• Sonuç bulunamadı

Tarîkata İntisâbı ve Seyr u Sülûku

2. Abdülehad Nuri’nin Yaşadığı On Yedinci Yüzyılda Osmanlı’nın Genel

1.7. Tarîkata İntisâbı ve Seyr u Sülûku

Abdülehad Nûrî Efendi dayısı ile birlikte İstanbul’a gitmiş ve bir yandan zâhiri eğitimini tamamlarken diğer taraftan berâber kaldığı dayısı Abdülmecîd-i Sivâsî’ye intisab ederek tasavvufî terbiyesini ondan tekmîl etmiştir.280

276 Nazmî, a.g.e., s. 214.

277 Aynı eser, s. 216.

278 Psikolojik açıdan öğrenme, “tekrar, ya da yaşantı sonucu davranışta meydana gelen oldukça

devamlı bir değişiklik” şeklinde tanımlanmıştır Bkz. Morgan, Clifford, Psikolojiye Giriş,(çev.: Kurul), Ank., 1984, s. 177.

279 İnsan fıtratında, daima bir başkasını örnek alma temâyülü vardır. Buna, eğitimde “Örnekleme”

(özdeşleşme) denir. Bir insanın diğer bir insanla bağlantılı büyümesi ve kendisini bir bütünün parçası gibi hissetmesiyle eğitim gerçekleşir. (Bkz. Gözütok, Şakir, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi, Seha Neşriyat, İstanbul., 1996, s. 119). Örnekleme (özdeşleşme) açısından Kur’an, Hz Peygamber’in bizim için bir örnek olduğunu bildirmiştir: “Andolsun ki, Rasûlullah,sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” Ahzâb Sûresi, 33/21. Ayrıca bkz. Mümtehine Sûresi, 60/4, 6.

280 Mustafa Safâyî, müellifimizin tarîkatla ilgileri ilk olarak Şemseddin-i Sivasî’den aldığını ve hatta

ona uzun müddet hizmet ettiğini ve hilâfet aldığını söylemektedir. (Bkz. Safâyî, Mustafa, Tezkiratu’ş-

Şuarâ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Bl., nr. 2549, vr. 266a.) Safâyî bu bilgileri sehven yazmış

olmalıdır. Zira Şemseddin-i Sivasî 1006/1697’de vefat ettiğinde Abdülehad Nûrî Efendi henüz üç yaş civârındadır. Abdülehad Nûrî Efendi, Şemseddin-i Sivasî arasındaki münasebeti yukarda arzetmiştik. Hülâsa olarak, Safâyî’nin vermiş olduğu bilgi doğru olmayıp, diğer bütün kaynaklara da aykırıdır. Bu konuda ayrıca bkz. Akkaya, a.g.e., s. 56, 60’nolu dipnot.

Nûrî Efendi bu konuyla ilgili: “‘âlem-i tufûliyyetten Hz. ‘Azîz’in himmet ve terbiyesi ile ‘ömrüm yiğirmi seneyi tecâvüz idince, ulûm-i zâhirede ta’lim ve ta’allüm ve ifâde ve te’lif ve tasnife masrûf olunup ke-zâlik ‘ilm-i tarîkatta mücâhedât ve riyâzât ve halvât ile sülûk olunup, tekmîl-i esmâ-i usûl ve furu’-i isnâ ‘aşer müyesser ve mukadder oldu ”281 demektedir. Bununla birlikte, kaynaklarda kaç yaşında intisab ettiğine dair bir kayda rastlayamadık. Ancak Nûrî Efendinin yukarıdaki beyânından anlaşılacağı üzere yirmi yaşına geldiğinde seyr u sülûkunu tamamlamıştır.

