• Sonuç bulunamadı

JOHN HICK’TE ĠNANCIN RASYONELLĠĞĠ PROBLEMĠ

2.8 Din AnlayıĢı

Filozofların iman ve vahiy anlayıĢları, inanç esaslarının ve özellikle Tanrı‟nın varlığına olan inancın rasyonel olarak temellendirilip temellendirilemeyeceği konusundaki düĢünceleri

549

sahip oldukları din ve Tanrı anlayıĢlarına göre ĢekillenmiĢtir. Birçok din vardır ve bu dinlerin Tanrı, evren ve insan hakkındaki görüĢleri birbirinden farklıdır. Buna bağlı olarak da farklı din ve Tanrı tasavvurları ortaya çıkmıĢtır. Hick‟in Tanrı‟nın varlığının delillerle temellendirilip temellendirilemeyeceği konusundaki görüĢlerini anlayabilmemiz için onun nasıl bir din ve Tanrı tasavvuruna sahip olduğunu bilmemiz konunun anlaĢılması açısından faydalı olacaktır.

Hick‟e göre, dinin herkes tarafından kabul gören evrensel bir tarifini yapmak mümkün olmamakla birlikte fenomenolojik yansımalarından hareketle geçerli kabul edilebilecek bir tarifi yapılabilir.550 Bu bağlamda din: “Fiziksel olmayan, aĢkın bir Tanrı ya da tanrılarla, mutlak bir nizam ya da süreçle kurulan iliĢki sonucu ĢekillenmiĢ olan bir hayat tarzı ve dünya görüĢüdür”.551 Yahudilik, Hıristiyanlık, Ġslam ve Hinduizm gibi büyük dünya dinleri bu tanımın kapsamına dâhilken, Marksizm gibi seküler sistem ve inançlar bu tanımın dıĢında kalmaktadır. Hick, dini insani ya da zihinsel faaliyetlerin ürünü olarak açıklayan natüralist anlayıĢları ise, din gerçeğini tam olarak yansıtmaktan uzak bulmaktadır. Bu anlamda Hick‟in din tanımı kapsamına, Tanrı ile güvenilir iliĢkilerin kurulduğu, yoğun dini tecrübelerin ürünü olan, insanlık adına önemli inkılâplara yol açan, yıllardır ibadetlerle test edilen, milyonlarca takipçisi bulunan ve günümüzde inanılmaya devam edilen büyük dünya dinleri girmektedir.552

Bu dinler, tek ve nihai olan Mutlak hakikatin değiĢik Ģekillerdeki tasavvurlarının farklı kavramlarla ifade edilmesinin ve ona karĢı nasıl mukabelede bulunulacağının göstergeleridir.553

Hick dinleri, yoğun dini tecrübe anında Mutlak Varlığın etkisiyle oluĢmuĢ olan, empirik ve daima geliĢen inanç sistemleri olarak görmektedir. Ona göre, dinin kaynağı mistik tecrübenin yoğunlaĢtığı bu anlardır. Dinler, Mutlak Varlığın insan ruhunu doğrudan veya dolaylı olarak etkilemesi, bazı mümtaz ve duyarlı kiĢileri kendi varlığı, insanın ve evrenin var oluĢ anlamı hakkında bilgilendirmeye baĢlaması sonucu ortaya çıkmıĢtır. Bu bilgi, Nihai Gerçekliğin hayatımızdaki yeri ve önemiyle ilgilidir. Bu bilgiye zihin, bilinçli bir cevap verebilmek için onu içsel ya da dıĢsal sezgiye ve sese dönüĢtürmektedir. Böylece Hick‟e göre, duyular üstü olan bilgi, dini tecrübe anındaki mistiğin zihinsel durumuna ve idrakine uygun bir tecrübeye dönüĢmektedir.554

Bu bağlamda büyük dini gelenekler, Nihai Gerçeklikle iliĢki kurabilecek kabiliyete olan seçilmiĢ kiĢiler tarafından kurulmuĢtur. Örneğin; Gautama, Konfiçyüs, Ġsa ve Muhammed bu seçkin kiĢilerdendir. Bunlar Nihai Gerçeklikle birinci dereceden iliĢki kurarak dinlerin oluĢum süreçlerini baĢlatmıĢlardır. Nihai Gerçeklikle ikinci dereceden iliĢki kuran Guru

550

John Hick, Philosophy of Religion, s.3. 551

John Hick, God and Universe of Faiths, s.133. 552

John Hick, a.g.e., s.141; Adnan ASLAN, Dinler ve Hakikat, s.54. 553

John Hick, “Religious Pluralism”, The Encyclopedia of Religion, Mircae Eliade, New York 1987, c.XII, s.331. 554

