• Sonuç bulunamadı

JOHN HICK’TE ĠNANCIN RASYONELLĠĞĠ PROBLEMĠ

2.5 Ġman AnlayıĢı

Ġman kavramı ile ilgili tartıĢmalara baktığımızda iki türlü iman anlayıĢı üzerinde durulduğunu görmekteyiz. Bunlardan biri imanı; teistik önermelerin tasdikinden, kabülünden ibaret gören iman anlayıĢıdır. Diğeri ise, zat sahibi Tanrı‟nın varlığına duyulan güven Ģeklindeki iman anlayıĢıdır.

Hick, günümüzde en çok kabul gören iman tanımının; “delillendirilmemiĢ (unevidenced) ya da hakkında yeterli delil bulunmayan inanç” Ģeklindeki tanım olduğunu belirtmiĢtir. C.J.Ducasse‟ın belirttiği gibi genel olarak iman, “birtakım delillerle destekleniyor olması muhtemel olmakla birlikte, inananın delillerin kendisine sağladığı rasyonel teminattan (warrant) çok fazla ya da en azından daha fazla bir kesinlikte bir Ģeyi kabul etmesi”473

demektir. Hick; bu tanımın Kant‟ın, sübjektif açıdan yeterli objektif açıdan yetersiz olan yargı Ģeklindeki inanç tanımına geri götürebileceğini belirtmiĢtir. Burada iman, inananın doğru (true) olduğunu bilemediği veya bilemeyeceği teolojik yapıdaki bir takım önermelere güçlü bir Ģekilde inanması anlamında kullanılmıĢtır. Bilgide doğrudan kavranan Ģeyler hakkında bir yargı söz konusu iken, imanda tecrübeye konu olmayan varlıklar hakkında bir yargıda bulunulmaktadır.

Hick‟e göre, bilme ile doğrudan gözlemlenebilen veya güçlü bir Ģekilde kanıtlanabilen Ģeyler kastedilmektedir. Bu anlamda bilgi sahasında imana yer yoktur. Ġmanın özelliği, insan bilgisinin sınırları dıĢında kalan alanla ilgili olmasıdır. Bu alanda iman ya da güven (trust) geçerlidir. Ġman sahasında rasyonel baskı olmaksızın, irade fiilinin de devreye girmesiyle bir takım inançlar benimsenmektedir. Bu inançların benimsenmesi gönüllü olarak yapılan güven sıçramasıyla gerçekleĢmektedir. Dolayısıyla iman sahibi bazı Ģeylere hakkında rasyonel bir delile sahip olmaksızın ve tecrübe etmeden inanmaktadır.474

Hick, imanın doğasının bu genel

473

John Hick, Faith and Knowledge, s.11. 474

görünümün, günümüzde birçok Katolik ve Protestan Hıristiyanlar tarafından kabul edildiği gibi agnostik ve ateist Hıristiyan eleĢtirmen tarafından da kabul edildiğini belirtmiĢtir.

Hick, iman konusunda Batı geleneğine hâkim olan düĢüncenin temellerinin on üçüncü yüzyılda Thomas Aquinas tarafından atıldığını belirtmiĢtir. Aquinas, Summa Theologica adlı eserinde imanı tüm açılardan tartıĢmıĢtır. Hick, onun bu eserinde ulaĢtığı sonuçların üç ana baĢlık altında toplanabileceğini belirtmiĢtir. Bunlardan birincisi, imanın önermesel (propositional) bir tutum olarak kabul edilmiĢ olmasıdır. Bir baĢka ifadeyle iman, önermelerin tasdikinden (assenting) ibarettir. Bu anlayıĢ tartıĢılmaksızın Aquinas‟ın takipçileri olan Katolikler tarafından da benimsenmiĢtir. Aquinas‟a göre, “bilinen Ģey bilenin bilme moduna (mode of the knower) göre bilinmektedir, akıl eĢyayı birleĢtirme ve ayrıĢtırma (composition and division) yolu ile hakikatine (truth) uygun olarak kavramaktadır”.475

