• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ESKATOLOJĠK DOĞRULAMA ĠLKESĠ

3.2. YanlıĢlama Ġlkes

YanlıĢlama ilkesinde anlamlılık kriteri olarak, bir önermenin deney ve gözlemle doğrulanmaya açık olmalı tezi yerine eğer bir önerme yanlıĢlanamıyorsa anlamlı kabul edilmelidir tezi getirilmiĢtir. Bu anlamda tüm önermeler yanlıĢlamaya tabi tutulmalı, bu iĢlem sonucunda yanlıĢlanabilen önermeler anlamsız, yanlıĢlanamayan önermeler ise bilimsel ve anlamlı kabul edilmelidir. YanlıĢlama ilkesi, mantıkçı pozitivistlerin doğrulama ilkesine yönetilen bir eleĢtiridir. Bu ilkeyi felsefi bir metot haline getiren düĢünür Karl R.Popper (1902-1994) olmuĢtur.

Popper‟a göre, doğrulama ilkesi açısından bakıldığında ilke olarak doğrulanabilir önermelerin yanında, “üç boynuzlu hayvan vardır” Ģeklindeki önermelerin de anlamlı kabul edilmesi gerekecektir. Çünkü Ģuan ki gözlemlerimize göre böyle bir hayvanın olmayıĢı, onun gözlem alanımızın dıĢında baĢka bir yerlerde bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Mevcut gözlemler dıĢındaki gözlemlerin Ģuan ki gözlemleri doğrulayacağının hiçbir garantisi yoktur. Bu durum “ilke olarak doğrulanabilirliğin” en temel handikabı olarak karĢımıza çıkmaktadır.771

Aynı zamanda gözlem ya da deneyle açıkça doğrulanamayan önermeler anlamsız kabul edildiğinde, metafiziksel önermelerle birlikte birçok bilimsel önermenin de anlamsız kabul edilmesi gerekecektir. Dolayısıyla metafiziksel olanı, bilimsel olandan ayırmak için ileri sürülen doğrulama ilkesi bu amacı gerçekleĢtirecek yeterliliğe sahip değildir.772

Popper, “her olgu ve olayı açıklayabilecek güçte olduğunu iddia eden bir teorinin, aslında pek fazla bir Ģey söylemediğini” belirtmiĢtir. Bu durum bize, Marksizmin, Freudculuk gibi her

769

John Hick, a.g.e., s.101. 770

John Hick, “Eschatological Verification Reconsidered”, s.110-128. 771

Ömer Demir, a.g.e., s.34. 772

türlü olayı açıklayabilen evrensel ilke iddiasıyla ortaya çıkan teorilerin fazla bir Ģey söylemediğini göstermektedir.773

Bu bağlamda bir önerme ne kadar çok yasak getiriyorsa, olgusal dünya ile ilgili o kadar çok Ģey bildiriyor demektir.774

Popper, önermeleri bilimsel ve bilimsel olmayan diye ikiye ayırmıĢtır; ancak o bilimsel olmayan önermeleri pozitivistler gibi anlamsız kabul etmemiĢtir. Mantıkçı pozitivistler “anlamsız” kavramına her Ģeyi inkâr eden bir anlam yüklerken; Popper, böyle bir anlamlılık kriterini dogma olarak değerlendirmekte ve kabul edilebilir bulmamaktadır.

Doğrulama ilkesinin yetersizliği karĢısında Popper, bilgi verici ifadeleri bilgi verici olmayan ifadelerden ayırmak maksadıyla “yanlıĢlama ilkesini” (principle of falsification) ileri sürmüĢtür. Mantıksal olarak olumlu bir önerme, zıddını dıĢarıda bırakmaktadır. Bir Ģeyin belli bir Ģekilde olduğunu söylemek, zorunlu olarak onun baĢka türlü olmadığını inkâr etmekle aynı anlama gelmektedir. Bir önermenin zıttını bilmek, hemen hemen o önermenin kendisi bilmek demektir. O halde bir önermenin neyi inkâr ettiğini (yanlıĢ saydığını) tespit ettiğimizde, onun neyi tasdik ettiğini bulma yönünde olumlu bir adım atmıĢ oluruz. Böylece söz konusu önermenin objektifliği belirlenmiĢ olur. Bu durumda bir önermenin bilimselliği onu nelerin doğrulayabileceğinin gösterilmesine bağlı değildir. Aksine onu nelerin yanlıĢlayabileceğinin gösterilmesine bağlıdır.775

Popper, yanlıĢlanabilirliği bir anlamlılık kriteri olarak sunmamaktadır; bilimsel önermeleri, bilimsel olmayanlardan ayırmak için bir kriter olarak sunmaktadır.

