• Sonuç bulunamadı

JOHN HICK’TE ĠNANCIN RASYONELLĠĞĠ PROBLEMĠ

2.1. Bilgi AnlayıĢı

Hick‟e göre, insanoğlunun bildiği her ne varsa felsefede bu bildiklerinin iki kaynaktan geldiği kabul edilmiĢtir. Bu kaynaklardan biri rasyonalizm tarafından benimsenmiĢ olan akıl,

352

Adnan Aslan, Dinler ve Hakikat J.Hick ve S.H.Nasr'ın Felsefesinde Dini Çoğulculuk, Ġsam Yay., Ġstanbul 2006, s.101.

diğeri ise empirizm tarafından benimsenmiĢ olan tecrübedir.353

DüĢünce tarihi incelendiğinde aklı esas alan rasyonalizm ile tecrübeyi esas empirizmin en güçlü ve en çok taraftar bulunan iki akım olduğu görülmektedir. Bu akımlar tarafından bilgi kaynağı olarak benimsenen akıl ve tecrübe önemli iki bilgi kaynağımız olmakla birlikte bilgi kaynaklarımızın bu ikisiyle sınırlandırılması ve felsefi düĢüncede bu iki kaynaktan baĢka kaynak kabul edilmediğinin söylenilmesi doğru değildir. Çünkü felsefi düĢüncede duyumu bilgi kaynağı olarak kabul eden sansualistler (Condillac) ile sezgiyi bilgi kaynağı olarak kabul eden intuitionistler de (Bergson) bulunmaktadır.

Hick; metodik Ģüpheye dayanan rasyonalizmin Descartes‟an günümüze kadar batı felsefe geleneğine hâkim olan düĢünce akımı olduğunu belirtmiĢtir. Bu akıma göre; akıl, doğrudan bilgi elde edebildiği gibi düĢünceler arasında kıyaslama yaparak da bilgi elde edebilir. ġöyle ki; zıt olan hallerin aynı yerde aynı anda bulunamayacağını, birbirine benzeyen iki Ģeyden birinin üçüncü bir Ģeye benzemesi durumunda diğerinin de ona benzeyeceğini nasıl bildiğimizi açıklarken ya bunların apaçık doğrular olduğunu ya da aklımızla öyle kavradığımızı söyleriz. O halde biz, sadece düĢüncede var olan Ģeyleri biliriz. Rasyonalizme göre, tecrübe tutarlı ve objektif bilgi sağlayamaz; bilgi fikir, ilke ve kanunlardan ibarettir. Duyu organları aracılığıyla elde edilen dokunma, görme, duyma, tatma ve koklama gibi tecrübî veriler sadece bilgi için ham madde oluĢtururlar. Bu verilerin bilgi halini alabilmesi için akıl tarafından sistemleĢtirilmesi gerekmektedir.354 Hick; hiçbir tecrübî veriye dayanmayan, doğrudan kavranan bazı bilgiler olduğunu kabul etmekle birlikte, epistemoloji anlayıĢında empirist yaklaĢımı benimsemiĢtir. Ona göre, bilimsel ve dini bilgi elde etmenin en güvenilir yolu tecrübedir.

Hick; bir takım formül ve ilkelerin zorunlu bilgisini veren matematik ve mantık gibi bilimlerin sağladığı bilgilerin biçimsel bilgiler olduğunu belirtmektedir. Ona göre, rasyonel yol kendisini varlığı güçlü bir Ģekilde kanıtlanabilir olan analitik ve totolojiksel hakikatlerle (truths) sınırlamaktadır.355

Biz olgu ve var oluĢu sadece mantık ile ispatlayamayız, bunları tecrübe sayesinde bilebiliriz. ġöyle ki; iki artı ikinin dört ettiği delille kesin bir Ģekilde doğrulanabilir. Ancak içinde yaĢadığımız nesneler dünyasına ait obejler; bu bir masadır, o ağaçtır ve Ģunlar insandır, Ģeklindeki olgular duyu algısından bağımsız olarak bilinemez. Dolayısıyla rasyonalist yol fiziksel evrenin bilgisini sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Onun sağladığı bilgiler, kavramsal anlamlar dünyasıyla ilgilidir. Rasyonalizm, rasyonel bilgi elde etme süreci olmaktan uzaktır, tam tersine irrasyonel bir süreçtir. Rasyonel bilgi sağlayan metot, empiristler tarafından savunulan