Tanrı; akıl üstü, aĢkın bir varlık olduğundan doğrudan bilinmesi mümkün değildir. Bu yüzden insanların Tanrı bilgisi, Tanrı‟yla ilgili önermelerinin bilinmesinden ibarettir. Ancak Tanrı‟nın bizzat kendisi elbette bir önerme değildir, o en yüce varlıktır (supreme being). Bu Ģu anlama gelmektedir, imanın nihai objesi yaĢayan Tanrı‟dır (living God). Ġman ile kabul edilen önermeler de yaĢayan Tanrı ile ilgili olan önermelerdir. Yani imana doğrudan konu olan obje, önermedir; dolayısıyla bizim Tanrı‟yla ilgili biliĢsel durumumuz onunla ilgili önermelere inanmaktan ibarettir. Bu önermeleri, bu dünyada mantıksal delillerle temellendirebilme imkânımız olmadığı için, Tanrı tarafından bildirilen önermelere inanmaktan baĢka çaremiz yoktur. Tanrı ile ilgili önerme formundaki doğrular ile kastedilen vahiysel doğrulardır; aĢkın bir varlık olan Tanrı‟nın bilinmesi bu doğruların bilinmesiyle olur.476

Bu anlamda iman, Tanrı ile ilgili önerme formundaki doğruların, vahiy ve kilisenin otoritesinin akılla ve özgür bir Ģekilde kabul edilmesinden ibarettir.477 Aquinas düĢüncesinde, Tanrı‟nın doğrudan tecrübe edilmesi mümkün olmadığı için, onun bilinmesi önermeler aracılığıyla olmaktadır; bu yüzden imanın içeriği önermesel kabul edilmiĢtir.

Aquinas; iman, bilgi ve zannın önermelerle ilgili olmaları açısından ortak bir noktada buluĢtuklarını belirtmektedir. Ġman, bilgi ile zannın arasında bir yerde bulunmaktadır. Hıristiyan imanının objesi olan önermeler, metinler (articles) ya da otoriter kiĢiler tarafından Kilisenin inanç esasları olarak özetlenmiĢ olan hakikatlerdir. Bu bağlamda iman, inanç esasları olarak belirlenmiĢ olan bu metinlere inanmaktan ibarettir. Hıristiyan imanında kurtuluĢ için enkarnasyon ve teslis gibi merkezi durumda olan kurallara inanmak zorunluluk arz etmektedir. Netice itabariyle iman, her halükarda önermelerle ilgili bir tutum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tanım, I. Vatikan

475

Aquinas, Summa Theologica, pt. II,II, Q.1, Art. 2., English Dominican Translation, revised by Anton C. Pegis, Basic Writings of Saint Thomas Aquinas, New York, 1945. (John Hick, a.g.e., s.12‟den naklen).

476

Aquinas, Q.1, Art. 6. (John Hick, a.g.e., s.12-13‟den naklen). 477

John Hick, “Faith”, s.165,166; Terence Penelhum, Problems of Religious Knowledge, Herder and Herder, New York 1972, s.9-10.

Konsili‟nde resmen kabul edilmiĢtir. Buna göre iman; “Tanrı‟nın yardım ve ilhamı ile gerçekleĢen olağanüstü bir erdemdir (supernatural virtue), Tanrı tarafından vahyedilen Ģeylerin doğruluğuna (true) inanmadır. Vahiy ile bildirilen Ģeylerin hakikati, doğal aklın ıĢığıyla değil de onları bizzat vahyeden, aldatmayan ve aldatılamayan Tanrı‟nın otoritesiyle kavranabilir”.478

Aquinas‟a göre; imanın ikinci özelliği, imanın objesi olan önermelerin ve bunlara olan imanın mutlak olmasıdır. Esrarengiz (mysterious) unsurlar taĢıyan iman önermelerinin, hakikat olduklarının bu dünyada doğrudan ve apaçık bir Ģekilde bilinmesi mümkün değildir. Bu yüzden onlar yalnızca iman denilen özel bir yolla kabul edilmektedirler. Hıristiyanlığın bu esrarengiz yönünü akıl hiçbir Ģekilde kendi kendine keĢfedemeyecek, onlara tam anlamıyla nüfuz edemeyecek ve kavrayamayacaktır. Hıristiyanlığın gizemli yönünün önemli örnekleri olarak; Tanrı‟nın birliği, Mesih‟in insani kiĢiliği ve Teslis inancı gösterilebilir. Aquinas‟a göre akıl; Tanrı‟nın varlığı, cisimsiz olmaması, sonsuz bilgi ve kudret sahibi olması, noksansız olması gibi zati sıfatlarını kendiliğinden bilebilir. Teorik akılla bilinebilen ve temellendirilebilen bu konular, teolojinin konusunu da oluĢturmaktadır. Akılla bilinebilen bu konuların yanında birde sadece vahiy ile bilinebilen konular vardır. Teslis, enkarnasyon, asli günah gibi Kilisenin dogmaları bu tür konulardandır, bunlar dini teolojinin konusunu oluĢturmaktadır. Akıl üstü olan bu konular hakkında herhangi bir destek olmadan bilgi sahibi olunamaz.479

