• Sonuç bulunamadı

2. Abdülehad Nuri’nin Yaşadığı On Yedinci Yüzyılda Osmanlı’nın Genel

1.11. Vaizliği

Abdülehad Nûrî Efendi, 20 yaşından itibaren te’life başlamış, ilmî yetkinliği âşikar olup, tasavvufî yönden ise, peş peşe tamamladığı tam kırk erbaîn ve ardından Midilli adasındaki tecrübesi ile hem İstanbul ulemâsının ve hem de halkın teveccühüne mazhar olmuştu. Bunun neticesinde, Midilli Adası’ndan dönüşünden iki yıl sonra 1035/1625-26 yılında, Boşnak Osman Efendi’den boşalan Fatih Sultan Mehmed Camii cum‘a vâizliği,326 kendisine tevcîh olunur.327

Böylece, vefâtından bir yıl öncesine kadar, aralıksız yirmi beş yıl devam edecek olan resmî vâizlik görevine başlayan Nûrî Efendi, ilmî yetkinliği ve güzel hitâbeti ile vaaz ve nasihate devam ederken; bir yandan da, Mehmed Ağa Tekkesi’ndeki şeyhlik vazifesini sürdürür.

324 Nazmî, a.g.e., s. 334; Müstakimzâde, Mecelle,vr. 429a; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî,

İstanbul, 1971, c. III, s. 294.

325 Süreyya, a.g.e., aynı yer; Müstakimzâde, a.g.e., aynı yer; Tabibzâde, İstanbul Hânkâhları

Meşâyihi, s. 18; Özdamar, Dergahlar, s. 96.

326 Cuma Vaizliği: Cuma günleri, selâtin camilerinde kalabalık cemaate namazdan sonra vaaz edilmesi

Osmanlı’larda bir gelenek olup, bu konuda bir silsile teşekkül etmişti. “Katar şeyhliği” adı verilen bu silsilenin son kademesi, Ayasofya kürsü şeyhliği idi. Cuma vâizlerinin tamamı, âlim şeyhlerden ve hitâbeti güzel olanlardan seçilirdi ve bu sebepten dolayı da, kürsü seyhi tabiri kullanılmıştır. Bu görevi yapan şeyhler, protokolde en önlerde yer alırlardı. Sonraki yıllarda, yeteri kadar ehliyetli tarîkat ehli bulunamaması nedeniyle, bazı zâhir ulemâsına da bu görev verilmiştir. Bkz. Müstakimzâde, Şüyûh-ı

Ayasofya, vr. 10b-16a; İpşirli, Mehmet, “Ayasofya Kürsü Şeyhliği”, TDVİA, c. IV, s. 224; Sakaoğlu,

Necdet, “Ayasofya Kürsü Şeyhi”, DBİA, İstanbul 1993, c. I, s. 459; Pakalın, “Ayasofya Kürsü

Şeyhliği”, OTDTS, c. I, s. 123; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, İlmiye Teşkilatı, TTK. Basımevi, Ankara,

1988, s. 186.

327 Nazmî, a.g.e., s. 224. Nazmî’nin 1035 tarihini vermesine rağmen Şeyhî, Uşşakîzâde, Hocazâde ve

Bursalı Mehmed Tâhir ve İslam Ansiklopedisi’nde Abdullah Uçman, Nûrî Efendi’nin Fatih Camii kürsü şeyhliğine atanma tarihini 1041/1631 olarak (Şeyhî, Vekâyiu’l-Fudalâ c. I, s. 547; Uşşakîzâde,

Zeyl, s. 540; Hocazâde, Ziyâret, s. 88; Bursalı, a.g.e., c. I, s. 121; Bursalı, “Abdülehad Nûrî”, s. 69;

Uçman, Abdullah, “Abdülahad Nuri “,TDVİA, c.1, s.178), Sâdık Vicdânî ise 1040 olarak vermektedir (Vicdânî, Tomar, s. 251). Hüseyin Vassâf ise, Rebiülâhir 1045 (Eylül-1635)’ten itibaren Ayasofya, Fatih, Sultan Ahmed Câmileri kürsü şeyhliğinde bulunduğunu bildirmektedir (Vassâf, a.g.e., c. III, s. 358).