Nanak, Joseph Smith, Mary Baker Eddy, Bahaullah, Kimbangu ve Mokiçhi Okada gibi kiĢiler ise daha küçük gelenekleri veya büyük geleneklerin Ģubelerini kurmuĢlardır. 555

Hick‟in din anlayıĢının temelinde, genel epistemoloji anlayıĢına da hâkim olan tecrübe bulunmaktadır. Ona göre dinler, yoğun dini tecrübe anında Mutlak Varlıkla kurulan iliĢki neticesinde bir takım gerçekliklerin ondan öğrenilmesiyle ortaya çıkmıĢtır. Dinlerin oluĢumu hakkındaki böyle bir açıklama, Ġlahi dinler açısından değerlendirildiğinde kabul edilebilir bir açıklama olarak gözükmemektedir. Çünkü ilahi dinlere göre din, Allah‟ın peygamberlerine ilahi gerçeklikleri vahyetmesi sonucu ortaya çıkmıĢtır. Vahyetme sürecinde Allah aktif, vahyin alıcısı peygamberler ise pasiftir. Hick‟in din anlayıĢında ise bu iliĢkinin kimin sayesinde ve iradesiyle kurulduğu tam olarak açıklanmamıĢtır. Aktif olan Tanrı mı yoksa insan mı belli değildir.

Hick‟e göre; Ġslâm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm ve Budizm gibi büyük dini gelenekler “dinî tecrübenin ırmaklarıdır”. Ġnsan kültürünün birer yaratmaları olarak tarihsel süreçte ortaya çıkmıĢlardır. Dinlerin oluĢum sürecinde, fiziksel ve insani unsurların önemli rolleri bulunmaktadır.556

ġöyle ki; hayvancılıkla geçimini sağlayan Mezopotamya halkı, ilahi olanı çölde yaĢayan bir çoban olarak tasavvur ettiğinden Tanrı kavramına “kral ve baba” karakterini yüklemiĢlerdir. Ġndus Vadisi‟nde geçimini tarımla sağlayan halkın hayatında verim ve bereketle ilgili kavramlar hâkim olduğundan, Tanrı kavramları da bu bağlamda ĢekillenmiĢtir.557

Dinler varlık ve sürekliliklerinin Nihai Gerçekliğe bağlı olması açısından benzerlik gösterseler de tarihi ve kültürel alandaki tecrübeler farklı dini geleneklerin oluĢmasına yol açmıĢtır. Dolayısıyla dini tecrübenin mahiyeti içinde yaĢanılan kültürel ve sosyal ortama göre Ģekillenmektedir. Bu yüzden ortaçağda ortaya çıkan bir dinin konumu ve toplumsal tezahürü ile günümüzde ortaya çıkan dinin tezahürü aynı olmayacaktır.558

Hick, bu durumu fil ile körler arasında geçtiği anlatılan hikâyeden yararlanarak açıklamamıĢtır. ġöyle ki; hayatlarında hiç fille karĢılaĢmamıĢ birkaç kör bir filin yanına getirilir. Bu körlerden biri filin bacağına dokunur ve filin büyük bir sütuna benzediğini söyler. Hortumuna dokunan bir diğer kör filin büyük bir yılana benzediğini, bir diğeri kuyruğuna dokunduğu için filin bir ipe benzediğini söyler. Buradaki tanımlamalardan hiç birine yanlıĢ diyemeyiz. Bu tanımlarda filin belli bir bölümünü esas alınarak açıklama getirilmiĢtir. Körlerin tanımlarının dıĢına çıkmaları mümkün değildir; onlar böyle bir imkândan yoksundurlar. Hick, dini geleneklerin farklılığını körlerin durumuna benzetmiĢtir; ona göre, her dini gelenekte Nihai Gerçekliğin farklı bir yönü dile getirilmiĢtir.559

Ancak buradan hareketle dinin insanların zihinlerinde ürettikleri bir

555

John Hick and H.G.Wood “On Grading Religions” Religious Studies, volume 17, Cambridge University Press, December 1981, s.457-458.