Hick‟e göre; bu tür inanç esasları, otoriteye dayanılarak kabul edilmek zorundadır. Bu da bizi iman ile bilginin ya da sistemli bilginin (scientia) birbirinden ayrıldığı sonucuna götürür.480

Tabii ve akli kelam ayrımı önermesel iman anlayıĢının mantıksal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.481

Aquinas sistemli bilgiyi (scientia); apaçık olduğu için doğrudan kavranan, hiçbir Ģüphe içermeyen (indubitable) veya kesin mantıksal delillerle desteklenen hakikatler (truths) anlamında kullanmaktadır. Sistemli bilgide obje, apaçık olduğu ya da kuvvetli delillerle desteklendiği için hakikat olduğunun onaylanması hususunda zihni kabule zorlamaktadır. Ġmanda ise obje, zihni kabule zorlamaz; imana konu olan önermeler esrarengiz olmaları sebebiyle hakikat oldukları doğrudan kavranamaz ve ispat edilemezler. Bu özelliği bakımından iman, bilgiden ayrılmaktadır. “Zihnin bir Ģeyi onaylaması” (intellect assents to a thing) iki Ģekilde gerçekleĢmektedir. Birincisi, zihnin objeyi zorunlu olarak onayladığı durumlardır; bu durum objeden kaynaklanabileceği gibi açıkça bilinen baĢka bir Ģeyden de kaynaklanıyor olabilir. Ġkincisi ise, zihin obje tarafından yeterli bir biçimde harekete geçirilemediğinden, zihin objenin kabulü yönünde tercihte bulunduğu durumlardır. Bu tür onaylamalar, alternatiflerden birinin tercih edilmesi iĢlemi iradenin

478

Aquinas, Q.1, Art. 9. (John Hick, a.g.e., s.13‟den naklen). 479

Aquinas, Q.1, Art.4. (John Hick, a.g.e., s.14‟den naklen). 480

Hick, Faith and Knowledge, s.14. 481

(voluntarily) devreye girmesiyle gerçekleĢmektedir. ĠĢte bu imandır; o halde iman “iradenin emri altındaki aklın, bir Ģeyin hakikatini onaylaması eylemidir”.482

Buradan anlaĢılacağı üzere Aquinas‟ın iman doktrinin üçüncü temel özelliği iradevi (voluntary) bir karakterde olmasıdır. Ancak iradenin bu rolü, imanın keyfi ve irrasyonel bir tutum olduğu anlamına gelmemektedir. Teist; kendisini inanmaya sevk eden, Tanrı‟nın varlığına ve vahye inanmasını sağlayan, imana kaynaklık eden bazı ön bilgilere sahiptir. Yani teistin iman önermelerine inanmasını sağlayan akli nedenler de vardır.483

Aquinas‟a göre, Tanrı inancı baĢta olmak üzere teolojinin mantıksal olarak temellendirilebilen konularına iman delillere; delillerle temellendirilemeyen, vahye dayanan konulara iman ise peygamber ve onların gösterdikleri mucizelere dayanmaktadır. Bu anlamda iman; akıl sahibi herkes tarafından kabul edilebilen, objektif delillere dayanan rasyonel bir kabuldür. Aquinas, iman ile aklın aynı noktada buluĢmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir. Ġnanç esaslarının kabulünde peygamber ve onların getirdikleri vahiy akıl için yol gösterici olmaktadır. Vahyin anlaĢılmasında ise akla ihtiyaç duyulmaktadır. Aquinas‟ın iman anlayıĢında bu iki faktöre vurgu yapması önem arz etmektedir.