Nûrî Efendi, Fatih Camii’nde, yaklaşık on beş yıl kadar vaizlik yaptıktan sonra,

yine Osman Efendiden boşalan Bâyezid Camii’ne,1051/1641 tarihinde328 ve daha

sonra, 1057/1647 tarihinde ise, Büyük Ayasofya Camii’ne cuma vâizi olarak

atanır329. Müstakimzâde’nin tespitine göre, Abdülehad Nurî Efendi, vâizlik

silsilesinin son mertebesi olan Ayasofya kürsü şeyhliğine atanan yedinci şeyhtir330. Nûrî Efendi, ömrünün son on yılında, verdiği dersleri terk eder. Hatta, vaazları da tedrici olarak azaltarak, irşâd-ı âşıkan ve sâdıkanın eğitim ve yetiştirilmesi hususunda yoğunlaşır331. Müstakimzâde, Hülâsatü’l-Hediyye’de, “...rıhletlerine bir sene kaldıkta dersleri bi’l-külliyye terk...” 332 diyerek, ömrünün son bir yılında vaazı

bıraktığını ifade etmektedir. Sohbetlerini bıraktıktan sonra yerine halîfelerinden Bülbülcü-zâde Abdülkerim Efendi (ö.1106/1694)’yi vekil bırakır333.

Abdülehad Nûrî Efendi’nin sohbetleri, İstanbul halkının olduğu kadar, ulemânın da dikkatle takiplerine mazhar olmuştur. Fatih Camii’nde vaaz yapmaya başladığı ilk günden itibaren, Beyzâvî Tefsiri’ni esas alarak, Kur’an-ı Kerim’i takiple sohbetlerini sürdürür. Sohbet ederken, önce bir ayet-i kerimeyi okur ve âyetin mazmûnuna uygun bir hadîs-i şerif ile başlar ve ardından, konuyla ilgili güzel bir hikaye anlatırlardı. Sohbetlerinde genel sıralama böyle iken, izah edilmeye muhtaç ve önemli gördükleri noktalarda, Zemahşerî’nin Keşşâf’’ından nakillerde bulunarak, âyetleri uzun uzun şerh ederdi. Halktan başka, yüz kadar kimse, ellerinde kitapları ile ders takibi şeklinde sohbeti dinler ve müşkil kısımları vaaz sonrası sorar ve öğrenirlerdi. Nazmî’nin ifâdesine göre, Fatih Camii’ndeki bu sohbetlerinde, bazı zamanlar öyle kalabalık olur ki, cami dolduğu için, sohbete gelenlerden bazıları yer bulamadığı için dönmek zorunda kalırlardı334. Sohbetlerde kağıt göndererek soru soranlara, halkın anlayacağı şekilde cevap verir, eğer soru tasavvufun inceliklerine dâir olup camide bulunan bütün cemaatin anlayamayacağı veya bazılarının yanlış

328 Nazmî, a.g.e., s. 225; Uşşakîzâde, a.g.e., s. 540; Hocazâde, a.g.e., s. 88; Bursalı, a.g.e., c. I, s. 121.

Şeyhî bunlardan bir yıl farklı olarak 1052-1642 tarihini vermektedir (Şeyhî, a.g.e., c. I, s. 547).

329Nazmî, a.g.e., s. 225 ; Şeyhî, a.g.e., c. I, s. 547; Müstakimzâde, Şüyûh-ı Ayasofya, vr. 13a;

Müstakimzâde, Mecelle, vr. 429a; Nathalie Clayer, Mystques Etat et Societi Les Halvetis dans I’aire

balqaninique de la fin du XVe siecle a nos jours, Leiden, 1994, s. 100.

330 Müstakimzâde, Şüyûh-ı Ayasofya,aynı yer; a.mlf. Mecelle,vr. 429a.

331 Nazmî, a.g.e., s. 226; Vassaf, a.g.e., c. III, s. 358.

332 Müstakimzâde, Hülâsa, vr. 38a.

333 Vassâf, a.g.e., c. III, s. 358. 334 Nazmî, a.g.e., s. 224.

anlayabileceği şekilde bir soru olursa da, “Havassa olan cevab başkadır. Hülâsâ-i kelâm maksûdun hakk ise, savma‘amıza gel ve cevab al”335 diye davette bulunurdu.

Nazmi Efendi, şeyhi Nûrî Efendi’nin vaazının dinleyicilerini ve vaazın dinleyenler üzerindeki tesirini şöyle dile getirir:

“‘İlm ile, fazl ile ‘allâme-i ‘asr idi o Pîr, Cezbe vü ‘aşk u muhabbetle ‘adîmü’l-emsâl. Va‘zının teşnesidir ins ü melek, hâssla ‘âmm, Zemzem-i va‘zı ider müstemi‘i, sâhib-i hâl”336.