556

John Hick, God and Universe of Faiths, s.134-135. 557

John Hick, a.g.e., s.125. 558

John Hick, a.g.e., s.146. 559

olgu olduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Bilakis Hick, aĢkın bir Hakikat/Gerçek‟in varlığına ve onun müstesna insanlara dinî tecrübe anında iliĢki kurduğuna inanmaktadır. Bu bağlamda din empirik olan ve daima geliĢen inanç sistemleridir.560

Hick‟e göre, insanlarda “doğuĢtan getirilen dini bir eğilim” (innate religious tendency) bulunmaktadır, bu eğilim insanda dini bilincin oluĢmasının önemli etkenlerinden biridir. Dini eğilim, evrensel bir eğilimdir; Hick‟in insanı “ibadet eden hayvan” (naturally religious animal) olarak tanımlamasının nedeni budur. Bu eğilim her ne kadar modern insanı dini hayat yaĢamaya zorlamasa da, onu dine yönlendirmektedir.561

Bu bağlamda Hick‟e göre, dini tercihte belirleyici olan en önemli unsurlar fıtrat ve ailedir.562

Ġnsanların hangi dini seçtiklerinde ve hangi dine inandıklarında iradelerinin değil de nerede ve ne zaman doğdukları belirleyici olmaktadır. Örneğin Mısır veya Pakistan‟da doğan biri Müslüman bir anne ve babadan dünyaya gelmiĢse muhtemelen Müslüman olacak ve Tanrı ile Ġslami gelenekler doğrultusunda iliĢki kuracaktır. Tibet, Sri Lanka ya da Japonya‟da dünya gelen biri Budist bir ailenin mensubu olarak dünyaya gelmiĢse Budist; Hindistan‟da Hindu bir ailenin mensubu olarak dünyaya gelmiĢ ise Hindu; Avrupa ve Amerika‟da Hıristiyan bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiĢ ise muhtemelen Hıristiyan olacaktır. Bunların her biri mensubu olduğu dini geleneğe göre Tanrıyla iliĢki kuracaktır.563

Mensubu olarak dünyaya geldiğimiz din, bizi kendi yapısına uygun olarak Ģekillendirecektir; netice itibariyle o bize, biz de ona uygun hale geliriz. Bu yüzden tarafından ĢekillendirilmiĢ olduğumuz dini gelenek bize doğru, hakiki, bağlayıcı ve diğerlerinden daha üstün gelir. Ancak böyle bir kanaat genel olarak herhangi bir delil ve argümana dayanmamaktadır.564

Dini geleneklerin hakikat iddialarına dayanılarak değiĢik inanç sistemlerinin geliĢtirildiği inkâr edilemez bir vakıadır. Bu geleneklerin bazılarına göre Tanrı kiĢiseldir (personel), bazılarına göre ise kiĢisel değildir (non-personel). Burada Ġlahi varlığın, dini tecrübenin değiĢik çeĢitleriyle ilgili olan, buna bağlı olarak değiĢik inanç sistemleri zuhur eden değiĢik idraklerinin olduğu sonucu çıkmaktadır.565

Ancak dini geleneklerin Nihai Gerçekliğe yönelik birer cevap olması ve insanlığın kurtuluĢu için sunulmuĢ olması hepsinin aynı olduğu, aynı Ģeyi söylediği, aynı manevi uygulamaları takip ettiği ya da özdeĢ ahlaki kurallara ve kültürel yaĢam tarzlarına sahip olduğu anlamına gelmektedir.566

Sonsuz gerçekliğin sonlu tasvirleri olan, büyük dini geleneklerce çizilen

560

Adnan Aslan, “Batı Perspektifinde Dini Çoğulculuk Meselesi”, Ġslam AraĢtırmaları Dergisi, s.2, 1998/1, s.157; Adnan Aslan, Dinler ve Hakikat, s.55.

561

John Hick, Faith and Knowledge, s.136; John Hick, Philosophy of Religion, s.3. 562

Adnan Aslan, a.g.e., s.127. 563

John Hick, “Is There Only One Way to God?”, Theology, 1980, s.4; John Hick, God Has Many Names, Macmillan Press, London 1980, s.44; John Hick, Ġnançların GökkuĢağı, s.27. “Eğer Hindistan‟da doğmuĢ olsaydım, muhtemlen Hindu; Mısır‟da doğmuĢ olsaydım Müslüman; Sri Lanka‟nda doğmuĢ olsaydım Budist olurdum. Fakat Ġngiltere‟de doğdum, bu yüzden tahmin edilebileceği üzere bir Hıristiyan‟ım”. Hick, John, Philosophy of Religion, s.109.

