• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.1. Dil, Kültür ve İletişim

2.1.2. Kültür

Çok geniş bir alanı kapsayan kültür kavramı ile ilgili birçok tanımlama bulunmaktadır. Araştırmacılar çalıştıkları konuya göre kültür kavramını ele almışlar ve buradan ortak bir tanıma ulaşmaya çalışmışlardır. Nitekim Kroeber ve Kluckhohn (1952) kültür kavramı ve tanımları ile ilgili yayımladıkları çalışmalarında, kavramın yüzden fazla tanımı olduğunu belirtmişlerdir.

Yabancı dil öğretiminin kültür kavramı ile bire bir ilişkisi vardır. Yabancı dil öğretimi bir kültür aktarım sürecidir. Dil öğrenen kişilerin, kendi kültürlerinin yanı sıra, diğer kültürü de tanıyıp, anlaması gerekir. Bu gereklilikler son yıllarda kültürlerarası iletişimsel yeterlilik yaklaşımını öne çıkarmıştır. Kültürlerarası iletişimsel yeterlilik yaklaşımını açıklamadan önce kültür kavramını tanımlamak gerekmektedir.

Kültür sözcüğü, Latince colere kökünden gelmektedir. Colore, bakmak, işlemek anlamındadır. Bu anlamda kültür hem bir bakım işi, hem de bu bakımın sonunda erişilen durumdur. Kültür bireylere kalıtım yoluyla ulaşmaz. Oluşumlarını, değerlerini bireylerin birbirlerine aktarmasıyla kuşaktan kuşağa geçer (Gökberk, 2004: 65- 67).

Kültür kelimesi TDK tarafından yayımlanan Türkçe Sözlükte şu şekilde belirtilmektedir:

“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin;

Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü;

Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş biçimi” (TDK, 2011: 1558).

Günümüzdeki kültür tanımlarına kaynak oluşturan antropolog E. B. Tylor’un kültür tanımına göre, “Kültür, insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, töre ve tüm diğer yetenek ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür” (Duverger, 74: 1995).

Güvenç (1991: 97) kültür sözcüğünün özet olarak, dört ayrı anlamda kullanıldığını belirtmiştir:

1.Bilim alandaki kültür: Uygarlıktır.

2.Beşeri alandaki kültür: Eğitim sürecinin ürünüdür.

3.Estetik alandaki kültür: Güzel sanatlardır.

4.Maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültür: Üretme, tarım, ekin, çoğaltma ve yetiştirmedir.

Kültürü, insanın içinde var olduğu tüm gerçeklik olarak tanımlayan Uygur’a göre, insan, kültür ile kendini, kendi evinde duymasını sağlayacak bir dünya ortaya koyabilir. Kültür böyle bir dünyanın anlam – varlığına ilişkin her şeyi içerir. İnsanın nasıl düşündüğü, hissettiği, duyduğu, yaptığı, istediği yani, insanın varoluşuna dair olanların hepsi kültürün ögeleridir. Teknik, ekonomi, bilim, devlet, dernekler, kurumlar, okullar vs. gibi insanın meydana getirdiği her şey kültürün içine dâhildir (2006: 17).

İnsan ile kültür arasındaki yakın ilişki, kültür ile toplum arasında da sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Her kültür belli bir topluma aittir ve içinde var olduğu toplumun özelliklerini yansıtır. Ülker’e (2007: 8) göre toplumun olmadığı yerde kültürden de söz edilemez. Toplumdaki bireylerin ortak olarak oluşturduğu değerler kültürü meydana getirir. Kültür insanlar tarafından oluşturulurken, gelenek görenekler aracılığıyla yine insanlara aktarılır. Bu şekilde canlılığını sürdürür. Kültür, ait olduğu toplumun özünü yansıtır.

“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alâkaları, itiyatları, kıymet ölçülerini umumi atitüd, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine

alır. Bütün bunlar, birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı temin eder” (Turhan, 2010: 48).

Kottak, (1997: 36-41) kültürün belli başlı özelliklerini şöyle açıklamıştır:

Kültür öğrenilir; kültür ögelerinin yeni kuşaklara aktarılması, kültürel öğrenme süreçlerini gerektirir. Kültürel öğrenmede insanoğluna ait simgeler kullanılır. Öğrenme, hayvanların çoğunda yadsınamaz bir şekilde gerçekleşirken, insanın oluşturduğu kültürel zenginlik ve karmaşık davranış kalıpları, yalnızca kültürel öğrenme ile aktarılır.

