• Sonuç bulunamadı

HZ MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİĞİNDEN ÖNCE

PUTPERESTLERLE İLİŞKİLERİ

Arabistan yarımadasında, Hz. Muhammed’e peygamberlik verildiği yıllarda, Hıristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik gibi dinler var olmakla birlikte Putperestlik hâkim durumdaydı. Yıllarca tevhid inancının merkezi ve mabedi olan Kâbe, putlarla doldurulmuş ve her kabile ayrı bir put edinmiş, evlerin dahi her bir köşesi putlarla donatılmış ve ibadethane haline getirilmişti.

Hz. Muhammed’in peygamberliğini ilan ettiği miladi yedinci asır başlarında Arap toplumu, içtimai birlikten yoksun, asabiyet ve soy üstünlüğüne dayalı bir topluluktu. Bu topluluğun halini Habeşistan’a hicret eden Ca’fer b. Ebi Talib’in, Melik Neçaşi’ye söylediği şu sözler gayet veciz bir şekilde ifade etmektedir: “ Ey Hükümdar! Biz bilgisizlik ve nizamsızlık içinde yaşıyorduk. Putlara tapıyor, ölü hayvan eti yiyorduk. Her türlü ahlaksızlığı çekinmeden yapıyor, akrabalık bağlarını çiğniyorduk. Komşuluk haklarını tanımıyorduk. Kuvvetlimiz zayıfımızı eziyordu. Uzun müddet bu halde yaşadık. Sonra Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve namusluluğunu bildiğimiz bir peygamber gönderdi…”236

Mekkeliler, Allah’ın evi olan Kâbe’yi yeniden inşa ettikten sonra, binanın hem içini hem de dışını heykellerle süslemişlerdi. İçerde Meryem ve oğlu İsa’nın temsili resimlerinin yanında, İbrahim ve İsmail’in de resimleri bulunuyordu. Yine Kâbe’nin etrafında üç yüz atmış put vardı. Tek bir Allah inancı uğruna yapılmış bir mabet, böylece çok tanrılı bir dinin tapınağı haline getirilmişti.237

Netice itibariyle bu devirde ilah telâkkisi çok zedelenmiş, ilah adedi çoğalmıştır. Bu dini durum Kur’an’da şöyle tasvir olunmaktadır: “ İnsanların kendi ellerinin

kazandığı (ihtiyarlarıyla yaptıkları) şeyler yüzünden karada, denizde fesat belirdi ki, (Allah) yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Umulur ki dönerler.”238 Bu

sebepledir ki Kur’an-ı Kerim bu devreyi cahiliye devri olarak isimlendirmektedir.239

236 İbn-i Hişam, a.g.e., c. I, s. 359; İbnü’l Esir, a.g.e., c. II, s. 81. 237 Hamidullah, a.g.e., c. I, s. 74.

238 Rûm 30/41.

Cahiliye kelimesini inceleyen lügatçiler bu kelimenin ilmin zıttı olan “cehl” kelimesinden türediğini söylerler.240 Bazıları ise bu kavramın taşkınlık, vahşet, gazap,

sefahat ve barbarlık manasına geldiğini söylemektedirler.241 Yine hemen hemen aynı anlamı ihtiva edecek şekilde cahiliye kavramını, “bilgisizlik, cahillik, atılganlık, barbarlık devri” olarak anlayanlar da olmuştur.242 Bu kelimenin bütün manaları ortak olarak, İslam öncesi Arap toplumunun, dini ve içtimai hayat itibariyle bilgisiz, sulh ve sükûndan, ilimden uzak bir halde yaşadıklarını ifade etmektedir.243 Zaten genel olarak

cahiliye, Arap yarımadasında, ilahi kanunların, Allah’tan vahiy alan bir peygamberin ve vahye dayanan bir mukaddes kitabın bulunmadığı devre manasında kullanılmaktadır. Yani bu devreye cahiliye isminin verilmesi dini ve içtimai hayatın düzensizliğindendir.

Hz. Muhammed’in peygamberliğinden önce Arap Yarımadasında dini ve sosyal durum bu şekilde idi. Biz burada Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce ve sonra putperestlerle ilişkilerini açıklamaya çalışacağız. Konuya başlamadan önce şunu belirtmemiz gerekir ki, Hz. Muhammed’in peygamberlikten önceki yaşantısı ve putperestlerle münasebetleri hususunda, kaynaklardan günümüze, çok da fazla bir malumat nakledilmemiştir. Bu sebeple Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce putperestlerle ilişkileri konusunda, tarihin bize naklettiği önemli birkaç olayı incelemekle yetineceğiz.

Hz. Muhammed, Allah-u Teala tarafından peygamberlikten önce de büyük bir titizlikle korunmuş, cahiliye kötü alışkanlıklarından beri tutulmuştur. Hz. Muhammed dürüst ve güvenilir kişiliği sayesinde halkı arasında sevilen ve sayılan bir kimse olmuştur.244

240 Firûzâbâdi, a.g.e, c.III, s. 353; İbn Manzur, a.g.e, c.XIII, s. 136. 241 Ahmed Emin, a.g.e., s. 72-73.

242 Hitti, a.g.e., c. I, s. 131.

243 Ahmed Emin, a.g.e., s. 73; Mücteba Uğur, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, İstanbul, 1980, s. 2; M. Ali Kapar, Hz. Muhammed’in Müşriklere Münasebeti, İstanbul, 1987, s. 101.

244 En- Nedvi, es-Siretü’n Nebeviyye, (Çev. Osman Keskioğlu), İstanbul, 1981, s. 69; Ahmed Önkal, Rasulullah’ın İslam’a Davet Metodu, Konya, 1997, s. 102.

