• Sonuç bulunamadı

Akıp Giden Zaman ve Ölüm Yazgısı

3.2. UYUMSUZLUK (ABSÜRD) KAVRAMI

3.2.3. Akıp Giden Zaman ve Ölüm Yazgısı

Yaşamın tekdüzeliği karşısında insanın en büyük beklentisi zamandır.

Yaşadığı şimdiyi değiştirme gücünü kendinde bulamayan insan, yarının gelip yaşamın rutinliğini değiştirmesini bekler. Bugünün umutsuzluğundan yarının

290 Albert Camus, s.36-37.

291 Albert Camus, Yabancı, çev. Vedat Günyol, Can Yayınları, İstanbul, 2011, s.109.

84

umuduna kaçıştır bir anlamda bu. Oysa zaman insan yaşamı için çelişkidir, zaman uyumsuzdur. İnsan, hayatının büyük bölümü geleceğe dair planlar yapmakla ve geleceği şekillendirmeye çalışmakla geçirir. Yarın olsun ister hep, güzel günlerin gelmesini diler, zamanın onu yaşamın içinde daha iyi bir yere konumlandırmasını bekler. Oysa zaman insanı doğum ve ölüm arasında çoktan konumlandırmıştır. Önce gençliğiyle övünüp büyümek ve hayallerine kavuşmak ister, sonra gençlik yıllarına özlemle bakan, akıp giden zamanın esiri olmuş bir yetişkin olur ve nihayetinde bir başkasının gençlik yıllarına rahatsızlık veren yaşamı anlamadan ölümü anlamaya çalışan yalnız bir ihtiyar olarak tutunmaya çalışır hızla geçen zamana. İnsan bütün benliğiyle daha güzel bir yarını umut ederken beden zamanla yaşlanır ve ölüme daha da yaklaşır: “Etin bu başkaldırışı, uyumsuz budur işte!”292

İnsanın ne yaşadığı geçmişe ne de gelecek yaşamda bir yer edinmesine etkisi olabilir. Zamanı durduramaz ve onu geri alamaz. Zamanın öldürücü olduğunun bilincine varılması sonucu onu bir düşman olarak algılar ve varlığı için bir tehlike olarak görür. Her ne kadar ölümle yüzleşmekten kaçınsa da herkes yaşamın bir gün ölümle sona ereceğinin farkındadır. İnsan ölümsüz olmanın arzusundadır ancak beklediği yarın ona ölümü getirir. Camus bu çelişkiyi Tersi ve Yüzü’nde şöyle ifade eder:

“Annesi yerinden sıçradı. Korktu. Ona böyle bakarken budalaca bir görünüşü var çocuğun. Gidip ödevlerini yapsın. Çocuk ödevlerini yaptı. Şimdi pis bir kahvede.

Şimdi bir adam. Önemli olan da bu değil mi? Yok, inanmamalı buna, öyle ya, ödevlerini yapmak ve bir adam olmayı kabul etmek, yalnızca yaşlı olmaya götürür insanı.”293

Heidegger’e göre insan gündelik yaşamda ölümü herkesin başına gelen bir olay olarak görür. Kendi ölümüne dair deneyimi hiçbir zaman olamayacağı için ölümü başkalarının ölümü üzerinde deneyimler. Günlük yaşamdaki sonlu olmak kaygısının üzerini ölümün –hep başkalarının başına gelen bir başa gelme- düşüncesiyle örter. Ölüme karşı genel yaklaşım ölümün yarattığı bu varoluşsal kaygınının üzerinin örtülmesine yöneliktir. Ancak tüm bu maskelemeye rağmen

292 Albert Camus, Sisifos Söyleni, s.32.

293 Albert Camus, Tersi ve Yüzü, s.43.

85

ölüm ne zaman ve nasıl yaşanılacağı bilinmeyen ancak kesin ve bireysel bir deneyimdir. İnsan gündelik yaşamını başkalarıyla paylaşabilir ama kendi ölümünü paylaşamaz.294

Camus de bu yaklaşımı kabul eder. İnsanların ölümü hiç bilmiyormuş gibi yaşamalarının nedenini gerçekte ölüm deneyimlerinin olmamasında görür. “Ancak yaşanan, bilincinde varılan şey denenmiş olabilir.”295 Bütün felsefelerde üzerine çokça tartışılan ve yazılan ölüm konusuna dair birçok gerçek açıkça bellidir. Ancak Camus ölümün ne olduğundan çok ölüm bilincinin yaşamımızdaki etkisi üzerinde durur. “Bu olgular kesin olarak biliniyorsa, hangi sonucu çıkarmalı, hiçbir şeyi atlamamak için nereye kadar gitmeli? İsteyerek ölmeli mi, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeli?”296

Ölüm kesinliktir. Ancak ölümün yok olmak anlamına gelmesi kesin değildir.

