• Sonuç bulunamadı

VERGİ ANLAŞMALARI HUKUKUNDA HİBRİT FİNANSMANDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLARA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

OECD Model Vergi Anlaşmasının uluslararası hibrit finansmandan elde edilen gelirin vergilendirilmesinde gündeme gelen sorunları tamamen giderdiği söylenemez. Bu nedenle, çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının varlığına rağmen mükellef çifte vergilendirme ile karşı karşıya kalabilecek ya da aksine tamamen vergi dışı kalmış gelir edebilecektir. İkinci durumda akit devletlerin gelir kaybı gündeme gelecektir. Bu çerçevede, vergi anlaşmalarının temel amacı olan çifte vergilendirmenin önlenmesi ve ortadan kaldırılması ile vergi kayıp ve kaçaklarının önlenmesi bakımından hibrit finansmandan elde edilen gelirin vergilendirilmesi ile ilgili bazı çözüm önerileri gündeme getirilmiştir. Bunlardan ilki vergi anlaşmalarının konuyla ilgili 10. ve 11. maddelerine hibrit finansal araçlarla ilgili özel hüküm eklenmesi önerisidir. Ancak bu öneri, her bir ülkede yatırımcı tercihlerine göre çeşitlendirilmiş çok farklı türlerde hibrit finansal araç üretilebilmesi ve ülkelerin “hibrit finansal araç” algısının farklı olması gerekçeleriyle finansal araçlardan elde edilen gelirin sadece 10. ve 11. maddede yapılacak bir değişiklikle düzenlenmesinin hemen hemen olanaksız olduğu şeklinde eleştirilmektedir (Lutterbach, 2009: 3). Bir diğer çözüm yolu da OECD Model Vergi Anlaşmasının söz konusu gelirin ekonomik niteliğine göre yeniden yazılmasıdır. Bu çerçevede, yorum farklılıklarını engelleyebilmek için ülkelerin ulusal hukuk sistemlerine gönderme yapılmamalı, anlaşma kendi içerisinde yorumlanmalıdır. Bu da ancak, finansal araçlardan elde edilen gelirin ekonomik niteliği göz önüne alarak yapılacak kapsamlı bir tanım ile mümkün olabilir. Yapılan bu tanımlar taraf devletleri bağlayıcı olduğundan hem kaynak hem de ikamet devleti tarafından aynı şekilde uygulama gerçekleştirilmelidir. Bununla birlikte, yapılacak tanımın mümkün olduğu ölçüde esnek yapılması gerekir. Böylece finansal araçlarda yaşanan gelişmelerle birlikte

yeniden yorum sorunlarının ortaya çıkmaması sağlanır. Başka bir ifadeyle finansal piyasalardaki gelişmeler de izlenmiş olur.

Akit devletler arasındaki yorum farklılıklarından kaynaklanan sorunlarından kaçınmak için önerilen bir diğer çözüm de Anlaşmanın temettülerin vergilendirilmesi ile ilgili maddesinde kaynak devletin gelir sınıflandırmasına gönderme yapmaktır. Başka bir ifadeyle, kaynak devlet yorumuna üstünlük tanınmasıdır. Eğer Anlaşmanın 10. maddesi bu şekilde düzenlenirse, bir gelir türünün temettü mü, yoksa faiz mi olarak değerlendirileceği tamamen kaynak devletin benimsediği yaklaşıma göre belirlenecektir. Böylece akit devletler arasında bir yorum çatışmasının ortaya çıkması engellenmiş olacaktır. Almanya- Avusturya Anlaşması hibrit finansmanda ortaya çıkabilecek yorum farklılarının engellenmesinde önerilen bu yöntemin somut örneği olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu anlaşmada temettü terimi OECD Model Vergi Anlaşmasındaki “temettü” teriminden daha farklı tanımlanmıştır (Six, 2007: 8; Lutterbach, 2009: 3):

