• Sonuç bulunamadı

yaşında bulunan, Ayasluğ'da doğup büyümüş bir Rum gen

Belgede EVRENSEL BASIM YAYIN (sayfa 72-77)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

rada 17 yaşında bulunan, Ayasluğ'da doğup büyümüş bir Rum gen

cinden, yarım yüzyıl sonrasının büyük tarihçisi Mikhail Doukas' dan başkası değildi.

Bu genç, Rum İmparatorluğu başkenti İstanbul' da bir zamanlar seçkin konumu olan, kendi adaşı bir dedenin torunuydu. İmparator­

lar çıkarmış Doukas ailesiyle hısımlığı yoktu onların; ama, Latince

"Komutan" anlamındaki Dux'tan bozma ve Rumlarca aynı anlamda kullanılan Doukas soyadı gösteriyordu ki, ailenin ataları arasında bir büyük komutan, bir Doukas, var idi.

Dede Mikhail Doukas, 1345 yılında, ortak imparator olma savaşı­

mı yürüten Ioannes Kantakouzenos ile -ona bu konumu vermemek için çabalayan- V. Ioannes Palaiologos arasındaki çatışma döne­

minde, tüm seçkinler, varlıklılar gibi, Kantakouzenos'u tutmuştu ve İstanbul'a V. Ioannes egemen olduğu için, 1345 sıralarında, başkent­

ten kaçıp, Efesos'a, artık Rumlarca Ayios Logos, Türklerce Ayasluğ denen, Aydınoğulları eline birkaç on yıl önce geçmiş kente sığınmış idi. Başka yere değil oraya gitmesinin nedeni şu idi ki, o dönemde Ay­

dınoğullan Beyliği'nin başında bulunan Gazi Umur Bey, dede Mikhail Doukas'ın desteklediği Ioannes Kantakouzenos'un can dostu, büyük yardımcısıydı; hatta, Kantakouzenos savaş seferinde iken İstanbul'da­

ki yönetime bağlı birlikler, onun başkent edinip karısının yönetimine bıraktığı Dimetoka'kuşattığında, 1342 yılının kışında, bir

donan-mayla Meriç Irmağı ağzına gelmiş, orada ordusunu karaya çıkarıp ırmak boyunca kuzeye yürümüş ve kenti kuşatmadan kurtarmıştı.

Dede Mikhail'in oğlu, torun Mikhail'in babası Ioannes, iyi öğrenim görmüş, birçok konuda derin bilgisi hatta bazı bilimlerden iyice an­

larlığı olan bir kişiydi ve bu nitelikleri yönünden, Aydınoğulları'ndan Ayasluğ'da bulunanlar, ona saygı gösteriyor, onu koruyorlardı. Torun Mikhail Doukas da çok iyi öğrenim görmüş bir Rum olduktan bka, Türkçeyi iyi biliyor hatta yazıyordu; gerçekten, üç yıl sonra, 1418'de, Börklüce'nin müritlerinden birçoğunun yakalanıp Ayasluğ'a getiril­

mesi sırasında, öldürülmelerinden önce bu kişilerle görüştüğü gibi, 1421 yılında da Foça'ya egemen Ceneviz Beylerinin on yıllığına kent Valisi (Podesta) atadığı Giovanni Adorno'nun, Mustafa Çelebi Sul­

tan Murat'a karşı saltanat kavgasına girdiğinde, 50 000 Bizans altını karşılığında Murat'ın ordusunu Çanakkale Boğazı'nda Anadolu ya­

kasından Rumeli yakasına gemilerle geçirme önerisini içeren, Sultan Murat'a ve vezirlerine gönderilmiş mektuplarını o yazmıştı. Aydınoğ­

lu ailesine minnet borcu vardı; Rum İmparatoru ile çok iyi geçinen Çelebi Mehmet' e de saygısı büyüktü. O sırada, henüz 17 yaşında iken, birkaç dil bilinesi nedeniyle, Ayasluğ kadısının hizmetindeydi.

