• Sonuç bulunamadı

2.4. Medyada Hakikatin Üretilmesi: Kanaat Teknisyenlerinin Komplo Teorileri

3.1.4. Vakıa Seti

Türkiye siyasal kültürüne bakıldığında hem siyasi partilerin hem de farklı siyasal yönelimlerin politika üretiminde, gerek gündem belirlerken gerekse politik güzergâhlarını tarif ederken sıkça başvurdukları yöntemlerden birisi de komplo teorisi üretmek olmuştur. Bu bakımdan komplo teorilerinin, Türk modern siyasal hayatının kurgusu içinde hakikat rejimi tesis etmede -kurucu- meşruluk aracı olarak kullanıldığı iddia edilebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi komplo teorileri belli bir son’un, “hangi ellerden, hangi amaçlarla, hangi araçlarla geleceğini” kültürel mitler ve kodlara yer vererek tarifler. Arka planında korku ve tehdit barındıran bu kurgu içinde kullanılan semboller, tasvirler göz ardı edilmemelidir. Çalışma kapsamında 2013-2017 periyodu itibarıyla kullanılan vakıa seti gözetildiğinde birçok köşe yazısındaki siyasal olanı komplocu yaklaşımla kavrama tutumu analiz edilmiştir.

Bu tarihsel aralıkta üzerinde inceleme yapılan beş vakıa belirlenmiştir: 2013 yılında Gezi Parkı Protesto Eylemleri ve 17-25 Aralık Operasyonları, 2014’te MİT Tırları Operasyonları, 2016’da 15 Temmuz Darbe Girişimi ve 2017’de Adalet Yürüyüşü.

Bu vakıa setinin oluşturulmasında ekonomi-politik ve idari bağlam neoliberalizm ekseninde kesişmektedir. İlki için çokça üzerinde durulan dönüşen medya-sermaye-iktidar ilişkisi de olmak üzere, neoliberal olarak tanımlanan iktisadi ve siyasi dönüşüm müdahaleleri ve bu tema altında müdahale pratiklerinin birbirleriyle kurdukları ilişkiler. İkincisi ise, bu çalışmanın sorunsalı çerçevesinde özne-hakikat bağlamında bilgi-iktidar ilişkilerinin üretimi ve bunun kriz anlarında hangi stratejiler aracılığıyla pratik edildiği. Bu vakıaların her biri hükümeti yönetimsellik krizine sokan ve iktidar stratejisi geliştirilmesi yolunda ciddi çözümsüzlükler doğuran olaylar olarak seçilmiştir. AKP hükümetinin manevra alanı kısıtlandığında tüm olanları komplo teorileri aracılığıyla kavrayan, gelecek tahayyülünü de bunun üzerine kuran bir söylem pratiği geliştirdiği (Türk, 2013; Altın ve Erensü, 2014; Baştürk, 2014; Parlak, 2015; Parlak ve Öztürk, 2015; Parlak ve Uz, 2016), hükümete yakın kanaat teknisyenlerinin köşe yazılarında da takip edilebilmektedir. Vakıa setini oluşturan olaylar arasında komplocu tasarım bağlamında ilişki kurma eğilimi kuvvetli olmakla birlikte bu olaylardan bazıları arasında failleri bakımından organik bağlar da söz konusudur. Fakat köşe yazılarında görüleceği üzere kronolojiye uygun biçimde 4+1 olarak

düşünüldüğünde Adalet Yürüyüşü vakıası komplo potansiyeli bakımından diğer olayları düğümleyen bir kümülatif trende sahiptir. Gelinen noktada siyasal alandaki söylem pratiğinde öteki sınırları o kadar belirsiz ve esnektir ki adeta emeğin prekarizasyonu ya da kamusal hizmetlerin özelleştirilmesinde olduğu gibi güvencesiz koşulları çağrıştırır. Düşman olarak betimlenen dini mezhebin yanına evveliyatında dost olunan bir etnisite düşman statüsünde iliştirilebilir ya da siyasi parti üyeleri terörize edilebilir. Daha da ötesi tüm bu iç-dış düşmanların ortak plana tabi oldukları ve birlikte hareket ettikleri ilan edilebilir. Her an terörist ilan edilme riskiyle siyasal alanı şekillendiren şey, demokratik ilkelerden ziyade korku dinamiğidir. Krizlerin yol açtığı yeni sosyo- ekonomik koşullara paralel biçimde düşmanlaştırılan öteki kimliklerinin sınırları da esnetilmekte ve işbirlikçi aktörler hızla güncellenmektedir.