Bu maddede kullanılan “temettü” terimi, hisse senetlerinden, “intifa” senetlerinden ya da “intifa” haklarından, maden hisselerinden, kurucu hisse senetlerinden veya alacak niteliğinde olmayıp kazanca katılmayı sağlayan diğer haklardan elde edilen gelirler ile

dağıtımı yapan şirketin mukim olduğu Devletin mevzuatına göre, vergilendirme yönünden hisse senetlerinden elde edilen gelirle aynı muameleyi gören diğer şirket haklarından elde edilen gelirleri ifade eder. “Temettü” terimi aynı zamanda pasif

ortaklar tarafından ortaklık paylarının karşılığı etmiş oldukları gelirleri, kar payı dağıtan kurumun kazancına katılma hakkı veren alacaklardan ya da senetlerinden elde edilen gelirleri ve ödünç veren kurumun tabi olduğu devletin mevzuatına göre vergiye tabi

kazancın tespitinde indirilemeyecek gider olarak düzenlemiş olan ödemelerle, menkul

kıymetler yatırım ortaklığındaki pay senetlerinden elde edilen gelirleri kapsar.

Bu tanımda, temettü teriminin kapsamı geliri elde edenin nezdindeki ekonomik anlamından ziyade kaynak devlette bulunan ödemeyi yapan kurum nezdindeki vergi uygulamasına göre belirlenmiştir. 8. SONUÇ

Çalışmamızda 2008 küresel finansal krizinin ortaya çıkmasında ve derinliğinin artmasında bir neden olarak gösterilen hibrit finansal araçlar vergi anlaşmaları hukuku bakımından sınırlı bir kapsamda değerlendirilmiştir. Amaç, yatırımcının ve emisyonu gerçekleştiren kurumun uluslararası vergi uygulamalarıyla bir avantaj elde edip etmediğini ya da çifte vergilendirme ile karşıya kalıp kalmadığını ortaya koymak, hibrit finansal araçların tercih edilmesinde bu uygulamalarının ne şekilde etkili olduğunu ortaya koymaktır. Çalışmada, hibrit finansal araçların iç hukuk ve finans ilkeleri bakımından değerlendirilmesine sınırlı olarak yer verilmiş, elde edilen gelirin Avrupa Birliği’nin vergilendirmeyle ilgili direktifleri tarafından taşıdığı anlama yer verilmemiştir.

OECD Model Vergi Anlaşması md. 10 (temettü) ve md. 11 (faiz) vergi anlaşmaları hukukunda hibrit finansal araçlardan elde edilen gelirin vergilendirilmesi ile ilgili temel maddelerdir. OECD Model Vergi Anlaşması 10. ve 11. nezdinde hibrit finansal araçların vergilendirilmesi ile ilgili temel problem elde edilen gelirin temettü olarak mı, yoksa faiz olarak mı nitelendirileceğidir. Başka bir ifadeyle, OECD Model Vergi Anlaşmasının 10. maddesinin mi, yoksa 11. maddesinin mi uygulanacağıdır. Her iki maddenin uygulamasında gelirin bir şirket hakkından sağlanıp sağlanmadığı temel belirleyici kriter olmaktadır.

14

14

OECD Model Vergi Anlaşmasının şerhi çerçevesinde bir yatırımın şirket hakkı olarak nitelendirilebilmesi için yatırımcının yatırım yaptığı kurumun gelecekte ortaya çıkabilecek risklerini de kabul etmesi gerekir. Şirket hakkı ile ilgili başka bir yaklaşıma göre, şirket hakkından söz edebilmek için kurumun kazancından pay alma ve gelecekte ortaya çıkabilecek riskleri kabul etme gibi iki kriterin varlığı gerekir. OECD Model Vergi Anlaşması şirket hakkı terimini tanımlamadığı gibi bu hakkı ortaya çıkaran kriterleri belirtmemiştir.

