• Sonuç bulunamadı

2. Abdülehad Nuri’nin Yaşadığı On Yedinci Yüzyılda Osmanlı’nın Genel

2.3. Tasavvufi Durum

2.3.2. XVII Yüzyılda Tasavvuf

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Osman Gazi’nin, Şeyh Edebâlî’nin kızıyla evlenmesiyle başlayan devlet-tekke arasındaki sıcak ilişki, Yıldırım Bâyezid’in kızını dönemin önemli sûfîlerinden biri olan Emir Sultan ile evlendirmesine kadar geçen süreçte gerek sûfîler ve gerekse devlet idârecileri adına faydalı bir şekilde devam etmiştir. Şeyh Muslihuddîn Vefâ (öl.896/1491) vefat ettiğinde, cenâze

namazına katılan II. Bâyezîd’in kefeni açarak yüzünü öpmesi,125 meşâyihe

118 Dâvûd-i Kayserî’nin müderrisliği hakkında bkz. Mehmet Bayraktar, Kayserili Dâvûd (Dâvûdu’l-

Kayserî), KB Yay., Ankara, 1988, ss. 12-13.

119 Mustafa Aşkar, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Muradiye Vakfı Yay., Ankara, 1993, s.

72.

120 Aşkar, a.g.e., s. 82; Mustafa Tahralı, “Muhyiddîn İbn Arabî ve Türkiye’ye Tesirleri” Kubbealtı

Akademi Mecmuası, sy., I, yıl: 23, İstanbul, 1994, s. 33.

121 Hayatı ve Tarîkatı hakkında bakınız. Ahmet Öğke, Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî (Hayatı,

Eserleri, Görüşleri), İnsan Yay., İstanbul, 2001.

122 Hayatı ve Tarîkatı hakkında bkz. Himmet Konur, İbrâhîm Gülşenî (Hayatı, Eserleri, Görüşleri),

İnsan Yay., İstanbul, 2000.

123 Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı Abdülmecîd Sivâsî, KB Yay., Ankara, 2000.

124 XVI. Yüzyılda tasavvuf ve tarîkatlar hakkında geniş bilgi için bkz. Öngüren, Osmanlılar’da

Tasavvuf. Ayrıca bkz. a. mlf., “XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı’da Tasavvuf Anlayışı”, XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değerler, (Milletlerarası Sempozyum: 9-11 Kasım 1996), İstanbul, 1997, ss.

409-433.

gösterilen hürmet açısından çarpıcı bir örnektir. Bu süreçte devletin kendisine yakın bulduğu, savaşlara çıkarken duâsını aldığı ve hatta savaşta yanında bulundurduğu tasavvuf ehlinin genel anlamda sünnî karakterli olduğunu görmekteyiz. Bu yakınlık, bir yandan devletin ve bu arada padişahın saltanatının bekâsı açısından siyasî bir önem taşırken, aynı zamanda, başta Anadolu olmak üzere Osmanlı topraklarındaki fikrî birliğin devâmı açısından da bir o kadar büyük öneme hâizdir. Mutasavvıflar açısından ise, devletin en üst kademesinden aşağı doğru bürokraside bulunan bir çok kişinin, tekkelerin kurulmasındaki yardımları ve bu tekkelerin devamının sağlanması ve iâşe giderlerinin temin edilebilmesi amacıyla kurdukları veya kurulmasına yardımda bulundukları

vakıflar126 sayesinde hizmetlerini daha rahat bir şekilde sürdürdüklerini

söyleyebiliriz. Osmanlı devletinin yıkılışına kadar devam etmekle birlikte, özellikle bu döneme kadar, Yılmaz Öztuna’nın ifadesiyle, “tasavvuf, Osmanlı hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır.”127

Ancak büyüyen devletin sosyal yapısı içerisindeki çeşitlilikler, fikir ayrılıklarının ortaya çıkması ve bunların sorun teşkil etmesi kaçınılmazdır. Bu anlamda, tasavvufî açıdan Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi problemlerden biri, Şeyh Bedreddin’in (öl. 823/1420) ismiyle anılan Şeyh Bedreddin Olayı’dır.128 Âlim bir kişi olan Şeyh Bedreddin, zamanla bazı bâtınî unsurlar altında kalmış ve başlattığı isyan netîcesinde Mevlanâ Haydar Acemî’nin “malı haram kanı helaldir” şeklindeki fetvâsıyla 1240’da idam edilmiştir.129 Bu isyanın sadece dini değil, siyâsî yönü olması dolayısıyla sûfîlere karşı olan güvende bir azalmaya sebebiyet

