” (s.7,8).

Bu durumda hikâye, Lâ ve Đllâ paradoksu üzerine kurulmuştur. Yazılanların hepsi bu paradoksu anlama denemesi olarak görünür. Bu paradoksal durum tasavvufun birçok erbabını da ilgilendirmiştir. Hatta birçok sufi tecrübenin Lâ’dan Đllâ’ya doğru bir seyr-i süluk olduğunu söylemek de mümkündür. Ethem Cebecioğlu, Lâ ve Đllâ kelimelerinin tasavvufi açılımını şöyle yapmaktadır:

“Lâ Arapça’da olumsuzluk, illâ da, istisna edatıdır. Lâ, nefy, illâ ise isbat ifadesidir; ikisi aynı cümlede bulunursa, lâ, vahdet-i vücûd açısından Allah’tan başka varlık bulunmadığını, O’ndan gayrisinin yokluğunu ifade etmektedir. Mevlevîler, ‘lâ illâ’ ifadesini şu şekilde sembolleştirmişlerdir: Mevlevîler semâ edip dönerken kollarını iki yana açarlar. Dervişin bu durumu, şekli olarak Arapça’da ‘lâ’yı gösterir. Ayakların durumu da aynı şekildedir. Bedenin tümü, bu ‘lâ’ ile birlikte, aynı ‘illâ’yı meydana getirir. Mevlevî hırkasının kenar şeridi ile tennûrenin, destegülün yan şeritleri, yakada yine ‘lâ’ şeklini alır, vücutla birlikte ‘illâ’ remzleri, fenâ ve bekâyı (varlığı ve yokluğu)

gösterir. Tasavvufta bu tür sembolizm oldukça çoktur.” (Cebecioğlu, 2009:390,391).

Cebecioğlu’nun da ifade ettiği gibi “Lâ” ve “Đllâ” paradoksu tasavvufi meşrepte çokça kullanılan sembollerdendir. Lâ romanının da bu durumdan etkilenmemesi mümkün değildir. Nitekim yukarıda ifade edilenlerin roman ilerledikçe Lâ’nın birer açılımı haline geldiğini görürüz. Kelime-i tevhidin birçok tasavvuf erbabına göre en güzel zikir ifadesi olarak düşünülmesi Allah’ı anmanın ve ona doğru ilerlemenin bir sembolü haline getirilmesi, onun daha iyi anlaşılmasını gerekli kılar. Nitekim Bekiroğlu da Hz. Âdem’i onun nezdinde insanlığı, Lâ’dan Đllâ’ya giden bir varlık gibi düşünür. Asıl amaç Đllâ’ya varmaktır. Đllâ’ya varan kişi dönüşümünü gerçekleştirir ve varlığın birliğine erer. Bunu yapamayanın kaderine ise yokluktan başka bir şey düşmez. Lâ’da kendini yok eden insan Đllâ’da beka bulur. Lâ ve Đllâ yolunda insan bazı engellerle karşılaşır. Bazı durumlar insanı Đllâ’ya götürürken bazı durumlar Lâ’da takılı kalmasını sağlar. Bu karşıtlığın ilk göstergelerini akıl ve kalpte görmek mümkündür.

“Bütün bunları. Aklım almıyor.

Ama kalbime sığıyor…

Kelimeye çevrilemeyen mananın düğümünde kalp açık, akıl kapalı.” (s.8-9).

Yukarıdaki ifadeler akıl ve kalp karşıtlığını göz önüne serer. Đnsanı Đllâ’ya götüren şeyin de akıl değil kalp olduğu vurgulanır. Akıl sorular sorarken maddi kalıplar içinde sıkışır. Kalp ise teslim olur. Aslında bu zıtlıklar Âdem’in mizacında var olan zıtlıklardır. Çünkü; “Âdem’in hamurunu tazadın teknesinde kardı.” (s.22) ifadesiyle onun bu zıtlıklara sahip olduğu, önemli olanın ise Lâ’dan Đllâ’ya gidebilmek olduğu vurgulanır.