353

John Hick, Philosophy of Religion, Prentice-Hall Inc., Englewood Cliffs 1963, s.68. 354

John Hick, a.g.e., s.68-69. Cafer Sadık Yaran, “John Hick‟in Din Felsefesinde Dinsel Çoğulculuk”, Ġslam ve Öteki: Dinlerin Doğruluk/Kurtarıcılık ve Bir Arada YaĢama Sorunu, ed. C.S.Yaran, Kaknüs Yay., Ġstanbul 2001, s.133. 355

tecrübeye dayalı metottur. Hick‟e göre, bu metot Kutsal Kitab‟ın sistemleĢtirilmemiĢ epistemoloji anlayıĢıyla da uygunluk arz etmektedir.356

Hick bilginin, Platondan neredeyse günümüze kadar, “(Antik Felefesede) gerçekliğin (reality) veya (modern felsefede) hakikatin (truth) doğrudan ve Ģüphesiz bir Ģekilde kavranması (acquaintance)” olarak tanımlandığını belirtmiĢtir. Ona göre bu tanım, en baskın duyumuz olan görme (vision) duyumumuzdan hareketle yapılmıĢtır. Bu anlamda bilgi; görmenin (seeing) genelleĢtirilmesi, varlığın görünümünün basit bir sezgiyle (simple intuition) anlamlandırılması demektir. Burada bilme ile zan ve inanmanın birbirinden nasıl ayırt edileceği sorusu ortaya çıkmaktadır. Modern bir Platonist olan A.E.Taylor, bu soruya görü ile (by being vision) cevabını vermiĢtir. Burada bilgi, zihinsel görü (intellectual vision) kavramıyla açıklanmıĢtır. Böylece “gerçeğin doğrudan kavranması” (kusurlarından ayırt edilmiĢ olarak) Ģeklindeki bilgi anlayıĢı yerini, “kendiliğinden açık veya zorunlu doğru olan önermelerin hakikatinin (truth) farkına varılması” anlayıĢına bırakmıĢtır. Bu anlayıĢ neticesinde herhangi bir Ģeyi bilmenin, onu ispat etme ile aynı anlama geldiği oldukça kabul gören bir dogma haline gelmiĢtir.357

Hick‟e göre, böylece Ortaçağın sonlarında Descartes ile birlikte baĢlayan, bilginin nesnesi kabul edilen Platonik idealardan önermelere olan kayma tamamlanmıĢtır.

Hick, buradaki her iki teoride kendiliğinden doğru olma ve yanılmazlık (self- authenticating and infallible) prensibinin bilginin merkezi ilkesini teĢkil ettiğini belirtmiĢtir. Bilgi, bu özelliği sayesinde inanmadan kesin bir Ģekilde ayrılmaktadır. Bu anlamda bilmek; gerçek ya da hakikatle (fact or truth) karĢılaĢmak ve onunla karĢılaĢıldığının farkında olmak demektir. Bilgi de, tanımı gereği yanılmanın olmadığı (infallible) bir durum dile getirilmektedir. Bir Ģey hakkında bilgi sahibi olunduğunda, o Ģeyin bilindiğinin bilincinde olunması bilgide bulunması gereklilik arz eden kriterlerdendir. Cook-Wilson‟un ifade ettiği gibi bir bilgi süreci olan bilinç, bilgi süreci içersinde yer alması gereken bir bilgi sürecidir. Bu yüzden bilme eyleminde harici bir kritere ihtiyaç yoktur. Bilgi kendi kendini kapsayan (a self-contained) bir süreçtir, dıĢarıdan bir onaylamayı gerektirmemektedir. Yeterli ve kendiliğinden onaylı otoritesiyle (sufficient and self- certificating authority) kendi ıĢığı içinde parlamaktadır.358 Yani bilginin doğruluğu konusunda harici faktörlere ihtiyaç duyulmaz, bilgi doğruluk kriterini kendi içinde taĢımaktadır.