126 Örneğin, Abdülehad Nûrî Efendi irşâd hizmeti için gittiği Midilli Adası’nda müridi olan Deryâ

Beylerinden Bâlizâde Hasan Bey, şeyhinin çalışmalarını daha rahat yürütebilmesi için bir cami ve yanına derviş hücreleri, ta‘amhânesi ve şeyhin oturacağı evden müteşekkil bir zâviye inşa eder (Nazmî, Hediyye, 222; Vassâf, Sefîne, c. III s. 357). Hatta, buranın giderlerini karşılamak üzere, bir vakıf tayin ederek, cuma günleri camide va’z ve meşîhat vazifesi mukabili elli akçe, fukarayı doyurmak için günlük kırk akçe ve her türlü harcamaları şeyhin reyine bırakılmak üzere, tüm hizmetlerin Nûrî Efendi ve ondan sonra da halîfeleri tarafından yürütülmesini şart koşmuştur.( Nazmî,

Hediyye, 222; Müstakimzâde, Hülâsa, vr. 37b ). Konuyla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Yılmaz, OTT, ss. 437-442; Hasan Yüksel, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (1584- 1683), Sivas, 1998, s. 36.

127 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, KB Yay., Ankara, 1998, s. 168.

128 Şerafettin Yaltkaya, Simavnakadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul, 1966, ss. 51-60;Halil, İnalcık,

The Ottoman Empire, London, 1973, s. 82-83; Hüseyin Yurdaydın, “Türkiye’nin Dinî Tarihine

Umumî Bir Bakış”, AÜİFD, Ankara, 1961, c. IX, s. 114-115.

vermiştir.130 Bu olaydan sonra, Bünyamin Ayaşî (öl. 926/1520)’nin hulûl fikrini

yayması gerekçesiyle Kütahya’ya sürülmesi,131 Kemalpaşazâde’nin fetvasıyla

İsmail Maşukî’nin şeriata muğâyir sözler sarf etmesi nedeniyle 935/1529’da on iki müridi ile birlikte idam edilmesi,132 Bosna’lı Şeyh Hamza Bâlî’nin Ebussuûd Efendi’nin fetvâsıyla 969/1561’de idam edilmesi133 izlemiştir.134

Bütün bunlar, her ne kadar devlet ricâli ile mutasavvıflar arasında bir soğuma ortaya çıkarmış gibi gözükse de, sorunun batınî fikirleri olan kişi ve gruplarla olduğu, sünnî çizgideki sûfîler ve tarîkatlarla ilişkinin devam etmiş olduğunu söylemek gerekir.135

Abdülehad Nûrî’nin şeyhi Abdülmecîd-i Sivâsî’nin de, şeriatın zâhirine muhalif görüşler ortaya koyan veya batınî yorumlar serdeden zümrelerle mücadele ettiğini görüyoruz. Bunların başında İdris-i Muhtefî olarak tanınan Şeyh Ali Rûmî ve Hamzavîler gelmektedir. Bir meşrep olan Melâmîliğin, kendisiyle zirve noktasına ulaştığı kabul edilen İdris-i Muhtefî, gerçek kimliğini saklamıştır. Hakkındaki söylentiler nedeniyle Şeyhülislamlığın arama girişimine rağmen 46 yıl irşad hizmeti yürüten bu zât, bulunamamış ancak 1024/1615’de vefât ettikten sonra kim olduğu anlaşılabilmiştir.136 Ona müntesip olmayan hiç kimse, Ali Bey’in İdrîs-i

Muhtefî olduğunu bilememiştir.137 Muâsırı Abdülmecîd-i Sivâsî (öl.1639)

kendisini hiç tanımamış olmasına rağmen onun aleyhine çok sert bir tavır

almıştır.138 Abdülmecîd-i Sivâsî, çok kesin bir ifâde ile İdris-i Muhtefî

taraftarlarıyla birlikte Hamzavîler ve Hurûfîleri iman halkasının dışında tutar: “Ehl-i sünnetin nasla sâbit olan mezhebine imân getiren bilir ki, Hamzavîlerin ve İdrisîler’in ve Hurûfîlerin cümlesi kâfirler.”139 Sivâsî Efendi’nin bu tavrı, her ne

130 Mustafa Aşkar, Niyâzî-i Mısrî, KB Yay., Ankara, 1998, s. 35.

131 Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-Fuâd, s. 245.

