• Sonuç bulunamadı

3.3. Temel Beceriler ve Temel Beceri Öğretimi

3.3.2. Ortaöğretim Türk Edebiyatı Programında Yer Alan Temel Beceriler

3.3.2.5. Yaratıcı Düşünme Becerisi

Einstein “Keşif yolunda zekâ pek az rol oynar. Bilinçte, sezgi ya da ne derseniz deyin, bir sıçrama meydana gelir ve çözüm içinize doğar; bunun nasıl ve niçin olduğunu bilmezsiniz” der. Başka bir yazında da şöyle der: “Yeni sorular, yeni olasılıklar ortaya atmak, eski problemlere yeni bir açıdan bakmak yaratıcı hayal gücü gerektirir ve bilimde gerçek ilerlemeyi işaret eder.” Burada akılcı, bilimsel yönteme değinilmez. Einstein burada sezginin önemini vurgulamış, bir fikir ne kadar imkânsız görünse de, kayda değer bir başarının sezgiye bağlı olduğunu açıklamıştır (Alder, 1997).

Poincare şöyle yazar:

“On beş gün boyunca, sonradan Fuchs Fonksiyonları diye adlandırdığım fonksiyonların bir benzeri olamayacağını kanıtlamaya çabaladım. O sırada çok cahildim: her gün çalışma masamın başına geçip bir-iki saat kalıyor ve çok sayıda kombinasyon deneyip hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Bir akşam, âdetim olmadığı halde koyu bir kahve içtim ve uykum kaçtı. Kafama sürüyle fikir üşüştü; onların, deyim yerindeyse, çiftler birbirine kenetlenip dengeli bir kombinasyon oluşturana kadar kendi aralarında çarpıştıklarını hissettim. Ertesi sabah, hipergeometrik serilerden çıkan bir Fuchs fonksiyonları sınıfının varlığını saptamıştım; sadece sonuçları yazmam gerekiyordu, bu da birkaç saat sürdü” ( Alder, 1997).

“Deniz kenarında”

Poincare yine: “daha önceki araştırmalarımda herhangi bir bağlantısı olabileceğinden kuşkulanmaksızın, pek de başarılı olmayan bir biçimde” bazı aritmetik sorularla uğraşmaktadır. Başarısızlığına kızıp birkaç günü deniz kıyısında geçirmeye gider ve başka şeyler düşünür. Sonra devam ediyor:“Bir sabah, kayalıklı sahilde yürürken, aklıma yine aynı şekilde kısa, ani ve kesin bir fikir geldi: değeri belirlenemeyen ikinci dereceden üçlü formların aritmetik transformasyonuöklid-dışı geometrideki transformasyonlarda özdeşti.” (Alder, 1997).

Ardından daha da sistematik, bilinçli çalışmalar gelir. Poincare yine zorluklarla karşılaşıp hüsrana uğramaktadır. Derken askerlik görevini yapacağı Mont-Valerien’e taşınır; burada bambaşka şeylerle uğraşırken bir kez daha evreka (buldum!, buldum!) deneyimi yaşar:

“Bir gün sokakta yürürken, beni durduran zorluğun çözümü ansızın beliriverdi. Hemen derinine inmeye kalkmadım, soruyu ancak işlerimi bitirdikten sonra tekrar ele aldım. Tüm

öğelere sahiptim, tek yapmam gereken onları düzenleyip bir araya getirmekti. Böylece son notlarımı bir çırpıda ve hiç güçlük çekmeden yazdım.” (Alder, 1997).

Martı’yı kim yazdı?

Martı, çok satan bir kitap olduktan sonra, yazarı Richard Bach “onu ben yazmadım”, diyerek röportajcıları şaşırttı. Kimin yazdığı sorulduğunda ise, bir akşamüstü California’nın LongBeach sahilinde yürürken, kendisine “Martı” diye bağıran bir ses duyduğunu anlatırdı. Kuşun uçtuğunu görmüş ve gördüklerini yazmıştı. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı. Derken film aniden kopmuş ve Bach yazmayı kesmişti. Film 6 yıl boyunca bir daha oynamamıştı. Ama bir gün Bach sabahın üçünde uyanmış ve film kafasının içinde yeniden oynamaya başlamıştı. Yataktan kalkıp, artık sahip olduğu daktilosunun başına geçti ve hikâyeyi bitirdi. Bach hâlâ bu kitabı kendisinin yazmadığını, onun yalnızca kendisi aracılığıyla ortaya çıktığını savunuyor (Alder, 1997).