“Çünkü sen o iki şey arasında özgür irade-bilinçli seçimsin. Đşte o zaman,

her halinle değil ama bu halinle, düşmenle değil yükselmenle,

esfel-i safîlinle değil Ahsen-i takviminle, yani insan-ı kâmilinle bizden yücesin

işte o ânda secdeye değersin.” (s.40).

Âdem’in secdeye değer olması bu bilinçli seçimin sonucuna bağlıdır. O Đllâ dediği vakit yaratıcının vücudunda birliğe kavuşacaktır. Onunla bir olacaktır. Dolayısıyla secde Âdem’e değil onu yaratanadır.

Yukarıda Cebecioğlu’nun ifadeleri ışığında dikkati çeken diğer bir kavram “şuûr”dur. Lâ insanı bir şuur haline götürürse ondan sonraki yol ancak Đllâ’ya doğru olabilir. Nitekim Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın Lâ diyerek ilk günahı işlemeleri onlarda yeni bir şuurun açılmasına vesile olur.

“Yasak meyve: Şuur hali.

Her şey bu şuurla başladı.” (s.120).

Đlk günahın işlenmesiyle birlikte Âdem’in farkına vardığı şey aslında ne olmadığıdır. Âdem, şeytanın vaadinde olduğu gibi melek olmamıştır. Đnsanlığının, kulluğunun farkına varması Lâ hecesiyle başlar. Onda açılan bu şuur hali devamında büyük bir utanç haline sonrasında ise tövbeye doğru bir açılımın gerçekleşmesini sağlayacaktır. Sufiliğin ilk adımı tövbedir. Derviş adayı, girdiği dergâhta öncelikle günahlarına tövbe eder sonra çilesine başlar. Nitekim hz. Âdem ve Hz. Havva tövbeyle

birlikte yeryüzüne indirilmiş ve yeryüzünde insanlığın çilesi başlamıştır. Burada tövbenin nasıl olması gerektiği de önemlidir. Günahtan utanma esastır. Fakat tasavvufi yaşantıda önemli olan düsturlardan biri de günah üzerinde çok durmama gerekliliğidir (Sayar, 2008:104). Yeryüzündeki hayatla birlikte tekrar yükselmeye doğru bir yaşantı başlar. Âdem ve Havva affolunduktan sonra çilelerine razıdırlar. Onlar günahın bilincine varmış ve Đllâ demeyi öğrenmişlerdir. Onları baki kılacak olan da Đllâ diyebilmelerindendir. Çünkü Đllâ mertebesine herkes ulaşamaz. Şeytan sadece Lâ dediği için daha aşağıdadır. O Đllâ’nın şuuruna erememiştir. Aynı şekilde Kabil de Đllâ diyemeyenlerdendir.

“Yalan değildi Âdem’in bir yanının Kabil olduğu. Lâkin Kabil, o eski cümlelerin

karanlık ezbercisi, Lâ dedi Đllâ’ya geçemedi.” (s.278).

Lâ’dan Đllâ’ya geçebilmek fena mertebesinden beka mertebesine ulaşmaktır. Birçok sufi Lâ kılıcıyla nefsine ait kötü huyları yok etmiş ve öyle Đllâ diyebilmiştir. Hallac’ın meşhur “ene’l hak” ifadesi bir bakıma onun Lâ kılıcıyla kendi varlığını yok etmesi anlamına gelir. Tasavvufi söylemin, bu en güzel örneği Lâ romanının çıkış noktasını oluşturarak insanın serüveninin bir özeti haline gelir.

SONUÇ

Varlığı yaratılışa kadar dayandırılan gizemci söylemler, Dünya’nın her tarafında mevcut olup, dinlerin ve bu dinlere inananların olmazsa olmaz söylem alanlarından birini oluşturur. Kaynağını özellikle Doğu hikmetinden alan Batı mistisizmi, sıkışmış Batı insanı için bir çare niteliğine dönüşmüştür. Đstediğini bulamayan bu insanlar, farklı mistik deneyimlere yönelerek mistisizmi popüler kültürün bir parçası haline getirmişlerdir. Đslam tasavvufu, bahsi geçen mistik deneyimlerden daha farklı bir yapıda olmasından dolayı bugün hala gizemini koruyan bir yapıdadır. Ülkemizde bir dönem yoğun olarak taraftar toplayan yoga, feng shui gibi Hint kökenli mistik akımlar, insanlara huzur verememiş ve tarihin her döneminde mutluluğu önce uzakta arayıp sonra yanı başında bulan insanoğlunun klasik hikâyesi gibi, ülkemiz insanı kendi değerleriyle ve kendi inanç sistemiyle iç içe olan Đslam tasavvufuna yönelmiştir. Birçok sanatçı, müzisyen ve popüler kişiler, tasavvufa olan ilgilerini saklamayıp kendilerini takip eden ve yaptıklarından etkilenen insanlara da yön vermiştir ve hala bu durum devam etmektedir.