Vergi anlaşmaları nezdindeki bu belirsizlik akit devletlerin elde edilen gelirin nitelendirilmesinde farklı yaklaşımları benimsemesine, bir akit devletin elde edilen geliri temettü olarak nitelendirirken diğer akit devletin faiz olarak nitelendirmesine sonuçta da gelirin çifte vergilendirilmesine ya da tamamen vergi dışında kalmasına neden olabilmektedir. Bu aşamada akit devletleri bağlayıcı olmayan OECD Model Vergi Anlaşmasının şerhi akit devletleri sorunu çözme konusunda yardımcı olmamaktadır. Bu aşamada akit devletlerin yorum farklılığından kaynaklanan çifte vergilendirmeyi anlaşmanın 25. maddesi çerçevesinde karşılıklı anlaşma usulü çerçevesinde ortadan kaldırılması önerebilir. Ancak, OECD Model Vergi Anlaşması md. 25(5) hükmünün (uyuşmazlığın nihayetinde tahkimle çözümlenmesini öngören 25. maddenin 5 fıkrası) bulunmadığı bir 25. maddenin sorunun giderilmesinde nasıl bir işlevinin olacağı tartışmalıdır (detaylı açıklamalar için bkz. Ferhatoğlu, 2010).

OECD Model Vergi Anlaşmasının hibrit finansman ile ilgili olarak 10(3) ve 11(3) maddeleri arasındaki ilişkinin ve ayrımın ortaya konulmasına yönelik öneriler içinde en fazla üzerinde durulan çözüm önerisi OECD Model Vergi Anlaşmasının şerhinde yer alan ancak anlaşma metninde yer almayan kaynak devletteki gelir nitelendirilmesinin ikamet devletinde de geçerli olması önerisidir. Bu öneriyle kaynak devletinin 10. ve 11. maddeyle ilgili yorumu ikamet devletinin yorumuna üstün kılınmaktadır.

KAYNAKÇA

Brown, Patricia. (2012). General Report on The Debt-Equity Conundrum. IFA Cahaiers de droit fiscal

international, Vol. 97b. içinde. IBFD. The Hague.

Duncan, James. A. (2000). General Report on Tax Treatment of Hybrid financial Instruments in Cross- Border Transactions. IFA Cahaiers de droit fiscal international, Vol. 85a. içinde. IBFD. The Hague. pp. 21-85.

Eberhartinger, Eva; Six, Martin Alexander. (2009). Taxation of Cross-Border Hybrid Finance - A Legal Analysis. Intertax Vol. 37, Issue 1. pp. 2-18.

Ferhatoğlu, Emrah (2010). Uluslararası Vergi Uyuşmazlıklarının Tahkim Yoluyla Çözümlenmesi. Beta. İstanbul. Ferhatoğlu, Emrah. (2011). Almanya-Türkiye Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması’nda Bağlama

Kuralları. Maliye Dergisi, Sayı:161, Temmuz-Aralık. pp. 105-117.

Helminen, Marjaana. (2004). Classification of Cross-Border Payments on Hybrid Instruments. Bulletin. February. pp. 56-61.

Individual & Corporate Taxation. Country Surveys. IBFD, http://online.ibfd.org/. Erişim: 09.08.2011. Jones, John F. Avery. (2001). Tax Treaty Interpretation in the United Kingdom, Michael Lang (Ed.).

Tax Treaty Interpretation. İçinde. Linde. Vienna.

Klostermann, Margret (2007) The Consequences of Hybrid Finance in Thin Capitalization Situations. An Analysis of the Substantive Scope of National Thin Capitalization Rules with special Emphasis on Hybrid Financial Instruments. Discussion Papers SFB International

Tax Coordination, 22. SFB International Tax Coordination. WU Vienna University of

Economics and Business. Vienna.

Lang, Michael. (2010). Introduction to the Law of Double Taxation Conventions. Linde, Vienna. Lutterbach, Maike. (2009). Hybrid Financial Instruments. Tax Journal. Issue 996, 23.

Lüthi, Daniel. (1991) Thin Capitalisation of Companies in International Tax Law. Intertax, 10, pp. 446-453. OECD Model Convention on Income and Capital (Version 2010).