Popper‟a göre, bir önermeyi destekleyen pek çok delil bulunabilir, ancak bu o önermenin mutlak doğru olduğu anlamına gelmez. Oysa önermenin ileri sürdüğü iddiayı yanlıĢlayan bir gözlemin meydana gelmesiyle, o önerme yanlıĢlanmıĢ olur. ġöyle ki; “tüm A‟lar, B‟dir” önermesi B olmayan bir A, bulunduğunda yanlıĢlanmıĢ olur. “Tüm kuğular beyazdır, tüm yılanlar tek baĢlıdır” gibi sonsuz gözleme dayanması gereken olgu önermelerinin nihai olarak doğrulanması mümkün değildir. Ancak bu önermeler siyah bir kuğunun ya da iki baĢlı bir yılanın görülmesiyle yanlıĢlanmıĢ olacaklardır. Bir önerme yanlıĢlanabiliyorsa (yanlıĢlama ilkesine göre), deneysel içeriğe sahip demektir, ayrıca doğrulanmasına gerek yoktur.776

YanlıĢlama ilkesine göre; bir önermenin bilimselliği, mantıksal ve ilke olarak doğrulanabilir bir forma sahip olmasında değil de, gerçekleĢtirilebilecek mümkün gözlemler yoluyla yanlıĢlanabilir bir yapıya sahip olup olmamasında aranmalıdır.777

Bilimsel önermelerin en önemli özelliği bilgi verici olmalarıdır; bir önerme ne kadar bilgi verici ise bilimsel açıdan o kadar

773

Meynell, “Faith, Objectivity and Historical Falsibility”, Language, Meaning and God (Essays in Honour of Herbert McCabe OP), ed. Brian Davies, London 1987, s.145.

774

Karl Popper, Bilimsel AraĢtırmanın Mantığı, çev., Ġlknur Aka, brahim Turan, Yapı Kredi Yay., Ġstanbul 1998, s.146.

775

Frederick Ferre, Basic Modern Philosophy of Religion, Charles Scribner‟s Sons, New York, 1967, s.335vd; Ayrıntılı bilgi için bkz., Antony Flew, “Theology and Falsification” Classical and Contemporary Readings in the Philosophy of Religion, ed. J.Hick, Prentice-Hall. Inc., Englewood Cliffs, New Jersey 1964, s. 441; Bryan Magee, a.g.e, s.43; Aydın, a.g.e., s. 120-121; Turan Koç, a.g.e., s. 169-170.

776

Bryan Magee, a.g.e, s.21; Turan Koç, a.g.e., s.170. 777

önemli ve kapsamlıdır. Bu durum önermenin yanlıĢlanabilir olmasına bağlıdır, çünkü bir önerme ne kadar çok yanlıĢlanma riski taĢıyorsa o ölçüde bilgi vericidir. YanlıĢlama imkânı olmayan bir önerme, bilgi verici olmadığından bilimsel değildir. ġöyle ki, “yağmur yağacak ya da yağmayacak” önermesini yanlıĢlamak mümkün değildir. Çünkü yağmur yağsa da yağmasa da bu önerme doğruluğunu koruyacaktır. “Yarın yağmur yağacak” önermesinin ise yanlıĢlama imkânı yüksek olduğu için bilgi verici olma özelliği de o oranda yüksektir. YanlıĢlama ilkesinin temel iddiası; yanlıĢlanan önermelerin doğru oldukları değildir. Bir önermenin hangi gözlem ve deneyin meydana gelmesiyle yanlıĢlanabileceğinin belirlenebilir olmasıdır.778

YanlıĢlama ilkesinde, bir önemenin yanlıĢlanabilir olması, en azından onu ilke olarak yanlıĢlayabilecek bir takım gözlemlerin olmasına bağlanmıĢtır. Hiçbir gözlem ya da olay önermenin aleyhine yorumlanamıyorsa, o önermeyi destekleyen bir delil de gösterilemez. Böyle bir önermenin doğru olmasıyla, yanlıĢ olması arasında fark yoktur; bu yüzden bilimsel değeri yoktur.

