• Sonuç bulunamadı

Bu araştırma şu varsayımlara dayandırılmıştır:

1. Ders kitaplarını kültürlerarası yeterlilik ölçeği doğrultusunda değerlendiren Türkçe okutmanları, alanlarında yeterlidir.

2. Kullanılan kültürlerarası yeterlilik ölçeği, ders kitaplarının kültürlerarası iletişimsel yeterlilik bağlamında değerlendirilmesi için yeterlidir.

3.Araştırma kapsamında toplanan verilerin, incelenen kitapların gerçek durumlarını yansıtmakta olduğu varsayılmıştır.

1.5.Araştırmanın Sınırlılıkları

1. Gazi Üniversitesi TÖMER tarafından hazırlanan “Yabancılar İçin Türkçe Ders Kitabı” ve İstanbul Üniversitesi Dil Merkezi tarafından hazırlanan “İstanbul Yabancılar için Türkçe Ders Kitabı” ile sınırlandırılacaktır. Belirtilen ders kitapları B1 ve B2 düzeyinden seçilmiştir.

2. Kültürlerarası yeterlilik ölçeğinin uygulandığı kişiler, örneklem olarak seçilen kitapların okutulduğu dil merkezlerinde çalışan Türkçe okutmanlarıyla sınırlandırılmıştır.

1.6. Tanımlar

Bu bölümde, tez önerisinde sıklıkla kullanılan kavramların tanımlarına yer verilmektedir.

Kültürlerarası İletişimsel Yeterlilik: Bireylerin sınırların ötesine geçip iletişim ve etkileşim kurabilme yeteneğidir (Byram, 1997: 7).

İletişim: “Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon” (TDK: 2011, 1173).

Yabancı Dil: Yabancı dil ise, bir ülkede yaygın bir iletişim aracı durumunda olmayan, biçimsel eğitimle öğrenilen yerli olmayan dil olarak tanımlanır (Ellis, 1985:

72).

Kültür: “Milletin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve âdetler ve bunların toplamıdır” (Ülken, 1948:7).

2. BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1. Dil, Kültür ve İletişim 2.1.1. Dil

İnsanlık tarihi kadar eski olan dil kavramı, karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu yüzden dilin değişik tanımları ve işlevleri bulunmaktadır. Yalnız dilciler değil diğer araştırmacılar da dil kavramı üzerine düşünmüş, bu kavram ve onun etki alanlarıyla ilgili farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu çalışmada, bu görüşlerden bazılarına yer verilmeye çalışılmıştır.

Aksan dili şöyle tanımlamaktadır: “Düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanılarak aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir” (2003: 55).

Banguoğlu’na (1974: 9) göre dil, “insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir. Elle, başla, gözle kaşla işaretler yaparak da bazı duygularımızı, düşüncülerimizi ve dileklerimizi anlatırız. Fakat en mükemmel anlatma vasıtamız dilimizdir.”

Dile ilişkin yapılan tanımlamalarda genellikle dilin belirli dizge ve kurallardan oluştuğu belirtilmiştir. Ancak dili yalnızca yapısal özellikleri açısından ele alarak inceleyemeyiz. Dil, toplum içindeki insanlar arasında iletişimi sağlayan en önemli araçlardan bir tanesidir. Kişinin kendisi dışındaki dünyayı anlaması ve bu dünyaya kendisini anlatması dil aracılığıyla gerçekleşmektedir. Vardar’a (2001: 56) göre dilin birincil işlevi, insana özgü eklemli seslerle bir dilsel toplulukta iletişim sağlamasıdır.

“Genellikle konuşma ve bildirişimle insan insana ulaşır; insanı insana vardıran, insanı insana götüren dildir; ancak dille toplum üyesi olur insan; ancak dille zengin birtakım nitelemelerle bezenir. Dili dil kılan iletişimin, dili dil kılan bildirişimin ana özelliği olmaksızın: iş bölümü, değiş-tokuş, aile, gelenek, töre, devlet ve benzeri gibi temel insan gerçeklerinin hiçbirini tasarlayamayız” (Uygur, 2006: 16).