132 Yurdaydın, a.g.m., s. 16.

133 Atayî, Hadâiku’l-Hadâik fî Tekmîleti’ş-Şekâik, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1332, ss. 70-71.

134 Bu idamlarla ilgili geniş bilgi için bkz. Reşat Öngören, “Şeriatin Kestiği Parmak: Kanunî Sultan

Süleyman Devrinde İdam Edilen Tarîkat Şeyhleri”, İLAM Araştırma Dergisi, Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı İlmî Araştırmalar Merkezi Yay., İstanbul, 1996(Ocak-Temmuz), ss. 123-140.

135 Gündüz, Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 66.

136 Sadık Vicdâni, Tomar-ı Turûk-ı ‘Aliyye (Tarîkatlar ve Silsileleri), haz.: İrfan Gündüz, İstanbul,

1995, s. 41-42.

137 Abdülbâki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul, 1992, s. 124.

138 Abdülmecîd-i Sivâsî’nin İdris-i Muhtefî ve Hamzavîler hakkındaki fikirleri hakkında geniş bilgi

için bkz. Cengiz Gündoğdu, Abdülmacîd-i Sivâsi, ss. 123-134.

kadar ehl-i sünnet düşüncesine çok sıkı bir bağlılığın ifâdesi gibi gözükse de, tanımadığı başta İdrîs-i Muhtefî taraftarlarını “gizli meclislerde birbirlerine secde ettikleri ve sâir fesadları ve ulemâ ve sülehâ ve meşâyihle karışmadıkları ve hilaflarına kız vermedikleri... Eğer nisbet olunan ahvâli işitilen gibi vaki‘ ise...”140 gibi gerekçelerle küfürle itham etmesi, konuyla ilgili çalışma yapan Cengiz Gündoğdu’nun da haklı ve doğru olarak “makul bir davranış olarak görünmemektedir” ifadesiyle işâret ettiği141 gibi ilmî olmaktan uzak ve en basit ifâdeyle insafla bağdaşmaz.

Abdülehad Nûrî’nin yaşadığı XVII. yüzyılın ilk yarısında, tasavvuf tarihinin önemli simâlarının yaşadığını görüyoruz. En başta, Celvetiyye tarîkatının kurucusu Aziz Mahmud-i Hüdâyî (öl.1038/1628),142 Halvetiyye’nin Ramazâniyye

kolunun kurucusu Ramazan Mahfî (öl.1052/1642),143 Ramazâniyye’nin alt kolu

olan Cihangiriyye’nin kurucusu Pîr Hasan Burhâneddîn-i Cihangirî (öl. 1074/1663),144 Halvetiyye’ye bağlı Uşşâkiyye’nin alt kolu olan Câhidiyye’nin

kurucusu Pîr Ahmed-i Câhidî Efendi (öl. 1070/1660),145 Abdülehad Nûrî ile

görüşmüş kişilerden biri olan Halvetiyye’ye bağlı Karabâşiyye’nin kurucusu

140 Abdülmecîd-i Sivâsî, a.g.e., vr. 68b.

141 Gündoğdu, Abdülmacîd-i Sivâsi, s. 128.

142 Aziz Mahmud Hüdâyî, eserleri ve fikirleri ile bu yüzyılın en seçkin mutasavvıflarından biri olup

aynı zamanda Padişah ve devlet erkanı üzerinde nüfûzu olan bir şahsiyettir. Hayatı ve Celvetiyye tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz., Hasan Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî; Yılmaz, Necdet,

OTT, ss. 359-378.

143 Afyonkarahisar’lı olan Ramazan Mahfî, 1542’de doğmuş, önce Kasım Çelebi, ardından Muhyiddîn

Karahisârî (öl. 1583)’nin yanında sülûkunu tamamlayarak İstanbul’a gelmiş Bezirgan Tekkesi veya kendi adına Ramazan Efendi Tekkesi diye maruf tekkede irşad faaliyetlerini sürdürmüş, Güzelce Mahmud Paşa başta olmak üzere devlet erkanının teveccühüne mazhar olmuş ve son yıllarında halktan uzak münzevî bir hayat sürmüş ve “Ka‘betü’l-Uşşâk” terkibinin delalet ettiği 1025/1616 tarihinde vefât etmiş ve tekkesinin hazîresine defnedilmiştir. Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz. Yılmaz, OTT, ss. 156-167; Mehmed Sâmi, Esmâr-ı Esrâr, İstanbul, 1316, ss. 41-42; Bursalı,

OM, c. I, s. 75.