1- Hz. Muhammed’in Kavmi Arasında “Emin” Lakabıyla Anılması ve Kâbe Hakemliği

Hz. Muhammed’in peygamberlikten önce de kavmi arasında büyük itibarı vardı. Hz. Muhammed’e Mekke halkı çok güveniyordu. Bu yüzden de O’na, “Emin” lakabını vermişlerdi. Herkes emanetini O’na bırakır, nerede anlaşmazlık olsa O barıştırırdı.245 Örneğin Kâbe yeniden inşa edilirken, Hacerü’l Esved taşının yerine konması sırasında anlaşmazlık çıkmış, kabileler savaş hazırlıklarına başlamışlardı. Eşraftan yaşlı bir zat, bu ihtilafın çözümlenmesi için bir öneri sununcaya kadar çekişmeler devam etmişti. Bu öneriye göre bu iş Allah’a bırakılacak ve oraya ilk gidecek kimse hakem olarak kabul edilecekti. O sırada oraya ilk giden kimse Hz. Muhammed olmuştu. Zaten herkes O’na güvendiği için, O’nun hakem olmasına da kimse itiraz etmemişti. Hz. Muhammed, bir yaygı üzerine taşı koyup her kabileden bir kişinin yaygının ucundan tutmasını istemiş ve bu şekilde her kabilenin taşı yerine koymasına vesile olmuştu. Böylece çıkabilecek büyük bir anlaşamazlığı, çok güzel bir yöntemle çözüme kavuşturmuştur.246

Yukarıda zikrettiğimiz Hz. Muhammed’in başından geçen olay, kabilesi içerisinde itibar gören, herkesin güvendiği bir insan olduğunu göstermektedir. Bir de Hz. Muhammed’in Peygamberlikten önce kabilesi içerisinde iştirak ettiği bazı faaliyetler olmuştur. Şimdi de kısaca onlardan bahsedeceğiz.

2- Ficar Savaşı:

Araplar haram aylarda asla savaşmazlar, koyulan yasağa titizlikle riayet ederlerdi. Ancak zaman zaman bu yasağı deldikleri de olmuştur. Mukaddes bilinen, savaşmanın haram olduğu aylara247 denk gelmesi sebebiyle bu savaşlara, “Ficar Savaşı” denmiştir. İslam’dan önce Mekke’de dört Ficar Savaşı gerçekleşmiştir. Bu savaşlar, Hz. Peygamber’in ailesinin mensup bulunduğu Kureyş ve müttefikleri Kinane ile Hevazin kabileleri arasında çıkmış savaşlardır. Bu savaşlardan son ikisine, on dört yaşlarında iken Hz. Muhammed de katılmış, amcalarına ok ikmali yaparak yardım etmiştir.248

245 Taberi, a.g.e., c.II, s. 341.

246 İbn Hişam, a.g.e., c.II, s. 261-262; Taberi, a.g.e., c.II, s. 342; İbnü’l Esir, a.g.e., c. II, s. 44-45; Nedvi, a.g.e., s. 71; Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., c. I, s. 101; Hamidullah, a.g.e., c. I,s. 73-74.

247 Zil kade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları.

248 Hasan İbrahim Hasan, a.g.e., c. I, s. 79; Hamidullah, a.g.e., c. I. s. 59–60; Hitti, a.g.e., c. I, s. 134-135; Sırma, a.g.m., s. 121.

3- Hılfu’l- Fudûl:

Hılfu’l- Fudûl, yapılan haksızlıkları önlemek, zalime karşı mazlumun yanında olup, ona yardım etmek, toplumsal barışı sağlamak için kurulan bir müessese idi. Buna ön ayak olanlar arasında Hz. Muhammed’in amcası Zübeyr de vardı. Toplumsal barışı koruma derneği diyebileceğimiz bu kurumda, Haşim Oğulları, Muttalib Oğulları, Zühre Oğulları ve Teym Oğullarının bulunduğu belirtilmektedir. Gençlerden ve yaşlılardan oluşan çok sayıda Mekkeli, zengin ve saygın bir insan olan Abdullah ibn Cüd’an’ın evinde toplanmışlar ve şu yemini etmişlerdi: “Allah’a and olsun ki biz hepimiz, zulmeden, zulmettiği kişiye hakkını geri verinceye kadar, zulmedene karşı zulme uğrayanla birlikte tek bir el gibi olacağız; bu birlikteliğimiz, denizin bir kıl tanesini suya batırmaya güç yetirebileceği zamana kadar, Hira ve Sebir dağları yerlerinde kaldığı sürece ve zulme uğrayanın maddi durumunda tam bir eşitlik sağlanıncaya kadar devam edip gidecektir.”249

Bu teşkilatın üyeleri Mekke’de her zaman önüne geçilemeyen bir güç olmuştur.250 Hz. Muhammed, peygamberlikten önce faaliyet alanlarını beğendiği için, Hılful Fudul’da bulunmuştur. Peygamberliğinden sonra da: “Abdullah ibn-i Cüd’an’ın evinde öyle bir antlaşmaya (Hılfu’l- Fudûl’a) şahit oldum ki, onu kırmızı tüylü develere değişmem. Şayet İslam’da böyle bir antlaşmaya çağrılsam yine katılırdım. Çünkü onlar bir hakkı hak sahibine vermek için antlaştılar, zalimin mazlumu ezmesine mani oldular” diyerek, bu antlaşmadan övgü ile bahsetmiştir.251