• Sonuç bulunamadı

VAROLUŞÇULUK EKSENİNDE ALBERT CAMUS FELSEFESİ

Çağımız düşünürleri felsefelerini daha çok yaşadıkları toplum ve çağdan hareketle geliştirmektedirler. Dolayısıyla Fransız bir baba ve İspanyol bir annenin çocuğu olarak 1913 yılında Cezayir’de dünyaya gelen, 20. yüzyılın düşünce ve edebiyat alanındaki önemli ismi Albert Camus’nün felsefesini yaşadığı çağın koşullarıyla birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır.256

17. yüzyıl rasyonalizmi, 18. yüzyılın aydınlanma felsefesi, 19. yüzyılın ideoloji eksenli dünya görüşü ve tüm bunların karşısında duran Hristiyan düşünce çağımız üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Descartes’tan bu yana birbirini destekleyen ya da birbirine karşıt biçimde gelişen düşünce sistemleri 20. yüzyılda birçok felsefi akımın ve düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak 20.

yüzyıl felsefesi kişisel felsefi sistemler oluşturmaktan çok varoluşçu bir kriz dönemi felsefesi olarak karşımıza çıkmaktadır. 20. yüzyılın insanı hayal kırıklığına uğramış, bu nedenle kendini güvensiz, yalnız hisseden ve bu güvensizliği özgürlüğünü kullanarak aşmaya çalışan insandır. 20. yüzyılda yaşanan ekonomik, siyasi, askeri ve toplumsal sorunlar büyük kitleleri etkilemiş ve önceki yüzyılda sunulan bilimsel ve toplumsal vaatler gerçekleştirilmemiştir. Yaşanan iki dünya savaşı toplu ölümlere ve

256 Ali Osman Gündoğan, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, Öteki Yayınevi, İstanbul, 2018, s.17.

72

geride kalanların sefalet içinde yaşamasına neden olmuş ayrıca sosyal adalet hedefiyle ortaya çıkan yönetim biçimleri birçok ülkede toplumsal sorunları tam anlamıyla çözememiştir. 20. yüzyılda yaşanan bu olumsuz etkenler çağın felsefesinin ve edebiyatının şekillenmesinde önemli ölçüde etkili olmuştur. Albert Camus de yaşadığı dönemin koşullarından hareket eden bir 20. yüzyıl filozofu ve edebiyatçısı olarak düşünce tarihinde yerini almıştır.257

Heidegger ve Sartre gibi varoluş problemine kavramsal çözümlemelerle yanıt bulma yoluna gitmeyen Camus, çözümü rasyonel düşüncede değil duygusal deneyimde aramıştır. Yazmış olduğu deneme ve romanlarda bireyi ve bireyin yaşamını vurgulayan Camus’nün çıkış noktası yabancılaşma ve insanın evrenle yaşadığı uyumsuzluk olmuştur. Eserlerinde iyimser ya da kötümser düşüncenin aşırılığından kaçınan Camus, Yaz isimli deneme kitabında kendini şöyle tanımlar:

“Ben çağımın sokaklarında bulduğum bir düşün üzerinde uslamlamaya girişmekten başka ne yaptım? Bu düşünceyi tüm kuşağımla birlikte beslemişim, bunu söylemeye bile gerek yok. Yalnız, onu ele almak ve mantığı konusunda karara varmak için zorunlu uzaklığa ulaştım. Daha sonra yazdıklarım bunu yeterince gösterir. Ama bir kalıbı kullanmak bir ince ayrımı kullanmaktan daha kolay. Kalıp seçildi: İşte başlangıçtaki gibi uyumsuzun yazarıyım.”258

Felsefi açıdan gelişimi iki farklı dönemden oluşan Camus, ilk olarak uyumsuzluğu, yaşamın anlamsızlığını ve felsefenin temel problemi olarak gördüğü intihar konusunu ele almıştır. İkinci döneminde ise yaşamın anlamsızlığına karşı başkaldırmanın ve eylemde bulunmanın önemi üzerinde durmuştur. Felsefesi etik bir çizgide gelişen Camus, geleneksel felsefenin ve bilimin insan hayatı için bir rehber olamayacağını,259 Sisifos Söyleni’nde şu sözlerle ifade eder:

“Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamanın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir. Gerisi, dünyanın üç boyutlu olup olmadığı, düşüncenin dokuz mu, yoksa on iki ulam mı bulunduğu, sonra gelir. (…) Hiç kimsenin varlıkbilimsel bir kanıt

257 a.g.e. s.42-47.

258 Albert Camus, Yaz, çev. Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul, 2011, s.65.

259 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.169-170.

73

uğruna öldüğünü görmedim. Önemli bir bilimsel gerçeğe varmış olan Galilei, bu gerçek yaşamını tehlikeye sokar sokmaz, büyük bir rahatlıkla dönüverdi ondan. Bir bakıma iyi de etti. Uğrunda yakılıp ölmeye değmezdi bu gerçek. Dünya mı güneşin çevresinde döner, güneş mi dünyanın çevresinde, hiç mi hiç önemi yok bunun.