İnsanlar dil ile kurdukları iletişim sayesinde düşüncelerini karşısındakine aktarma fırsatı bulurlar. Dil ile düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Dil düşüncenin oluşumunu ve ifade edilmesini sağlar. Condon, “dil, düşüncenin taşıyıcısı olduğu için insanların en değerli varlığıdır. Çünkü insanın dünyayı algılayış sebebi olan bu sembolik araç, insanların bu sayede kazanmış oldukları tecrübeleri paylaşmaları için bir araç olur ve böylece de insanlar arasındaki dayanışmayı olanaklı kılan bir yetenek hâline gelir” (Akt.: Yalçın ve Şengül, 2007: 752) diyerek dil ile düşünce arasındaki ilişkinin, insanlar için önemini belirtmiştir.

Dil, toplum içindeki kişilerin birbirleri ile iletişim kurup, düşünce aktarımı yapılmasını sağlarken, toplumun sahip olduğu kültürden etkilenir, aynı zamanda o kültürün taşıyıcılığını yapar, dil ile kültür arasında çok sıkı bir bağ vardır. Timurtaş’a (1980: 42) göre “Dil, uzun bir zaman içerisinde ve çeşitli tarih, coğrafya ve kültür şartları altında meydana gelmiş; içtimaî yönü ağır basan tabiî bir varlıktır”.

Bir milletin diline baktığımızda tarih boyunca başından geçen tüm değişme ve gelişmeleri görebiliriz. Milletlerin tarihinde yer alan, farklı kültürlerle etkileşim, savaş, göç, din değişiklikleri gibi siyasi, sosyal, kültürel meseleler dillerine de etki etmiştir.

Kaplan’a (2003: 152) göre, “Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur.

Bu esnada o, akan bir nehir gibi, içinden geçtiği her topraktan bazı unsurları alır. Her medenî milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Bu bakımdan her milletin dili, o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin âdeta özetidir. Dile bu gözle bakılırsa mânâ kazanır”.

Dil, görüldüğü gibi birçok alanla etkileşimi bulunan ve ait olduğu milleti her yönüyle ifade eden bir kavramdır. Demirel dil ile ilgili tanımların ortak yönlerini şöyle belirlemiştir:

 Dil bir sistemdir.

 Dil seslerden oluşur.

 Dil bir iletişim aracıdır.

 Dil bir düşünme aracıdır.

 Dil insanların oluşturduğu toplumlarda kullanılır (Demirel, 1990: 3-4).

Dile ilişkin belirlediklerimizi özetleyecek olursak, dil insanları diğer canlılar içinde özel kılar. Toplum içindeki insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en temel araçtır.

Dil, insan topluluklarını millet yapan ve milletin sahip olduğu kültürün taşıyıcılığını üstlenen birçok işlev ve özelliğe sahip çok boyutlu bir kavramdır.

2.1.2. Kültür

Çok geniş bir alanı kapsayan kültür kavramı ile ilgili birçok tanımlama bulunmaktadır. Araştırmacılar çalıştıkları konuya göre kültür kavramını ele almışlar ve buradan ortak bir tanıma ulaşmaya çalışmışlardır. Nitekim Kroeber ve Kluckhohn (1952) kültür kavramı ve tanımları ile ilgili yayımladıkları çalışmalarında, kavramın yüzden fazla tanımı olduğunu belirtmişlerdir.

Yabancı dil öğretiminin kültür kavramı ile bire bir ilişkisi vardır. Yabancı dil öğretimi bir kültür aktarım sürecidir. Dil öğrenen kişilerin, kendi kültürlerinin yanı sıra, diğer kültürü de tanıyıp, anlaması gerekir. Bu gereklilikler son yıllarda kültürlerarası iletişimsel yeterlilik yaklaşımını öne çıkarmıştır. Kültürlerarası iletişimsel yeterlilik yaklaşımını açıklamadan önce kültür kavramını tanımlamak gerekmektedir.

Kültür sözcüğü, Latince colere kökünden gelmektedir. Colore, bakmak, işlemek anlamındadır. Bu anlamda kültür hem bir bakım işi, hem de bu bakımın sonunda erişilen durumdur. Kültür bireylere kalıtım yoluyla ulaşmaz. Oluşumlarını, değerlerini bireylerin birbirlerine aktarmasıyla kuşaktan kuşağa geçer (Gökberk, 2004: 65- 67).