Abdülehad Nûrî’nin tasavvufî eğitiminin belki de en önemli kısmı bu tarihten itibaren başlamıştır. Yirmi yaşında olmasına rağmen te’life başlayan Nûrî Efendi, bu sıralarda hocasının kendisini hilâfet ile bir beldeye göndereceğini hisseder. Bu konuda daha genç ve bu işin de ciddi bir mes’ûliyet gerektirdiği bilincinde olmasına rağmen282 zâhirî ilimlerdeki bilgisi ve tasavvufî hilâfet duygusu kendi tabiriyle “nefs ve hevâ ve tabi‘at ittifak idüb”283 onu gurur ve ‘ucûba sevkeder. İçinden: “Fî zamâninâ ilm-i zâhirde ve ilm-i bâtında müellif ve musannif, kâmil ve mükemmil, ‘âlim ve ‘âmil, senin mislin var mıdır? Halîfe olduğun diyarda tâlibleri tarîk-i Hakk’a da’vet ve Ka’be-i visâle delâletten özge ‘ibâdet ve ehâdîs-i müteaddidede vârid olduğu üzere, sevâbı hod ‘ad‘âf ve mudâ‘afdır”284 diyerek bir hâtır-ı nefsânîye285 tutulur. Daha sonra kendi kendine: “Ve fevka külli zî ‘ilmin ‘alîm”286 şeklinde cevap verir. Bunun neticesinde, varlık sebebinden başlayarak hilâfet ve anlamı üzerinde düşünmeye başlar. Mü’minûn Suresi’nin 115. ayetini287 tefekkür ederek, Allah’ın insanları boş yere yaratmadığını, varlıklar içerisinde insanı hilâfetle görevlendirmesinin288 hikmetlerini, yalnız insanın kabiliyetinin olduğunu; fakat bunun sonucunda insanı, “ ve lâ tettebi‘il-hevâ”289

281 Nazmî, Hediyye, s. 216.

282 Aynı eser, s. 217. 283 Aynı yer.

284 Nazmî, a.g.e, s. 217.

285 Hâtır-ı Nefsânî: Nefis ve dünya sevgisinin rûhânî kuvvetlere üstün gelmesidir. Bkz.: Cebecioğlu,

TTDS, s. 332.

286 Yûsuf Suresi (12), 76.

287 Mu’minûn Sûresi, 23/115: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve hakîkaten huzûrumuza geri

getirilmeyeceğinizi mi sandınız.”

288 İnsanın yeryüzünün halîfesi olmasına dâir ayetler: Bakara, 30; En’am, 165; ‘Araf, 69, 74; Yunus,

14, 73; Neml, 62; Fâtır, 39; Sâd, 26.

buyurarak uyardığını hatırlar.290 Bu âyeti, kendi şahsına bir ikaz olarak yorumlayan Nûrî Efendi, “halvet ve uzlet ve mücâhede ve riyâzât ile nice zaman tekmîl-i ma‘rifet ve hakîkat ile vâsıl-ı sırr-ı hilâfet olmaya ‘azm ü cezm olundu”291 diyerek daha kat edilmesi gereken bir hayli yol olduğunu düşünür. Bunlardan bir ders çıkararak, yatsı namazından sonra hocası Abdülmecîd-i Sivâsî’nin yanına varır, elini öper ve erbaîne girmek için duasını alır.292

Aldığı duâ ile erba’in’e başlayan Abdülehad Nûrî, yalnız Allah rızasını gözettiği bu çetin riyâzetinde, örneği az görülebilecek tarzda uzun zaman devam eden ve dört yıl, beş ay, on gün süren, peş peşe tam kırk halveti çıkarır.293 Bu da 1620

gün demektir. Hüseyin Vassaf, bu olayı şu ifâdelerle anlatmaktadır: “Muttasılan 1600 gün hâl-i îtikafta yaşamak işitilmemiş riyâzetlerdendir. İnsan neş’e-i mânânın açılması emrinde şu mücâhedeyi nazar-ı teemmüle alırsa , Abdülehad en-Nûrî’nin ne büyük bir zât-ı âlî-kadr olduğuna muttali’ olabilir.”294 Bu şekilde uzun halvette kalmak, tasavvuf tarihinde pek görülen bir uygulama değildir. Ancak, Halvetiyye’nin kurucusu kabul edilen Ömer Halvetî’nin de, aynı şekilde bir ağacın kovuğunda, kırk erbaîn’i peş peşe çıkardığını biliyoruz295.