İskender Bey, nameyi okuduktan sonra, olan bitenlerin anlatımını, bir de, "kıyamet gecesi"nin olaylarına diğer kent halkıyla birlikte tanık olma sonrasında, uyumak fırsatını bulmadan, kendisine kadı efendi­

nin bu namesini getirmek için atlanıp yola çıkan Mikhail' den dinledi.

Derin derin düşündü ve o dahi, kadı efendi gibi, olup bitmekte olan olağanüstü vukuatı heman "yukarıya" bildirmekte gecikirse cellat ke­

mendinin boynuna geçebileceğinden ürktü. Ancak, kemendin boy­

nuna geçirilmesini gerektirebilecek bir başka neden daha olabilirdi:

"maslahatın muktezasını ifa eylemekte tekasül"; yani, işleri çevirme­

nin gereklerini yerine getirmekte üşenme göstermek. Sancak Beyliği kapsamında, dirliği düzeni bozup kargaşaya yol açan haller belirdi­

ğinde, kendi gücünün yettiği önlemleri düşünüp uygulamak elbette ki Sancak Beyi'nin görevi idi. Kendisi, yalnızca "Ayasluğ'da şöyle şöyle haller olmuş" diye bilgi veren bir name'yi "yukarıya" göndermekle ye­

tinemezdi; gücünün yettiği önlemi düşünmeli, bunun uygulamasına geçmeli ve o konuda da namesinde bilgi vermeliydi.

İvan oğlu İskender Bey, derin derin düşündü. Bedreddincilerin ne çeşit bir düzen değişikliği yolunda propaganda çalışmasına girdiğini yani ne istediklerini, ne vaad ettiklerini biliyordu; Dede Sultan'ın bir Bedreddin müridi olduğunu da biliyordu. Bu konularda yeterince söy­

lenti duymuştu. Ama, bilmek gereksiniminde olduğu halde bilmediği o kadar çok şey vardı ki, alması yerinde olacak ve almaya gücünün yete­

ceği önlemler nedir, bir türlü karar veremiyordu. Dede Sultan'ın gücü neydi, bir çatışmaya sürebileceği kaç adamı vardı? Bunların silah dona­

nımı yönünden durumları nasıldı? Nerede yahut nerelerde üslenmiş­

lerdi? Nerede yahut nerelerde uzantıları vardı ve bu uzantıların gücü neydi, başlarında kimler vardı? Musa Han kazaskeri iken şimdi İznik'te sürgün yaşamı sürdüren Bedreddin'in, Dede Sultan ile bugünkü günde bir bağı var mıydı yani Dede Sultan onun talimatını mı uyguluyordu, yoksa bir Bedreddin müridi olmakla birlikte düzen değişikliği uğruna ayaklanma çıkarmak hazırlıklarına kendiliğinden mi girişmişti?

Bu bilinmezler karşısında, kendisinin eli altındaki azap askeri he­

men Dede Sultan üzerine yürüyüp onu yakalamaya yetecek sayıda olsa bile, ki öyle olup olmadığını bilmiyordu, Dede Sultan'ın nerede üslen­

diğini öğrenmedikçe yakalamak üzere eyleme geçmek olanağı yoktu.

Demek ki, Ayasluğ olaylarını haber verecek namede "Şimdi, evvel be evvel, şu konularda bilgi toplamam gerek, bu işe girişiyorum; ye­

terince bilgi topladığımda, uygulanabilecek önlemleri belirleyeceğim, bunlardan kendi gücümün yettiklerini uygulamaya hemen başlayaca­

ğım ve her hal ü karda sizi yeniden bilgilendireceğim" demesi ve o dediği yolda davranması gerekecekti.