Belirli bir şey düşünmeksizin Şair A.E. Housman kendi dizelerinin aklında nasıl belirdiğini şöyle tarif eder:

“Belirli bir şey düşünmeksizin dolaşarak yalnızca çevremdeki şeylere bakıp mevsimlerin geçişini izlerken, ani ve anlaşılmaz bir duyguyla birlikte bazen bir-iki dize, bazen de tam bir kıta zihnime akıverir; bunlara, hangi şiirin bir parçası olacaklarına dair, önceden var olmayan muğlak bir fikir de eşlik eder. Ardından genellikle bir saat kadar süren bir duraklama olur ve sonra pınar yine fışkırmaya başlar.”

Büyük besteci Mozart:

“Sanki tamamen başıma buyruk, tamamen yalnız ve neşeli olduğumda, sözgelimi bir araba yolculuğu sırasında, iyi bir yemek sonrası yürüyüşe çıktığımda ya da uyuyamadığım gecelerde; işte böyle anlarda fikirlerim en iyi ve en bereketli biçimde akar. Nereden ve nasıl geldiklerini bilmediğim gibi, onları zorlamam da. Hoşuma giden bu zevki belleğimde saklarım; bana söylendiğine göre, bunları kendi kendime mırıldanmayı alışkanlık edinmişim. Bu şekilde devam edersem, çok geçmeden iyi bir yemek oluşturmak için şu veya bu lokmayı tam bir parçaya, yani kontr-puan kurallarına, çeşitli çalgıların özelliklerine vs. uygun hale nasıl getirebileceğim de aklıma gelir. Bütün bunlar ruhumu ateşler ve rahatsız edilmediğim takdirde, konu kendi kendini genişletir; metotlu ve tanımlı hale gelir; derken bütün, uzun olsa da, neredeyse tam ve bitmiş halde aklımda belirir ve böylece onu iyi bir resim ya da güzel bir heykel gibi bir bakışta inceleyebilirim. Kısımları zihnimin içinde art arda değil de, sanki hepsini birden aynı anda duyarım. Bu nasıl bir zevktir, anlatamam! Tüm bu icat, bu üretim, hoş bir canlı düşün içinde gerçekleşir. Yine de hepsini bir arada dinlemek en iyisidir. Bu şekilde ortaya çıkan şeyi kolay kolay unutmam, belki de Yüce Tanrı’ya teşekkür borçlu olduğum en büyük armağan budur. Fikirlerimi yazmaya oturduğumda, deyim yerindeyse bellek çıkınımı ortaya çıkarırım; daha önce anlattığım bilimde toplanmış olanlar onun içindedir.” demektedir (Alder, 1997).

Bu örneklerde gizemli, şaşırtıcı bir meydana geliş söz konusudur. İlham, bir fikrin diğerini izlediği bir fikirden bir bütünün ortaya çıktığı bir akış deneyimidir. Mutluluk, sihir, ilham, doğaüstü ve açıklanamaz bir güç beyni fazla zorlamadan ortaya çıkar. Bu durum doruk performansın anahtarı olan yaratıcılığının iş başında olduğu andır (Alder, 1997).

Sezgisel yaratıcılık, geleneksel öğrenim, IQ veya diploma gibi farklılıkları ortadan kaldırır. Güvenlikli tıraş bıçağının mucidi olan King Gillette bir şişe mantarı satıcısı, fotoğrafçılıkta çığır açan George Eastman bir muhasebeci, havayla şişirilen otomobil lastiğinin mucitlerinden olan John Dunlop isebir veterinerdi. Yaratıcı bir beyin bir dizi diploma ya da yılların tecrübesi kadar değerlidir (Alder, 1997).

3.3.2.5.2.İçgörü

İçgörü genellikle kişinin zihni başka bir şeyle meşgulken ortaya çıkar ve hoş bir sürpriz unsuru taşır. Kişi ortaya çıkıveren kararı haklı gösterecek mantıksal bir temelin yokluğuna rağmen, doğru kararı vermiş olduğunu bilir. İşte bu durumu sezdiren güç iç görüdür. Kişi ister şirket başkanı olsun, ister üretim hattında bir işçi; yaratıcı fikirlerin sonuçları yapılan işe bağlı olarak, işletme üstünde operasyonel ya da stratejik etkiler yaratabilir (Alder, 1997).Bu durumla ilgili örnekleri bir önceki kısımda vermiştik.

3.3.2.5.3.Beyin, Yaratıcılık ve Yaratıcılığı Öğrenme

Korteks denilen üst beyin fiziksel olarak sağ ve sol beyin olarak ikiye ayrılır. Sol taraf mantıklı, ardışık, bilinçli düşünceleri işlemekle ilgilidir; Bu tarafın uzmanlık alanı dil, matematik ve problemlerin akılcı yoldan adım adım çözümüdür (Alder, 1997).