Kısacası, değersiz bir sorun bu. Buna karşılık, yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum.”260

Her ne kadar varoluşçu bir filozof olarak anılsa da Camus, hem filozof hem de varoluşçu olduğu düşüncesini kabul etmez. Ancak ilgisini varlık sorunundan çok ahlaki alana yöneltmiş gibi görünse de ele almış olduğu uyumsuzluk konusu aynı zamanda bir varoluş sorunu ve insanın evrenle olan ilişkisine dair bir problem olarak ortaya çıkar. Camus eserlerinde insanın evrenden kopuşu, kendisine, başkasına ve evrene yabancılaşması, geleneksel etik değerlerin yetersizliği, kötülük problemi ve kaçınılmaz ölüm karşısında insanın varlığı gibi genel itibariyle varoluşçu felsefenin ele aldığı konuların üzerinde durmuştur. Anlatım aracı olarak sanatı tercih eden Camus’nün amacı estetik zevk değil, ele aldığı konuları somutlaştırarak bir yaşam felsefesi sunmaktır. Eserlerini yazarken yaşamdan ve gerçeklikten hareket eden Camus’nün edebi yaklaşımı simgesel anlatışa örnektir.261 Çünkü

“Simgesel anlatışta kavramlar değil, kişi tiplerinin, dolayısıyla insanın yapısında var olan şeyler –sorunlar, değer ilişkileri– somut olaylarla, somut örnekleştirilmiş kişilerle, kişilerarası ilişkiler ve davranışlarla verilmek istenmektedir. Simgesel anlatışın hareket noktası gerçekliktir.”262

Camus’nün yanıt aradığı temel problem kutsal bir anlayışa dayanmayan bir ahlakın oluşturulup oluşturulamayacağıdır. Sorularıyla dünyada baş başa kalan insanın yanıtlarını insandan başka yerde araması boş bir çabadır. Dolayısıyla Camus’ye göre yanıtlanması gereken ilk soru yaşamın anlamına dairdir. Dünyanın anlamsızlığı, buna karşılık insanın anlamlandırma isteği ve insanın bu çağrısına karşılık dünyanın sessiz kalışı sonucu ortaya çıkan uyumsuz deneyim ve intihar

260 Albert Camus, Sisifos Söyleni, s.21-22.

261 Ali Osman Gündoğan, s.53-54.

262 İoanna Kuçuradi, Sanata Felsefeyle Bakmak, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997, s.81.

74

düşüncesi Camus felsefesinin temelini oluşturur. Yaşamın anlamına dair her soru aynı zamanda değerlere dair bir arayışı da getirir.263 Camus’ye göre,

“Yaşamın anlamına inanmak her zaman bir değerler basamağını varsayar, seçmeler ve yeğlemeler varsayar.”264

Bu durum Camus’yü asıl soruna götürür ve Sisifos Söyleni’nde bu sorunu şöyle ifade eder:

“Hiçbir şeye sığınmadan yaşanabilir mi, yaşanamaz mı, beni ilgilendiren tek şey bu.

Bu alandan dışarı çıkmak istemiyorum.”265

Camus 20. yüzyılın her açıdan karmaşıklaşmış dünyasında tüm insanlık için bir çözüm yolu sunmaya çalışmıştır. Yaşanan kaos ortamıyla birlikte yara almış dünyada insana tekrar güvenebilmenin dayanaklarını bulmaya çalışmış ve bunu toplumsallıktan uzak birey özgürlüğünde aramıştır. Diğer varoluşçular için olduğu gibi Camus için de herkesin dünyası kendine aittir. Özgürlüğü de bu doğrultuda anlamak gereklidir.266 Camus’ye göre,

“Benim ölçüme göre değil hiçbir şey; ne bu dünyada, ne de öbüründe.”267

Çağının hem sözcüsü hem de bir belirtisi olan Camus, yaşadığı dönemi kendine has bir yolla anlatırken döneminin düşünsel alışkanlıklarını da yansıtmış ve politik yaşamı dramlaştırarak ahlaki kaygıların temel sebebini ortaya çıkarmıştır.

Geleneksel felsefeye karşılık bir yaşam felsefesi sunan Camus aynı zamanda önemli bir yazardır. O insanın en doğal halini ve evrendeki konumunu anlamaya çalışan bir edebiyatçı ve felsefeci olarak üstün bir başarıya ve sanatçılığa ulaşmıştır.268

263 Mustafa Günay, “Camus’nün İnsan ve Değer Anlayışı”, Özne 19. Kitap, Çizgi Kitabevi, Konya, 2013, s.61.

264 Albert Camus, s.73.

265 a.g.e. s.73.

266 Afşar Timuçin, “Camus’nün Başkaldırmayan İnsanı Ya Da Meursault’un Acıklı Durumu”, Özne 19. Kitap, Çizgi Kitabevi, Konya, 2013, s.14.

267 Albert Camus, Caligula, çev. Abdullah Rıza Ergüven, Berfin Yayınları, İstanbul, 1993, s.73.

268 John Cruickshank, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, çev. Rasih Güran, Zepros Yayınları, İstanbul, 2016, s.283.

75