• Sonuç bulunamadı

ALTINCI BÖLÜM

Belgede EVRENSEL BASIM YAYIN (sayfa 147-179)

sıra V urla pazarına gelip öğrendiklerini orada kalmış diğer casuslara aktarmak görevini verdi. Ne var ki, bu kişilerden dişe dokunur bilgi ge

ALTINCI BÖLÜM

Ba'dehu Sazhdere cenginde mağlüben belasın bulan Şeytan-ı La'in Bayazid Paşa'nın karınca misali leşker yürüdüp Börklüce üzerine varması ve ol yiğidi cihar mıh ile rekz1 idüp katleylemesi nasıl vaki oldu, anın

beyanındadır

İzmir yöresine Mayıs başından Ekim ortalarına kadar tek damla yağmur düşmesi, nadirattandır. Kasım sonundan Mayıs bına kadar da, genellikle, ara sıra yağmur yağar; daha çok, yaman bir kuru soğuk, (batıda Karaburun Yarırnadası'nın omurgası gibi sıradağ biçiminde uzanan Stylarios, güneyde Bozdağlar dizisinin batı uzantıları, doğuda en heybetli bölümü Sipylos/Manisa Dağı olan dağ blokunun batı ve kuzeybatı uzantılarıyla, yani batıdaki uzantı Yamanlar Dağı ve kuzey­

batıdaki uzantı Dumanlı Dağ ile çevrelenmiş olup kuzey yanında dahi, Foça-Menemen arasındaki ılımlı yükseltiler bulunan) dondurma kabı benzeri İzmir yöresi çukurunda ortalığı kasıp kavurur. Kuzey yan­

daki ılımlı yükseltilerin dışında, o dağların tümü, göğe uzanan yüce doruklarla taçlanır; Karaburun Yanmadası'ndaki "Rüzgarlı Mimas"

1200 metre; yöreyi güneyden çevreleyen Bozdağlar dizisi uzantılarının en yüksek doruğu, Rumların verdiği adla Dio Adelfia/İki Kardeşler, Türklerin söyleyişiyle Çatalkaya 1017 metre; Yamanlar Dağı doruğu, 1076 metre; Dumanlı Dağ doruğu 1091 metre yüksekliktedir. Bu dağ­

ların, İzmir güneydoğu yanıbaşındaki, ilkçağ Olymposlanndan biri olan Nif Dağı dışında hiçbiri, uzunca süre kar tutmaz; yağan karın

l Rekz etmek: Saplamak, saplayarak dikmek.

aklığı, yamaçlarda ancak birkaç gün, doruklarda olsa olsa bir ilci hafta süs olur, ama Nif Dağı doruğunda kışın en soğuk zamanlarında ilci üç ay dayanır.

Kim bilir, belki de o yüzden, İran'daki ünlü Nihavend Dağı'nın bu adı aslında Nifa-wanda, Kar-lı olduğu gibi, bizim dağa da "Kar" anla­

mında Nifa denmişti ve Nif adı buradan geliyordu.

Kışın, içinde kuru soğuk barındırır bir çanağa dönüşen bu İzmir çukurunda, Ekim ortaları ile Kasım sonu arasındaki bir zamanda, ilci üç hafta süreyle, habire şarıl şarıl yağmur yağar; bir durur yine yağar;

hazan çiseler, hazan sağanağa dönüşür ve ortalığı sel götürür, İzmir'in içi bile perişan olur.

Kurak bir yazı izleyen güz gelip çatmıştı; Ekim ortasında, o yağ­

murların gelmek üzere olduğunu belli eden, "mevsim ortalaması üs­

tünde" hava sıcaklığının yaşandığı günlerde, Bayazid Paşa komutasın­

daki ordu, 14 yaşında çocuk-delikanlı Şehzade Murat'ın kendi Sancak Beyliği'nden, Rurniye-i Suğra'dan yani Amasya yöresinden getirdiği çeriyle birlikte, İzmir' e vardı ve hemen, birkaç ay önce kendisinin tüm ordusu Börklüce taifesinin gece baskınında kılıçtan geçirilen, hem Ay­

dın İli'nin hem Saruhan İli'nin Sancak Beyi Kara Timurtaş Paşazade Ali Bey de, getirebildiği 100 kadar askerle, İzmir' de orduya katıldı.