Hick‟e göre, son zamanlardaki birçok epistemolog tarafından da vurgulanan bu fikirler, burada temel alınan öncüllerle tutarlılık arz etmektedir. Aynı zamanda böyle bir hisle bilgiye sahip olunmadıkça kesinlikten söz edilemeyeceği, inançlarımıza ya da hayatımıza rehberlik edecek Ģeyi üzerine inĢa edeceğimiz sabit bir noktanın kalmayacağı tezinin de bu teorinin lehine değerdirilmesi gerekmektedir. En azından bilginin bazı öğelerinde hiçbir Ģüphenin bulunmadığı

356

John Hick, a.g.e., s.69-71; 357

John Hick, Faith and Knowledge, s.200-201. 358

kabul edilmedikçe, tüm düĢüncelerin farklı olacağı sonsuz bir izafiyete mahkûm edilmiĢ oluruz. Bu teori bağlamında hiçbir Ģeyin kesin olarak bilinemeyeceği iddiası bütün bilgilerin reddiyle aynı anlama gelmekte olup, böyle bir iddia kendi kendisiyle çeliĢmektedir.359

Hick bu bilgi anlayıĢını, bilgi gerçeğini tam olarak yansıtmadığı için hatalı bulmaktadır. Ona göre, bu tür bir bilgi anlayıĢı ancak yanılmazcı bir teori ya da bilgi tanımı olarak kabul edilebilir.

Yanılmazcı (infallibilist) düĢünürler, olguları (facts) esas alıp, iĢlenmiĢ biliĢsel tecrübeleri (treating our cognitive experiences) olguların tanımlanmıĢ, karĢılaĢtırılmıĢ ve sınıflandırılmıĢ verileri kabul etmek yerine; bilgiyi a priori ideal bir kavram olarak tanımlamıĢlar ve tecrübenin bu bilginin örmeği olması gerektiğini farzetmiĢlerdir. Böylece sahip olduğumuz bilgi hissinin gerçekte ne olduğunu tetkik eden bir model yerine, o hissin ne olduğunu kesin olarak belirlemeye çalıĢan epistemolojik bir model ortaya çıkmıĢtır. Bilgi insan tabiatından tamamen soyutlanarak, ruhsal ya da tanrısal aklın fonksiyonuyla meydana gelen yargı haline dönüĢtürülmüĢtür. Böyle bir anlayıĢının doğru ve baĢarılı kabul edilmesi mümkün değildir. Epistemoloji anlayıĢlarında, epistemolojik düĢüncelerimiz ile zihinsel güçlerimizin iliĢkilendirilmesi gerekmektedir. Ġnsan tabiatı itibariyle bilgi sahibi olmaya elveriĢli biliĢsel bir donanımla donatılmıĢtır ve bu biliĢsel donanımı sayesinde bilebilmektedir. Bu tabiatımızın dıĢına çıkılarak, dıĢarıdan bir belirleme yapılamaz; her halükarda kendi tabiatımıza göre hareket etmeliyiz. O halde tüm biliĢsel faaliyetlerimiz izafidir, kaçınılmaz bir Ģekilde sübjektif unsurlar içermektedir. 360

Hick‟e göre, geleneksel idealizmin bilgi kavramı spekülatif olduğu gibi kendi kendisiyle de çeliĢmektedir. Burada bilgi, ortak insani tecrübeyle bütün iliĢkisinin koparıldığı metafiziksel bir asilzadeliğe yükseltilmiĢ ve neredeyse tüm somut idrak örnekleri inançtan daha düĢük bir seviyeye indirgenmiĢtir. Bilginin, hakikatin (veya gerçekliğin, reality) mutlak tanınması olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bilgi olarak isimlendirilen zihinsel aktivite ya da durumların, hatadan tamamen bağımsız olduğunu mutlak olarak garanti edecek veri bulunmamaktadır. A.E.Taylor‟ın belirttiği gibi bazen gerçeği (fact) bilmediğimiz halde bildiğimizi zannederiz, bazen duyumlarda meydana gelen halüsinasyonlardan dolayı hafızamızda hata oluĢabilir.361

Yani obje, doğru bir Ģekilde algılanabildiği gibi illüzyon ve halüsinasyon gibi bazı psikolojik faktörlerin devreye girmesiyle yanlıĢ da algılanabilmektedir. Bu yüzden duyumların sağladığı veriler bizi yanıltabilmektedir.362