Günümüz postmodernist düşüncesi, roman yazarlarını Đslam tasavvufuna yönelterek hayal mahzenlerinin kapılarını kendilerine açar. Çağın ihtiyaçlarından uzak kalamayan roman yazarı da kendisini mistik eğilime kaptırarak, romanlarındaki konu dağarcığını genişletir. Özellikle divan edebiyatının vazgeçilmez imge alanını oluşturan tasavvuf, Türk romanının bir anda en çok yararlanılan kaynağı haline gelmiştir. Bu yoğun yönelim; Đhsan Oktay Anar, Elif Şafak, Ahmet Ümit ve Nazan Bekiroğlu gibi tanınmış romancılarımızın, roman dünyasında gözle görülür etkiler bırakmıştır.

Postmodernist eğilimlerle birlikte tasavvuf, çekinilen değil merak edilen alan haline gelir. Bunun neticesinde merak unsurunun romandaki vazifesi göz önüne alındığında, tasavvufun etkileri hissedilir ölçüde artmaya başlar. Belli başlı romancılar eserlerinde tasavvuftan uzak kalamayarak konularını bu eksende geliştirirler. Son on yıllık süreçle birlikte bu yönelim üst düzeye çıkar. Popüler getiri de sağlayan tasavvufi meselelerin işlendiği romanlar, yüksek oranlı satışlarla birlikte çok satanlar listelerinin ilk sıralarını oluşturmaya devam eder. Şafak’ın ‘Aşk’ romanı, yarım milyonun üzerindeki satışlarıyla bu ilginin büyüklüğünü göz önüne serer.

Đhsan Oktay Anar’ın ‘Suskunlar’ romanı, tasavvufi ve felsefi birçok mevzunun odağındadır. Kadim, insan-şeytan mücadelesinin temele alındığı romanda, insan-ı kâmil’e duyulan ihtiyaç dikkatlere sunulur. Tarihin birçok döneminden insanların, on yedinci yüzyıl Đstanbul’unda birleştirildiği eserde, kişileri gerçekliklerinin birer izdüşümü şeklinde görmek mümkündür.

Üslubun oluşmasında tasavvufi ve dini kaynakların etkisini görmek mümkündür. Menkıbelerle bezenen eserde Tevrat, Đncil ve Kur’an-ı Kerim’den parçalara rastlanır. Dahası bu kutsal kitapların anlatım şekilleri de eserde kullanılır. Bulundukları zümreye göre konuşturulan karakterler, rollerini mevkilerine göre icra ederler. Gerçeklik algısıyla kurmacanın birbirine karıştırıldığı eserde okuyucudan yoğun bir birikim beklenir.

Kişilerin ruhi halleriyle ikamet ettikleri mekân aynı düzlemdedir. Herkes bulunduğu makama göre çevresinden etkilenir veya çevresini etkiler. Tasavufi yaşantıya uygun olarak Mevlevihane gibi mekânlar kullanılır. Özellikle “Gel” çağrısıyla bütünleşen Mevlevihane’nin seçilmesi, roman dünyasının her zümreden insana açık olmasıyla örtüşür. Karakterler, ya iyiliğin ya da kötülüğün tarafındadırlar. Fakat kimse kaderine göre yaşamına devam ettirilmez. Bir zaman kötü olan sonradan çok iyi olabilir aynı zamanda bir zaman iyi olan sonradan çok kötü olabilir. Nuvarif Bursevi Hazretleri, ismindeki oyun, bu anlayışın en büyük göstergesidir. Kendisine firavun denilirken tövbesiyle ismi ters döndürülür. Tasavvufi söyleme uygun bir anlayışla kişilerin özündeki iyiyi ortaya koyma amaçlanır.