144 Harput’da 1000/1592’de doğmuş olan Hasan Burhâneddîn Cihangirî, Bursa’da bulunan

Ramazâniyye meşâyinden olan Yakub Fânî Efendi’ye intisâb etmiş, bilâhere şeyhiyle birlikte İstanbul’a gelmiş ve burada sülûkunu tamamlamış ve 1020/1611’de tâc ve hırka giydirilerek Cihangir Camii meşîhatına görevlendirilmiştir. Cami avlusu içerisinde yaptırdığı tekkede irşâd faaliyetlerini sürdürmüş ve “Hicret-i Üstâd” terkibinin delâlet ettiği 1074/1663 tarihinde vefât etmiş ve caminin hazîresine defnedilmiştir. Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz. Yılmaz, OTT, ss. 167-173; Reşat Öngören, “Hasan Burhâbeddîn Cihangirî”, TDVİA, c. XVI, s. 311. Bursalı, OM, c. I, s. 53; Mehmed Sâmi, Esmâr-ı Esrâr, ss. 48-49.

145 Ahmed Câhidî Efendi, Edirne’de doğmuş, Ömer Karîbî Efendi’den feyz almış, Çankkale’de

kurduğu tekkede irşâd hizmetlerini sürdürmüş ve “istirâhat” terkibinin delâleti olan 1070/1660 yılında Çanakkale’de vefât etmiştir. Dîvân, Nasîhatnâme ve Tevhîd-i Zât isimlerinde eserleri bulunan Ahmed Câhidî Efendi ve tasavvuf anlayışı hakkında Hamdi Kızıler tarafından AÜSBE’de bir doktora tezi hazırlanmaktadır. Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz. Nihat Azamat, “Câhidî Ahmed Efendi”, TDVİA, c. VII, s. 16; Bursalı, OM, c. I, s. 53.

Karabaş Velî Pîr Alî Alâeddîn Atvel (öl.1097/1685),146 Kâdiriyye’ye bağlı Rûmiyye (İsmâiliyye) kolunun kurucusu İsmâil Rûmî Efendi (öl.1041/1631 veya 1053/1643), Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi (öl. 1065/1654), Galata Mevlevîhanesi şeyhi İsmail-i Ankaravî (öl. 1041/1631), Halvetiyye-i Şemsiyye’yi İstanbul’a taşıyan Abdülmecîd-i Sivâsî ve Şemsiyye’ye bağlı Sivâsiyye kurucusu olarak çalışmamızın konusunu teşkil eden Abdülehad Nûrî Efendi (öl. 1061/1651). Müellifimizin vefâtından sonra, XVII. yüzyılın ikinci yarısına tekâbül eden dönemde ise, başta Halvetiyye-i Ahmediyye’nin alt kollarından Mısriyye’nin

kurucu Niyazî-i Mısrî (öl. 1105/1694),147 Halvetiyye’nin Nasûhiyye kolunun

kurucu Muhammed Nasûhî Efendi (öl. 1130/1718)148 ve İsmâil Hakkı Bursevî

(1063/1653- 1137/1725)149 gibi mutasavvıfların yaşadığını görüyoruz.