İskender Bey, düşünce zincirinin bu karar noktasına varınca, ferah­

ladı. Kendisinin askerlik işleri açısından üstü, savaş zamanında, kendi sancağındaki timarlı sipahi askerini getirerek buyruğuna gireceği Bey­

lerbeyi idi ama, şu sırada ortada görünen, bir harp darp durumu değil, Dede Sultan çevresinde toplanmış, sayılarının ne olduğu bilinemeyen, belki birkaç yüz kişiden ibaret bagi takımının, dinde ilhad yani Kur'an hükümlerinden sapma propagandasıyla birlikte düzen değişikliği pro­

pagandasına giriştiğinden ve Ayasluğ'da bir konak yakıp ayrıca Ayas­

luğ kal'ası dizdarı olan sübaşı ile kethüdasını katleylediğinden ibaretti.

Yazacağı nameyi, vezir daha doğrusu veıirlerin en kıdemlisi [Sadr-ı azam unvanı, keza Vezir-i azam unvanı, henüz bilinmiyordu] Baya­

zid Paşa'ya göndermeliydi. öyle yaptı; yazıhazırlap atlı tatar ile gönderdi. Kethüdası İbrahim Ağa'çağırıp, neleri öğrenmek gerek­

sinmesinde olduğunu ona açıkladı ve ondan, tüm sancak kapsamında halk arasına kendi adamlarını göndererek, bu konularda tez elden bil­

gi toplamasını, gelen bilgiyi kendisine iletmesini istedi.

İzmir'den Ayasluğ'a ulaşmanın, en az iki gün at sırtında gitmeyi ya da, yaya yolculuk edilecekse, en az üç gün yürümeyi gerektirdiği bir zamanda, bilgi toplayacak adamların Sancak Beyliği kapsamında olabildiğince çok sada kente, kasabaya, köye gitmesi; oralarda, gere­

kiyorsa kırsal yörede de dolanarak, yeteri kadar zaman ararak, bilgi toplama çalışmasını yürütüp tamamlaması elbette ki aylar sürecekti.

Bayazid Paşa'dan, Sancak Beyi İskender'in yazısına "Öldürülenlere Allah rahmet eylesin. Düşündüklerin akla uygundur. Gerekli bilgiyi toplap alınacak tedbiri bul ve al, bize de yeniden bilgi ver" içeriğin­

de yanıt üç hafta içinde geldi, ama bilgi toplama çalışmasında yeterli denebilecek sonuç elde edilmesi, az çok belirli bir tablonun ortaya çı­

kabilmesi, ertesi yılın, 1416 yılının bahar başlangıcına sarktı. Yine de, bazı konularda açık seçik bilgi sağlanamamıştı. Örneğin ve özellikle, Börklüce'nin yürüttüğü "fesat" besbelli ki Bedreddin'in düşüncelerin­

den esinlenmiş olmakla birlikte, acaba bu fesadı düzenleyen, yöneten Bedreddin miydi, Börklüce onun talimatını yerine getiren bir maşa­

dan mı ibaretti? Börklüce'nin Karaburun Yarımadası'nda, Mordoana kariyesinde üslendiği, yanında kalabalık sada "mürid"inin bulundu­

ğu öğrenilmişti ama, bu kalabalık sayıyı iyi kötü belirtecek rakam ne idi? 100 mü, 500 mü, 1000 mi? Sonra, o "kalabalık sayıdaki" müritler içinde kaçta kaçı, sadece bir şeyhe, bir pire gönül bağlamış, onun yol göstericiliğine sığınmış, hatta buyruğuna girmiş kimseler, kaçta kaçı hem o nitelikte hem de elde kılıç savaşmaya girişebilecek gerçek an­

lamda kıyam mücahitleri, devrim savaşçıları idi, belirlenememişti.

Börklüce takımının, Saruhan Sancağı'nda, özellikle Sancağın merkez kazası olan Manisa kazasında etkin bir uzantısının bulunduğu, bun­

ların başında Torlak Hu Kemal denen bir dervişin olduğu öğrenilmiş

olmakla birlikte, orada kılıçlı bir güç oluşturulduğu yolunda hiçbir bil­

gi edinilememişti (gerçekten de, Torlak, öyle bir güç oluşturmamıştı).