Murat, her ne kadar Rurniye-i Suğra'da 1415'ten beri, dolayısiyle 11 yından beri Sancak Beyi idiyse de, elbette ki, makam ve rütbesi­

nin gerektirdiği işleri, çevresinde bulunan hatta bir bölümü bkent Edirne'den gönderilen "ümera" yürütmüştü; bu yaşta orduda komu­

tanlık edecek, savın yönetimine karışacak değildi. Onun savaştaki katkısı, kendi Sancak Beyliği'nin askerini oralara getirmekten ibaret kalacaktı. Ama, Padişah babası, onun şimdiden Padişahlığın olağan ge­

lişmelerine alışması, gözü önünde kanın gövdeyi götürmesine, kelle kol bacak koparılmasına, gürz ve topuz vuruşuyla kafatası parçalanmasına, beden deşilmesiyle kan fışkırmasına ve benzeri görüntülere kanıksama getirmek yolunda ilerlemesi isteğindeydi. Bu görsel eğitim, ileride üst­

leneceği Padişahlığı, "nizam-ı alemi bir hoş muhafaza eyleyüb memle­

keti birbirine tokuşturmadan" yürütebilmesi için, gerekli idi.

Şehzade Murat, gençlik yıllarında, yani hem yetişkin şehzade ya­

şında iken hem de genç bir hükümdar iken (142I'de 17 yaşında tahta geçmiştir) görünüş yönünden dedesi Sultan Bayazid'i pek andırırdı.

Oğlu Fatih il. Mehmet'in tersine, tıknaz bedenli, irice kemikli değil­

di. Beden ölçüleri uygun orantılı, zayıfça denecek kadar şişmanlıktan uzak, Osmanlıların tipik kartal bumu altında bıyığını ince bırakan, genç yaşına rağmen gür sakalı fazla uzatılmadan toparlak kesilmiş, ka­

fasında kocaman bir sarıkla gezen yakışıklı bir erkekti. Ancak, Börk­

lüce üzerine sefere çıktığında yaşı 14 olduğuna göre, sonraki yıllarının o ılımlı uzunluktaki toparlak sakalından herhalde henüz yoksundu.

Kendisini görmüş, tanımış olan memleketlimiz tarihçi Doukas'ın an­

latımına bakılırsa, kalbi temiz, dürüst, sözünü tutan, müslümanlara olduğu kadar hristiyanlara da iyi davranan, kin tutmayan, zorlanma­

dıkça savaşa girmeyen, barışı yeğleyen huyda idi. Yaşlılığında da, ken­

di isteğiyle tahttan çekilen tek Osmanlı Padişahı olmuştur.

Amasya yöresine Rıimiye-i Suğra (Küçük Romania/Roma Ülkesi) adını Danişmendliler koymuş ve Selçuklu da aynı adı kullanmış idi.

Oraları, 1389-1393 arasında birkaç kez elden ele geçti. 1393'te Yıldı­

rım Bayazid'in egemenliğine girdi, Sancak olarak örgütlendi ve Şehza­

de Mehmet Çelebi Sancak Beyi oldu. Bayazid Paşa, Sultan Mehmet'in daha Amasya'daki Sancak Beyliği yıllarında hizmetine girmişti. O ken­

tin yerlisi Yahşi adlı birinin oğluydu, dolayısiyle Timurtaş Paşazade Ali Bey'in ve Kara Timurtaş Paşa'nın kendisinin tersine, geçmişi Osman Gazi dönemine uzanır Osmanlı aristokrat ailelerinden birinin çocuğu değildi. Bayazid, Çelebi Mehmet'in oradaki eğitmeni, Lalası olduktan sonra, hiç onun yanından ayrılmadı; ona hizmette bulunmayı ömrü­