Necdet Yılmaz tarafından XVII. yüzyılda tasavvuf hakkında etraflı bir doktora

tezi hazırlanmış, dönemin sûfîleri ve tarîkatları,150 padişah-meşâyih

münâsebetleri151 ve meşâyihe sağlanan imkanlar,152 ulemâ-meşâyih

münâsebetleri,153 ulemâ ve tasavvuf,154 meşâyihin halkla olan münâsebetleri,155

146 Memleketi Arapkir’de 1020/1611’de doğan Karabaş Velî Ali Alâaddîn el-Atvel Efendi, İstanbul’da

eğitimini tamamlamış ve bu esnâda Abdülehad Nûrî Efendi ile görüşmüş, bilâhere Ankara’ya ardından Hz. Peygamberden aldığı manevî bir işâret ile Kastamonu’ya gitmiş ve Çorumlu İsmâil Efendi’ye intisab etmiştir. Bir ara Çankırı’da da bulunan Karabaş Velî, tekrar İstanbul’a gelerek Üsküdar’a yerleşir Atik Vâlide Sultan Külliyesi dâhilinde bulunan tekkede 1085/1674’de meşîhatı üstlenmiş ancak bazı sözleri münasebetiyle dönemin ünlü mutasavvıfı Niyazî-i Mısrî gibi, ondan iki yıl sonra 1090/1679’da Limni Adası’na sürülmüştür. Dört yıl burada kaldıktan sonra devletin izniyle İstanbul’a dönmüş, ardından gittiği Hacc ziyâreti dönüşü hastalanmış ve “eş-Şeyh Alî Atvel” terkîbinin delâleti olan 1097/1685 tarihinde vefât etmiş ve Kahire’ye üç millik mesâfede bulunan Gaylân köyünde defnedilmiştir. Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz.; Bursalı, OM, C. I, s. 148; a. mlf., Kibâr-ı Meşâyih ve Ulemâdan On iki Zâtın Terâcim-i Ahvâli, İstanbul, 1317, s. 339; İbrahim Hâs, Menâkıb-Nâme-i Hasan Ünsî, haz: Mustafa Tatçı, KB Yay., Ankara, 2002, ss. 13-34; Aşkar,

Niyazî-i Mısrî, s. 119. Yılmaz, OTT, ss. 102-115.

147 Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi i.in bkz. Aşkar, Niyazî-i Mısrî.

148 Hayatı ve Tarîkatı hakkında geniş bilgi için bkz. Rüknüddîn Nasuhioğlu, Şeyh Muhammed Nasûhî

Hayatı, Eserleri, Dîvânı, Mektupları, Yeni Yazıya Aktaran: Kemal Edip Kürkçüoğlu, Âlem Yay.,

İstanbul, trs.; Yılmaz, OTT, ss. 115-123.

149 Hayatı, eserleri ve tasavvuf anlayışı hakkında geniş bilgi için bkz. Ali Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî,

İnsan Yay., İstanbul, 2001.

150 Necdet Yılmaz, OTT. Eserde ele alınan tarîkatlar ve sayfa numaraları şöyledir. Halvetiyye (ss. 53-

249), Mevleviyye (ss. 251-310), Bayrâmiyye (ss. 311-357), Celvetiyye (ss. 359-378), Nakşibendiyye (ss. 379-396), Kâdiriyye (ss. 397-409),Bektâşiyye (ss. 411-416), Semerkandiyye (ss. 417-421), Zeyniyye (ss. 421-423), Kübreviyye (ss. 424-425), Şâzeliyye (s. 425).

151 Yılmaz. a.g.e., ss. 429-429-437. 152 Aynı eser, ss. 437-442.

153 Aynı eser, ss. 449-451. 154 Aynı eser, ss. 453-457. 155 Aynı eser, ss. 461-464.

meşâyihin sanatla ilgisi156 ve yazdığı önemli kitaplar157 büyük bir titizlikle incelenmiş, eserin sonunda da devrin mutasavvıflarının özellikleri tablolar halinde ortaya konulmuştur.158

XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan, özellikle I. Ahmed, Sultan Ahmed Camii’nin temel atma töreninde Aziz Mahmud-i Hüdâyî duâ ederken, Sultan eteği

ile toprak taşımış,159 Abdülmecîd-i Sivâsî’ye büyük bir hürmet göstererek

“pederim” diye hitap etmiştir.160 II. Osman, Şeyhülislam Es‘ad Efendi’nin kızı Akîle hanım ile evlenirken, yerine Aziz Mahmud Hüdâyî’yi tevkîl etmiştir.161 IV. Murad, Fatih Sultan Mehmed’in Akşemseddîn (öl. 863/1459) hazretlerinden kılıç kuşanması ile başlayan adet üzere, Aziz Mahmud Hüdâyî’den kılıç kuşanmış,162 Galata Mevlevîhânesi postnişîni Adem Dede’den mesnevî sohbetleri dinlemiş,163 Sultan İbrahim rahatsızlığı geçsin diye Pîr Hüseyin Çelebi’yi İstanbul’a getirtmiştir.164 Sultanların meşâyihe karşı bu ilgisi yanında165 Abdülmecîd-i Sivâsî, Bursa166 ve Sivas’a167 sürgüne gönderilmiştir.168 Ayrıca, daha önce de değindiğimiz Abaza Şeyhi Abdürrahim Efendi (öl. 1047/1637), Nakşî Urmiye Şeyhi Mahmud Efendi (öl. 1047/1637) Melâmiyye-i Bayramiyye’ye mensup

156 Aynı eser, ss. 464-467. 157 Aynı eser, ss. 467-474. 158 Aynı eser. ss. 514-542.

159 Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, s. 63-69.

160 Nazmî, Hediyye, s. 140. Sultan birinci Ahmed ile Sivâsî rasındaki ilişki konusunda geniş bilgi için

bkz. Gündoğdu, Abdülmecîd-i Sivâsî, ss. 71-81.