Kültür semboliktir; insanoğlunun nesnelere anlam yüklemesi ve yüklenen anlamdan sembolleri çağrıştırabilme yetisinin ürünü olarak kültürel ögeler meydana gelmiştir. Nesnelere sembolik anlam yüklenmesi ve bunun diğer kişilerle paylaşılması, etkin bir dil kullanımına bağlıdır.

Kültür doğaya el koyar; davranış kalıplarımızın çoğunu kültür belirler. Kültür bize neyi ne zaman yapacağımızı gösterir. İnsan doğayla olan mücadelesinde ya da doğal kaynakları kullanma yöntemleri ile ilgili, kültürün gereklerini yerine getirir.

Bütün kültürler, barındırdıkları insan topluluklarının ihtiyaçlarını en iyi karşılayacak biçimde gelişim gösterirler.

Kültür genel ve özeldir; diğer canlılarla kıyaslandığında, insan türünün kapasitesine özgü olarak genel bir kültüre sahip olduğunu söyleyebiliriz. Genel kültür şemsiyesinin altında, farklı kültürel geleneklerle gelişen, insan topluluklarına has özel nitelikli kültürler de vardır.

Kültür paylaşılır; kültür kavramı incelenirken, belli bir gruptaki kişilerin ortak davranış kalıpları ele alınır. Grup tarafından kabul edilen davranış kalıpları, alışkanlıklar o grubun kültürünü oluşturur. Yaşanan ortak değerler kültürleme sürecinde grup insanlarını birleştirmektedir.

Kültür düzenlidir; kültürü oluşturan elementler birbirinden bağımsız değil, düzenli ve sıralı kurallar bütünü olarak bulunmaktadır.

Kültür yaratıcı bir şekilde kullanılır; içinde bulunulan kültür, kişilerin davranışlarını belli kalıplara göre şekillendirmek ister, bazı zamanlarda kişiler buna uymak isteyemeyebilir. Uyumsuzluk meydana gelir. Bu durumda bireylerin sürece

uyum sağlamak için beklenilenden farklı davranış biçimleri sergilemesi, kültürel değişmeyi meydana getirir. Bu durumda karşımıza ideal kültür ve gerçek kültür kavramları çıkıyor. İdeal kültür, bir kültürdeki kişilerden beklenen idealleştirilmiş davranış biçimleriyken, gerçek kültür, antropologlar tarafından gözlemlenebilen davranışlardır. Değişimin en fazla gözlemlenebildiği ortam gerçek kültürdür” (Akt.:

Mengü, 2003: 15-17).

Kültür kavramı ile ilgili söylenenleri özetleyecek olursak, insanın ortaya çıkardığı maddi ve manevi her şey diyebiliriz. Dil, din, edebiyat, tarih, yaşanılan coğrafya, mimari tarz, hukuk sistemi, benimsenen ahlaki kurallar, gelenek ve görenek gibi maddi ve manevi unsurlar kültürü oluşturur, aynı zamanda oluşan bu kültürden etkilenir. Saydığımız kültürel ögeler, her toplumda farklı biçimde ortaya çıkar. Bu yüzden her toplumun kültürü kendine özgüdür. Bir toplumda kabul gören bir davranış, kültürel özelliklerden dolayı, başka bir toplumda tam tersi bir algı oluşturabilir.

Kültürlerarası karşılaşmalarda bu duruma dikkat edilmeli, yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek için, taraflar karşısındakinin kültürel özellikleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

2.1.3. Dil ve Kültür İlişkisi

Toplumdaki bireylerin birbirleriyle iletişim kurması dil aracılığıyla sağlanmaktadır. Dil aracılığıyla kurulan iletişimde, dilin konuşulduğu toplumun yaşam tarzı, değer yargıları gibi özelliklerini yansıtan kültürel kodları görebiliriz. Uygur’a göre (2006: 19) dil ve kültür arasında çok sıkı bir bağ bulunmaktadır. Dil kültürün unsurlarından biridir. Fakat önem bakımından kültürün diğer ögelerine göre farklı bir yerde durmaktadır. Dilin kültürün kuruluşunda önemli bir rolü vardır.

“Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar. O, bu görüşünde haklıdır. Zira dil, duygu ve düşüncenin adeta kalıbıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesle aktarılır.

Yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak, dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir millet arasına yayılır”(Kaplan, 2003: 151). Millet olmak ve millet olarak yaşamaya devam etmek için hem fertler hem de nesiller arasında kültürel bağların sağlam

kurulması gerektiğini belirten Temizyürek’e (2001: 404) göre toplumun dünü bugünü ve yarını arasındaki bağı kurabilecek en kuvvetli kültür unsuru dildir.

Bir toplumun dilini incelediğimizde ait olduğu toplumun yaşam tarzını görebiliriz. Toplumun, yaşadığı coğrafya, maruz kaldığı iklim koşulları, tarihsel süreç içerisinde yaşadığı değişimler, sahip olduğu inanç sistemi, dilindeki kelimelere de yansır. Bir dildeki bazı kelimelerin çok çeşitli biçimlerde ifade edilmesi, bahsedilen kültürel etkilerden kaynaklanır. Örneğin; Eskimolarda “kar” sözcüğüne ilişkin çok sayıda kelime bulunmaktadır. Bu durum, kültürün dile yansımasına ilişkin bir göstergedir.

Kültürün dile yansımalarını, en iyi deyimlerde, atasözlerinde ve edebî eserlerde görebiliriz. Bu söyleyiş biçimleri ait oldukları toplumun, duygu ve düşünce yapısından, inançlarından, yaşam tarzından etkilenerek oluşmuş, o dile ve topluma özeldir. Uyar’a göre “Her dilin, öfkesini, sevincini, korkusunu, sevgisini, tasasını, saygısını ifade tarzı, bu konularla ilgili dil yapılarının zenginliği farklıdır ” (2007: 65). Bu yüzden bir dildeki deyim veya atasözü başka bir dile çevrilirken, kelimenin bire bir karşılığının verilmesi yeterli olmamaktadır. İçinde bulunduğu kültürel bağlam dikkate alınarak, ne anlam ifade ettiği de belirtilmelidir.

Kültür, dil ile birlikte gelişip değişirken, dildeki farklılaşmalar da kültüre yansır.

Akarsu’ya göre dil ve kültür ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Töre ve görenekler, önceki kuşaklardan aldığımız ve yarınki kuşaklara bırakacağımız geleneklerle kurulmuşlardır. Bu durum bildirme ile olabilir. Bildirme ancak dil yoluyla gerçekleşebilir. Dil ile bu kadar sıkı bağları olan kuruluşlarla dolu toplumun her değişmesinde, dilde de bunlara koşut giden değişmeler olması doğaldır (1998: 88).

Dil ve kültür arasındaki etkileşimden bahsedilirken, bu iki kavram ile düşünce arasındaki ilişkiyi de belirtmek gerekir. Toplumdaki bireylerin düşünce biçimleri, içinde yetiştikleri kültürden ve o kültürle etkileşimde bulunan dilden etkilenir. Akarsu’ya (1998: 88) göre, “ İnsanın düşünmesi ancak dille olanaklı olabildiğinden, dilde üstünlük yaratmayan bir ulusun düşünceleri de kapalı, dar ve sınırlı kalır. Bu, bütün kültür üzerine de etki yapar. Öyleyse, kültürle dil birbirlerinden ayrılmazlar.”

Sonuç olarak dil ve kültür arasında birbirini tamamlayan, zenginleştiren bir ilişki vardır. İkisi birbirinden ayrı düşünülemez. Dil öğretimi yapılırken bu durum göz önünde bulundurulmalı, nitelikli bir dil öğretimi için kültür öğretimine de yer verilmelidir.

2.1.4. Kültür İle İletişim İlişkisi

Kültürlerarası iletişimsel yeterlilik kavramını açıklayabilmek için öncelikle kültür ve iletişim arasındaki ilişkiden ve bu iki kavramın birbirleri için ifade ettikleri önemden bahsetmek gereklidir.

İletişim, en genel tanımıyla bireylerin duygu ve düşüncelerini karşısındakine iletmesidir. Kültür ve iletişim arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Bir toplumun kültürünün gerek aynı toplum içinde nesilden nesile aktarılması, gerekse farklı toplumlar tarafından bilinebilmesinde dil aracılığıyla kurulan iletişimin önemli payı vardır.