nün sonuna kadar bağlılıkla sürdürdü ve 142I'de onun ölümünün az sonrasında yeni Padişah il. Murat'ın devşirebildiği ordu ile, Edime'de tahta oturmuş Mustafa Çelebi üzerine kendisi gitmiş iken Sazlıdere' de yenilip tutsak düştü; İzmiroğlu Cüneyt'in damadı vaktiyle kendi eline düştüğünde Cüneyt kahrolsun diye adamı hadım ettirdiği için kendisi­

ne bağışlamaz kin besleyen, şimdi Mustafa Çelebi'nin veziri durumun­

daki Cüneyt'in ısrarıyla "kan itmam edildi". Gerek bu hadım ettirme olayı, gerek (özellikle) Börklüce üzerine giriştiği seferde İzmir'i geçer

geçmez giriştiği kitle kıyımı, kendisinin hiç de bağışlacı, "insaniyet­

li" bir vezir olmadığını ortaya koyııyor. Ama, belki de seçeneği yoktu.

Padişah, bağışlacı olabilirdi, bu tutumu belli olaylarda sonradan ken­

disinin pişman olmasına yol açsa bile, öyle bir sonucu göze alıp alma­

mak kendi bileceği iş idi. Oysa, Padişahın en yüksek rütbelere çıkardığı yöneticiler, ona hizmeti sürdürürken, bağışlacılık ve yufka yüreklilik gösterirlerse, celladın kemendi boyunlarına geçebilirdi.

Diğer yandan, Bayazid Paşa ( Çelebi Mehmet daha pek küçük yaşın­

da onun "eline geldiği" ve hele hele bu şehzade sadece 22 yaşında iken Ankara Savaşı'nda tutsak düşen babasını artık hiç göremediği, ertesi yıl onun ölüm haberini aldığı için), hep Çelebi Mehmet'in vasisi duru­

munda bulunmasürdürmüş idi; Allah için, bunu daima doğrulukla, bağlılıkla yapmıştı. Hem bu yüzden, hem de Bayazid Paşa, fetret devri sonunda Çelebi Mehmet Edirne tahtına oturduğunda artık iyice yaşını başını almış çok deneyimli bir devlet adamı olduğundan, Sultan Meh­

met onun bir dediğini hiçbir zaman iki etmiyordu. Üstüne üstlük, Ka­

ramanoğlu üzerine 1414'te girişilen seferde büyük yararlığı görüldü­

ğünden, kendisine, üzerinde bulundurduğu birinci vezirliğin yanı sıra, töreye aykırı olarak, Beylerbeyi rütbe ve yetkisi de verilmiş idi. Etkin­

liği, sözünü geçirirliği, İkinci Vezir Cendereli (Çandarlı) İbrahim Paşa ile Üçüncü Vezir Hacı İvaz Paşa'pek gölgede bırakıyordu. Börklüce üzerine çıktığı sefer sırasında, bu diğer vezirler Edirne' de kalmışlardı.

Bayazid Paşa ordusunda hiç kapıkulu askeri, yani yeniçeri ya da ka­

pıkulu süvarisi yoktu. Çünkü kapı.kulu askeri, öncelikle Padişahın ken­

disini korumakla görevli, üç ayda bir aldığı ulufesi Padişahça ödenen ve temel ilke olarak Padişah nerede ise orada bulunan askerdi; meydan savaşı verildiğinde dahi, merkezde, Padişahın çevresinde bulunur; Padi­