OECD Commentaries on OECD Model Convention on Income and Capital (Version 2010).

Özdemir, Özlem. (1991). Hisse Senedi ile Değiştirilebilir Tahviller, Türk Sermaye Piyasasında

Preisig, A; Risi, A. (1999). Taxation of Hybrid Instruments: Switzerland. Derivatives and Financial

Instruments. Vol. 1. No. 5. pp. 276-282.

Six, Martin. (2007). Hybrid Finance in the Double Tax Treaties. Discussion Papers SFB International

Tax Coordination, 21. SFB International Tax Coordination. WU Vienna University of

Economics and Business, Vienna.

Six, Martin. (2009). Hybrid Finance and Double Taxation Treaties. Bullettin for International Taxation. January. pp. 22-25.

Tuncer, Selâhattin. (1974). Çifte Vergilendirme ve Milletlerarası Vergi Anlaşmaları. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları.

Vogel, Klaus. (1997). Klaus Vogel on Double Taxation Conventions (Third Edition). Kluwer. Yaltı Soydan, Billur. (1995). Uluslararası Vergi Anlaşmaları. Beta. İstanbul.

İKİNCİ OTURUM (TARTIŞMALAR)

Prof. Dr. Yusuf Ziya TAŞKAN (Oturum Başkanı): …teşekkür ediyorum sunumu için. Şimdi programdaki kısmi sarkmayı ve akşamki resepsiyonu da düşünerek bu arayı iptal edelim izin verirseniz, birazcık dinlenecek zamanımız kalsın.

Soru sormak isteyenler lütfen ellerini kaldırsınlar, önce bir isimleri tespit edelim.

Şimdi sırasıyla soruları ve değerlendirmeleri alacağız. Onur Beyle başlayalım. Onur Bey buyurun. Önce kendinizi tanıtıp, kime soru yönelttiğinizi belirterek başlarsanız sevinirim.

Arş. Gör. Onur KİREÇTEPE: İlhami Beye bir sorum olacaktı benim. Vadesi gelmiş vergi alacaklarının haciz ve benzeri formalitesi uzun yollara gidilmeden, mükellefin cari hesaplarından resen tahsil yoluna gidilmelidir demişti Hocamız.

Resen tahsil yoluna gidilmesi, bankacılık sisteminden, özellikle büyük mükelleflerin kaçmasını sağlayacak ve kayıt dışılığı arttırarak, belirtilen amaca hizmet etmeyecek kanaatindeyim. Kaldı ki, vadesi gelmiş vergi kavramının hemen akabinde, bireylerin dava açma hakkının da şeklen bir hak halini alması durumuyla karşılaşacağız ve dava kazanılması halinde, olası tam yargı davalarıyla devlet bütçesi açısından haciz ve benzeri formalitesi uzun yollardan çok daha masraflı bir durumla karşı karşıya kalacağız.

Yine bunun dışında, bir sonraki sayfada Hocamız, vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin yeni Anayasada Vergi Kanunlarıyla konulması gerektiğini söylemiş. Burada Vergi Kanunu tanımını nasıl yapacağımızı hocamıza sormak istiyorum. Vergi Kanunu tanımını yaparken, vergi mahkemelerinin de dahil olduğu idari yargılamaya ilişkin kanunları da Vergi Kanunu olarak değerlendirmeli miyiz, değerlendirmemeli miyiz?

Teşekkür ediyorum,

Prof. Dr. Yusuf Ziya TAŞKAN (Oturum Başkanı): Sağ olun. Şimdi Hasan Beyin sorusunu da alalım. Buyurun efendim.

Hasan BAŞ: Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bendeniz Sayın İlhami Söyler’e ve Sayın Ahmet Sayer’e açıklamalarına ilişkin olarak soru sormak istiyorum.