Kültür kelimesi TDK tarafından yayımlanan Türkçe Sözlükte şu şekilde belirtilmektedir:

“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin;

Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü;

Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş biçimi” (TDK, 2011: 1558).

Günümüzdeki kültür tanımlarına kaynak oluşturan antropolog E. B. Tylor’un kültür tanımına göre, “Kültür, insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, töre ve tüm diğer yetenek ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür” (Duverger, 74: 1995).

Güvenç (1991: 97) kültür sözcüğünün özet olarak, dört ayrı anlamda kullanıldığını belirtmiştir:

1.Bilim alandaki kültür: Uygarlıktır.

2.Beşeri alandaki kültür: Eğitim sürecinin ürünüdür.

3.Estetik alandaki kültür: Güzel sanatlardır.

4.Maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültür: Üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirmedir.

Kültürü, insanın içinde var olduğu tüm gerçeklik olarak tanımlayan Uygur’a göre, insan, kültür ile kendini, kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koyabilir. Kültür böyle bir dünyanın anlam – varlığına ilişkin her şeyi içerir. İnsanın nasıl düşündüğü, hissettiği, duyduğu, yaptığı, istediği yani, insanın varoluşuna dair olanların hepsi kültürün ögeleridir. Teknik, ekonomi, bilim, devlet, dernekler, kurumlar, okullar vs. gibi insanın meydana getirdiği her şey kültürün içine dâhildir (2006: 17).

İnsan ile kültür arasındaki yakın ilişki, kültür ile toplum arasında da sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Her kültür belli bir topluma aittir ve içinde var olduğu toplumun özelliklerini yansıtır. Ülker’e (2007: 8) göre toplumun olmadığı yerde kültürden de söz edilemez. Toplumdaki bireylerin ortak olarak oluşturduğu değerler kültürü meydana getirir. Kültür insanlar tarafından oluşturulurken, gelenek görenekler aracılığıyla yine insanlara aktarılır. Bu şekilde canlılığını sürdürür. Kültür, ait olduğu toplumun özünü yansıtır.

“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alâkaları, itiyatları, kıymet ölçülerini umumi atitüd, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine

alır. Bütün bunlar, birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı temin eder” (Turhan, 2010: 48).

Kottak, (1997: 36-41) kültürün belli başlı özelliklerini şöyle açıklamıştır:

Kültür öğrenilir; kültür ögelerinin yeni kuşaklara aktarılması, kültürel öğrenme süreçlerini gerektirir. Kültürel öğrenmede insanoğluna ait simgeler kullanılır. Öğrenme, hayvanların çoğunda yadsınamaz bir şekilde gerçekleşirken, insanın oluşturduğu kültürel zenginlik ve karmaşık davranış kalıpları, yalnızca kültürel öğrenme ile aktarılır.

Kültür semboliktir; insanoğlunun nesnelere anlam yüklemesi ve yüklenen anlamdan sembolleri çağrıştırabilme yetisinin ürünü olarak kültürel ögeler meydana gelmiştir. Nesnelere sembolik anlam yüklenmesi ve bunun diğer kişilerle paylaşılması, etkin bir dil kullanımına bağlıdır.

Kültür doğaya el koyar; davranış kalıplarımızın çoğunu kültür belirler. Kültür bize neyi ne zaman yapacağımızı gösterir. İnsan doğayla olan mücadelesinde ya da doğal kaynakları kullanma yöntemleri ile ilgili, kültürün gereklerini yerine getirir.

Bütün kültürler, barındırdıkları insan topluluklarının ihtiyaçlarını en iyi karşılayacak biçimde gelişim gösterirler.

Kültür genel ve özeldir; diğer canlılarla kıyaslandığında, insan türünün kapasitesine özgü olarak genel bir kültüre sahip olduğunu söyleyebiliriz. Genel kültür şemsiyesinin altında, farklı kültürel geleneklerle gelişen, insan topluluklarına has özel nitelikli kültürler de vardır.