564

John Hick, Ġnançların GökkuĢağı, s.44. 565

John Hick, a.g.e., s.58. 566

kavramsal haritalar kendi farklı projeksiyonları bağlamında hemen hemen aynı derecede güvenilirdir. Bu yüzden evrendeki yaĢamımız boyunca bize rehberlik yapmada da aynı derecede faydalıdır. Çünkü bizim evrendeki kutsal yolculuk sürecimiz esnasında, Gerçekliğe yönelik beĢeri cevabımızdır.567

Dolayısıyla Mutlak ve aĢkın numenal varlığın fenomenal yansımaları olan dini geleneklerin her biri doğrudur ve bunlardan birine inanan kurtuluĢa erecektir.568

GörünüĢteki farklılıklar, insanların ilahi olanla ilgili tecrübelerini kültürel ve tarihsel Ģartlar nedeniyle birbirinden farklı yorumlamalarından kaynaklanmaktadır.569

Nihai Gerçekliğin belli bir yönünü anlatan dini geleneklerin her biri, kendi baĢına Gerçekliğin sonsuz doğasını tam ve ayrıntılı olarak ortaya koyamaz.570

Dinî tecrübenin mutlak kaynağı olan, bir Gerçek, ilahi bir realite vardır. Ancak hiçbir dinî gelenek Gerçek‟in doğrudan kavranıĢına sahip değildir. Tanrı‟yı kavrama ve tecrübe etme konusunda her bir din kendince otantik bir metot ortaya koymakla birlikte Gerçek, bütün tanımlamaların ötesindedir.571 Dini tecrübe anında Mutlak‟ın bizzat zatı ile değil de, kültürel tezahürlerinden biriyle muhatap olunmaktadır. Dolayısıyla Mutlak hakkında kendi geleneksel verilerini kesin doğru kabul etmek, dini tecrübe anındaki kendi tahayyül ve tasavvurlarını mutlaklaĢtırmak anlamına geleceğinden doğru değildir.572

Ġlahî ilhama açık kiĢilerin getirdiklerinin doğruluğunu anlamanın bazı yolları vardır. Bunlardan birisi ahlaki kriterlerdir, yani dini liderlerin davalarındaki samimiyetlerinin bir iĢareti olarak ahlaki mükemmelliği hayatlarında gerçekleĢtirmiĢ olmaları gerekir. Diğer bir yol, getirdikleri mesajın orijinal, heyecan verici ve etkileyici bir vizyona sahip olmasıdır. Aynı zamanda mesajın, kendisine geldiği toplumun kültürel ve kavramsal değerlerine yabancı olmaması gerekir. Mesaj ve onu getirenin insanın gönül ve zihinleri etkileyebilecek yeteneğe sahip olması gerekmektedir.573

Hick, dinlerin doğruluğunun veli yetiĢtirip yetiĢtirememesinden de anlaĢılabileceğini belirtmiĢtir. Ancak Ġslam, Hıristiyanlık ve Hinduizm gibi büyük dinlerin bu kritere göre karĢılaĢtırılmalarına karĢı çıkmakta, “en fazla veli yetiĢtiren en doğrudur” gibi bir anlayıĢı doğru bulmamaktadır.574

Hick‟in, tutarlı ve geçerli bir din olgusu sunamadığı iddia edilmektedir. A. Arslan‟ın da belirttiği gibi Hick‟in din teorisi, tarihsel Ģartlara göre Ģekillendiği için nihai planda izafi olduğu söylenebilir.575

Epistemoloji anlayıĢında “vahyedilmiĢ hakikat” düĢüncesine karĢı çıkan Hick, dinlerin mutlak hakikat iddialarının Mutlak‟tan ziyade, bireyin sübjektifliğinden kaynaklandığını

567

John Hick, a.g.e., s.61. 568

Adnan Aslan, “Batı Perspektifinde Dini Çoğulculuk Meselesi”, s.157. 569

John Hick, God and Universe of Faiths, s.146. 570

John Hick, a.g.e., s.140. 571

Mevlüt Albayrak, “Dinî Çoğulculuk Hipotezi”, Tabula Rasa, s. 7, 2003/1, s.79. 572

Adnan Aslan, Dinler ve Hakikat, s.62. 573

John Hick, “On Grading Religions”, s.458-460. 574

John Hick, An Interpretation of Religion, s.307. 575

ve tarihsel süreç içersinde doğrulamaları sonucunda ortaya çıktığını iddia etmektedir. Yani dinlerin mutlak gerçeklik iddiasının kaynağı, ilahi objektiflikten ziyade insani sübjektifliktir.576

Empirik bir düĢünür olan Hick, dinlerin doğruluğunu anlamanın kriteri olarak tecrübi bir kriter ileri sürmektedir. O, ahlaklılık ve veli yetiĢtirme özelliğini dinlerin doğrululuğunun temel kriteri olarak kabul etmiĢtir. Ancak bir dinin doğruluğu olumlu empirik yansımaları olmasından ziyade ilahi bir kaynaktan gelip gelmediğine ve aslının ne kadar muhafaza edilebildiğine bağlıdır.