Dolayısıyla bildiğimizi zannettiğimiz bir konuda bazen hatalı olabileceğimizin, kaçınılmaz bir ilke olarak kabul edilmesi gerekir. Bilme ile hatalı olma halleri psikolojik olarak ayırt edilememektedir. Bilgiyi inançtan ayıracak psikoloji bir kriter bulunmadığı gibi algı ve belleği hayalden ayıracak bir kriter de bulunmamaktadır. Cook Wilson‟un ifadesiyle;

359

John Hick, a.g.e., s.202. 360

John Hick, a.g.e., s.202-203. 361

John Hick, a.g.e., s.203. 362

John Hick, An Interpretation of Religion, Human Responses to the Trancendent, Macmillan Academic and Professional LTD., London 1989, s.213.

ulaĢtığı sonuç hakkında tam bir kanaate sahip olan kiĢinin, delilleri hatalı olması durumundaki ruh hali ile delilleri gerçekten o Ģeyi kanıtladığı durumdaki ruh hali arasında bir fark yoktur. Bu yüzden “aslında bilmediği bir konu hakkında, kendisine bildiği gibi gözüktüğünden dolayı kiĢi o konuyu bildiği yanılgısına düĢebilmektedir. O halde bilginin, kendinden-doğrulanmıĢ (self- authenticating) olması kabul edilemez”.363

Hick‟e göre, yanlıĢlıkla bildiğimizi düĢünebilmemizin mümkün hale gelmesi için bilginin kendiliğinden yeterli ve kendiliğinden-garantili zihinsel görü (self-sufficient and self-guaranteeing intellectual vision) olduğu iddiasından vazgeçilmesi gerekir. Hakikate sahip olduğumuzu söyleyebilmek için yeterli nedenimiz bulunmamaktadır, hatta hakikate sahip olduğumuzu bilemeyiz bile. O halde bizim sahip olduğumuz bilgi değil, bilakis doğru inançtır (true belief).364

Ġnsan bilginin kaçınılmaz unsurlarından biri olduğu ve bilgi olayında muhakkak surette yer aldığı için, hiçbir hata ihtimalinin bulunmadığı bilgiye ulaĢmak mümkün gözükmemektedir. Aynı zamanda bilgi elde etme sürecinde, bize hata yapmama garantisini veren herhangi bir zihinsel veri de bulunmamaktadır. Bilme; “görme veya gerçekle karĢı karĢıya gelme durumu” olarak kabul edildiğinde, bilinilen Ģeyin doğruluğu baĢtan garanti edildiğinden kiĢinin hatalı bildiğini düĢünmesi imkânsız hale gelecektir. Ancak asıl imkânsız kabul edilmesi gereken Ģey, bir Ģey hakkındaki bilginin hatalı olabileceğinin imkânsız görülmesidir.365

Burada Hick‟in, sofistler gibi hiçbir konuda kesin bilgiye sahip olunamayacağı görüĢünde olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü Ona göre, sofistlerin argümanı üzerinde ayrıntılı olarak durmaya gerek bile yoktur. Sofistlerin argümanının gücü tamamen yüzeyseldir.

Herkes için geçerli olabilecek bir bilgiye ulaĢılamayacağına, bilgi kiĢiden kiĢiye değiĢtiğine göre hiçbir konuda bilgiye sahip olamayacağımızı bildiğimizi nasıl söyleyebiliriz? Hick‟e göre; ideal anlamda hiçbir Ģeyin bilinemeyeceği Ģeklindeki septik iddianın yanlıĢlığı ortaya konulduğunda buradaki problem ortadan kalkacaktır. ġöyle ki; sofistler hakikat (truth) denen bir Ģey olmadığını, baĢka bir tabirle doğru (true) önerme olmadığını iddia etmektedirler. Burada idrakin (cognitions) yanılabilir inanç ve yanılmaz bilgi Ģeklindeki iki baĢlık altında ele alınan geleneksel sınıflandırılması reddedilmiĢtir. Onlara göre idrak, inanmadan oluĢtuğundan yanılabilirdir. Böyle bir inanç anlayıĢı kendi mantığı içerisinde değerlendirildiğinde herhangi bir döngüsellik ya da tutarsızlık (circularity or inconsistency) söz konusu değildir. Ancak Hick‟e göre, John Laird‟in (1887-1946) belirttiği gibi septisizmin hatalı olduğu görüĢü uzun zamandır canlılılığını korumaktadır. ġöyle ki; hiçbir Ģeyin bilenemeyeceğinin bilinmesi septik iddia ile çeliĢmektedir ve herhangi bir Ģeyin mantıksal delillerle doğrulanmadan bilinemeyeceği iddiası da kesin değildir. Yani septik iddia aslında kendi kendini yanlıĢlayan (self-refuting) bir iddiadır.