Ġman teorilerinde (gerek dini önermelere, gerekse zat sahibi varlığa) imanın, iradenin devreye giriĢiyle gerçekleĢtiği iddia edilmektedir. Ġman objesi, delillerle kesin bir Ģekilde temellendirilmeye açık olmadığı için, akıl ile iman objesi arasındaki bağ genellikle irade ile kurulmaktadır. Ġradenin bir diğer önemli foksiyonu ise insan hürriyeti açısından ortaya çıkmaktadır. Eğer imana konu olan objenin varlığı kesin olarak temellendirilebilseydi, objenin varlığının zorunlu olarak kabul edilmesi gerekeceğinden insanın seçme hürriyeti ortadan kalkmıĢ olacaktı. Bu yüzden filozofların iman teorilerinin anlaĢılmasında irade kavramına yükledikleri anlam önem arz etmektedir.

Aquinas, B.Pascal, W.James ve F.R.Tennant imanda belirleyici olan unsurun irade olduğunu iddia etmektedirler. Ġmanın objektif kesinliğe sahip olmadığı ve mantıksal delillerle desteklenmediği görüĢündedirler. Hick‟e göre, bu düĢünürler imandaki kabulün irade ile gerçekleĢtiğini iddia ederek, delille temellendirilememekten doğan boĢluğu iradeyle doldurmaya çalıĢmıĢlardır.484

Ġmanın bir takım unsurların devreye girmesiyle, delillerin ona sağladığı güvenden daha fazla bir güvenle benimsenmesi noktasında inançtan ayrıldığı iddia edilmektedir.

Hick, imanın irade kaynaklı olduğunu savunan düĢünürlerden Pascal‟ın bahis teorisinin, onun inançla ilgili esas görüĢlerini yansıtmadığını, görüĢlerini açıklamak için kullandığı bir örnek olduğunu söyleyerek üzerinde fazla durmamıĢtır.485

Hick, W.James‟ın Ģans oyunu kavramıyla açıkladığı iman anlayıĢını Pascal‟ın iman anlayıĢına benzetmektedir. James‟e göre, inanmak ya da

482

Aquinas, Q.1, Art.5. (John Hick, a.g.e., s.14-15‟den naklen). 483

Aquinas, Q.4, Art.8. (John Hick, a.g.e., s.16‟den naklen). 484

John Hick, a.g.e., s.34. 485

inanmamak zihinsel açıdan aynı derecede mümkündür. Burada insan kendisi için en uygun olanı seçme hakkına sahiptir, aynı zamanda bir karar vermek zorundadır. Daha açıklayıcı delil bulma ümidiyle herhangi bir karar vermeden Ģüphe içinde beklenilemez. Bu aĢamada devreye “inanma iradesi” (will to believe) girmektedir, yani inanç kendi objesini yaratmaktadır. Burada verilecek olan her iki kararda da bir risk olmakla birlikte James‟e göre, imanın inançsızlığa tercih edilmesi daha yararlı olacaktır. Çünkü tercih inanmadan yana kullanıldığında kaybedilecek bir Ģey yoktur, yani inanıldığı halde din yanlıĢ çıkarsa kiĢinin kaybedeceği bir Ģey yoktur. Ancak inanmama tercih edildiği halde, din doğru çıkarsa en yüksek iyi kaybedilmiĢ olacaktır.486

James; hayatta fonksiyonel rolü olan, somut sonuçlar sağlayan inançları anlamlı ve faydalı bulurken, fonksiyonel rolü olmayan, idrak edilemeyen sonuçlar sağlayan inançları ise pragmatik olarak anlamsız bulmaktadır.487