Özellikle yabancı dilde etkili bir iletişim kurmak ve yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için, o dile ait olan belli sosyokültürel ögelerin bilinmesi gerekir. Logie’ye göre iletişim deyince sözlü iletişim kadar sözlü olmayan yüz ifadeleri, vücudun hareketleri ile ifade edilen iletişim biçimleri de devreye girer ve bu etmenler bir kültürden diğerine farklılık gösterir. Farklı sosyal bağlamlarda nerede ve nasıl konuşmak gerektiğini bilmek de, iletişimin bir başka kültürel bileşenini oluşturur (2004:177-178).

Kültürlerarası karşılaşmalarda hepsinin bir işlevi olan ve iletişim kurulurken bir bütün halinde ele alınması gereken bu sosyokültürel ögeler Samovar ve Porter (1991:

13) tarafından şu başlıklar altında sıralanmıştır:

 Algılama

 Sözlü iletişim

 Sözsüz iletişim

Belirtilen sosyokültürel ögeler, kültür ve iletişim arasındaki sıkı bağlantının göstergelerindendir. Kültürü oluşturan bu ögeler bilinmeden, sadece dilin yapısal

özelliklerini kullanarak başarılı bir iletişim gerçekleştirmek mümkün değildir. Aşağıda, belirtilen başlıkların açıklamaları yapılmıştır.

Algılama: Genel tanımıyla, bireyin duyu organları aracılığıyla fark ettiği dış dünyadan gelen uyarıcıları kavraması ve değerlendirmesidir. Bireyin bu uyarıcıları algılama biçimlerinde karakter özellikleri, sahip oldukları bilgi birikimi, değer yargıları gibi durumlar etkilidir. Aynı durum toplumlar içinde geçerlidir. Farklı kültürel özelliklere sahip toplumların, aynı olay karşısındaki algıları farklı olabilir.

Samovar ve Porter (1991: 13) toplumların sahip oldukları farklı algılarla ilgili örneklemelerde bulunmuştur. Amerikalılar eşya alırken öncelikle maddi değere ve boyuta bakarken, Japonlar renge bakabilmektedir. Yine Amerikan ve Çin toplumlarında hayvan olarak köpeğin yarattığı algılar farklı olabilir. Amerikalılar için köpek, evcil ve sevimli bir ev hayvanı olarak düşünülürken, Çinliler için yenebilecek lezzetli bir et çağrışımı yapabilmektedir.

Sözlü İletişim: Sözlü iletişim konuşma ve yazı dilini içerir. Bugün dünyada resmi olarak kabul edilen yüzlerce farklı dil kullanılmaktadır. Her milletin, yaşayış biçimi, tarihi süreç içerisinde yaşadığı değişimler, inanç sistemi, değer yargıları gibi birtakım sosyokültürel özellikler diline de yansır. Dolayısıyla her milletin dil aracığıyla kendini ifade ediş şekli farklıdır.

Türk kültüründe, büyüklere saygı göstermenin ve akrabalık ilişkilerinin önemli olduğunu belirten Uzunçarşılı’ya göre Türkçede akrabalar ile onların yaşına uygun seslenme şekilleri vardır. Örneğin; İngilizcede kardeş kelimesi yaş farkı gözetmeksizin kullanılabilir. Türkçede ise abla, ağabey kelimeleri ile yaş farkı vurgulanmakta ve uygun kullanılması, saygı gösterme açısından önemlidir. Basit bir fark olarak algılanan dil ve yapı farklılıkları kültürlerarası iletişimi bozan önemli tuzaklardır (2010, 102-103).

Sözsüz İletişim: Kültürlerarası iletişimdeki önemli faktörlerden biri de sözsüz iletişim davranışlarıdır. Bu davranışlar, bireyin mimiklerini, el kol hareketlerini, duruşunu, giyinişini, göz kontağını, ses tonunu, tavırlarını içerir. Sözsüz iletişim davranışlarının sözlü iletişimden daha fazla önem ifade ettiği durumlar vardır.

Uygun olmayan veya yanlış kullanılan sözsüz iletişim davranışlarının yanlış anlamalara ve karşıdaki kişinin kırılmasına neden olabileceğini belirten Samovar ve

Porter’e (1991: 13) göre bu davranışlar, kültürden kültüre önemli farklılıklar göstermektedir. Örneğin, bir toplumda karşısındakinin elini sıkı bir şekilde sıkmak kendinden emin olmanın göstergesi iken, diğer bir toplumda ise nazik bir şekilde el sıkışmak daha uygun bir davranış olarak kabul edilir. Göz teması da yine bazı kültürlerde iyi bir izlenim edinme yolu iken, bazı kültürlerde kaba ve tehdit edici bir davranış olarak algılanabilir.