Sayın Söyler’in tebliğinin adı; kamu mali yönetim sisteminin, mali disiplin açısından değerlendirilmesi. Kamu mali yönetim sistemi esas itibariyle ülkemizde 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanununa göre düzenlenmiştir. Bu kanun yeni kavramlar, yeni müesseseler getirmiştir. Bunlardan biri de, hesap verme sorumluluğu ve hatta hesap verilebilirlik. Batılıların deyişiyle .... denilen kavramdır. Bu kavram 5018 sayılı Kanunun 8. maddesinde tanımlanmış, 10 ve 11. maddelerinde de ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Buna göre; kamu yöneticileri bakana hesap vermek durumundadır. Bakan da, hesap almak durumundadır. Sayın bakanlar Türkiye Büyük Millet Meclisine hesap vermek durumundadır. Türkiye Büyük Meclisi de vatandaşlara hesap vermek durumundadır. Gerçekten de bu maddelerde bakanların kendilerine tevdi edilen kamu fonlarını verimli, etkin ve ekonomik kullanıp kullanılmadığı konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumlu oldukları sarahaten belirtilmiştir.

Bakan hesap verecek, yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi hesap alacaktır. Bunun için yürütme, raporlarında kendisine tevdi edilen kaynakların ne denli verimli, etkin kullanılıp kullanılmadığını belirtecek. Yine amaçlara ulaşılıp ulaşılmadığını da keza belirtecektir.

Tabii bu denetim yazınında, bu kavram sorumluluk üçgeni denilen bir açıklamayla ifade edilmektedir. Nedir? Arz ettiğim gibi yürütme raporlarıyla, yasamaya hesap verecek. Ancak bu iki aktöre ilaveten üçüncü bir aktör, yüksek denetim kurumu, yani Sayıştay yürütmenin raporlarını ne denli gerçekleri yansıttığını veyahut yansıtmadığını tarafsız bir kurum olarak belirleyecektir.

Sorum şu: Acaba Türkiye’de hesap verme sorumluluğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi alabilmekte midir? Sorumluluğu belirleyebilmekte midir? Diğer deyişle; Türk kamu yönetimi hesap verebilir durumda mıdır? Lütfen bu açıklanabilirse memnun olacağım.

Buna ilaveten şu soruyu sormama izin vermenizi istirham edeceğim. Şayet yanıt olumsuz ise, mali disiplin nasıl sağlanacaktır? Sayın Söyler’e sorularım bundan ibaret.

Sayın Sayer’in açıklamalarına, tebliğine ilişkin olarak da; tebliğinin bir yerinde Sayın Sayer, denetim ve kriz ilişkisinden bahsetti. Bağımsız idari otoritelerin işlevinden söz ederek, krizde bu düzenleyici ve denetleyici kurumların sınıfta kaldığını ifade ettiler. Malum olduğu üzere, ülkemizde de 1990’larda bağımsız idari otoriteler kurulmuştur. Ancak çok da uzak olmayan bir geçmişte, yakın bir geçmişte bu kurumların bağımsızlıkları kaldırılmıştır.

Nasıl kaldırılmıştır? Bir siyasi otoriteye, bakanlıklara bağlanmıştır, kaldırılmıştır. Acaba batıda çok daha muhkem iken, sınıfta kalan bu bağımsız idari otoriteler, ülkemizde bağımsızlıkları kaldırıldığına göre, sınıftan geçme olanakları hiç yok mudur? Diğer deyişle; bunların sınıfta kalmaları mukadder midir? Teşekkür ederim efendim.

Prof. Dr. Yusuf Ziya TAŞKAN (Oturum Başkanı): Biz teşekkür ederiz. Bir de Dürdane Hanımın sorusunu alalım.

Dürdane KÜÇÜKAYCAN (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi): Öncelikle Ahmet Sayer’in sunumu ve belgeseli için çok teşekkür ediyorum, diğer katılımcılar açısından da çok teşekkür ediyorum. Ahmet Sayer’in sunumunun yarım kaldığını düşünüyorum, son değerlendirmeleri yapamaması açısından. Fırsat olması açısından son değerlendirmelerinin neler olduğunu öğrenmek istiyorum.