Türkiye’de yapılan neoliberal ekonomik reformların bir mantalitesi olduğu gibi bunu gerçekleştirmek üzere yapılan idari icraatların da aynı mantaliteyle bağlantılı olması şaşırtıcı değildir. O halde üretilen hakikatin bu durumu kolaylaştırıcı bir etki sağlaması, diğer bir ifadeyle siyasal rasyonelleşmeyi sağlaması ve krizlerin travmatik etkilerini bastırması ve başka yönlere kanalize etmesi beklenir. Tezin önerdiği varsayım doğrultusunda, bir hakikat üretimi olarak komplo teorisinin ele alınması ve bu hakikatten türeyen söylem pratiğinin yönetimsellik aracı olarak nasıl bir rol üstlendiğinin tespit edilmesidir.

Öncelikle bahsedilen kriz koşullarını tarif eden bağlamın kurulması için vakıa setindeki olaylar kısaca hatırlatılacaktır:

Gezi Parkı Protestoları: Olay, imar izni olmadan Topçu Kışlası’nı Taksim

Yayalaştırma Projesi kapsamında 27 Mayıs’ta Taksim Gezi Parkı’na iş makinelerinin girmesi ve ağaçların sökülmesinin gündeme gelmesiyle başlamıştır. 31 Mayıs itibarıyla Türkiye’nin pek çok ilinde meydana gelen katılımla kitlesel protesto eylemlerine dönüşmüştür. 1 Haziran itibarıyla protestocular Gezi Parkı’na kamp kurarak kütüphane, revir, mutfak gibi gönüllü organizasyonları 15 Haziran’daki polis müdahalesine dek sürdürmüştür. Türkiye siyasal hayatında daha önce siyasal katılımdan eylem repertuarına kadar böylesi deneyimlenmemiş bir toplumsal hareket deneyimi ve protesto pratikleri olarak tarihe geçmiştir. Eylemlere karşı uygulanan polis şiddeti ve onunla

birlikte yürütülen sivil şiddet sonucu sivil ölümler39

, yaralanmalar meydana gelmesi toplumsal gerilimi daha da tırmandırmıştır.

17-25 Aralık Operasyonları: İlk dalgası 17 Aralık 2013 sabahı, savcı Celal

Kara ve Mehmet Yüzgeç’in talimatları ve savcı Zekeriya Öz’ün koordinasyonunda haklarında rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık gibi suçlamaların yöneltildiği aralarında dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf gibi isimlerin de bulunduğu seksen dokuz kişinin göz altına alınmasıyla başlamıştır. İkinci dalga 25 Aralık’ta savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmada suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet suçlamalarının yöneltildiği gözaltı listesi hazırlanmış ve bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkartılmıştır. Sansasyonel olan durum ise, dönemin başbakanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılması ve bazı ses kayıtlarının internet ortamında dolaşıma girmesi olmuştur. AKP iktidarı, hükümete dönük bu operasyonların Gülen Cemaati tarafından gerçekleştirildiğini belirtmiştir.