Sonuç olarak yabancı dilde kurulan iletişimde, hangi durumda ne söylenileceğini bilmek ve iletişimi engelleyen durumların önüne geçmek için, o dilin ait olduğu kültürü de bilmek gerekir. Karşısındaki kişinin kültürel özelliklerini ve davranış biçimlerini dikkate alan bir konuşmacı, muhatabında kendisine karşı bir yakınlık hissi oluşturur, aksi bir davranış ise, taraflar arasında yanlış anlamalara ve daha iletişimin başında birbirleri hakkında önyargı oluşturmalarına sebep olabilir.

2.2. Kültürlerarası İletişimsel Yeterlilik Yaklaşımı 2.2.1. Kültürlerarası İletişimsel Yeterlilik Tanımı

Günümüzde, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle farklı kültürlerden insanlar çeşitli sebeplerle daha fazla iletişime geçmekte ve ortak çalışmalarda bulunmaktadır. Bu süreçte, bireyler kendileri dışındaki kültürleri tanıyıp, onlarda var olan birikimden yaralanabilirken, aynı zamanda kültürel farklılıklardan ve iletişimde yaşanan sorunlardan dolayı çalışmalarını başlamadan da sonlandırabilmektedir. Kültürlerarası karşılaşmalarda meydana gelen bu durumlar günümüzde eğitimden ticarete birçok alanda kültürlerarası iletişimsel yeterlilik kavramını ön plana çıkarmıştır.

Bu konuda önemli çalışmaları olan Michael Byram’a (1997: 7)göre kültürlerarası iletişimsel yeterlilik, bireylerin sınırların ötesine geçip iletişim ve etkileşim kurabilme yeteneğidir.

Kültürlerarası yeterlilik, bireylerin diğer kültürlerle çatışma ve yanlış anlamalar olmadan iletişim kurabilmesi için, kendi sınırlarının dışına çıkıp, diğer kültüre yönelik bir adım atmasıdır (Bennett, 2009: 122).

Sercu’ya (2005: 2) göre kültürlerarası iletişimsel yeterlilik, kişinin dışarıdan bir gözle kendisine bakabilme yeteneği, kişisel farkındalık, yabancı bir kültüre uyum sağlama konusundaki istekliliktir.

Kültürlerarası yeterlilik veya kültürlerarası iletişimsel yeterlilik kavramları ile ilgili çeşitli tanımlamalar bulunmaktadır. Yapılan tanımlamalardan da yola çıkarak, kültürlerarası iletişimsel yeterlilik kavramını, bireylerin kendileri dışındaki bir kültürle etkili ve nitelikli iletişim kurabilmesi olarak tanımlayabiliriz.

Bireylerin kültürlerarası iletişimsel yeterlilik becerilerini kazanmaları bir anda olmamaktadır. Farklı bir kültürle karşılaşan kişilerin o kültürdeki insanlarla başarılı bir iletişim kurmaları için belirli bir süreç içerisinde, belli aşamalardan geçmiş olmaları gerekmektedir. Altundağ’a göre kültürlerarası iletişimde yeterliliğe ulaşma kısa sürede gerçekleşebilecek bir uyum süreci değildir. Bireyin kişilik uyumu süreci, içinde bulunduğu şartlara göre uzayabilir, kısalabilir veya duraklayabilir. Kişilik uyumu ile kastedilen, bireyin karşıdaki kültürü hangi amaçla algıladığı ve kabul ettiğidir. Birey o kültürün tamamen bir parçası olmak istemeyebilir, o kültürü belli ölçülerde kabul edebilir veya sadece hayatta kalabilecek kadar algılamak isteyebilir (2007: 18).

Yukarıda bahsedilen uyum süreçleri ve bu süreçlerde yer alan aşamalara ilişkin konuyla ilgili çalışanlar tarafından çeşitli modeller ortaya konmuştur. Bu çalışmaların en önemlilerinden biri de Bennett (1993) tarafından ortaya konulmuş olan Kültürlerarası Duyarlılık Gelişme Modeli’dir. Modelde kendisi dışındaki bir kültürün, birey üzerindeki etkileri ve bireyin, farklı bir kültüre uyum sağlama sürecindeki aşamalar belirtilmiştir.