Aynı zamanda krizin nedeni olarak bankacılık sektörü sabahtan beri gündemde. Bankacılık sektörünün artısı olarak etik sorunundan bahsetti Ahmet Bey. Türkiye’de de krizden en az etkilenen ülke olarak hep vurgulanıyoruz. Bankacılık sektörümüzün güçlü olduğundan söz ediyoruz. Öyleyse bizde etiksel anlamda bir gelişme mi var? Onun için mi biz krizden az etkilendik? Bunu da sormak istiyorum. Prof. Dr. Yusuf Ziya TAŞKAN (Oturum Başkanı): Çok teşekkür ederim. Şimdi soruları aldık, sırasıyla değerli tebliğ sahiplerinin cevaplarını dinleyeceğiz. Önce Sayın İlhami Söyler’den başlıyoruz. Buyurun efendim.

vergi borçlarının mükelleflerin ihtiyarına bırakılmadan, bankadaki hesaplarından resen tahsiliyle ilgili sorusuna cevap vermeye çalışayım.

Bilindiği üzere ülkemizde vergi tahsili mükellefin tamamen iradesine bırakılmış. Gelip yatırırsa vergi dairesi alıyor, şayet vadesi geçmişse ödeme emri gönderiyor. Ödeme emrinden sonra diğer süreçlere devam ediyor. Bu süreçler de oldukça uzun ve masraflı. Tahakkuk ve tahsilât oranlarına baktığımız zaman, arada epeyce bir açık var. Sayın Kireçtepe, şayet vergiyi mükelleflerin banka hesaplarından resen tahsil etmeye çalışırsak, kayıt dışılığa gider mi? Bankalardaki paralarını çekip, başka alanlara yatırırlar mı kabilinden bir tereddüdü oldu.

Tabii bunun ayrıntısı ve düzenlemeleri kanunla yapılır, biz burada tek tek ayrıntılara girmedik. Mutlaka her getirilen önlemin, tedbirin dezavantajları olacaktır, ama ben bunun avantajlarını, özellikle kamu- mali yönetim sisteminden vergi tahsilatlarını arttıracağını, mükelleflerin sadece vergi tahsil edilecek diye mevduatlarını veya şirketlerinin paralarını başka bir bankadan çekecek öbür bankaya götürecek. Neticede durum değişmeyeceği için, herhangi bir sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyorum.

İkinci sorusu ise, Vergi Kanunlarındaki düzenlemelerin, daha doğrusu diğer kanunlarla yapılan vergisel değişikliklerin Anayasanın 73. maddesine konularak, Vergi Kanunlarıyla düzenlenmesini önermiştim. Bu konudaki ısrarımı yine sürdürüyorum. Çünkü diğer kanunlarla vergisel düzenlemeler yapıldığı takdirde, Vergi Kanunlarıyla getirilen tedbirler anlamsız hale geliyor.

Örneğin bankacılık faaliyetine bir istisna konuluyor. Başka bir kanuna yine vergiyle ilgili başka bir istisna konuluyor veya bu faaliyetlerden dolayı vergi alınmaz deniyor. Bazen Maliye Bakanlığının veya işte vergi otoritelerinin görüşüne dahi müracaat edilmeden, vergi muafiyet ve istisnalardan, daha doğru bir tabirle vergi harcamalarına yol açan birtakım böyle korsan nitelendirebileceğimiz değişiklikler getiriliyor. O da vergi sistemini tamamen verimsiz ve etkisiz hale getiriyor. Bu konuda Anayasaya hüküm konularak, vergi değişikliklerinin behemehal Vergi Kanununa göre yapılması konusunda bir düzenleme yapılırsa, bunun da yarar getireceğine inanıyorum.