İskender Bey, kendisine varan bilgileri değerlendirmeye çalıştı ve çok yanlış bir sonuca vardı. Vaktiyle, bir Bulgar Prensi iken, kendi yurdunda görülebilecek öğrenimi en üst düzeyde almıştı ama elbette ki o zaman, Osmanlı tarihi üzerine edinebildiği bilgi pek cılızdı, hele Osmanlı öncesi islamlık tarihi konusunda hemen hemen hiçbir şey öğrenememişti. Ama islam oldum dedikten ve Osmanlı yönetici top­

lumu içinde kabul gördükten, hele hele Samsun'a Sancak Beyi olarak atandıktan sonra, bu konudaki eksikliği pek çok vesileyle ona çuvaldız gibi batmıştı, nice kez pek gülünç ve sıkıntılı durumlara düşmüştü.

O eksikliği gidermeye içten bir gayretle çabalamıştı ve bu çabasında, Candaroğulları'ndan yakın zamanda devralınmış Samsun'un nice Osmanlı kentine göre çok daha yüksek bir kültür düzeyinde bulun­

ması, ona büyük kolaylık sağlamıştı. İslam tarihi hakkında yeterli bir genel bilgi edinmeye çalışırken, Hasan Sabbah olayını öğrenmiş ve bu olay, birçok yönden ilginçliği nedeniyle, aklından çıkmamıştı. Dede Sultan'ın, mülhid bir hatmi inancı yayarak, karadan ulılması pek zor olan Mordoana kariyesinde, hemen hemen sırf Stylarios Dağı'nın sıradağ biçiminde uzanan kayalık kitlesinden oluşan bir yörede, mü­

ritleriyle üslenip Ayasluğ'a birtakım yerel ileri gelenleri katleylemek üzere fedailer göndermesini, hemen, Hasan Sabbah olayının taklidi ve tekrarı saydı; bu mülhid Dede ile onun "olsa olsa birkaç yüz" fedaisini haklamak üzere Karaburun Yarımadası'na sefer etmeye karar verdi.

Ancak, Dede Sultan Börklüce'nin sığındığı o dağlık, karadan erişilme­

si zor yöre, Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi gibi, adım adım direnme gösterilebilecek nitelikteydi. O nedenle, bu bagilere karşı sefere giriş­

mek için, elinin altında, Kadifekale' de bulunan üç bölük gücünde azap eri asla yetmezdi; sancak kapsamındaki timarlı sipahilere çağrı çıkar­

malıydı; onlardan, kendi cebelilerini yanlarına alıp, buyruğu altına gel­

melerini istemeliydi. Elbette ki çağrıyı iletecek adamların timarlı sipa­

hilere ulması, onların da kendi cebelilerini toparlayıp hazır etmeleri, yola çıkıp İzmir yakınlarında her nerede toplanılacak ise oraya gelme­

leri hayli zaman alırdı, iki üç haftadan önce olmazdı. Bu nedenle,

ken-di azap askeri ve gelecek olan birliklerin toplanma, buluşma zamanını, yaz başı olarak saptadı. Sonuncu buluşma yeri, İzmir'den Vurla'ya ve daha ilerideki Karaburun Yarımadası yolu kavşağına, oradan yarıma­

da batı ucunda, Sakız Adası karşısındaki Perama İskelesi'ne [Çeşme]

uzanan yolun, İzmir-Vurla arasındaki, hep kıdan giden bölümünün orta yerinden az ileride bulunan kavşak, yani Sivrihisar [Seferihisar]

ve İpsili Hisarı tarafına, tam güneye yönelen diğer bir yolun başladığı kavşak olacaktı. Timarlı sipahiler içinde, İpsili Hisarı, Sivrihisar, He­

Belgede EVRENSEL BASIM YAYIN (sayfa 72-77)