şah yeniçerilerin ortasında, at üzerinde dururdu. Sultan Mehmet, Mus­

tafa Çelebi'nin şu ya da bu destekle apansız yeniden ortaya çıkıvermesi, Edime üzerine yürümesi olasılığına karşı başkentte kaldığından, kapı­

kulu askeri de orada idi. Bayazid Paşa komutasında İzmir' e gelen orduda yalnız yaya, (atlı) müsellem, (yaya) azap, (atlı) tirnarlı sipahi ve sonuncu­

ların kendi yanlarında getirdikleri (atlı) cebeliler vardı. Bunların toplam sası 30.000 kadardı. Ordunun yanı sıra, savaşçı olmayan aşçı, arabacı,

seyis vb yaklık 2000 kişi ile, yanlardaki kanatlan iyice yüksek, atla çe­

kilen 300 dolaylarında araba, dolasiyle 100 çeri bına bir araba, sefere katılmaktaydı. Bu arabalar, yalnız ordunun yiyeceklerini, çeşitli donanı­

mını tımak üzere getirilmekte değildi; yüksek yan kanatlan sayesinde, gerektiği zaman, bir kale burcu işleviyle de işe yarayacak.lardı.

Gündüzlerin gittikçe kısaldığı, gecenin uzadığı mevsim yanıyor­

du ve bu süreç hayli ilerlemişti; çabucak akşam vakti geliveriyordu.

Bu nedenle, ordu, günde ancak 8 saatlik yol alabiliyordu. Sabah na­

mazı sonrasında 4 saat yürünüyor, öğle namazı vak.ti yaklaşırken din­

lenmeye geçiliyor, yemek yeniyor, böylece iki saat kadar mola verilip iki saatlik yol gidiliyor, ikindi namazı vak.tinde bir saat dinlenilerek günbatımına, akşam namazı vak.tine kadar yine iki saat yürünüyordu.

Dolasiyle ordu, olağandışı bir durum ortaya çıkmadıkça, günde 24 km yol alabilmekteydi.

Bayazid Paşa İzmir'e varınca, ordusunu kentin batı yanıbaşındak.i Balçık Havli Ilıcaları'ndan denize kadar uzanan geniş düzlükte ko­

naklattı ve pek sıkı güvenlik önlemleri aldı. Ordu burada bir tam gün dinlendi. Börklüce taifesinin ocağı Karaburun Yarımadası idi, bu bili­

niyordu, çevredeki halkın ondan yana olduğu da biliniyordu; üstelik, Timurtaş Paşazade, ordusunun gece vak.ti baskınla kılıçtan geçirilme­

si, kendisinin eyersiz at sırtında yanında üç beş kişiyle ta Manisa'ya kadar kaçarak, zillete bulanma bahasına can kurtarmasını bağışlanır göstermek için, Börklüce'nin baskın yapan savaşçılarına tüm yöre halkının ve aynca, nerelerden getirildiğini bilmediği sasız Börklüce müridinin, Timur çerisi misali hesaba gelmez kalabalık halinde ka­

tılmış bulunduğunu, kendisi kılıç elde yiğitçe savaştığı halde bu ezi­

ci saçokluğu yüzünden savı bırakıp ayrılmak. zorunda kaldığını söylemişti ve o nedenle Bayazid Paşa, buradan yola çıkar çıkmaz işe girişerek, yolda karşılaşılacak. yahut aramakla bulunacak., insan soyun­

dan her canlı, kadın erkek, çocuk yaşlı demeden ibret-i alem için mdan geçirmeye azimli idi. Böyle olunca, cenk belki de Karaburun Yarımadası içlerine dalmanın çok öncesinde başlayacaktı. Herhalde, oraya gidiş sırasında, Börklüce taifesinin en azından vur-kaç saldırıla­

rını, gece baskınlarını beklemek gerekiyordu. Bu yüzden, cenk hemen ertesi gün başlayabilir düşüncesiyle, son hazırlıklar özenle yürütüldü.

