• Sonuç bulunamadı

1. KURAMSAL TEMELLER VE İLGİLİ LİTERATÜR

1.1. Yapılandırmacılık (Yapılandırmacı Yaklaşım)

1.1.3. Yapılandırmacı Yaklaşım ve Dil Öğretimi

İnsanlar arasındaki iletişimi sağlayan en temel unsur dildir. Dil aracılığıyla insanlar anlatmak istediklerini aktarabilmekte, anlatılanları anlamlandırabilmektedirler. Hayatın vazgeçilmez bir parçası olan dil, bilgi transferini sağlayarak insanlar arasında iyi bir iletişim olmasını sağlayan en önemli iletişim aracı olarak tanımlanmıştır (Gömleksiz ve Elaldı, 2011: 444). TDK’ye (sozluk.gov.tr, 2018) göre dil, “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban.” şeklinde

tanımlanmıştır. Collins sözlüğü

(https://www.collinsdictionary.com/dictionary/english/language, 2018) ise dili

“belirli bir ülke veya bölgenin insanlarının konuşmak veya yazmak için kullandıkları bir dizi ses veya yazılı sembolden oluşan bir iletişim sistemi” şeklinde açıklamıştır.

Diğer taraftan Chomsky (2011: 263) dili, insan aklının bir ürünü ve insanı diğer canlılardan ayıran bir nitelik olarak açıklamıştır. Baldwin (1997: 5) ise dile farklı bir bakış getirerek onu siyasi bir araç ve güç kanıtı şeklinde tanımlamıştır. Ona göre dil, kimliğin en açık ve en önemli anahtarıdır.

Günümüze kadar çeşitli dil öğretim yaklaşımları benimsenmiştir. Güneş (2009: 3), bu yaklaşımlarla ilgili şu ifadelere yer vermiştir:

23

Bu yaklaşımları sınıflamak ve sistemli hale getirmek için bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan Bailly’nin 1998 yılında yaptığı sınıflama alanda yaygın kabul görmektedir. Bu sınıflamada dil öğretim yaklaşımları davranışçı, bilişsel ve yapılandırıcı olmak üzere üç ana grupta toplanmıştır.

Eski dil öğretim yaklaşımları davranışçı başlık altında sıralanmıştır. Bilişsel dil öğretim yaklaşımı olarak Chomsky, Lad, Krashen ve Moniteur’ün çalışmalarına yer verilmiştir. Yapılandırıcı dil öğretim yaklaşımı olarak Piaget, Vygotsky ve Bruner’in çalışmaları ele alınmıştır.

Yapılandırmacı dil yaklaşımı, bireylerin zihinsel gelişiminin sağlanmasını hedeflemektedir. Bu yaklaşıma göre dil öğrenme, önceki deneyimlere dayanan değişim, yeniden oluşturma ve yapılandırmayı barındıran gelişimsel bir süreçtir (Kaufman, 2004: 304). Piaget’nin bilişsel gelişim modeli olarak nitelediği bu süreçte çocuk; okuma, dinleme, keşfetme ve deneyimleme yoluyla edindiği yeni anlayışları yapılandırarak öğrenmektedir. Piaget, bilişsel yapıları şema kavramıyla açıklamaktadır. Ona göre şema; bilişsel işlemlerin gerçekleştiği yerdir. Bu gerçekleşme esnasında özümleme, uyumsama ve denge adı altında üç süreç devreye girmektedir. Özümleme; yeni bilgi ve anlamaların mevcut bilişsel yapılara yerleştirilmesidir. Uyumsama; var olan bilişsel şemaların ve yapıların özümleme sürecinin bir sonucu olarak değiştirilmesi, yeniden yapılandırılması ve uygun hale getirilmesidir. Bu iki süreç, üçüncü bir süreç olan dengeyi gerektirmektedir. Denge;

bilişsel gelişim sürecinde yeni bir duruma geçmeyi ifade etmektedir. Özümleme ve uyumsama süreçleri esnasında bir aşamadan diğerine geçme, bireylerde dengesizlik meydana getirebilir. Uyum sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanabilmesi için, bu dengesizliğin giderilmesi ve yeni bir denge durumunun oluşması gerekmektedir.

Özetle, özümleme, uyumsama ve denge yoluyla bireylerde öğrenme gerçekleşmekte ve bilişsel gelişim devam etmektedir (Kaufman, 2004: 304; Güneş, 2009: 5). Bu gelişim, birey öğrenme sürecinde rol aldığı sürece devam etmektedir.