Suskunluk gibi Mevlana’nın mahlası da olan bir kavramın romana isim olarak seçilmesi şüphesiz Mevlevi geleneğinin etkisiyledir. Suskunluk söylemi, romanın kurgusal yapısını oluşturarak amacı bir şeyler anlatmak olan romanın son noktasında yerini anlama bırakır. Đki sessizlik arasında yaratılan insan gibi, roman da iki sessizliğin arasına kurulur. Eflâtun, Hz. Dâvut, Hz. Đsa, Buhurizade Mustafa Itri ve şeytan gibi kişilerin yer aldığı romanda, anlam suskunluk düzeyinde kendisini açmaya başlar. Bu şahsiyetlerin, kişiliklerini çözmeye başlayan okuyucu metnin derin anlamına nüfuz etmeye başlar. Paradokslar ve sembollerle, tasavvuf erbaplarının anlatım şekilleri arasında bağ kurulur. Tasavvufun önemli ritüelleri, kurgulamanın araçları olarak kullanılır. Mevlevi Dedelerini, sülûkunu tamamlayan dervişleri ve Mevlana’nın ney metaforunu, romanın ince işçiliğinde görmek mümkündür.

Elif Şafak’ın Aşk romanında da Mevlevilik ön plana alınarak, Mevlana ve Şems’in hayat hikâyesi roman içinde roman uygulamasına uygun bir şekilde çıkış noktasını oluşturur. Kurgulama, meşhur mutasavvıfların hayat hikâyelerini de kapsar. Kendi gerçeklikleriyle kurgulanmış halleri, onları seven günün insanlarını da karşı tepkiye yönlendirmiştir. Tasavvuftaki aşk temasının öne alındığı romanda, aşkın ilahi boyutu ve kişiyi olgunlaştıran, özgürleştiren tavrı incelenir. Roman kişileri, erginlenme sürecini aşk olgusu çevresinde geliştirir. Aşk, tasavvufun temeli sayılarak merkeze alınır. Sembolik ve paradokslara dayalı söylemin bir yansımasını da bu romanda bulmak mümkündür. Arketiplere dayalı sembolizmin de tasavvuftan uzak düşmeden işlendiğini görürüz.

Son on yılın en çok konuşulan; yer yer siyasi, yer yer de sosyal içerikli olan dinlerarası diyalog fikrinin, tasavvuf kaynağına dayandırılarak bir doktrin halinde sunulduğunu da belirtmek gerekir. Romandaki kişiler ve bağlı bulundukları dinler, bu fikre dayalı olarak yakınlaştırılır ve aynı bütünün parçaları olarak sunulur. Sunulan tasavvuf da şeriat kısmı anlatılmayan içi boşaltılmış, mistik anlayışlara göre tasarlanmış bir tasavvuf anlayışıdır.

‘Bab-ı Esrar’ romanı da Aşk romanı ile aynı düzlemde değerlendirilmiştir. Her iki romanda yapısal ve kurgusal benzerliklerin olduğu dikkat çeker. Dönüşümün, Batılı karakterler çevresinde yapılması farklılıkları bir araya getirme olgusundan kaynaklanır. Seçilen başkişilerin bayan olması, kadın ruhunun inceliğinden kaynaklanır. Böylece içsel mevzular daha rahat ifade edilir. Bab-ı Esrar, ‘Aşk’ romanından farklı olarak tasavvufun sır yönünü kendisine çıkış noktası olarak seçer. Ümit’in, polisiye roman tarzı, onu böyle bir anlamlandırmaya iter.

Lâ romanı, diğer romanlardan daha farklı bir romandır. Mesnevi ve roman arasında bir tarzda kaleme alınması dikkat çekicidir. Hz. Âdem nezdinde insanın serüveninin anlatıldığı romanda, yapı ve izlek tasavvufun söylemleriyle bezenmiştir.