YanlıĢlama ilkesini, din diline uygulayan Antony Flew (1923-) olmuĢtur. Flew ile birlikte teistik önermelerin doğrulanmalarıyla ilgili tartıĢmalar, yanlıĢlanmalarının mümkün olup olmadığına dönüĢmüĢtür. O, teistik iddiaları kesin olarak yanlıĢlayacak bir olayın gerçekleĢmesi mümkün müdür? Teizmle çeliĢen tecrübî bir olay var mıdır? Yoksa bütün olaylar teizmle uygunluk mu gösterir? sorularına cevap aramaktadır.779

Teistik önermelerin hiçbir Ģekilde yanlıĢlanamaması olgusal içeriğe sahip olmadıkları anlamına gelecektir.780

Bir önermenin neyi iddia ettiğinin ortaya konulabilmesi için neleri reddettiğine bakılması gerekir. Bir Ģeyleri reddetmeyen bir önermenin, iddia ettiği Ģey de yoktur. Böyle bir önerme kognitif içerikten yoksun olduğundan, mevcut bilgimize yeni bir katkısı olmamaktadır. Teistler, teistik iddiaların aleyhine anlaĢılabilir herhangi bir Ģeyin vuku bulmasının mümkün olduğunu kabul etmezler. Onlar her türlü olayı teistik önermelerin lehine yorumlamakta ve inançlarından Ģüphe duymamaktadırlar. Örneğin “Tanrı beni seviyor” diyen bir mümini, bu inancından hiçbir Ģey vazgeçiremez. Onlar nimet ve bolluk içinde veya acı içinde bir hayat yaĢasalar da her iki durumu da teizmin lehine yorumlayabilmekte ve bunda hikmet görebilmektedirler. Dolayısıyla teisti, “o halde Tanrı yoktur, Tanrı insanları sevmiyor” sonucuna vardıracak rasyonel bir olayın gerçekleĢmesi mümkün değildir.781

Teistin iddia ettiği Ģekliyle Tanrı‟nın, insanı bir babanın evladını sevdiği gibi sevdiğini bir an kabul edelim. Ancak çaresi olmayan hastalığa yakalanan ve ölmek üzere olan bir çocuk düĢünelim; beĢeri babası bir çare bulmak için elinden geleni yapmaya çalıĢırken, Kutsal babasının hiçbir çabasını göremiyoruz. Teist bu duruma “Tanrı sevgisi, insan sevgisine benzemez, onun

778

Alan Chalmers, Bilim Dedikleri, çev.: Hüsamettin Arslan, Vadi Yay., Ankara 1994, s. 86-89; Bryan Magee, a.g.e., s.33-35; Ömer Demir, a.g.e., s.34-39.

779

John Hick, Philosophy of Religion, s.87. 780

Antony Flew, a.g.m., s.440-442. 781

sevgisi esrarengiz bir sevgidir” açıklamasını getirir. Bu sayede “Tanrı insanları sevmektedir, ancak…” açıklamasıyla bu durum inançla uyumlu hale getirilir ve ikna oluruz. Burada akla Ģu sorular gelmektedir. Tanrı sevgisiyle tam olarak kastedilen nedir? Tanrı‟nın insanı sevmediğini ve Tanrı‟nın olmadığını söyleyebilmek için daha nasıl bir olay gerçekleĢin?782

Dolayısıyla teistik önermelerin her türlü delille uzlaĢabildiği, aleyhlerine hiçbir delil bulunmadığı için yanlıĢlanması imkânsız olan sözde ifadeler olarak kabul edilmesi gerekir.783