Kültür paylaşılır; kültür kavramı incelenirken, belli bir gruptaki kişilerin ortak davranış kalıpları ele alınır. Grup tarafından kabul edilen davranış kalıpları, alışkanlıklar o grubun kültürünü oluşturur. Yaşanan ortak değerler kültürleme sürecinde grup insanlarını birleştirmektedir.

Kültür düzenlidir; kültürü oluşturan elementler birbirinden bağımsız değil, düzenli ve sıralı kurallar bütünü olarak bulunmaktadır.

Kültür yaratıcı bir şekilde kullanılır; içinde bulunulan kültür, kişilerin davranışlarını belli kalıplara göre şekillendirmek ister, bazı zamanlarda kişiler buna uymak isteyemeyebilir. Uyumsuzluk meydana gelir. Bu durumda bireylerin sürece

uyum sağlamak için beklenilenden farklı davranış biçimleri sergilemesi, kültürel değişmeyi meydana getirir. Bu durumda karşımıza ideal kültür ve gerçek kültür kavramları çıkıyor. İdeal kültür, bir kültürdeki kişilerden beklenen idealleştirilmiş davranış biçimleriyken, gerçek kültür, antropologlar tarafından gözlemlenebilen davranışlardır. Değişimin en fazla gözlemlenebildiği ortam gerçek kültürdür” (Akt.:

Mengü, 2003: 15-17).

Kültür kavramı ile ilgili söylenenleri özetleyecek olursak, insanın ortaya çıkardığı maddi ve manevi her şey diyebiliriz. Dil, din, edebiyat, tarih, yaşanılan coğrafya, mimari tarz, hukuk sistemi, benimsenen ahlaki kurallar, gelenek ve görenek gibi maddi ve manevi unsurlar kültürü oluşturur, aynı zamanda oluşan bu kültürden etkilenir. Saydığımız kültürel ögeler, her toplumda farklı biçimde ortaya çıkar. Bu yüzden her toplumun kültürü kendine özgüdür. Bir toplumda kabul gören bir davranış, kültürel özelliklerden dolayı, başka bir toplumda tam tersi bir algı oluşturabilir.

Kültürlerarası karşılaşmalarda bu duruma dikkat edilmeli, yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek için, taraflar karşısındakinin kültürel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

2.1.3. Dil ve Kültür İlişkisi

Toplumdaki bireylerin birbirleriyle iletişim kurması dil aracılığıyla sağlanmaktadır. Dil aracılığıyla kurulan iletişimde, dilin konuşulduğu toplumun yaşam tarzı, değer yargıları gibi özelliklerini yansıtan kültürel kodları görebiliriz. Uygur’a göre (2006: 19) dil ve kültür arasında çok sıkı bir bağ bulunmaktadır. Dil kültürün unsurlarından biridir. Fakat önem bakımından kültürün diğer ögelerine göre farklı bir yerde durmaktadır. Dilin kültürün kuruluşunda önemli bir rolü vardır.

“Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar. O, bu görüşünde haklıdır. Zira dil, duygu ve düşüncenin adeta kalıbıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesle aktarılır.

Yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak, dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir millet arasına yayılır”(Kaplan, 2003: 151). Millet olmak ve millet olarak yaşamaya devam etmek için hem fertler hem de nesiller arasında kültürel bağların sağlam

kurulması gerektiğini belirten Temizyürek’e (2001: 404) göre toplumun dünü bugünü ve yarını arasındaki bağı kurabilecek en kuvvetli kültür unsuru dildir.

Bir toplumun dilini incelediğimizde ait olduğu toplumun yaşam tarzını görebiliriz. Toplumun, yaşadığı coğrafya, maruz kaldığı iklim koşulları, tarihsel süreç içerisinde yaşadığı değişimler, sahip olduğu inanç sistemi, dilindeki kelimelere de yansır. Bir dildeki bazı kelimelerin çok çeşitli biçimlerde ifade edilmesi, bahsedilen kültürel etkilerden kaynaklanır. Örneğin; Eskimolarda “kar” sözcüğüne ilişkin çok sayıda kelime bulunmaktadır. Bu durum, kültürün dile yansımasına ilişkin bir göstergedir.