Hick, imanın Ģans oyunu kavramıyla açıklanmasını doğru bulmamaktadır. Ona göre, iman ile Ģans oyunu arasında bir benzerlik kurulamaz. Çünkü Ģans oyunlarında her zaman diğer alternatiflerin de doğru olma ihtimali bulunmaktadır. Bu yüzden Ģüpheli bir durum söz konusudur; ancak imanda hiçbir Ģüpheye yer yoktur.488 Hick, James‟ın “inanç kendi objesini yaratır” fikrinin gündelik hayatta geçerliliği olsa da, dini hayatta ve iman sahasında geçerliliğinden söz edilemeyeceği kanaatindedir. ĠyileĢeceğine inanan hastanın iyileĢmesi, çok zor olan akrobasi hareketlerini yapabileceğine inanan birinin bu hareketleri yapmayı baĢarması örneklerinde bu fiillerin gerçekleĢtirilmesi belli ölçüde veya tamamen kiĢinin kendi elinde olan bir Ģeydir. Ancak Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki anlamıyla Tanrı‟nın varlığına inanılması bu örneklerdeki Ģekliyle kiĢinin kendi elinde olan bir Ģey değildir. Aynı zamanda James‟ın düĢüncesinde inanç, kendi kendisini doğrulayan bir yapı arz etmektedir. Dolayısıyla burada inancın kendinden önce gelen delillerle değil de kendinden sonra elde edilen delille doğrulanması gibi bir durum söz konusudur. Böyle bir Ģey kabul edilebilir gözükmemektedir.489

Hick; iradeci iman anlayıĢlarında dini tecrübeye gerekli önemin verilmediğini ve imanın oluĢum sürecinin göz önüne alınmadığını belirtmiĢtir. Ona göre, iradeci iman anlayıĢlarında, alternatif seçeneklerden birinin tercih edilmesinin gerekçesi olarak irade gösterilmektedir. Ancak bu teoriler de iman; oluĢ biçimine göre açıklanmadığı, yani inananın dini tecrübesine yer verilmediği için iman gerçeğini tam olarak yansıtmaktan uzaktır.490

Bununla birlikte Hick, imanda iradenin rolünü tamamen dıĢlamaz. Ġmanda iradenin hiçbir rolü bulunmadığını savunan iman anlayıĢlarını da yetersiz bulmaktadır. Ona göre, imanda birçok faktörün rolü bulunduğu gibi iradenin de rolü bulunmaktadır. Ġman; kalpte aniden meydana gelen, doğrudan oluĢmuĢ olan bir

486

William James, a.g.e., s.97. 487

William James, a.g.e.,, s.26. 488

John Hick, a.g.e., s.42. 489

John Hick, a.g.e., s.38-44. 490

Ģey değildir, yani geliĢi güzel ve rastlantı sonucu oluĢmamıĢtır. Bu durum imanda biliĢselliğin ve iradeselliğin önemli bir rolü olduğunu göstermektedir.491

Hick‟e göre, önermesel iman anlayıĢlarında imanın önemli bir özelliği üzerinde durulurken, Tanrı‟nın kendisini insanlığın kurtuluĢu için Ġsa Mesih adı altında açımlaması ve buna verilen insani cevap olması yönü üzerinde durulmamıĢtır. Ġman bütün yönleriyle ele alınmadığından iman gerçeği tam olarak ortaya konulamamıĢtır. Ġman, sadece önerme formundaki dini hakikatlere inanmak olarak kabul edilmiĢtir. Böyle bir kabulde iman, pratik yönünden tamamen soyutlanmıĢ ve imanın objektif yönünü oluĢturan unsurlar devre dıĢı bırakılmıĢtır. Ancak dini hayatta iman, kendisini insanın yaĢamında göstermektedir, bu açıdan iman pasif değil aktiftir. Dolayısıyla iman, akıl veya irade kaynaklı olsun ya da her ikisine birden dayansın, önermesel kabul edilmektense bir algı çeĢidi olarak kabul edilmesi daha doğru olacaktır. Bu anlamda Tanrı‟nın bilinmesi bir önermeye inanmaktan çok eĢyanın algılanmasına benzemektedir.492 R.W. Perret‟inde belirttiği gibi, Hick‟in önermesel iman anlayıĢına karĢı çıkma nedenlerinden biri de, insan özgürlüğünün korunması meselesidir.493 Tanrı ile özgür bir iliĢkinin kurulabilmesi için vahyin Tanrı‟ya inanmayı zorunlu kılmaması gerekmetedir.