Sabah serinliğinde, batıya doğru kıyolundan yürüyüşe geçme sonrasında, Bayazid Pa'nın hem öç almak için hem de ibret-i alem olsun diye olabildiğince çok sada insan öldürmek hevesi hep kursa­

ğında kaldı. Çünkü, Balçık Havli Ilıcalan'ndan ta Kilizman'a kadar, arada bir tek yerleşim, bir mezra yerleşimi bile yoktu. Bayazid Paşa yalnız, onun niyetlerinden habersiz yolda yürüyen ya da eşek sırtında giden birkaç garip yolcunun kafasını kestirmekle yetinmek zorunda kaldı. Tam 22 saatlik yürüyüş sonrasında sol yanda küçük bir tepe üzerinde bulunan Kilizman köyü önüne gelindiğinde, köye dalan as­

kerler dahi, bütün yetişkin erkeklerin savuşmuş olduğunu gördüler;

köyün evlerinde, sokaklarında yalnızca -öldürüleceklerini akıllarına bile getirmeyen- küçüklü büyüklü çocuklardan, kadınlardan, ak sa­

kallı ylı dedelerden bka kimseyi göremediler ve öyle emir aldık­

larından, gördüklerinin tümünü köy dışına çıkanp orada kılıçtan ge­

çirdiler. Köy dışına çıkarmanın nedeni şuydu ki, yağmur blamıştı;

Şehzade Murat, Vezir ve Beylerbeyi Bayazid Pa, diğer ümera, sübı­

lar geceyi köy evlerinde geçireceklerdi; ortalığı kana bulanmış görmek keyiflerini kaçırmasındı. Bu kım sonrasında, ordu konak.lamaya geçti; "rüesa" takımı köy evlerinde yattı; çerilerden her biri dış�da kendi başının çaresine baktı. Yağmurda ıslanmak.tan olabildiğince ko­

runma sağlayabilecek bol yapraklı ağaç altlan, ordu ağırlıklarını taşı­

yan arabaların altlan, köydeki ahırlar tıklım tıklım doldu; ne var ki, bulunabilen bu gibi yerler 30.000 kişilik orduya yetmediğinden, çok kişi, arabalarda taşınan yamçılardan birine bürünerek, bıyla birlikte gövdesi üstüne örttüğü bir çulun altına sinerek, kıvnldığı yerde geceyi geçirdi, sabahı etti.

Daha bir gün öncesinden, balıkçılar, Bayazid Paşa'nın Balçık Havli' den aynlır aynlmaz yol üzerinde rastladığı garip yolculardan başlayarak. kıma giriştiğini, ikindi vak.ti, Mordoana İskelesi'nde Börklüce'ye iletmişlerdi. Haberi getiren yelkenli, önce balıkçılar lon­

casının başı Barbas Grigoros'un Vurla İskelesi karşısındaki adada bulunan evine uğrayarak. onu da almış bulunduğundan, Barbas ile Börklüce, kafa kafaya verdiler, "Tedbir ne ola gerek?" diye düşündüler taşındılar, konuşup tartıştılar. Barbas, "Bu vicdansız katillerden

kur-tarmak. için, bütün halkımızı, bizim elimizdeki her çeşit tekneden ve aynca hemen şimdi Sakız'a, Sisam'a haber yollayarak. yarın burada ol­

masını sağlayacağımız teknelerden yararlanıp adalara taşıyalım" dedi.

Dede Sultan anunsadı: Sakız Adası'nda Georgios Kokalas'tan duy­

dukları, öğrendikleri arasında buna benzer bir şey de vardı. Kokalas, konuşma sırasında şunu da demişti:

- Teknelerin değerini bilin! Onlar, pek çok yerin birinden diğerine savaşçı, malzeme, hayvan, her şeyi taşunak.ta, getirip götürmekte ya­

rarlanabileceğiniz bir araç olmakla kalmaz; pek çok diğer biçimde de kullanılabilir. Gün gelir, onlar sizler için yüzen bir kale burcu, hatta yüzen bir vatan olabilir. Çok, çok eski zamanlarda İranlılar eski Hel­

lenlerin ülkesini istila etmiş, ülkenin en önemli kenti Atina'nın önü­

ne sayısız kalabalık bir ordu ile gelmişti. O zaman Atinalılar, "Şimdi gemilere sığınıp kaçalım; düşman boş bulduğu evlerimizi, kentimizi yakıp yıksa da, bu, onların köleliğine düşmemize veya kılıçtan geçiril­