Đbn Arabî ve Đmam-ı Rabbani eksenli bir kurgulama mevcuttur. Romanın yapısının mesnevi ve roman arasına düşmesi tasavvuftaki insanın berzah özelliğine dayandırılır. Roman da tıpkı insan gibi berzahtadır. Vahdet-i vücut ve vahdet-i şühud gibi tasavvuf felsefesinin önemli kavramlarının etkilerini izlemek mümkündür. Hayal ve gölge gibi terimlerin yoğun kullanımı bu kanıyı oluşturur. Yaratılış serüveni, kutsal

kitaplara dayalı anlatımların romana girmesini sağlar. Tevrat, Đncil ve Kur’an-ı Kerim’den parçalar romanın içine dâhil edilir.

Tasavvufi söylemin yoğun olarak işlendiği bu dört romanda, metinlerarasılığın romanın önemli bir parçası olduğu görülür. Konusu tasavvuftan geçen eserlerde metinlerarası yöntemler, vazgeçilmez bir unsur halindedir. Bununla beraber postmodernist anlayışın, tasavvufla günümüz düşünce yapılarının bir araya gelmesinde önemli etkisinin olduğu görülür. Bu anlayış çerçevesinde yazar, çekinmeden istediği renklerden istediği resmi çizer.

Mekân kişilerin ruh hallerine göre şekillenir. Tasavvufi geleneğe uygun olarak dergahlar, Mevlevihaneler ve dini simgelerle bezenmiş yerler görmek mümkündür. Zaman, tasavvufi anlayışa uygun olarak değişimin bir parçasıdır. An’ı yaşama kişinin tasavvufla edindiği bir hal haline gelir. Anlatıcı bakış açıları dört romanda da ilahidir; fakat söz karakterlere geçirilerek kahramanların kendilerini ifade etmelerine de fırsat verilir. Bu çoğulcu yapı da postmodernizmin etkisiyledir. Olay örgüsü, Lâ haricinde, helezoniktir. Böylece, tasavvufi yaşantılar arasında bağ daha rahat kurulur. Olay örgüsü, iç içe geçmiş aynalar gibi tasavvufun etki alanına girer.

Mevleviliğin romanlarda daha çok tercih edilmesi, genel politik tavrın etkisiyle olduğu gibi sema ayininin yarattığı ilginin de etkisiyledir. Bunun dışında, özellikle Đbn Arabî’ye ait söylem çeşitlemelerinin etkilerini romanlarda müşahede ederiz. Çok kültürlülüğün ve çok sesliliğinin, ortak bir kültüre ve ortak bir sese dönüşümü, kesretten vahdete doğru bir dönüşüm anlayışıyla gerçekleştirilir.

Sonuç olarak; tasavvufi söylemin, son dönem Türk romanına önemli bir derecede yön verdiğini, onu izleksel yönden etkilemesinin yanında yapısal yönden de etkilediğini ortaya koyduk. Tasavvufi şahsiyetlerin nevi şahsına münhasır kişilikleri, romanlardaki karakter yapılarını zenginleştirmiş, yaşadıkları birbirinden farklı haller ile kurgulamaya konu zenginliği katmış ve taşıdıkları değerler açısından romanın ideallerini yönlendirmiştir. Böylece, roman okuyucuya çıkış kapısını göstererek ondan daha birikimli olmasını da beklediğini göstermiştir. Eskiye karşı olan tavır, romanlardaki tasavvufi konuların işlenişiyle değişmiş, hayranlık ve yoğun bir merak duygusu oluşturmuştur. Tasavvufi söylemin ustaca işlenişiyle birlikte roman türünün daha dikkat çekici boyutlara gelebileceği görülmüştür.

Yapmış olduğumuz bu çalışmayla birlikte farklı iki disiplinin birbiriyle olan etkileşimlerini dikkatlere sunduk. Ayrıca tasavvufi söylemin, romanın derin anlamını hangi boyutta geliştirdiğini göstermeye çalıştık.

KAYNAKÇA 1. Kitaplar

Ak, Ahmet Şahin (2009), Türk Din Mûsikîsi: Câmi ve Tekke Mûsikîsi, Akçağ Yay., Ankara.

Akay, Ali (2005), Postmodernizm, L&M Yay., Đstanbul

Aktaş, Şerif (2005), Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Giriş, Akçağ Yay. , Ankara.