Ġmanı teistik önermelerin kabulünden ibaret gören önermesel iman anlayıĢlarını yetersiz gören Hick, imanı tecrübe ile temellendirmeye çalıĢmaktadır. Ona göre iman, Katoliklikte anlaĢıldığı gibi vahiyle bildirilen hakikatlerin kayıtsız Ģartsız kabul edilmesi demek değildir, evren ile ilgili tecrübelerin bütüncül bir yorumudur. Böyle bir iman anlayıĢı ona göre, Kutsal Kitap‟ın iman nalayıĢı ile uygunluk içindedir. Çünkü Kutsal Kitap‟ta Tanrı; bizzat tecrübe edilebilen, kendisiyle doğrudan iletiĢim kurulabilen bir varlık olarak anlatılmaktadır. Bütün bunlara rağmen Protestan ve Katolik teolojide iman önermesel kabul edilmiĢtir.494 Ancak Modern Protestanlıkta iman, bir takım önermelerin kabul edilmesi hadisesi olarak görülmemektedir. Bu anlamda Hick‟e göre, Katolik iman anlayıĢının karĢısında Modern Protestanlığın iman anlayıĢı bulunmaktadır.

Modern Protestanlığa göre; akılla bir takım önermeleri kavradığımız için değil, bizi aldatması mümkün olmayan Tanrı‟ya güvendiğimiz için onun varlığını kabul etmekteyiz. Bu bağlamda iman, önerme formundaki dini hakikatlerin tasdik edilmesi demek değildir, bilakis Tanrı‟ya duyulan güven ve bağlılıktır. Bu güven akıldan tamamen bağımsız olup, onda aklın herhangi bir katkısı ve fonksiyonu bulunmamaktadır. Ancak rastgele ve sebepsiz gerçekleĢen bir güven de değildir. Aksine istenilerek ve iradi olarak yapılan bir tercihtir. Ġlahi lütfün etkisiyle gerçekleĢen bu tercih, inanan açısından kesin ve rasyoneldir.495

Hick, önermesel inanca hiçbir

491

John Hick, a.g.e., s.53; John Hick, Philosophy of Religion, s.62. 492

John Hick, God and Universe of Faith, s.38. 493

Roy W.Perret, a.g.m., s.57. 494

John Hick, Faith and Knowledge, s.37-38. 495

Ģekilde yer vermeyen, teistik delillere gerek olmadığını ve Tanrı‟ya iman sıçraması yapılarak ulaĢıldığını savunan bu tür teorileri de yeterli bulmamaktadır.496

Önermesel iman anlayıĢlarında imanın objesi olan önermelerin yerini, önermesel olmayan iman anlayıĢlarında bir zata sahip olan Tanrı almaktadır. Bu yüzden imanda Tanrı‟ya duyulan güven olarak açıklanmaktadır. Önermesel inancı tamamen yok sayan, imanı Tanrı‟ya duyulan güven olarak açıklayan bu tür iman anlayıĢları da epistemolojik ve teolojik bir takım problemler içermektedir. H. Özcan‟ın da belirttiği gibi böyle bir iman anlayıĢının kabulü halinde; akıl ile Tanrı‟nın mahiyetini kavramak mümkün olmadığı için kendisiyle ilgili bir Ģey bilmediğimiz bir varlığa iman etme gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Hakkında hiçbir Ģey bilinmeyen bir varlığa tam anlamıyla teslimiyet gerçekleĢemeyeceği için bu iman anlayıĢı dinde öngörülen iman anlayıĢıyla bağdaĢmamaktadır. Tanrı hakkında bilgi sağlayan bir takım önermelerin, ona olan güvenden önce bilinmesi gerekmektedir.497

Hick, bu iman teorilerinden hangisini benimsemektedir? Ġman bir takım önermelerin kabulünden mi ibarettir yoksa Tanrı‟ya duyulan bağlılık ve teslimiyet midir? Hick‟in iman anlayıĢını anlayabilmemiz için önce onun vahiy anlayıĢını incelememiz gerekmektedir. Çünkü o sahip olunan iman anlayıĢı ile vahiy anlayıĢı arasında çok yakın bir iliĢki olduğunu iddia etmektedir. Bu yüzden bu sorulara cevap aramaya geçmeden onun vahiy anlayıĢı hakkında kısa bir bilgi vermenin konunun daha iyi anlaĢılması açısından yararlı olacağını düĢünmekteyiz.