memize göre çok daha küçük bir felaket olur; biz özgür kalırsak. gün gelir kentimizi yeniden kurarız; en kötü olasılıkla bka yerde kendi­

mize yeni bir kent kurarız" demişler ve kentlerinden aynlmışlar, onun yakılıp yıkıldığını uzak.tan görmüşler, ama düşmanın yenilmesi sonra­

sında o kenti yeniden kurmuşlardı.

Börklüce bu konuşmayı anımsadı ama, kendisine, "Üç cenk olacak, üçünü de siz kazanacaksınız" diye varidat gelmiş değil miydi ya? Üs­

telik yapılan iki cengi de, düşmanı gerçek anlamıyla helak ederek yen­

giyle sonuçlandırmışlardı; varidatın gelecek bildirimi doğru çıkmak.ta idi. Barbas Grigoros'a bunu söyledi, tüm halkla birlikte teknelere binip adalara göçmeye hiç istekli olmadı. Barbas, ona gelmiş varidatın gü­

venilirliğini sorgulamaya, o konuyu tartışmaya işi vardıramadı; çünkü Börklüce'nin aslında denizde yürümüş olmadığını bildiği halde, onun Tanrı katında seçkin bir dede olduğuna içtenlikle inanıyordu; onun yalnız yandaşı değil, yandaşlıktan çok daha önce, müridi idi. Yine de, şu gerçeğin dile getirilmesini doğru buldu:

- Evet Dedem, üç cengin üçünü de kazanacağız diye sana varidat geldi. Ama, savaşçı olmayanlar, çoluk çocuk, kadınlar, yaşlılar, Bayazid'in kıyımından kurtulacak. ve onlar dahi senin üçüncü

cenkte-ki yengini görebilecek diye bir varidat cenkte-kimseye gelmedi. Sen gel beni dinle, hiç değilse bu gibileri güvenliğe çıkaralım, savaşacak canlar bu­

rada kalsın.

Börklüce'nin bu öneriye aklı yattı. Hemen sağa sola, o arada Sakız Adası'na, Sisam Adası'na en hızlı yelkenliler gönderildi, olabildiğince çok teknenin, kımdan kurtarmak amacıyla halkı alıp götürmek üze­

re Karaburun Yarımadası'nın belli iskelelerine gelmesi istendi. Ayrıca, hiç gecikmeden, eldeki teknelerle, Ceneviz soyluları egemenliğinde­

ki Sakız Adası'na insan taşınmasına tam bir curcuna içinde girişildi.

Vurla köyüne ve onun güney yakınında, bir yay üzerinde dizilmişçesi­

ne sıralanan Türkmen köylerine, yine en hızlılarından bir yelkenli ile Vurla İskelesi'ne ulak gönderilerek, kım haberi bildirildi, köylerin hemen boşaltılması, halkın güneydoğuya uzanan yolu kullanarak Siv­

rihisar, İpsili Hisarı doğrultusunda kaçması, yahut Vurla'dan düm­

düz güneye giderek Sığacık Körfezi kuzey kıyılarındaki ıssız yerlere dağılması sağlandı. Böyle olunca, ertesi gün, aralıklı yağan yağmurun altında batı yönünde ilerlemeyi sürdüren Bayazid Paşa ordusu, sadece, dağınık kırsal barınaklarda, ağıllarda ve benzeri yerlerde yaşadıkları için haberi öğrenememiş insanları, çoluk çocuk kadın erkek toplam olarak belki yüz kişiyi yakalap kılıçtan geçirebildi.