Flew, bu konuyu açıklamak için Wisdom‟un “düzenli bahçe” örneğinden yararlanmaktadır. Wisdom, mantıkçı pozitivistler ile teistler arasında tartıĢma konusu olan olguların, bildiğimiz anlamdaki olgular olmadığını temellendirmek için bu örneği ileri sürmüĢtür. O, olguların birçok yönü olduğunu, olguların durumun belirlenmesinde bu yönlerden bazılarının genellikle dikkate alınmadığını belirtmektedir. “Tanrı inancı rasyonel midir?” sorusu da değiĢik açılardan ele alınabilen bir konudur. Ġlahi zihne inanmanın, rasyonelliğini anlayabilmek için hayvani ve insani zihinlere inanmanın mantığına bakılması gerekir.784

Wisdom‟un söz konusu örneği Ģöyledir: Ormanlık alanda gezen iki kiĢi, oldukça düzenli olan bir bahçeye rastlarlar. Adamlardan biri, bahçeyi bu hale getiren bir bahçıvan olmalı diye düĢünür. Bunun üzerine bahçeyi o hale getiren bahçıvanın olup olmadığını araĢtırırlar. AraĢtırmaları neticesinde, bahçıvanla ilgili hiçbir bulguya rastlayamamıĢlardır; o yöredeki insanlar da bir bahçıvan görmediklerini söylemiĢlerdir. Bahçenin bir bahçıvan tarafından düzenlediğini düĢünen kiĢi bunun üzerine, “bahçıvan insanların uyuduğu saatlerde çalıĢtığını” söyler. Ancak diğeri bir bahçıvan olduğunu kabul etmemektedir, “eğer bir bahçıvan olmuĢ olsaydı, birileri tarafından fark edilmiĢ ve bahçenin düzensiz kalan taraflarının da düzenlenmiĢ olması gerekirdi” demektedir. Bunun üzerine daha detaylı bir araĢtırma yaparlar. Netice de bir bahçıvanın olduğuna dair iĢaretlere rastladıkları gibi olmadığına dair iĢaretlere de rastlamıĢlardır. Elde ettikleri bulguları karĢılaĢtırırlar. Ancak yine biri görünmez bir bahçıvan olduğuna inanmaya devam ederken diğeri inanmamaya devam eder. Bu aĢamadan sonra onların bulgu ve delilleri yorumlamaları değiĢmeye baĢlamıĢtır; böylece bahçıvan varsayımı deneysel olmaktan çıkmıĢtır.785

Wisdom; düzenli bahçe örneğinin yerine, mükemmel ya da doğal manzarayı koyarak konuyu bir adım daha ileri taĢır. Burada birisinin mükemmel, olağanüstü dediği Ģeye; diğeri alelade ve sıradan demektedir. Wisdom bunu teistin ateisti körlükle, ateistin de teisti görmemekle suçlamasına benzetmektedir.786

Ancak onlar arasında deneysel olgu ve olayların tecrübe ediliĢi konusunda herhangi bir anlaĢmazlık yoktur. Farklılık birinin gördüğünü diğerinin

782

John Hick, a.g.e., s.103. 783

Turan Koç, a.g.e., s.170. 784

John Wisdom, “Gods”, Religious Language and the Problem of Religious Knowledge, ed. Ronald E. Santoni, Ġndiana Universtiy Press, Bloomington-London 1968, s.300.

785

John Wisdom, a.g.m., s.300-305, John Hick, a.g.m., s.101-102. 786

görememesinden ya da olgu ve olayların kendisinden değil de onlara olan bakıĢ açısından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden yaklaĢımlardan birisine doğru, diğerine yanlıĢ demenin bir anlamı yoktur. Her iki iddia, ilke olarak bile doğrulanamadığından hakikat olduğu söylenemez. Dolayısıyla Tanrı‟nın varlığı konusundaki farklı yaklaĢımların temelinde bilimsellikten ziyade duygusallık bulunmaktadır. Bu anlamda teist ve ateistin iddiaları kendi duygularından ibarettir.787