363

John Hick, a.g.e., s.204. 364

John Hick, a.g.e., s.2004. 365

Çünkü bir Ģey hakkında bilgi sahibi olunup olunamayacağı da sadece bilgi ile bilinebilir.366

Kesin bilgiye ulaĢmanın mümkün olmadığı kabul edildiğinde, hiçbir Ģeyin bilenemeyeceğinin bile bilenemeyeceği bir durum ortaya çıkacaktır ki, bu da genel geçer bilgiye sahip olmanın mümkün olmadığı rölativizmle sonuçlanacaktır. Yani hakikat bireylere, çağlara ve toplumlara göre değiĢeceğinden objektif kesinlikten, herkes için geçerli olan mutlak doğrulardan bahsedilemeyecektir. Aynı zamanda yargılarımızı kendisine göre teste tabi tutacağımız mutlak, değiĢmez ve evrensel hakikat kriterlerinden de söz edilemeyecektir.

Hick, tecrübî verilerin gerçekliğini kendisine göre teste tabi tutacağımız yanılmaz hakikat kriterlerinin olmadığını belirtmiĢtir. Burada kriter olarak baĢvurulabilecek en son merci tecrübe ve inanç bütünlüğüyle tutarlı olma kriterdir. Yani tecrübenin doğruluğunu yine tecrübe ile test edilecektir. Bu kriterin yeterliliğini kendisi ile test edilebileceğimiz daha kapsamlı bir kriter bulunmamaktadır. Bu idrak eden sujeler olarak bizim gerçek durumumuzu yansıtmaktadır. ġöyle ki; biz kendimizi evrendeki canlı izlenimler yığınını (multitude of impressions) algılarken bulmaktayız. Bilincin oluĢumunun ilk anlarından (months of consciousness) itibaren aĢamalı olarak tekrarların ve izlenimler arasındaki benzerliklerin farkına varmaya baĢlarız. Bu anlamda biz evrenin, eĢya ve kiĢiler hakkında kesin ve göreceli (definite and relatively) bilinç sağlayan varlıklarıyız. Dünyayı keĢfedebilmemiz ve baĢkalarının bildirimlerini kendi tecrübemize ilave edebilmemiz sayesinde bilincimiz bilfiil kararlılık sergilemektedir. O halde gerçeklik ve hakikat kriterinin mihenk taĢı (touchtsone of reality and truth) olarak; duyularımız bize kendisini sunmaya devam ettiği, algısal güvenirliliğini (perceptual solidity) ve eksiksizliğini (completeness) sürdürdüğü, gerçeklik testimize tutarlı Ģekilde yanıt verebildiği ve hakkında sistemli olarak değiĢen doğrulanabilir öngürülerde (verifiable predictions) bulunulabildiği sürece mevcut tecrübî sistemimize baĢvurulabilir. Bu oldukça tatmin edicidir; en azından doğumumuzdan itibaren yaĢadığımız bütün tecrübeleri kapsamaktadır.367

Bilgi yanılmaz ve kendiliğinden garantili olan bir biliĢ modu (mode of cognition) olmadığına göre nedir?

Hick‟e göre, “ben biliyorum” ifadesi mümkün olan en yüksek seviyedeki biliĢsel iddiayı dile getirmektedir. Hick, J.L.Austin‟in (1911-1960) “böyle bir iddianın baĢka kiĢilerin de bu ifadeye dayanarak o konu hakkında güven duymalarını sağladığını” söylediğini belirtmiĢtir.368

Bu yüzden bir Ģeyi bildiğini iddia eden kiĢinin böyle bir iddiada bulunmasının haklı gerekçeleri olmalıdır.369

Bu bağlamda bilgi, belgelenmiĢ bir kelimedir (diploma word); son dönemlerdeki epistemolojik çalıĢmaların çocuğunda bu belgeye layık olabilmenin Ģartlarının tartıĢıldığını görmekteyiz. Bu Ģartlardan birisi, mutlak kesinlik hissi (unqualified feeling of certainty)