Sayın Hasan Baş üstadımın bir sorusu oldu, hesap verme sorumluluğuyla ilgili. Kendisi de kısaca ifade ettiler. Bilindiği üzere bizim 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanununda üçlü bir hesap verme mekanizması getirdi; idari hesap verme, yani bürokratların bakana karşı ve üst yöneticilere karşı hesap verme sorumluluğu; bakanların Meclise karşı hesap verme sorumluluğu; ayrıca bir de, sayman, harcama yetkilisine gerçekleştirme görevlilerinin, gerek Sayıştay’a, gerekse üst makamlara karşı hesap verme sorumluluğu dediğimiz mali sorumluluk anlamında üçlü bir mekanizma getirdi.

Türkiye’de şeffaflaşmanın sağlanması açısından tabii ki hesap verme müessesesinin mütekabil manada hem mevzuatımıza girmesi, hem de uygulanması gerekiyor. Üstadınız haklı olarak dedi ki, tam olarak uygulanıyor mu? Tabii bu her zaman için iddia edilemez, tam olarak uygulandığını hiç kimse de zaten söyleyemez, kendisi de söylemiyor. Yasalarımızda birtakım boşluklar var. Hem 5018 sayılı Kanunda, hem de 6085 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler zannediyorum bu şeyler ortadan kaldırılır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Yusuf Ziya TAŞKAN (Oturum Başkanı): Şimdi Ahmet Sayer kendisine yöneltilen soruları cevaplandıracak. Dinliyoruz, buyurun.

Ahmet SAYER: Öncelikle üstadımızın değerlendirmeleri için teşekkür ediyorum. Kendileri kurumdayken çok faydalandık, yazılı eserlerden, yazılı makalelerden çok şey öğrendik. Tabii üstadımızın bazı değerlendirmelerine katılıyorum. Ancak benim burada söylediğim, finansal krizde bankacılık sektörünün sınıfta kalması ülkemiz için değil, Amerika’daki piyasalar için böyle bir durum söz konusu. Bildiğimiz üzere 2001 yılında yaşadığımız kriz, aslında bizim için bir aşı niteliğinde olmuştur. O krizi yaşamasaydık, belki bizim piyasalar da aynı şekilde kırılgan olacaktı. Zaten yaşadığımız o krize baktığımızda, 99-2001 krizinde aslında çok şey kaybettik, ülkemiz trilyonlarca dolar, belki milyarlarca dolar kayıpları oldu.

Bağımsız idari otoriteler bağımsız mı? Bu tartışmalı bir konu. Yani üyelerinin Bakanlar Kurulu tarafından atanması ya da atanmaması bunların siyasi iradenin emrindeymiş gibi değerlendirmesi, belki çok net olmayabilir. Önemli olan bunların faaliyetleri; yani bunlar gerçekten piyasayı regüle edebiliyor mu, piyasayı düzenleyebiliyor mu?

Tabii burada aklımıza ilk gelen, BDDK geliyor mesela benim aklıma ilk gelen, yine aynı şekilde Merkez Bankası. Özellikle bazı bakanlarımızın Merkez Bankasından şikâyet etmeleri, bunların aslında bağımsız olduğunu gösteriyor. Demek ki onların talimatlarını yerine getirmiyorlar, öyle bir şey de çıkarabiliriz. Bu konu tartışmalı, yani ne kadar bağımsız, ne kadar bağımsız olması gerekiyor. Fakat son zamanlarda en azından finans piyasasında, bankacılık piyasasında doğru şeyler yapıldığını düşünüyorum.

Yine aynı şekilde Dürdane Hanımın katkılarından dolayı yine teşekkür ediyorum. Tabii bizim bankacılık sistemi, bahsettiğim gibi. Yani bir kriz yaşadık, o krizden dersler aldık ve ona göre piyasa yeniden kuruldu. Tabii bizim bankacılık sisteminde bahsettiğim gibi, yani Amerika’daki gibi böyle çeşitli kompleks türev yapılar yok. Orada menkul kıymetleştirme gibi birtakım kompleks yapılar var. Biraz daha denetim çok alt seviyelerde. Yani belgeselde de izledik, ....07.23 diye bir belgesel, tavsiye ederim mutlaka izlerseniz, orada çok net bir şekilde Amerikan sisteminin denetim sisteminin hiç

Benzer Belgeler