Flew, bu örneği kendi görüĢlerini temellendirmek için kullanmaktadır. Ona göre, bahçeyi düzenleyen bir bahçıvanın varlığına dair herhangi bir tecrübî bulguya ulaĢılamamıĢ olunmasına rağmen kiĢilerden biri hala bahçıvanın varlığına inanmaya devam etmektedir. Onun varlığına inandığı bu bahçıvan görünmeyen, dokunulamayan, kokusuz ve sessiz bir bahçıvan olup, bahçeyle gizli ilgilenmektedir. Buna rağmen inandığını söyleyen kiĢiye söylenecek tek Ģey “senin var olduğunu iddia ettiğin Ģeyden geriye ne kaldı?” olacaktır. Görünmeyen, dokunulamayan, kokusuz ve sessiz olan bir bahçıvanı, hayali bir bahçıvandan veya bahçıvanın olmamasından nasıl ayırt edebiliriz? Yani bahçıvanın olması ile olmaması arasındaki fark nedir?788

Buradan hareketle Flew, teistik önermelerin olgusal ve bilgi verici olmaktan uzak olduklarını, doğrulama veya yanlıĢlamaya konu olmadıkları için de anlamsız olduklarını iddia etmiĢtir.

Netice itibariyle “Tanrı vardır, Tanrı insanları sever” gibi teistik önermeler, deneye konu olmadıkları ve doğrulanamadıkları için doğrulama ilkesince; aleyhlerine hiçbir deneysel olayın gösterilememesi, onları yanlıĢlamanın herhangi bir yolu ve yöntemi bulunamaması nedeniyle de yanlıĢlama ilkesince anlamsız kabul edilmektedir. Ancak P.L.Holmre‟nin de belirttiği gibi doğrulama ve yanlıĢlama ilkelerinde, teistik önermelerin kendilerine özgü statüleri göz ardı edilmiĢtir. ġöyle ki; teistik önermeler kapsamları bakımından evrensel ve nihai olan önermelerdir. Bilimsel önermeler gibi dünyanın belirli bir bölümünden bahseden spesifik ifadeler değildir. Bu nedenle teizmin gerçekliğinin, nihai olarak anlamlı mı yoksa saçma mı olduğu metafiziksel bir meseledir. Din dilinin mantıki statüsü belirlenirken bu durumun göz önüne alınması gerekir.789

YanlıĢlama ilkesine göre, bir önermenin olgusal olabilmesi için ilke olarak bir gözlem tarafından yanlıĢlanabilir olması gerekmektedir. Bir önermenin ilke olarak yanlıĢlanabilir olması demek, yanlıĢlanabilir olduğunun düĢünülmesinin mümkün olması demektir. Bu ilke, olgusal içeriğe sahip tümel önermelerin anlamlı olduğunun belirlenmesi açısından yararlı olsa da, açık sınıfa ait üyelerle ilgili önermelerin olgusal anlamlılığının belirlenmesinde bir takım sorunlara neden olmaktadır. Çünkü bu tür önermelerin gözlemle yanlıĢlanması mümkün gözükmemektedir. ġöyle ki; “Tüm kuğular beyazdır, tüm yılanlar tek baĢlıdır” önermeleri ilke olarak yanlıĢlanabilir önermelerdir. Mevcut gözlemlerle yanlıĢlanamasalar da, bir gün iki baĢlı bir yılanın ve siyah bir

787

John Hick, a.g.e., s.102; Turan Koç, a.g.e., s.159. 788

Anthony Flew, a.g.m., s. 440. 789

Paul L. Holmre, “The Nature of Religious Propositions”, Religious Language and the Problem of Religious Knowledge, ed. R.E.Santoni, Ġndiana Universty Press, Bloomington-London 1968, s.243.

kuğunun gözlemlenme olasılığı her zaman vardır. Böyle bir Ģeyin olamayacağını ileri sürmek hem doğal, hem de akli açıdan mümkün değildir. Bu yüzden bir önermenin olgusal açıdan anlamsız sayılması için, salt yanlıĢlanamama durumu yeterli bir neden değildir.790

Teistik önermeler içinde benzer bir durum söz konusudur. Yani teistik önermeler de, ilke olarak yanlıĢlanmaya uygun olan

önermelerdir, ancak sonuç alıcı biçimde yanlıĢlanmaları mümkün gözükmemektedir.791

Doğrulama ilkesinde olduğu gibi yanlıĢlama ilkesinde de bir önermenin anlamlı ve objektif olmasının kriteri olarak deneysel olma ölçüt alınmıĢtır. Ancak beĢeri tecrübenin pek çok alanının olgusal anlamda doğrulanabilmesi mümkün olmadığı gibi yanlıĢlanabilmesi de mümkün değildir.

