• Sonuç bulunamadı

A- İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE ARABİSTAN’IN SOSYO-KÜLTÜREL

3- Aile Yapısı ve Kadın

Aile, insanların dini, hukuki ve ekonomik anlayışlarıyla ilişkisi bulunan bir kurumdur. Bu konumdaki bir kurumun dini, hukuki, ekonomik anlayışların durumuna göre gelişmesi de çok doğaldır. Sosyolojik araştırmalar da bize ailenin toplumlarla beraber gelişmiş olduğunu göstermektedir. Her toplum için doğal olan bu durumu Araplarda da görmekteyiz. Dini yaşantıları, sosyal yapıları değiştikçe, aile yapısı da buna paralel bir gelişim süreci izlemiştir.

Cahiliye Araplarında aile bağını oluşturan şey doğurganlıktı. Örneğin bir kadın ancak çocuk doğurduktan sonra ailenin bir üyesi sayılabiliyordu. Bu nedenle de çocuğu olmayan bir kadın diyet vermeye mahkûm edildiği zaman bu diyeti kocası değil kadının mensubu olduğu aile verirdi.95

Araplardaki batın (boy) üyeleri arasında akrabalığın yegâne işareti ismin müşterek olmasıdır. Bu katılım akrabalığın zorunlu olan bütün yükümlülüklerini gerektirmektedir. Veraset hakkı, düşmana karşı yardımlaşma, kanını yerde koymama mecburiyeti gibi kan akrabalığının zorunlu olan yükümlülükleri, istihlak (birinin yabancı birini isteyerek nesebine katması) yolu ile kabileye dâhil olan bireyi de kapsamaktadır. İstihlak yolu ile Araplar istedikleri her hangi bir yabancıyı aile efradına katabiliyordu. Bunun tam tersi olarak ailenin her hangi bir üyesi kötü halinden ötürü aileden çıkarılabiliyordu.96

Kabilevi topluluklar halinde yaşayan Araplar, çöl hayatının gereği olarak sürekli savaş ve mücadele halindeydiler. Çölde bir kabilenin gücü, refah ve serveti, eli silah tutan bireylerinin sayısıyla doğru orantılıydı. Hangi kabile daha çok savaşacak bireye sahipse, en çok ganimet malını o kabile toplar, çöl halkı üzerinde en büyük hâkimiyeti o kurardı. Bu durum Arap toplumsal yapısında kadına oranla erkeğe daha çok rağbet edilmesini gerekli kılmıştır. Doğan çocuk erkek olduğu takdirde babası şenlik yapar, övüncünü belli ederdi. Kızı olması durumunda utanır, sıkılır, öfkelenir ve zavallı yavruyu uğursuz bir felaket sayardı. Arapların bu durumu açık bir şekilde Kuran’da aktarılmaktadır: “ Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü

kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir.

95 Günaltay, a.g.e., s. 106-107; Çağatay, a.g.e., s. 129-130. 96 Günaltay, a.g.e., s. 108.

Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!”97

Araplarda evlilik müessesi de oldukça ilginçtir; çünkü bu noktada her hangi bir hassasiyetleri yoktur. Bir baba kızını istediği erkekle evlendirebilirdi. Kızın veya erkeğin rızasını almaya gerek görülmezdi.98 Evlilikte birçok nikâh türü mevcuttu. İslam döneminde reddedilen bu iffet zedeleyici evlilik türleri şunlardı. Günümüzde bilinen nikâhın yanı sıra muta nikâhı denilen belli bir süreliğine anlaşmalı yapılan nikâh, nikâh- ı bedel denilen erkeklerin eşlerini değiştirmesi yoluyla yapılan nikâh, nikâh-ı istibda denilen bir erkeğin başka bir erkekten çocuk sahibi olmak için eşini ona yollaması yoluyla yapılan nikâh, nikâh- makt denilen çocuğun babasının ölümünden sonra üvey annesiyle evlenmesi yoluyla yapılan nikâh ve nikâh-ı şiğâr denilen mehir vermemek için kızların değiştirilmesi yoluyla yapılan nikâh çeşitleri mevcuttu.99

Evlilik konusunda hassas bir çizgiye sahip olmayan Arap toplumunda boşanma olayı da çok yaygındı ve boşanma hakkı erkeğe aitti; ancak kadın şart koşarsa boşanma hakkını alabiliyordu. Boşanan kadın tekrar evlenebilmek için bir sene beklemek zorunda idi. Nikâh hususunda utanılacak adetlere uyan Araplar, eşlerin sayısı konusunda da hiçbir sınır tanımazlardı. Güç ve servetlerine güvenenler istedikleri kadar kadın ve cariye alabilirlerdi.100

Araplarda kadınlar, hayatın her türlü ihtiyaçlarını temin etmek için erkeklerle beraber çalışmışlardır. Kadın odun toplar, su getirir, dokuma vs. işlerle meşgul olurdu. Kadın fikir ve akıl seviyesi itibari ile de erkeğe yakın bir derecede idi. Ancak savaşlarda erkeğin yerini tutamazdı. Onlar için de savaş yaşamın temeli olduğundan, bu etken, kadının derecesini erkeğin derecesinden aşağı düşürmüştür.101 Ancak çölün karşı

konulamaz şartlarıyla başa çıkabilmek için erkek kadar olmasa da kadınların çabasına da ihtiyaç duyulmaktaydı. Çocuklara bakmak, develeri sağmak, hasır ve bornoz örmek, savaşta savaşçılara su taşımak, onları şiirle cesaretlendirmek, yaralıları tedavi etmek kadınlara aitti. Fakat bu görevler kadınlara bir hukuk veya şeref sağlamıyordu. Araba

97 Nahl 16/ 58–59.

98 Günaltay, a.g.e., s. 122. 99 Buhâri, Nikâh 182, 183.

100 Günaltay, a.g.e., s. 123-124; Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., c. I, s. 87; Sarıçam, a.g.e., s.40. 101 Ahmed Emin, a.g.e., s. 39.

göre çadırın içindeki kadını ile çadırın direğine bağladığı devesi arasındaki fark pek azdı. Çünkü ikisi de miras bırakılabilen mallardan sayılırdı.102

Kadınlar hürler ve cariyeler olmak üzere iki sınıftı. Hürler erkeklere denk tutulmamakla birlikte cariyelere göre hakları daha iyi bir durumdaydı. Özellikle Mekke, Yesrip ve Taif gibi yarı medeni yerlerde eşraf kızları toplum içinde oldukça mevki sahibi idiler. Bazı şerefli başkanların kızlarının birçok erkekten daha muteber tutulduğu da görülürdü. Selma bnt. Amr, Hadice bnt. Huveylid, Hind bnt. Utbe gibi kadınlar, yüksek mevkiye sahip kadınlar olarak tarihe geçmişlerdir.103 Yani kadın, bilinenin aksine Arap toplumunun her kesiminde değersiz bir varlık olarak görülmüyordu. İleri tabaka kadınlara büyük önem vermiş, düşüncelerini açıklama hürriyeti tanımıştır. Ancak aşağı tabakalarda durum tamamen bunun aksi yöndedir. Bu tabakalarda ahlaksızlık, zina, fuhuş had safhaya ulaşmıştır.104

Görüldüğü gibi Arap toplumunda, kadının konumu da diğer hususlar gibi sosyal sınıfına bağlıydı. Aşağı tabakada yer alan kadın, insani haklara layık görülmez, miras hakkına sahip olmazdı. Ayrıca erkekler hiçbir sınır tanımaksızın istedikleri kadar kadınla evlenebilme özgürlüğüne sahipti.