Yukarıda açıklanan bilişsel gelişim sürecinden anlaşılacağı üzere, yapılandırmacı yaklaşım; yeni bilgilerin var olan bilgiler üzerine yapılandırılması yoluyla öğrenmenin gerçekleşeceğini savunmaktadır. Yapılandırmacı dil yaklaşımı da, dilin edinim yoluyla değil öğrenme yoluyla kazanılacağını öne sürmektedir. Br başka deyişle, dil bireylerin aktif çabaları ve çeşitli bilişsel süreçlerin devreye alınması yoluyla öğrenilmektedir. Vygotsky’e göre dil ile öğrenme birbirleriyle doğrudan ilişkilidir ve birbirlerini etkilemektedir. Vygotsky; bireylerin, anne-baba, diğer aile fertleri, arkadaşlar, komşular vb. ile sosyal etkileşimde bulunarak

24 öğrendiklerini iddia etmektedir. Yapılandırmacı dil yaklaşımına göre çocuklar, çevrelerinde konuşulan dilin kurallarını ortaya çıkarmak, ana dillerinin fonolojisini, semantiğini ve sentaksını yapılandırmak için doğuştan gelen dil becerilerini kullanmaktadırlar. Onlar, ilk yıllarını etkileşim, gözlem ve deneme-yanılma yoluyla etraflarında konuşulan dili öğrenerek geçirirler (Rowe & Levine, 2015: 235).

Bununla birlikte, bebeklerin anne karnında duydukları sesler aracılığıyla fonolojik farkındalıklarının oluşmaya başladığı ve kendi dillerini ayırt edebildikleri ifade edilmiştir (Gervain, 2018: 64). Buradan yola çıkarak, bireylerin anne karnından başlayarak çevreleriyle etkileşimleri sonucunda dil öğrenme sürecine girdikleri ifade edilebilir. Bu nedenle, içerisinde bulunduğu sosyal çevrenin sağladığı olanaklardaki farklılaşmadan ötürü her bireyin dil öğrenme hızının farklı olduğunu ifade etmek mümkündür.

İnsanlar bir dili öğrenirken birtakım bilişsel süreçlerin faaliyete girmesi gerekmektedir. Çünkü çevreden gelen uyaranların yorumlanabilmesi ve anlamlandırılabilmesi için insan zihninde yapılanma süreçleri meydana gelmektedir.

“İnsanların bu bilişsel süreçlerle etkileşimi dilin yapısını ve bilgisini şekillendirmektedir. Bu süreçler birbirinden bağımsız değildir fakat aynı karmaşık uyarlanabilir sistemin (KUS) özellikleridir. Bir KUS olarak dil, şu özellikleri bünyesinde barındırmaktadır: Sistem birbiriyle etkileşimde olan birçok etkenden oluşmaktadır. Sistem uyarlanabilirdir, bir başka deyişle konuşmacıların davranışları onların geçmiş etkileşimlerine dayanmaktadır. Bununla birlikte, onların mevcut ve geçmiş etkileşimleri gelecekteki davranışlarını şekillendirmektedir. Dilin yapıları, birbirleriyle ilişkili birtakım deneyim, sosyal etkileşim ve bilişsel mekanizmalarla ortaya çıkmaktadır. KUS yaklaşımı, ana dili ve yabancı dil edinimi de dâhil dilin birçok alanında benzerlikler sergilemektedir” (Beckner, vd., 2009: 1-2). Bu yaklaşım yapılandırmacı yaklaşım ile dil öğretimi arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır çünkü bu yaklaşıma göre geçmiş yaşantılar ve ön bilgiler yeni durumların öğrenilmesini etkilemektedir. Yeni öğrenilenleri, geçmiş birikimler ve tecrübelerden bağımsız olarak ele almanın imkânsızlığı bu şekilde ifade edilmektedir.

Bununla birlikte dilin tüm yapıları birbirine bağlıdır ve birbirini etkilemektedir. Yapılandırmacı yaklaşımın dayandığı bilişsel sistem de bu şekilde

25 işlemektedir. Bilişsel sisteme göre insan beyni iletişimin, diğer bir deyişle anlama ve anlatma sürecinin sağlıklı yürütülmesini sağlamaktadır. “İnsandaki anlama sürecinin temel olarak iki unsuru bulunmaktadır. Bunlar; duyum ve algıdır. Anlama, ortam tarafından bireyin duyu organlarının uyarılmasıyla başlamaktadır ve buna genel olarak duyum denmektedir. Algı ise, duyum yoluyla gelen verilerin yorumlanmasıyla ortamdaki nesne, olay veya mesajlara anlam verme süreci olarak tanımlanabilir”

(Onan, 2011: 81). Aslında duyum ve algı birbirinden bağımsız iki ayrı süreç değil, birbiriyle etkileşim halinde ve bir bütün halinde ele alınması gereken süreçlerdir.

Algı, bireyden bireye değişmektedir. Bunun en büyük nedeni, beynin duyumlar yoluyla gelen verileri anlamlandırmasında önceden var olan bilgilerin devreye girmesidir. Bireyin yaşanmışlıkları, geçmişi ve bulunduğu ortam onun algısını, dolayısıyla da anlamasını önemli ölçüde etkilemektedir. Tüm bu durumlar yapılandırmacı yaklaşım ile dil öğretimi arasındaki bağlantıyı güçlü bir biçimde sergilemektedir.