Aktulum, Kubilay (1999), Metinlerarası Đlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara. Altıntaş, Hayrani (2002), Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yay., Ankara.

Anar, Đhsan Oktay (2007), Suskunlar, Đletişim Yay., Đstanbul.

Arasteh, A. Reza (2000), Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, Kitabiyat Yayınevi, (Çev. Bekir Demirkol-Đbrahim Özdemir), Ankara.

Arslan, Fatih (2011), Değişim ve Dönüşümler Sarmalında Muhalif Bir Söylem: Şinasi Đlhan Tarus, MEB Yay., Ankara

Attâr, Feridüddîn (2004), Mantıku’t Tayr, Kuş Dili, (Çev. Yaşar Keçeci), Kırkambar Yay., Đstanbul.

Ayvazoğlu, Beşir (2008), Ney’in Sırrı, Kapı Yay., Đstanbul.

Bachelard, Gaston (2006), Su ve Düşler: Maddenin Đmgelemi Üzerine Deneme, (Çev. Olcay Kunal), YKY, Đstanbul.

______,______, (1999), Ateşin Tinçözümlemesi, (Çev. Nail Bezel), Öteki Yayınevi, Ankara.

Baç, Murat-Güneş, Itır (2002), Vehbi Hacıkadiroğlu Armağanı: Felsefe Tartışmaları, Everest Yay., Đstanbul.

Bardakçı, M. Necmettin (2005), Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, Rağbet Yay., Đstanbul.

Bekiroğlu, Nazan (2009), Lâ: Sonsuzluk Hecesi, Timaş Yay., Đstanbul.

Berkmen, Haluk (2009), Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf, Sistem Yay., Đstanbul. Bourneur, Roland- Quellet, Real (1989), Roman Dünyası ve Đncelemesi, (Çev.

Hüseyin Gümüş), K.B.Y., Ankara.

Bloom, Harold (2008), Etkilenme Endişesi: Bir Şiir Teorisi, (Çev. Ferit Burak Aydar), Metis Yay., Đstanbul.

Campbell, Joseph (2010), Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, (Çev. Sabri Gürses), Kabalcı Yay., Đstanbul.

Can, Şefik (2009), Mevlânâ ve Eflâtun, Kurtuba Kitap, Đstanbul.

Cebecioğlu, Ethem (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Đstanbul.

Chittick, William (2008), Tasavvuf: Kısa Bir Giriş, (Çev. Turan Koç), Đz Yayıncılık, Đstanbul.

______,______, (2003), Hayal Alemleri: Đbn Arabi ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi, (Çev. Mehmet Demirkaya), Kaknüs Yay., Đstanbul.

______,______, (2003), Varolmanın Boyutları: Tasavvuf ve Vahdetü’l Vücud Üstüne Yazılar, (Çev. Turan Koç), Đnsan Yay., Đstanbul.

Çetinkaya, Bayram Ali (2008), Sayıların Gizemi ve Tasavvufun Dinamikleri (Đhvân- ı Safâ Modeli), Đnsan Yay., Đstanbul

Çetişli, Đsmail (2004), Metin Tahlillerine Giriş 2: Hikaye–Roman–Tiyatro, Akçağ Yay. Ankara.

Durand, Gilbert (1998), Sembolik Đmgelem, (Çev. Ayşe Meral), Đnsan Yay. Đstanbul. Ecevit, Yıldız (2009), Türk Romanında Postmodernist Açılmlar, Đletişim Yay.,

Đstanbul.

Eco, Umberto (1999), Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik, (Çev. Kemal Atakay), Can Yay., Đstanbul.

Eflaki, Ahmed (2006), Ariflerin Menkıbeleri, Kabalcı Yayınevi, Đstanbul. Filibeli Ahmet Hilmi (2008), Amak-ı Hayal, Kum Saati Yay., Đstanbul.

Fordham, Frieda (2004), Jung Psikolojisinin Ana Hatları (Çev. Aslan Yalçıner), Say Yay., Đstanbul.

Forster, E.M. (1985), Roman Sanatı, (Çev. Ünal Aytür), Adam Yay., Đstanbul.