Nûrî Efendinin bu kadar uzun süreli halvette kalarak nefis tezkiyesi ile iştigâl olurken, orada bir çok vâridât-ı ilâhî zuhur etmiş, burada verilen ilâhî nimetlerin neticesinde bilâhere “Mir’âtü’l-Vücûd ve Mirkâtü’ş-Şühûd” isimli eseri kaleme

aldığını bildirmektedir296. Nûrî Efendi şâir bir sûfî olduğu için, halvette

yaşadıklarını şiirle şu şekilde ifade etmiştir:

Çü kânum lâ-mekândur, bî-mekânam bu mekân içre, Zamânumdur bu gün, sâhib-i zâmânam bu zamân içre.

290 Nazmî, a.g.e.,219. 291 Aynı yer.

292 Nazmî,a.g.e., s. 220.

293Aynı yer; Vassaf, Sefîne, s. 357. 294 Vassaf, a.g.e., s. 357.

295 Hulvî, Lemezât, s. 346;Vicdânî, Tomar, s. 175.

296 Abdülehad Nûrî, Mir‘âtü’l-Vücûd ve Mirkâtü’ş-Şühûd, Süleymâniye Ktp. Hacı Mahmud Ef., Böl.,

Ehad çün hükm-i vahdette kavîdür vâhidiyyetten, Bilindüm vahdet ile bu zemîn ü âsmân içre.

Bulur bu ‘âlem-i kesrette vahdet sırrını el-Hâk, Bakup mir‘at-ı ‘âyâna gören ‘aynam ‘ayân içre.

Serâser ğayb-ı ağyebdür şü’ûn-ı sırr-ı pinhânum, Çü şânum bî-nişânlıkdur nişânâm ben o şân içre.

Ben o Mûsâ’yı ma’nîyem Tûr’am Sînâ-yı sırrumda, Okuyam âyeti “innî ene’llâh297 câna cân içre.

Vücûdum hâteminde nakş olınmış İsm-i A’zam-çün, Süleymân-ı zamân olsam revâdur ‘arifân içre.

Hümâ-yı himmetim ger sâye salsa bir gedâ üzre, Ana hemtâ bulınmaz bunca şâhân-ı cihân içre.

Atar tîr-i kazayı câna cânum kavs-i kudretten, Urur maksûdımı itmez hatâ tîr ol kemân içre.

N’ola mazhar olursam enbiyâ esrârına cümle, Nebîlerle görüştüm her biriyle âsmân içre298.

Mesîh’e uğradı rûh-ı revânum çarh-ı çârumda, Bir itdüm rûhı Rûhu’llâh ile ey Nûrî ân içre. 299

Nûrî Efendi, bu uzun halveti sabır ve başarıyla tamamladıktan sonra, mürşidinin iltifatlarına mazhar olmuştur. Abdülmecîd-i Sivâsî, Nûrî Efendiyi yanına çağırarak kendisini bu kadar uzun süren bir riyâzata tabi tutmasının nedenini şu ifâdelerle açıklar:” Bizim irşâdımız zamanında Üsküdârî Mahmud Efendi, Mehmed Paşa Âsitânesinde İştibî Emîr Efendi ve Büyük Kadı-zâde ve Mustafa Paşa Âsitânesi’nde Necmeddîn Hasan Efendi ve Adlî Efendi ve Tercüman Zâviyesi’nde Sultânü’l-Müfessirîn Ömer Efendi ve bunlar emsâli mürşîd-i kâmil meşâyih-ı vefîre ve kesîre var idi. Ammâ Abdülehad sana bu kadar riyâzât ve mücâhedât ile teslîkimize sebeb, bir zamanda sen İstanbul şehrinde ferd-i vâhid mürşîd-i kâmil olup, zâmânında olan şeyhler cümle sana ser-fürû’ ve ilticâ ve mürâca‘at idecekler. Pes, cümleye tefevvuk bu kadar sa’y-i belîğ itmeye muhtâc idi”300. Bu sözlerle şeyhi Abdülmecîd Efendi, bir yandan Nûrî Efendiyi müjdelerken, diğer yandan büyük görev ve sorumluluklara hazır olması konusunda uyarmıştır.

Benzer Belgeler