Bennet’in geliştirdiği Kültürlerarası Duyarlılık Geliştirme Modeli aşağıda açıklanmıştır:

Kültürlerarası Duyarlılık Geliştirme Modeli iki aşamada incelenmektedir. Birinci aşamada birey kendi kültürünü merkeze alır ve diğer kültürleri kendi çevresine bakarak değerlendirir. İkinci aşamada ise birey kültürel farklılıkları kabul eder ve kendi kültürünü diğer kültürel bağlamlarda değerlendirmeye başlar.

Birinci aşamanın kendi içinde belirli basamakları vardır. Bunlar şöyledir:

1.Kültürel farklılığı reddetme: Kişi bu aşamada kendi kültürünü yegâne kültür olarak değerlendirir. Diğer kültürler tamamen göz ardı edilmese de, bu kültürlerden farklılıklara karşı fiziksel ve psikolojik kalkan oluşturularak sakınılmaktadır.

2. Kültürel farklılığa karşı savunma: Kişinin kendi kültürünü veya etkileşimde bulunduğu kültürü yegâne iyi kültür olarak düşündüğü aşamadır. Savunma eğilimindeki bu kişiler kültürel farklılıkları tehdit olarak görmektedir.

3. Kültürel farklılığı küçümseme: Birey, kendi kültürüne ait olan dünya görüşünün evrensel olduğunu düşünür. Diğer kültürler önemsiz ve hayali olarak değerlendirilmektedir. Küçümseme eğilimindeki kişiler diğer kültür ile kendi kültürleri arasında benzerlik olmasını beklerler ve beklentileri yönünde başkalarının davranışlarını düzeltme yoluna giderler.

İkinci aşama kendi içinde üç farklı basamağa ayrılmaktadır:

1.Kültürel farklılığı kabul: Kişinin kendi kültürünü, denk özellikli dünya görüşleri içerisinde sadece biri tanesi olarak kabul etme durumudur. Kişiler bu aşamada kültürel farklılıkları önemsemeden, kendi kültüründen olmayanların da var olduğunu ve onların da birer insan olduklarını kabul eder. Ancak bu kabul uyum anlamına gelmemektedir. Kabul eğilimi içinde olan bu kişiler kültürel farklılık konusunda meraklı ve saygılıdırlar.

2. Kültürel farklılığa uyma: Başka bir kültürü anlama, o kültüre ait olan davranışları benimsemedir. Uyma sürecinde birey “diğer gözler aracılığıyla" dünyaya bakabilmekte ve başka kültürlerle iletişim kurabilmek için davranışlarını değiştirme eğiliminde olabilmektedir.

3. Kültürel farklılıkta tamamlık: Bu aşamada kişinin deneyimleri başka dünya görüşlerine dâhil olma veya onların dışına çıkma gibi durumları kapsayacak kadar genişlemiştir (Gökmen, 2005: 73-74).

Bireyler belirtilen uyum süreçlerinden geçerken, diğer kültürden gelen kişilerle kurdukları iletişimde çeşitli sorunlarla karşılaşabilmektedir. Kültürlerarası iletişim ortamları farklı kişilik özellikleri, yaşam tarzları ve kültürel özellikleri olan kişilerin bir araya geldikleri yerlerdir. Bu farklılıklar iletişim engellerini de beraberinde

getirmektedir. Barna (1994: 337-343) tarafından kültürlerarası iletişimin önündeki engeller şöyle belirtilmiştir:

Benzerliklerin Varsayımları: Sadece insan olmanın, yiyecek, barınak, güvenlik ve buna benzer genel gereksinimlere sahip olmanın herkesi birbiriyle aynı yaptığı zannedilmektedir. Bu tür biyolojik ve sosyal ihtiyaç biçimlerin kültürden kültüre geniş

Benzerliklerin Varsayımları: Sadece insan olmanın, yiyecek, barınak, güvenlik ve buna benzer genel gereksinimlere sahip olmanın herkesi birbiriyle aynı yaptığı zannedilmektedir. Bu tür biyolojik ve sosyal ihtiyaç biçimlerin kültürden kültüre geniş

Benzer Belgeler