Funk, Rainer (2006), Ben ve Biz : Postmodern Đnsanın Psikanalizi, (Çev. Çağlar Tanyeri), YKY, Đstanbul.

Göktürk, Akşit (2010), Okuma Uğraşı, Y.K.Y., Đstanbul.

Gölpınarlı, Abdulbaki (2009), Mevlanadan Sonra Mevlevilik, Đnkılap Kitabevi, Đstanbul.

______,______, (1999), Mevlana Celaleddin: Hayatı Eserleri Felsefesi, Đnkılap Kitabevi, Đstanbul.

Guenon, Rene (2004), Doğu Düşüncesi, (Çev. L. Fevzi Topaçoğlu), Đz Yay., Đstanbul. Hançerlioğlu, Orhan (1995), Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, Đstanbul.

Izutsu, Toshihiko (2005), Đbn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar, (Çev. Ahmed Yüksel Özemre), Kaknüs Yay., Đstanbul.

Đbnü’l Arabi (2007), Fususu’l Hikem, (Çev. M. Nuri Gençosman) Ataç Yay. , Đstanbul. Kafadar, Cemal (2009), Kim Var Đmiş Biz Burada Yoğ Đken (Dört Osmanlı:

Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun), Metis Yay., Đstanbul. Kafka, Franz (2010), Dönüşüm, (Çev. Ahmet Cemal), Can Yay., Đstanbul

Kalın, Faiz (2005), Felsefe ve Bilim ışığında Kur’ân’da Zaman Kavramı, Rağbet Yay., Đstanbul.

Kara, Mustafa (2010), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yay., Đstanbul.

______,______, (2002), Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, Dergah Yay., Đstanbul.

Kılıç, M. Erol (2009), Sûfî ve Şiir, Đnsan Yay., Đstanbul.

Koçakoğlu, Ahmet (2010), Yerli Bir Postmodern: Đhsan Oktay Anar, Palet Yay., Konya.

Kolcu, Ali Đhsan (2008), Edebiyat Kuramları, Salkımsöğüt Yayınevi, Ankara. Korkmaz, Ramazan (1997), Sabahattin Ali: Đnsan ve Eser, Y.K.Y., Đstanbul.

Köprülü, Mehmet Fuad (2007), Türk Edebiyatında Đlk Mutasavvıflar, Akçağ Yay., Ankara.

Kundera, Milan (2009), Roman Sanatı, Can Yay., Đstanbul.

Kuşeyrî, Abdulkerim (1991), Kuşeyrî Risalesi, (Haz. Süleyman Uludağ), Dergah Yay., Đstanbul.

Küçük, Abdurrahman (1988), Türkiye Diyanet Vakfı Đslâm Ansiklopedisi: “Câlût” Cilt:7, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Đstanbul.

______,______, (1988), Türkiye Diyanet Vakfı Đslâm Ansiklopedisi Cilt:1, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Đstanbul.

Mevlana Celaleddin (2007), Mesnevi, (Çev. Abdulbaki Gölpınarlı), Doğan Kitapçılık, Đstanbul.

Meyerovitch, Eva De Vitray (2009), Đslâm’ın Güleryüzü, (Çev. Cemal Aydın), Şule Yay., Đstanbul.

Moran, Berna (2007), Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi, Đletişim Yay. Đstanbul.

Ocak, Ahmet Yaşar (2005), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara.

Özgü, Halis (1994), Psikanalizin 3 Büyükleri Freud Adler Jung, Kibele Yayınları, Đstanbul.

Sarmış, Đbrahim (2008), Tasavvuf ve Đslam, Ekin Yay. Đstanbul. Sayar, Kemal (2008), Sufi Psikolojisi, Timaş Yay. Đstanbul.

Scarry, Elaine (2006), Kitapla Hayal Etmek, (Çev. Bülent O. Doğan), Metis Eleştiri, Đstanbul.

Schimmel, Annemarie (2004), Đslamın Mistik Boyutları, (Çev. Ergun Kocabıyık), Kabalcı Yayınevi, Đstanbul.

______,______, (2007), Ben Rüzgarım Sen Ateş: Mevlana Celaleddin Rumi, (Çev. Senail Özkan), Ötüken Neşriyat, Đstanbul.