3.3 YanlıĢlama Ġlkesinin EleĢtirisi

Hick, Flew‟in teizmin anlamsız olduğu görüĢünü temellendirmek için ileri sürdüğü “teizmi kesin olarak yanlıĢlayan bir olayın meydana gelmesi mümkün müdür? Teizmle çeliĢen tecrübî bir olay var mıdır yoksa bütün olaylar teizmle uygunluk mu gösterir? sorularına verilen cevapların bir değerlendirmesini yapmıĢ ve bu sorulara cevap aramıĢtır. O, bu sorulara verilen cevapları akognitivist (bilgi verici olmayan) ve kognitivist olmak üzere ikiye ayırmıĢtır.792

Onun akognitivist cevap ile kastettiği, Richard M. Hare‟nin “blik” nazariyesi793

ile R.B. Braithwaite‟ın teistik önermeleri ahlaki olgulara dayandırarak açıklama metodudur. Kognitivist cevap ile kastettiği ise Jan M.Crombie ve Basil Mitchell tarafından bu sorulara getirilen açıklamalardır. Jan M.Crombie ve Basil Mitchell, teistik önermelerin olgusal ifadeler olduklarını ve dini inançlarla sıradan olgusal inançlar arasında farklılıktan ziyade benzerlik bulunduğunu savunmaktadırlar.794

Richard M. Hare‟e göre, insanların olgu ve olayları yorumlamasında, davranıĢlarına da yön veren tutumları belirleyici olmaktadır. Hare, bunu blik diye isimlendirmiĢtir; blik doğrulama ve yanlıĢlamaya açık olmayan sabitleĢmiĢ fikir demektir.795

Hare; teistin inancının, irrasyonel ve saçma olduğunu temellendirecek rasyonel ve deneysel bir delil bulunmadığını belirtmektedir. Teist inandığı Ģeylere, bir takım boĢ ve anlamsız hükümlere dayanarak bağlanmamıĢtır. O, belli ve

790

Turan Koç, a.g.e., s.171-172. 791

Temel YeĢilyurt, “Ġman, Objektivite Ve YanlıĢlanabilirlik”, s.89. 792

John Hick, “Eschatological Verification Reconsidered”, s. 111. 793

J.H.Randal, R.M. Hare‟nin blik nazariyesini daha da geliĢtirmiĢtir. O dini; bilim ve sanat gibi beĢeri bir etkinlik olarak kabul etmekte ve dini açıklarken kültürel fonksiyondan yararlanmaktadır. Din, ahlaki değerlere olan bağlılığı artırdığı gibi hayatın güzelliğinin ve farklı boyutlarının kavranmasını sağlamaktadır. Böylece hayatın idrak edilemeyen, gizemli yönlerinin keĢfini sağlar. Bu açıdan din ile sanat birbirine benzemektedir. Sanatçının evrenin keĢfedilemeyen ve doğrudan algılayamayan güzelliklerini eserlerinde bize sundukları gibi, peygamber ve dini önderler de evrenin idrak edilemeyen yönlerini bize sunmaktadır. Randal; dini, insan doğası ve fiziksel çevre ile sınırlandırmıĢtır. Tanrı‟yı din için gerekli olan zihinsel bir sembol olarak kabul etmiĢ ve gerçek varlığa sahip olduğunu reddetmiĢtir. Ona göre; Tanrı evrenin yaratıcısı değildir, insan düĢüncesinin ürünüdür. Ġnsan düĢüncesinin ürünü olan bir Ģeyin varlığı insanın varlığıyla sınırlı kalacaktır; yani insandan önce var olamayacağı gibi insandan sonrada var olamayacaktır. J.H.Randal, The Role of Knowledge in Western Religion, Boston 1958, s.128-129; John Hick, Faith and Knowledge, s.163-164.