Kültürün dile yansımalarını, en iyi deyimlerde, atasözlerinde ve edebî eserlerde görebiliriz. Bu söyleyiş biçimleri ait oldukları toplumun, duygu ve düşünce yapısından, inançlarından, yaşam tarzından etkilenerek oluşmuş, o dile ve topluma özeldir. Uyar’a göre “Her dilin, öfkesini, sevincini, korkusunu, sevgisini, tasasını, saygısını ifade tarzı, bu konularla ilgili dil yapılarının zenginliği farklıdır ” (2007: 65). Bu yüzden bir dildeki deyim veya atasözü başka bir dile çevrilirken, kelimenin bire bir karşılığının verilmesi yeterli olmamaktadır. İçinde bulunduğu kültürel bağlam dikkate alınarak, ne anlam ifade ettiği de belirtilmelidir.

Kültür, dil ile birlikte gelişip değişirken, dildeki farklılaşmalar da kültüre yansır.

Akarsu’ya göre dil ve kültür ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Töre ve görenekler, önceki kuşaklardan aldığımız ve yarınki kuşaklara bırakacağımız geleneklerle kurulmuşlardır. Bu durum bildirme ile olabilir. Bildirme ancak dil yoluyla gerçekleşebilir. Dil ile bu kadar sıkı bağları olan kuruluşlarla dolu toplumun her değişmesinde, dilde de bunlara koşut giden değişmeler olması doğaldır (1998: 88).

Dil ve kültür arasındaki etkileşimden bahsedilirken, bu iki kavram ile düşünce arasındaki ilişkiyi de belirtmek gerekir. Toplumdaki bireylerin düşünce biçimleri, içinde yetiştikleri kültürden ve o kültürle etkileşimde bulunan dilden etkilenir. Akarsu’ya (1998: 88) göre, “ İnsanın düşünmesi ancak dille olanaklı olabildiğinden, dilde üstünlük yaratmayan bir ulusun düşünceleri de kapalı, dar ve sınırlı kalır. Bu, bütün kültür üzerine de etki yapar. Öyleyse, kültürle dil birbirlerinden ayrılmazlar.”

Sonuç olarak dil ve kültür arasında birbirini tamamlayan, zenginleştiren bir ilişki vardır. İkisi birbirinden ayrı düşünülemez. Dil öğretimi yapılırken bu durum göz önünde bulundurulmalı, nitelikli bir dil öğretimi için kültür öğretimine de yer verilmelidir.

2.1.4. Kültür İle İletişim İlişkisi

Kültürlerarası iletişimsel yeterlilik kavramını açıklayabilmek için öncelikle kültür ve iletişim arasındaki ilişkiden ve bu iki kavramın birbirleri için ifade ettikleri önemden bahsetmek gereklidir.

İletişim, en genel tanımıyla bireylerin duygu ve düşüncelerini karşısındakine iletmesidir. Kültür ve iletişim arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Bir toplumun kültürünün gerek aynı toplum içinde nesilden nesile aktarılması, gerekse farklı toplumlar tarafından bilinebilmesinde dil aracılığıyla kurulan iletişimin önemli payı vardır.

Özellikle yabancı dilde etkili bir iletişim kurmak ve yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için, o dile ait olan belli sosyokültürel ögelerin bilinmesi gerekir. Logie’ye göre iletişim deyince sözlü iletişim kadar sözlü olmayan yüz ifadeleri, vücudun hareketleri ile ifade edilen iletişim biçimleri de devreye girer ve bu etmenler bir kültürden diğerine farklılık gösterir. Farklı sosyal bağlamlarda nerede ve nasıl konuşmak gerektiğini bilmek de, iletişimin bir başka kültürel bileşenini oluşturur (2004:177-178).

Kültürlerarası karşılaşmalarda hepsinin bir işlevi olan ve iletişim kurulurken bir bütün halinde ele alınması gereken bu sosyokültürel ögeler Samovar ve Porter (1991:

13) tarafından şu başlıklar altında sıralanmıştır:

 Algılama

 Sözlü iletişim

 Sözsüz iletişim

Belirtilen sosyokültürel ögeler, kültür ve iletişim arasındaki sıkı bağlantının göstergelerindendir. Kültürü oluşturan bu ögeler bilinmeden, sadece dilin yapısal

özelliklerini kullanarak başarılı bir iletişim gerçekleştirmek mümkün değildir. Aşağıda, belirtilen başlıkların açıklamaları yapılmıştır.