Beynin sağ yanı duygulara, imgelere, uzamsal farkındalığa ve sezgiye daha uygundur. Beynin bu yanı sanatsal, müzikal, bilimsel ve her gün gördüğümüz türden sıradan yaratıcılığın işlevsel kaynağıdır (Alder, 1997).

Beynin bu farklı fonksiyonlarına yaklaştırıcı (sol beyin) ve uzaklaştırıcı (sağ beyin) düşünüşü de denir. Yaklaştırıcı düşünüş için tek bir doğru çözüm vardır. Uzaklaştırıcı düşünüş ise olasılıkları açar ve akla gelen ilk uygun çözümü benimsemez; daha iyi bir cevap için farklı yollar bulmaya çalışır (Alder, 1997).

Uzaklaştırıcı ya da sağ beyin düşünüşü, sol beynin dikey düşünüş tarzıyla karşılaştırmalı olarak, yanal ya da yanlamasına düşünüş olarak da adlandırılır. İki yarıküre arasındaki başlıca farklardan biri de beynin sol yanının bilinçli düşünceyle bağdaştırılırken, sağ yanın

daha çok bilinçdışı düşünceyle, ya da hisler gibi, her zaman denetleyemediğimiz “düşünce” türüyle bağdaştırılmasıdır. Bu tür düşünüş, her türlü performansın üstünde büyük etkisi olduğu düşünülen zihin halidir ( Alder, 1997).

Beyin hakkındaki bu bilgiler sezgi yeteneğinin yalnızca seçilmiş bir azınlığa verilmediğini gösterir. Sezgi, diğer bir ifadeyle yaratıcılık herkes ve her türden faaliyet açısından geçerli olan, evrensel bir yetenektir. Yüksek zekâ ile yaratıcılık arasında bir bağlantı olmadığı kanıtlanmıştır. Yaratıcı kişilerin (IQ ile ölçülen) ortalama zekâ düzeyinin biraz üstünde oldukları bir gerçekse de yüksek zekâlı kişilerin özellikle yaratıcı ya da sırf bu nedenle başarılı oldukları doğru değildir. Bazı mucit ve sanatçılar bir IQ testinden yüksek puan almayabilirlerdi. Microsoft’un başkanı Bill Gates gibi, günümüzün en başarılı insanlarından birçoğu, üniversite öğrenimini bile tamamlayamamıştır (Alder, 1997).

Yaratıcılığın ortaya çıkmasında dengeli bir baskı da önemli bir unsurdur. Baskı, en üst düzey performansı üretir. En iyi çalışma organizmanın en zorlandığı ve uyarıldığı ortamda ortaya çıkar. Önemli olan baskının düzeyinin ayarlanması ve motivasyonun daha iyi performans için kullanılabilmesidir (Alder, 1997).

Yaratıcılık eğer bir yetenekse, bu yetenek herkesin sahip olduğu inanılmaz beyin kaynaklarını doğal bir biçimde kullanma yeteneğidir. Yaratıcılık, ilham parıltıları ve imgesel sağ beynin düşünme gücü söz konusu olduğunda öğrenmeye değer bir derstir. Bu dersin anahtar cümleleri: “Herhangi biri yapabiliyorsa, ben de yapabilirim.”; “Herhangi bir şeyi iyi yapabiliyorsan, her şeyi iyi yapabilirsin.”dir (Alder, 1997).

3.3.2.5.4.Yaratıcı Düşünmeyi Geliştirme Süreci

Yaratıcı düşünme becerisi, öğrencilerin bir temel fikri ve ürünü değiştirme, birleştirme yeniden farklı ortamlarda kullanma ya da tamamen kendi düşüncelerinden yola çıkarak yeni ve farklı ürünler ve bilgiler üretme, olaylara farklı bakabilme, küçük çaplı da olsa bazı buluşlar yapabilmeyi ifade eder. Ayrıntılı fikirler geliştirme ve zenginleştirme, sorunlara benzersiz ve kendine özel çözümler bulma, fikirler ve çözümler ortaya çıkarma, bir fikre veya ürüne farklı açılardan bakma veya bütünsel bakabilme alt becerilerini içerir (Güneş, 2007).