794

Ayrıntılı bilgi için bkz.; Anthony Flew, a.g.m., s.442, Richard B. Braithwaite, “An Empiricist‟s View of the Nature of Religious Belief”, s. 72 vd.; John Hick, Philosophy of Religion, s.97-98; Uslu, a.g.e., s. 5; Koç, a.g.e., s.217. 795

köklü bir tutum (blik) içindedir; inancı anlamını bu tutumundan almaktadır. Ġnananın kendisine son derece anlamlı gelen ve kendisine göre hareket ettiği tutum, bir zihin ve ruh durumunun yansımasından ibarettir. Bu tutum, yapmacık bir tutum değildir; sahibi için son derece anlamlı ve önemli olan, onun hayat tarzını oluĢturan, tecrübelerini kendisine göre yorumladığı bir ilkedir, “zihin hali”dir. Gündelik hayatımızdaki kabullerimize ve fiziksel evrenin mevcut yapısını devam ettireceği inancına göre hareket etmemiz birer bliktir. Bu anlamda blik; bir izah tarafından varsayılan ve içinde kozmolojik iddia barındırmayan, evrene karĢı takınılan köklü bir tutumdur.796

Hare, bliki Ģöyle bir örnekle açıklamaktadır. Akıl hastası biri, çevresindeki bütün insanların kendisini öldürmek istediğine inanmaktadır. ArkadaĢlarının bütün çabalara ve kendisine sunulan karĢıt delillere rağmen bunun doğru olmadığına ikna edilememektedir. Öldürülmeye çalıĢıldığına öylesine inanmıĢtır ki, hiçbir delil onu bu inancından vazgeçirememektedir. Bu inanç onun için bir blik haline gelmiĢtir; herhangi bir Ģeyi bu inancının aksine yorumlaması mümkün değildir. Bu blik onun için, nesne geçmiĢte nasıl ise gelecekte de öyle olmaya devam edeceğine olan inanç gibi sabit ve sarsılmaz bir inanç haline gelmiĢtir. Hare, teistin durumu bu kiĢinin durumuna benzetmektedir. Teistin konuĢmasının mantığıyla, onun konuĢmasının mantığı aynıdır. Hare‟nin dikkat çektiği bir diğer husus, inanan ile inanmayanın durumunun blik içinde olmaları bakımından benzerlik göstermesidir. Onların ayrıldıkları nokta; inanan doğru blike sahipken, inanmayan yanlıĢ blike sahip olmasıdır. Dolayısıyla burada önemli olan doğru blike sahip olabilmektir. Akıl hastasının bütün insanların kendisini öldürmek istediğine inanması yanlıĢ, arkadaĢlarının bunun doğru olmadığına inanması doğru blike örnektir.797

Hare‟e göre, blik kognitif unsurlardan ziyade, egzistansiyel unsurların öne çıktığı bir yaĢam tarzı olduğundan burada doğrulama ve yanlıĢlama faaliyetlerinin bir önemi yoktur. Onlar doğruluk ve anlamlılığını, inananın hayatında oynadığı rol ve fonksiyondan almaktadır. Teistik önermelere gelince, onlar teistin evreni görme ve algılama biçimleriyle ilgili yorumlarıdır. Hiçbir Ģey onları bu yorumlarından vazgeçirememektedir. Bir baĢka ifadeyle onlara göre, hiçbir Ģey dinin aleyhinde yorumlanamaz. Bu durum inancın tabiatından kaynaklanmaktadır, bu yüzden inancın tecrübî olarak doğrulama ya da yanlıĢlamaya tabi tutulması veya doğru ve yanlıĢ Ģeklinde nitelendirilmesi hatalı olacaktır. Dolayısıyla teistik önermeler, olgusal açıdan gibi görünseler de, onları tamamen anlamsız kabul edilmesi doğru değildir.798

Flew; blik nazariyesinde teistik önermelerin evrenle ilgili gerçek iddialar olarak kabul edilmediğini belirtmiĢtir. Burada teistik önermeler bliksel “deyim” (expression) ya da “tasdik”

796

R.M.Hare, “Theology and Falsification”, Classical and Contemporary Readings in the Philosophy of Religion, ed.