Abdülehad Nûrî Efendi, Fatih Camii’nde, Fatiha Suresi ile başladığı Kur’an-ı Kerim’in tefsirini, diğer camilerde de, kaldığı yerden devam ederek büyük ölçüde tamamlar. Ancak, sonuna kadar gelememiştir. Fâtih Camii’nde, Fâtihâ Sûresi ile başladığı Kur’an tefsirinde, Fâtır Suresi’nin337 sonunda kaldığı için, Beyazıt Camii’nde, Yasin Suresi338 ile başlamış ve Muhammed Suresi’nin339 sonuna kadar gelmiş, böylece, Ayasofya Camii’ndeki vaazına ise, Fetih Suresi340 ile başlar ve son vaazında, Hadîd Suresi’nin341 üçüncü ayetini342 tefsir ederek, resmî vâizlik görevini tamamlar.

Hüseyin Vassaf, Abdülehad Nûrî Efendi’nin, Ayasofya Camii’nde va’az ederken, aşağıdaki şiiri irticâlen okuyarak,343 o esnâda, kendisine tevcîh olunan

335 Aynı eser, s. 264.

336 Aynı eser, s. 225.

337 Fâtır Suresi, Kur’an-ı Kerim’in tertibine göre 35. suredir. Mekke’de nazil olmuştur. 45 âyettir.

338 Kur’an-ı Kerim’in tertibine göre 36. suredir. Mekke’de nazil olmuştur. 83 âyettir.

339 Kıtâl Suresi de denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in tertibine göre 47. suredir. Medine’de nazil olmuştur.

38 âyettir.

340 Kur’an-ı Kerim’in tertibine göre 48. suredir. Hudeybiye Antlaşması dönüşü, Mekke ile Medine’de

nazil olmuştur. 29 âyettir.

341 Kur’an-ı Kerim’in tertibine göre 57. suredir.Medine’de nazil olmuştur. 29 âyettir.

342 Hadîd Sûresi, 57/3: “Hüve’l-Evvelü ve’l-Âhirü ve’z-Zâhirü ve’l-Bâtinü.Ve Hüve bikülli şey’in

‘Alîm”. Ayetin anlamı şöyledir: “O İlktir, Sondur, Zâhirdir, Bâtındır. O , her şeyi bilendir.”

343 Hüseyin Vassaf, Abdülehad Nûrî Efendi’nin bu şiiri, Sultan Ahmed Camii’nde okuduğu şeklindeki

bilgisinin yanlış olduğunu, Ali Behçet Efendi’den öğrendiğini ve “ bu vak‘anın Sultan Ahmed

Câmii’nde değil, Ayasofya Kürsî şeyhliğinde iken zâhir olduğunu” (Vassâf, Sefîne, c. III, s. 358)

zikreder. Zâten, Nûrî Efendi’nin Sultan Ahmed Camii’nde de, görev yaptığı anlamına gelebilecek şeklindeki bu rivâyet, başka hiçbir kaynakta geçmemektedir. Sadece Rehber Ansiklopodisi’nde Sultan Ahmed Camii’inde meydana geldiği yazılıdır. Bkz. Heyet, “Abdülehad Nuri”, Rehber Ansiklopodisi, c. s. 121. Buradaki yanlış bilgi, eserin ilgili maddesinin kaynakları arasında yer alan Sefîne’den alınırken yukarda izah edilen bilgilerin tam okunmamış olmasından kaynaklanmış olmalıdır.

makâm-ı kutbiyyeti344 izhâr eylediğini ve bu esnada gündüz olmasına rağmen “câmi- ‘i şerîfin derûnunda kandillerin birden bire şu’le-feşân” oluverdiğini nakletmektedir345.

“Semâdan sırr-ı tevhîdi, duyan gelsün bu meydâna, Derûn içre bu gün Allah, diyen gelsün bu meydâna. Duyanlar sırr-ı Settâr’ı, görenler nûr-ı Gaffâr’ı, Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsün bu meydâna. Salâdır ehl-i irfâna, getürsün cânı meydâna, Fedâ kılmağa ol cânı, duyan gelsün bu meydâna. Gönül maksûdunu buldu, cihân envâr ile doldu, Bugün Nûrî imâm oldu, uyan gelsün bu meydâna”346

Benzer Belgeler