366

John Hick, a.g.e., s. 204-205. 367

John Hick, a.g.e., s. 205-206. 368

John Hick, a.g.e., s. 206. 369

Ģeklindeki psikolojik unsurdur. ġöyle ki; “ben, p‟yi biliyorum, fakat emin değilim” ifadesi paradoksal bir ifadedir. Biz sadece bir konu hakkında mutlak emin olduğumuzda bildiğimizi söyleriz. John Locke‟un belirttiği gibi “bilmek ve kesinlik aynı Ģeylerdir, ben kesin olan Ģeyleri bilirim, bildiğim Ģeyler de kesindir”370

tezi halen geçerli kabul edilmektedir. Ancak bildiğimizi iddia edebilmemiz için kesinlik hissi (feeling of certitude) tek baĢına yeterli bir dayanak oluĢturmaz. Aynı zamanda iddia sahibinin, emin olma/hissetme hakkının bulunması da gerekir. Bir baĢka ifadeyle, rasyonel veya yeterli düzeyde katiyet zeminine (adequately grounded certitude) sahip olması gerekir. Buradaki kesinlik kendiliğinden yanılmaz olan kesinlik değildir, akli ve öz eleĢtirel (judiciously and self-critically) olarak ulaĢılan kesinliktir. Rasyonel kesinlik için gerekli olan eleĢtiri miktarını tam olarak belirlemek elbette mümkün değildir. Ancak bir önermenin gerçekliğinin kavranıldığından ve entelektüel tatmin duygusuna ulaĢıldığından emin olunduğunda güvenirlilik, sabitlik, baĢarı ve bizim için nihai olma gibi biliĢsel prosedürler belli bir noktaya ulaĢmaktadır. Bir konuyla ilgili tüm kriterleri karĢılayan bir yargıya ulaĢıldığında, bu yargının oluĢmasına sebep olan veri ve delillere sahip olan baĢka birinin de aynı sonuca ulaĢacağı kabul edilmektedir. Böylece sübjektif olan yargımız, objektif özellik kazanmıĢ olmaktadır. O halde objektiflik herkes için geçerli olma, apaçık olma anlamına gelmektedir. Bu anlamda bizim bildiğimiz bir Ģey baĢkaları tarafından da bilinebilir.371

Hick, buradan hareketle bilginin üçüncü unsurunun açıklık/seçiklik olduğunu belirtmiĢtir. Rasyonel gerekçelere sahip olma ile ilgili olan kesinlik, genellikle bilgi tanımlarının ayrılmaz bir parçası olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Bununla birlikte Hick, mutlak anlamda bir bilmeden söz edilemeyeceğini belirtmiĢtir. “Bazen bizim rasyonel ve kesin kabul ettiğimiz bir Ģey, Ģimdiye dek hatalı kabul edilmiĢ olabilir; bu durum genellikle mutlak (really) anlamda bilmenin mümkün olmamasından kaynaklandığı Ģeklinde açıklanmaktadır. Biz “ben, p‟yi biliyordum ama Ģimdi p‟nin olmadığını biliyorum” Ģeklinde bir ifade kullanmayız. Bu yüzden bilgi tanımlarında, hiçbir kimsenin gerçek olmayan bir durumu bildiğini iddia edemeyeceği Ģartına da yer verilmektedir. Buradaki çeliĢkili görünen durum, bilgi tanımı ile bilme iddiasının haklı çıkarımı (justify) arasında ayrıma gidilerek aĢılmaya çalıĢılmıĢtır. ġöyle ki; p hakkında bilgi sahibi olabilmemiz, p‟nin doğru (true) olmasına bağlıdır. Ancak her ne kadar p‟nin doğru olmadığı sonradan açık bir Ģekilde ortaya çıkacak olsa bile p rasyonel kesinlik kriterlerine sahip gözüktüğü takdirde p‟nin bilindiği iddia edilebilmektedir. O halde bilginin (tanımı gereği) yanlıĢ (erroneous) olması mümkün değildir. Ancak bildiğimizi iddia ettiğimiz bir Ģeyin yanlıĢ çıkması her zaman mümkündür.372