2. 6 Ġman ve Vahiy ĠliĢkisi

Vahiy, ilahi emirlerin Tanrı tarafından peygamberler vasıtasıyla insanlara bildirilmesi hadisesine veya bu bildirinin bizzat kendisine denilmektedir. Vahiy, Tanrı‟nın insanla, insanın da Tanrı‟yla iletiĢim kurduğu vasıtadır. Tanrı ile insan arasındaki bu iletiĢimin, dini hakikatlerin önerme formunda bildirilmesiyle sağlandığını iddia edenler olduğu gibi Tanrı‟nın evrende meydana gelen olaylarda kendisini açığa çıkarması sonucu tecrübeye konu olmasıyla oluĢtuğunu iddia edenler de bulunmaktadır.

Hick, düĢünürlerin iman anlayıĢlarının geri planında vahiy anlayıĢlarının bulunduğunu belirtir. Ona göre filozofların din ve iman anlayıĢı, vahiy anlayıĢlarına göre ĢekillenmiĢtir.498 ġöyle ki; vahyi önerme formundaki doğruluklar olarak kabul eden düĢünürler imanı bu önermelerinin tasdiki, Tanrı‟nın kendisini tarihsel olaylarda açığa çıkarması olarak kabul eden düĢünürler ise Tanrı‟ya verilen kiĢisel cevap anlamında kullanmaktadırlar.499

Yani vahyi, dini hakikatlerin Tanrı tarafından bildirilmesi olarak kabul eden düĢünürler imanı, bu hakikatlerin

496

John Hick, Philosophy of Religion, s.51. 497

Hanifi Özcan, a.g.e., s.97. 498

John Hick, a.g.e., s.52. 499

tasdiki; bir takım olaylarda Tanrı‟nın kendisini ifĢa etmesi olarak kabul edenler ise Tanrı‟nın huzurunda yaĢanıldığının bilincine varılması ve ona güvenilmesi anlamında kullanmaktadır. Bu bağlamda önermesel iman anlayıĢı, önermesel vahiy anlayıĢına; önermesel olmayan iman anlayıĢı ise, önermesel olmayan vahiy anlayıĢına dayanmaktadır. Bu yüzden önermesel ve önermesel olmayan iman anlayıĢlarının daha iyi anlaĢılabilmesi için önermesel ve önermesel olmayan vahiy anlayıĢlarının açıklanması faydalı olacaktır.500

“Dini hakikatlerin önermesel formda bildirilmesi” Ģeklindeki vahiy anlayıĢlarına, önermesel vahiy anlayıĢı denilmektedir. Bu vahiy anlayıĢına göre, kiĢinin kurtuluĢu için gerekli olan gerçeklikler, Tanrı tarafından esrarengiz bir Ģekilde bildirilmiĢtir.501

Bu anlamda vahiy, “dini hakikatlerin Tanrı tarafından insanlara doğal metotların dıĢındaki bir metotla bildirilmesine” denilmektedir.502 Önermesel vahiy anlayıĢını benimseyenlere göre; Kutsal Kitap, Tanrı tarafından yazdırılmıĢ olan bir kitaptır. Her ne kadar Kutsal Kitabın yazımı insanlar tarafından gerçekleĢtirilmiĢ olsa da, onun yazımı Kutsal Ruh‟un ilhamı ile gerçekleĢmiĢtir. O halde Kutsal Kitap, dini hakikatlerin kayıt altına alınmıĢ halidir.503 Hick‟e göre; vahye böyle bir anlam yüklendiğinde iman, zorunlu olarak önerme formundaki hakikatlerin kabulü olacaktır.

Hick, önermesel vahiy anlayıĢının 19. yüzyılın sonlarında, özellikle de 20. yüzyılda Protestan teologların eleĢtirileri sonucunda etkisini kaybetmeye baĢladığını belirtmiĢtir. Bu eleĢtiriler sonucunda dini hakikatlerin önerme formunda ifade edilmesi Ģeklindeki vahiy anlayıĢının yerini, önermesel olmayan vahiy anlayıĢı almıĢtır.504

Bu anlayıĢa göre vahiy; ilahi gerçekliklerin nihai varlığın teminatı altında önerme formunda bildirilmesi demek değildir. Bilakis Tanrı‟nın, insanlık tarihinde ve evrende meydana gelen olaylarda kendisini açığa çıkarması demektir. Yani burada vahiy olarak kabul edilen Ģey, önerme formundaki ifadeler değil,