Yaratıcı düşünme, bilgide problemleri ve boşlukları görme, fikir ve hipotezler geliştirme; özgün fikir üretimi; fikirler arasındaki ilişkiyi görme; düşünce parametrelerini geliştirerek

Bu tür üst düzey düşünme becerileri ders kitaplarında ve işletme okullarının ders programlarında yer almadığından, lider olmak isteyen yöneticiler sol beyne sıkı sıkıya bağlı dar bakışlı insanlardan oluşmaktadır ( Alder, 1997).

Yaratıcı düşünme ve tasarım-öngörü odaklı eğitim felsefesinde;

 Düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenmek ve bu özelliklerin bilimsel bir sistem dâhilinde tasarım ve öngörüye egemen hale getirmek,

 Dayanıklı, özelleştirilmiş, işlevsel bilgi yapılanmasını sağlamak,

 Eğitim ortamının ve eğitim sisteminin yaratıcı düşünmenin ve tasarım öngörü yeteneğinin oluşum ve gelişimine olanak verecek şekilde düzenlenmek,

 Bireysel düşünce ölçütlerinin geliştirilmesi için bireyin öğrenme gereksinim ve isteminin öne çıkarmak, gerektiği, düşünülmektedir (Özatalay, 2007).

Yaratıcılık özgür düşünme, var olan her şeye bilinen anlamı dışında anlam yükleyebilme, sınırlı çerçevelerin dışına çıkabilme, kişiler arası ya da içsel süreçlerin orijinal, yüksek kaliteli ve anlam ifade eden ürünlere dönüşmesi olarak tanımlanabilir. Çocuk eğitiminde daha küçük yaşlarda üzerinde özellikle durulması gereken düşünme sürecidir (Özatalay, 2007).

Yaratıcı olan çocukların yüksek zekâya sahip olması diye bir şart yoktur. Yaratıcılık ve zekâ birbirinden bağımsız olarak ele alınır. Çocukların yaratıcılığını olumsuz etkileyen en büyük faktör "doğru cevabı bulma “saplantısıdır. Sosyalleşme sürecinde, çocuklar toplumda doğru cevabı bilmenin çok önemli olduğunu öğrenir. Önce verdikleri cevaplar değişir daha sonra da düşüncedeki esnekliklerini kaybederler.

Çocuğa sınırları çizilmiş olan yönergeler vermek onu kısıtlamak demektir. Dünyada en iyi öğrenenler, en iyi soruları soran, en faal ve en duyarlı olan çocuklardır. Çok basit şeylerden bile keyif alarak, en olmaz denilen birleştirmeleri yaparak çevrelerini şaşırtırlar.

Çocuklar risk almaya, zorlu deneyimlere katılmaya daha isteklidirler. Sınırlı bir çerçevenin içinden görebildiği gibi, sınırın dışına da çıkıp bakabilirler. Onları yargılamadan, fikirlerinde özgür bırakmak çocuğun yaratıcılığının gelişimine katkıda bulunmayı sağlar. (Bencuya’dan aktaran Özatalay, 2007)

Yaratıcı düşünebilmesi için bireyin öncelikle düşünmeyi öğrenmesi, daha sonra muhakeme gücünü geliştirmesi ve problem çözme becerisine sahip olması gerekir (Özatalay, 2007).

Bu tür üst düzey düşünme becerileri ders kitaplarında ve işletme okullarının ders programlarında yer almadığından, lider olmak isteyen yöneticiler sol beyne sıkı sıkıya bağlı dar bakışlı insanlardan oluşmaktadır ( Alder, 1997).

Yaratıcı düşünebilmenin özellikleri aşağıdaki gibi sayılabilir:

 Gergin ve endişeli durumlardan çok rahat ortamlarda daha çok fikir üretilir.

 Yaratıcı içgörüler ve akış halleri sıkı çalışma gibi görünen bilinçli düşünmenin aksine kendiliğinden ortaya çıkan beyin dalgalarından oluşur.

 Yüksek yaratıcılıkla ilgili çoğu durumda, kişi ilk önce fikirleri beklemeye başlar, bilinçdışı zihninin ihtiyaç anında bunları üreteceğine güvenir ve kendi içsel yaratıcılığına, becerilerine inanır.

 Yaratıcı insanlar, bu tür düşünmeye yer açmayı öğrenmişlerdir. Örneğin kişi, daha fazla gevşeyip olaylardan ve insanlardan daha sık uzaklaşmanın üretkenliği arttırdığını öğrenmiş olabilir.

 “Sistem”e güvenmenin yanı sıra, aldıkları içgörülerle fikirlere güvenmeyi de öğrenmişlerdir ve bunları eylem geçirip, doruk performansa dönüştürmeye yatkındırlar. Fikirleri bilinçli bir şekilde ele alıp değerlendirirler.