O ertesi gün, Bayazid Paşa ordusu, yine sabahın erkeninde kı yolundan, denizin hemen yanıbaşında yürüyüşe koyulmuştu ve vezir, şehzade, ümera, sübaşılar, atlı ya da yaya çeriler, aşçı, arabacı, seyis, hademe, haşeme, hepsi ilerlerken, o güne dek hiç görmedikleri bu güzel yörenin güzel kıyılarını, güzel denizini, güzel yamaçlarını hay­

ranlıkla seyretmekte idiler. Zaman zaman düzensiz aralıklarla yağmur çiselemekte, durmakta; güneş açmakta, göğün çoğu mavilenmekte, derken yine bulutlar bir araya üşüşüvermekte; yağmurun çiselemesi yeniden başlamakta idi.

Yürüyen çerinin çoğu, hatta ümeranın, sübaşıların nicesi, ömrü boyunca, deniz kısında yürümüş olmak şöyle dursun, hiç deniz gör­

memişti; bunlar, bir başka dünyaya düşmüşçesine biraz şaşkınlık, bi­

raz hayranlık, ama olabildiğince merak ve dikkatle denizi inceliyordu.

Çiseleyen yağmurun, sanki dibinden sasız kabarcık çıkıp da yü­

zeye ulıyormuş görüntüsü verdiği durgun deniz, maviliğini yitirmiş, yeşile dönmüştü. Toprakla buluştuğu yerde, şaşılacak şey, bir ilci kü­

çük derenin ağzı sayılmazsa, hiç kumsal hatta kum yoktu; taşlı, çakıllı bir kıuzanıp gidiyordu. Denizin hemen yanıbında yürüyenler, üç tür yosunu ardedebiliyordu: kaya aralarında, hafif dalgaların hare­

ketlendirmesiyle sağa sola sallanıp duran, çok canlı bir tür yeşil renk­

te, neredeyse saydam, işkence çekmişçesine kıvrımlı yosunlar; iyice koyu yeşil, kadife havı gibi ama tüyleri biraz daha uzun, kayalara ya­

pışık yosunlar; kının biraz açığında, tarladaki buğday gibi dikilmiş, incecik şerit biçimli, yukarı ucu mutlaka su yüzeyinin altında kalan, ömrü dolunca dipten kopup yumak yumak kıya gelen ve dalganın, rüzgarın ittirmesiyle yola doğru savrulup biriken, kendine özgü bir koku yayan koyu kahverengi yosunlar. Bunları, İzmir ile Balçık Havli arasında Myrakti yani Kokaryalı denen yerde de böyle eni konu ­ ğın durumunda, taşlı çakıllı kının toprakla birleştiği çizgiyi örtmek istercesine uzanır gider halde görmüşlerdi. Kıyıyı okşayacakmış gibi şefkatle, sakınarak gelen dalgacıklann hazan örttüğü hazan örtmedi­

ği, kıya en yakın taşların arasında, zaman zaman küçük yengeçlerin yan yan yürüdüğü, kaya balıklarının, bir taşın altından çıkıp ötekinin altına girdiği oluyordu.

Körfeze yağmur çiseliyordu.

Ordu, kıyolu boyunca Kilizman köyünden Vurla İskelesi'ne doğru bir salmaz kalabalık halinde yürürken, körfezin karşı kısın­

da, Gediz Irmağı ağzının doğu yanıbaşında, sonradan Papas İskelesi denen (1886'da Gediz'in son bölümündeki yatak, ırmağın getirdiği alüvyonlar körfezi doldurmasın, İzmir'in denizle bağlantısı kesilme­

sin diye, değiştirilip ırmak yine ilkçağdaki ağzında, Foça güney yakı­

nından denize dökülür olunca, İzmir karşısında gelişebilen ve batıya doğru kıboyunca uzanmaya başlayan Karşıyaka'nın, önceleri Papas, sonra Deniz Bostanlısı denen bölümünün bulunduğu yerde idi) iske­

lede, bir insan kalabalığı her zamanki hay huyunda, işinde gücünde

lede, bir insan kalabalığı her zamanki hay huyunda, işinde gücünde

Belgede EVRENSEL BASIM YAYIN (sayfa 147-179)