161 Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, ss. 69-72; Hasan Avni Yüksel, Türk-İslam Tasavvuf Geleneğinde

Rüya, İstanbul, 1996, ss. 110-111; Yılmaz, OTT, s. 431.

162 Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, ss. 72-73.

163 Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, Matbaa-i Vehbiyye, Mısır, 1283, c. II, s. 82.

164 Gölpınarlı, Mevlevîlik, s. 165; Yılmaz, OTT, s. 433.

165 XVII. Sultanlarının mutasavvıflarla ilişki hakkında geniş bilgi için bkz. Yılmaz, OTT, ss. 429-448.

Ayrıca Bkz. Kâmil Yılmaz, “Osmanlı Sultanları ve Mutasavvıflar”, Maverâ, sy. 92-65, 1984, ss. 92- 100; Gündüz, Devlet–Tekke Münasebetleri, ss. 54-69; Hasan Küçük, Osmanlı Devletini Tarih

Sahnesine Çıkaran Kuvvetlerden Biri: Tarîkatlar ve Türkler Üzerinendeki Müspet Tesirleri, İstanbul,

1976, ss. 150-191; Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, ss. 58-73; Öngören, Osmanlılar’dada Tasavvuf, ss. 245-311; a.mlf., “Osmanlı Padişahları ve Tasavvuf”, Osmanlı, c. IV, ss. 486-494; Osman Türer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Padişah-Tarîkat Şeyhi Münâsebetine Dair Tarihî Bir Örnek”, Türk

Dünyası Araştırmaları, sy.: 28 (Şubat, 1984), ss. 181-194; Gündoğdu, “Osmanlı Padişah-Tarîkat

Şeyhi Münâsebetlerine Dâir Bir Örnek: Abdülmecîd Sivâsî ve I. Ahmed”, Türk Kültürü, yıl: 37, sy.: V(Eylül-Aralaık 1999), ss. 345-359.

166 Mehmed Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, sad.: H. Rahmi Yananlı, Akabe Yay., İstanbul, 1986s. 127;

Gündoğdu, Abdülmecîd-i Sivâsî, ss. 138-139.

167 Aynî, Hacı Bayram-ı Velî, , s. 127; Gölpınarlı, Melâmîlik, s. 124; Ayrıca daha geniş bilgi için bkz.

Gündoğdu, Abdülmecîd-i Sivâsî, ss. 134-138.

168 Abdülehad Nûrî’nin vefândan sonra Niyazî-i Mısrî gibi sûfilerin de sürgüne gönderildiğini

Beşir Ağa ve Sakarya Şeyhi Ahmed Efendi gibi zâtların da idâm edildiklerini

görüyoruz.169 Devrin önemli Şeyhülislamlarından Yahya Efendi ve Bahâyî

Efendi Galata Mevlevîhânesi postnişîni Adem Dede’nin bağlılarındandır.170 Sonuç olarak, XVII. yüzyılın ilk yarısında yukarda isimlerini saydığımız özellikle Halvetiyye tarîkatının bir çok kolu orta çıkmış, bu dönemde teşekkül eden Celvetiyye tarîkatı ve kurucusu Aziz Mahmud-i Hüdâyî Efendi, halk ve saray nezdinde büyük itibar görmüştür. Bu dönem sûfîlerinin şiirlerinde görülen Yunus Emre çizgisi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Abdülehad Nûrî ve Niyâzî-i Mısrî başta olmak üzere, şâir sûfîlerin güftelerinin bestelenmesine ve günümüze kadar

ulaşmasına etkide bulunmuştur.171 Ancak, buraya kadar değinmediğimiz

mutasavvıflarla fıkıh ehli arasında meydana gelen ve padişahlardan halk tabakasına kadar herkesi bir şekilde etkileyen ve Kadızâdeler-Sivâsîler ismiyle tarihteki yerini alan tartışmalar döneme damgasını vurmuştur. Abdülehad Nûrî Efendi, bu tartışmada birinci dereceden bulunduğu ve eserlerinin çoğunu bu konuyla ilgili yazdığı için, müellifimizin tartışmadaki konumunu daha iyi tespit edebilmek ve Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutan ve kanaatimizce siyâsî ve sosyolojik yönleri de olan ve aslında din anlayışı ve zihniyet sorunundan kaynaklanan bu olay hakkında bilgi vermek fafdalı olacaktır.

Benzer Belgeler