Algılama: Genel tanımıyla, bireyin duyu organları aracılığıyla fark ettiği dış dünyadan gelen uyarıcıları kavraması ve değerlendirmesidir. Bireyin bu uyarıcıları algılama biçimlerinde karakter özellikleri, sahip oldukları bilgi birikimi, değer yargıları gibi durumlar etkilidir. Aynı durum toplumlar içinde geçerlidir. Farklı kültürel özelliklere sahip toplumların, aynı olay karşısındaki algıları farklı olabilir.

Samovar ve Porter (1991: 13) toplumların sahip oldukları farklı algılarla ilgili örneklemelerde bulunmuştur. Amerikalılar eşya alırken öncelikle maddi değere ve boyuta bakarken, Japonlar renge bakabilmektedir. Yine Amerikan ve Çin toplumlarında hayvan olarak köpeğin yarattığı algılar farklı olabilir. Amerikalılar için köpek, evcil ve sevimli bir ev hayvanı olarak düşünülürken, Çinliler için yenebilecek lezzetli bir et çağrışımı yapabilmektedir.

Sözlü İletişim: Sözlü iletişim konuşma ve yazı dilini içerir. Bugün dünyada resmi olarak kabul edilen yüzlerce farklı dil kullanılmaktadır. Her milletin, yaşayış biçimi, tarihi süreç içerisinde yaşadığı değişimler, inanç sistemi, değer yargıları gibi birtakım sosyokültürel özellikler diline de yansır. Dolayısıyla her milletin dil aracığıyla kendini ifade ediş şekli farklıdır.

Türk kültüründe, büyüklere saygı göstermenin ve akrabalık ilişkilerinin önemli olduğunu belirten Uzunçarşılı’ya göre Türkçede akrabalar ile onların yaşına uygun seslenme şekilleri vardır. Örneğin; İngilizcede kardeş kelimesi yaş farkı gözetmeksizin kullanılabilir. Türkçede ise abla, ağabey kelimeleri ile yaş farkı vurgulanmakta ve uygun kullanılması, saygı gösterme açısından önemlidir. Basit bir fark olarak algılanan dil ve yapı farklılıkları kültürlerarası iletişimi bozan önemli tuzaklardır (2010, 102-103).

Sözsüz İletişim: Kültürlerarası iletişimdeki önemli faktörlerden biri de sözsüz iletişim davranışlarıdır. Bu davranışlar, bireyin mimiklerini, el kol hareketlerini, duruşunu, giyinişini, göz kontağını, ses tonunu, tavırlarını içerir. Sözsüz iletişim davranışlarının sözlü iletişimden daha fazla önem ifade ettiği durumlar vardır.

Uygun olmayan veya yanlış kullanılan sözsüz iletişim davranışlarının yanlış anlamalara ve karşıdaki kişinin kırılmasına neden olabileceğini belirten Samovar ve

Porter’e (1991: 13) göre bu davranışlar, kültürden kültüre önemli farklılıklar göstermektedir. Örneğin, bir toplumda karşısındakinin elini sıkı bir şekilde sıkmak kendinden emin olmanın göstergesi iken, diğer bir toplumda ise nazik bir şekilde el sıkışmak daha uygun bir davranış olarak kabul edilir. Göz teması da yine bazı kültürlerde iyi bir izlenim edinme yolu iken, bazı kültürlerde kaba ve tehdit edici bir

Porter’e (1991: 13) göre bu davranışlar, kültürden kültüre önemli farklılıklar göstermektedir. Örneğin, bir toplumda karşısındakinin elini sıkı bir şekilde sıkmak kendinden emin olmanın göstergesi iken, diğer bir toplumda ise nazik bir şekilde el sıkışmak daha uygun bir davranış olarak kabul edilir. Göz teması da yine bazı kültürlerde iyi bir izlenim edinme yolu iken, bazı kültürlerde kaba ve tehdit edici bir

Benzer Belgeler