Empirist düĢünürler tarafından da bu bilgi anlayıĢına bir takım eleĢtiriler yöneltilmiĢtir. Empiristlere göre, zorunlu mantıksal temellendirme sadece idea ve idealar arasındaki iliĢkilerde geçerli olan bir durumdur. Ġdealer

370

John Hick, a.g.e., s. 206. 371

John Hick, a.g.e., s. 207. 372

aleminde geçerli olan bu ispat Ģeklinin, olgular (facts) âleminde geçerliliği yoktur, olgular âleminin bilgisini sağlayamaz.373

Hick‟e göre, bilgi idealleĢtirilip, metafiziksel alana taĢındığında tecrübeyle bağlantısı kesilecektir; bu da bizi idrak verilerinin inkârına götürecektir. Burada idrakin fonksiyonu yükseltilmeye çalıĢılırken, tecrübeden koparılmakta ve amaçlanan sonucun tam tersine ulaĢılarak paradoksa düĢülmektedir; bu durumun bilgi gerçeğiyle çeliĢtiği açıktır. Bu yüzden p‟nin rasyonel kesinlik zemininden daha fazlasına ve bağımsız bir garantiye sahip olduğu iddia edilemez. Bu tür bir tanımlama, bilgi kelimesinin pratik kullanımına iĢaret etmesi ve rasyonel kesinliğinin belirlenmesi açısından önem arz etse de ortak kullanımdan paradoksal ayrılıĢlara neden olmaktadır. Hick, A.J.Ayer‟in; bir durumu bildiğini söyleyen kiĢinin söylediği Ģeyin doğru olması, doğru olduğundan emin olması, emin olmaya hakkı olması Ģeklindeki bilgi kriterlerini yeterli bulmamaktadır. Ona göre, burada bir çıkmazın içine düĢülmüĢtür. Bilgi bu Ģekilde tanımlandığında elde edilmesi mümkün olan, ama elde edildiği asla bilinemeyen zihinsel bir tutum haline gelmektedir.374 Hick, rasyonalistlerin bilginin oluĢum sürecinde tecrübenin fonkisyonuna yeterli derecede önem vermedikleri, pozitivistlerin ise bilgiyi kendisine ulaĢıldığı bilinemeyen zihinsel bir durum konumuna getirdikleri için hataya düĢtüklerini belirtmiĢtir. Bu yüzden rasyonalist ve pozitivist bilgi anlayıĢları, bilgi gerçeğini tam olarak yansıtmaktan uzaktır.

Hick‟e göre; bilginin imkânsız olduğu, objektif ve rasyonel bilgiye ulaĢılamayacağı gibi anlayıĢlar bilginin kesin olarak temellendirilememesinden kaynaklanmaktadır. Ancak biz eĢyayı, yakın ve uzak çevremizi bilgimize göre anlamlandırırız. Bu anlamlandırmayı duyu algılarının, mantıksal çıkarımların ve dini tecrübenin sağladığı verilere göre yapmaktayız. Biz eĢya ve Tanrı da dâhil olmak üzere her Ģeyi bu araçlar vasıtasıyla bilmekteyiz. Buradan hareketle Hick, bilginin akıl ve tecrübe olmak üzere iki temel kaynağı olduğunu belirtmiĢtir. Ona göre, bunlardan en güvenilir olanı tecrübedir. Tecrübe, dini ve dini olmayan alanda geçerliliği olan, rasyonel bilgi sağlayan bir kaynaktır. Akıl ise olgular hakkında bilgi vermemekte, kavramlar arasında kurulan iliĢkileri göstermektedir. Bu yüzden Hick, salt aklı inanç alanında bir bilgi kaynağı olarak kabul etmemektedir.375 Onun epistemoloji anlayıĢında, inanç da dâhil olmak üzere bütün biliĢsel faaliyetlerin geri planında tecrübe bulunmaktadır, tecrübenin dıĢına çıkılması mümkün değildir. “Tecrübe dıĢı olduğu iddia edilen verilerde bile tecrübî unsurlar bulunmaktadır. BaĢka bir ifadeyle, akli olduğunu düĢündüğümüz veriler bile, aslında duyumların bilinçimizdeki faaliyeti sonucu oluĢmuĢtur”.376

373

John Hick, “The Religious Rejection of the Theistic Proofs”, Classical and Contemporary Readings in the