İnsanın ölümle ilişkisi başkasının ölümünün insan üzerindeki duygusal ve düşüncesel etkisidir. Ancak bu ilişki başkasının ölüm deneyimiyle eşdeğer değildir. Ölümün insanın yaşadığı zamana etkisi, zamanda aniden ortaya çıkışı, ölüm deneyimini yaşamanın olanaksızlığı ve ölümle yaşam arasındaki kopukluk insanda kaygı ve korku yaratan bir durumdur. Deneyimi olmayan bir ölümün insan üzerinde bıraktığı kaygı ve korku zamanın yapısının yönelimsel olmadığını, ileriye yönelik ve geriye yönelik öğelerden yani deneyimin tarzlarından oluşmadığını gösterir.297

Zaman insanı ölüme yaklaştırdıkça insan gelecek amaçlarından uzaklaşır ve yaşadığı geçmişi sorgulamaya başlar. Daha önce gündelik hayatın içinde yaşamından uzak tuttuğu ve bir türlü kabullenemediği ölüm düşüncesi insan için kaçınılmaz olur.

Ölümle karşılaşmak aynı zamanda yaşamla karşı karşıya gelmek de demektir.

İnsanın akıl yoluyla kavrayamadığı ölüm, yaşadığı hayatın değeriyle anlam kazanır.

Bir insanın ölüme çok yakın olduğu bir dönemde nasıl bir varoluş kaygısı yaşadığı, geçmiş yaşamını nasıl sorguladığı Rus düşünür ve edebiyatçı Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü isimli eserinde şöyle karşımıza çıkar:

294 Ezgi Polat. Zehragül Aşkın, “Ölüm Kavramının Heidegger ve Sartre Felsefesindeki Yeri”, Kilikya Felsefe Dergisi (1), s. 42-60, 2017, s.49.

295 Albert Camus, Sisifos Söyleni, s.33.

296 a.g.e. s.34.

297 Emmanuel Levinas, Ölüm ve Zaman, çev. Nami Başer, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.13-14.

86

“İvan İlyiç ürperiyor, kıpırdanıyor, karşı koymak istiyordu. Fakat elinden bir şey gelmediğini biliyordu artık. Gene bakmaktan kendini alamayan ama bir yandan da yorgun düşmüş gözleriyle bakıyor; bekliyordu. ‘Karşı konulmaz’ diyordu. Hiç olmazsa bunun sebebini anlamalı. Bu da olmaz. Gerektiği gibi yaşamış olmasaydı belki açıklayabilirdi. Ama bunu söylemek de doğru değildi asla. İvan İlyiç hayatının ne derece meşru, düzenli, nezih olduğunu hatırlıyor, söylenmeye devam ediyordu.

‘Gereken şekilde yaşamamış olmam kabul edilmez bir şey’ diyor, gülümsüyordu.

Sanki birisi bu gülümsemeyi görüp de aldanabilirdi. Açıklanamaz! Acı, ölüm...

Niçin?”298

Camus’ye göre, insan uyumsuzun bilincinde olmadan önce hayatını belirli bir düzende ve gelecek amaçlarına ulaşabilme kaygısıyla yaşar. Her şeyin bir anlamı olduğuna inanır ve özgürmüş gibi davranır. Uyumsuzun ortaya çıkmasından sonra her an başına gelebilecek ölümün uyumsuzluğuyla yüzleşir. İnsan ancak ölümsüzse gerçek anlamda özgür olabilir. Çünkü ölüm onun var olma özgürlüğünü elinden alır.

Yarını düşünmek özgürlüğü gerektirir, uyumsuz için ise yarın yoktur.299

“Sürekli olarak bilinçli kalan bir ruhun önünde şimdiki zaman ve şimdiki zamanların birbirini kovalaması, uyumsuz insanın ülküsü budur işte.”300

Camus insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini ve bu durumun farkındalığından kaçmak yerine bunu kabullenerek yaşaması gerektiği düşüncesini Yabancı romanında Meursault karakteriyle dile getirir;

“’Ne Yapalım,’ diyordum, ‘ölmem kaçınılmazmış!’ Başkalarından önce ölecektim, su götürür yanı yoktu bunun. Ama herkes bilir ki, hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız, insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi. Çünkü her iki hâlde de, pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da yaşayacaklardı, hem de binlerce yıl. Sözün kısası, hiçbir şey böylesine açık değildi. Şimdi de olsa, yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan. Şu anda beni bu düşüncemde biraz üzen şey, yirmi yıl daha yaşamayı düşünürken, yüreğimin korkunç derecede hoplamasıydı.

Ama onu bastırmak için, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığı zaman,

298 Lev Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü, çev. Nihal Yalaza Taluy, Can Yayınları, İstanbul, 2018, s.78.

299 Albert Camus, s.70-71.

300 a.g.e. s.76.

87

düşüncelerimin ne olacağını hayal etmek yetiyordu. Değil mi ki insan ölecekti, öyleyse bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi.”301

Camus’de “bugün”ü anlamlandıran onun uyumsuz kişisidir. “Bugün”de yaşananlar uyumsuzluk duygusu ve yaşantısı açısından değerlendirilebilir. “Bugün”

ancak uyumsuzluğu yaşayan kişi bakımından anlam kazanabilir.302