MİT Tırları Operasyonu: 19 Ocak 2014’te Suriye’ye giden tırlar, önce

Kırıkhan Savcılığı talimatıyla sonra Adana TMK savcısı Özcan Şişman’ın Kırıkhan’a ulaşması ve müdahalesiyle Hatay’da yapılan jandarma ve polis operasyonuyla durdurulmuştur. Yaşanan gerilimin ardından MİT’in kontrolünde olan ve insani yardım taşıdığı öne sürülen tırlara emniyet güçleri arama yapmaktan vazgeçmiş, tırlar da Suriye’ye geçiş yapmıştır. Hükümet, Gülen Cemaati tarafından yargı yoluyla bir operasyon gerçekleştirildiği iddiasında bulunmuştur. Bu olay sonrası şüphesiz kritik gelişmelerden en önemlisi, özel yetkili savcılıkların kaldırılması olmuştur. Olayın medyadaki temsili ise hükümet açıklamalarında devlete karşı işlenmiş bir casusluk faaliyeti olarak değerlendirilmiştir, ertesi gün olayı manşetten veren ve söz konusu operasyonu gündemde tutan yayıncılık anlayışıyla Cumhuriyet Gazetesi yoğun baskının odağı olmuştur. Daha sonra bu süreçte Can Dündar ve Erdem Gül ile tırlarla ilgili haberi yapan pek çok basın emekçisi hakkında dava açılmış ve tutuklama gündeme gelmiştir.

39 Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin

15 Temmuz Darbe Girişimi: 15 Temmuz Darbe Girişimi, TSK içerisindeki

Gülen Cemaati kontrolündeki örgütlenmenin teşebbüsü biçiminde cereyan etmiştir. Bu girişim failinin sahip olduğu İslamcı siyasal geleneğin TSK içinde kurumsallaşma ve darbeye yönelmesi bakımından Türkiye tarihinde bir ilktir. Bunun yanında kalkışmanın yaşandığı gece, CNN’de canlı yayın esnasında cuntacıların kanalların binasına girişinin aktarılması, TRT’de cunta bildirisinin yayımlanması darbeyi canlı yayında takip etme gibi bir deneyimi yaşatmış bu bağlamda Baudrillard’ın Körfez Savaşı hakkındaki medya kritiğini anımsatmıştır. Sokağa yönlendirilen sivillerin sıcak çatışmaların içinde kalması sebebiyle ölüm ve yaralanmalar meydana gelmiştir. Darbe girişimi sonrası 21 Temmuz itibarıyla OHAL dönemi başlamıştır40

.

Adalet Yürüyüşü: 15 Haziran’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

öncülüğünde başlayan ve farklı siyasal kesimlerin yanı sıra toplumsal katılımın da olduğu milletvekili Enis Berberoğlu’nun yirmi beş yıllık hapis cezası almasını protesto eden ve adalet talebini gündeme getirmeyi amaçlayan, Ankara’dan İstanbul’a yapılmış ve 9 Temmuz’da tamamlanmış 450 km yürüyüş eylemidir. Adalet talebi, 15 Temmuz sonrası Gülen Cemaati ile mücadele kapsamında olduğu gerekçesiyle çıkartılan KHK’lerin amaçlananın dışında uygulanarak muhalif kesimlere 41

dönük baskı politikasına neden olduğu sebebiyle gündeme getirilmiştir. Berberoğlu’na verilen ceza ise, Berberoğlu’nun MİT Tırları Operasyonuyla ilgili görüntüleri Can Dündar’a iletmiş olmasıdır. Belirtildiği gibi tırların durdurulması hükümet tarafından Gülen Cemaati ile ilişkilendirilmişti; görüntülerin basına yansıması ise hükümet tarafından milletvekili bağlantısı sebep gösterilerek, CHP’nin Gülen Cemaati ile işbirliği içerisinde olduğu iddiası öne sürülmüştür. Bu sebeple Adalet Yürüyüşü de AKP tarafından mahkum edilmiş ve mecliste muhalefet pozisyonundaki MHP de AKP’ye paralel bir konumdan eleştiri getirmiştir.

40 18.04.2018 tarihi itibarıyla OHAL’in uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresinin görüşmeleri Meclis

Genel Kurulu’nda tamamlandı ve 7. kez uzatma kararı alındı.

41 Milletvekillerinin tutuklanmasından Barış Bildirisi’ne imza atan akademisyenlerin meslekten ihraç

edilmesine kadar gündeme dair toplumsal muhalefete temsil imkânı tanımayan güvenlik ortamının kurulmasında OHAL koşulları Michel Foucault’nun hukuki ve disiplinci mekanizmalar olarak tanımladığı kavramsal çerçevede düşünülebilir.