• Sonuç bulunamadı

2.4. Medyada Hakikatin Üretilmesi: Kanaat Teknisyenlerinin Komplo Teorileri

3.1.2. Kavram Seti

3.1.2.1. İdeoloji, Söylem ve Kanaat Teknisyeni

Hakikat rejiminin üretilmesi dil stratejileridir ki, bu stratejiler de dil ve iktidar arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarır. Söz konusu dilin medyadaki yani kitle iletişim araçlarında kullanımı ise medya mülkiyeti bağlamında medya-sermaye-iktidar ilişkisini açığa çıkarmayı gerektirmektedir. Bu ilişkide üretilen anlam sistemini çözümlemek liberal akıl yürütme pratiğinin eleştirisini yapmayı beraberinde getirir. Çünkü ancak bu sayede toplumsalın neden yeniden düzenlendiği, nereye yönlendirildiği ve bu süreçte toplumsalın nasıl düzenlendiği hakkında bir perspektif geliştirilebilir. Bunun için

ideoloji ve söylem kavramlarına ve aralarındaki ilişkiye daha yakından bakmak

gerekmektedir.

İnsanlık tarihinin düşünce serüveninde modern politik güzergâhın tarif edilmesinde en belirleyici ifadelerden birisi ideoloji kavramı olmuştur. İdeolojiler, Fransız ve Amerikan Devrimlerinin yarattığı radikal siyasi dönüşümler ve İngiliz Sanayi Devrimi’nin sebep olduğu iktisadi dönüşümler sonrasında siyasal hayatın organize edilmesinde bir pusula işlevi gören kilit bir rol oynamıştır. İnsan düşüncesinin politizasyonu için kilit rol oynayan bu kavram, yeni çağ ile birlikte siyasal katılım düzeyinin kitleler yaratacak ölçüde bir etkiye sahip olmayı işaret etmesi sebebiyle siyaset üretiminin artık kısıtlı bir çevrenin tekelinde olmadığını tarihe not düşmektedir.

Din, gelenekler, mitler, birtakım metafizik yorumlama pratikleri, semboller gibi ideolojiler de insanın hayatı anlama ve anlamlandırma çabasına denk düşmektedir. Her ne kadar birey ve akıl üzerinden tanımlanan bir çağın başladığı vurgulansa da bu başlangıç noktası ideolojilerin işlev bakımından paralellik gösterdiği din ve mitolojiler ile bir bakıma kültür üzerinden kurulmuş ilişkilerin de sürdürüldüğünü hatırlatmalıdır. Çünkü gündelik hayata içkin olan dil ve söylem temelde kültüre içkindir ve ideolojilerin ifade edilmesi yine bunlardan bağımsız olamaz (Örs, 2010: 10-14). Öyleyse toplumsal yapıyı kurgulayan iktidar ilişkilerinin nasıl meydana geldiğini anlamak için, belli toplumsal kesimlerin ait olduğu ideolojik pozisyonların söylem aracılığıyla nasıl temsil edildiklerine bakmak görüş açısını genişletecektir. İdeolojiler normatif prensiple çalışan düşünce sistemleridir, bu sebeple söylem düzeni ile kodlanan semboller, kurulan imgeler yargı içermektedir. Ve alımlayıcıya karşı bu yargıları benimseten söylem stratejileri kullanmaktadır. Tüm bunları komplo teorisi formu üzerinden yapmak ise yönetimselliğin bir aracı olarak komplo teorilerinin kullanımını gündeme getirmektedir.

İdeoloji kavramı Karl Marx’ta mistifikasyon yani sınıf çatışmasına dayalı toplumsal gerçeğin çarpıtılmasına neden olan yanlış bilinçtir. Antonio Gramsci için ise

hegemonya kavramı bir sınıfın bir diğer sınıfa kendi ideolojisini kabul ettirmesi

yorumunu içermektedir. Bu durumda ideoloji bir üstyapı unsuru olarak çalışır; başta altyapı üstyapıyı belirler ancak Gramsci -ideoloji kavramını olumlu ya da olumsuz bir anlama sıkıştırmadan- tarihsel blok oluştuktan sonra üstyapının da altyapıyı değiştirip dönüştürebilme, gelişim hızını tayin edebilme durumunu anlamayı kolaylaştırmıştır. Bu sebeple ona göre siyasal iktidara müdahil olmak isteyen bir öznenin yapacağı hamle de

hegemonyayı sağlamaktan geçmektedir. Gramsci’nin tartışmalarından etkilenen Louis Althusser ise üstyapı tartışmalarını derinleştirerek, devletin salt baskı araçlarından oluşmadığını aynı zamanda topluma alışılageldik biçimde kaba şiddet içermeyen yollardan nüfuz edecek ideolojik aygıtların da kullanıldığını öne sürmüştür. Marx gibi Althusser de ideoloji kavramına olumsuz anlam atfetmektedir, fakat Marx’tan farklı olarak ve Gramsci’ye yaklaşarak ezilen sınıfların da ideolojiyi kullanabileceğini belirtmiştir. Her şeye rağmen ideoloji33

kavramının kullanımı ya da temellendirilişi salt sınıf siyaseti üzerinden yapıldığında eksik kalmaktadır. Zira ideolojiler, toplumsal ilişkiler ağında belli sembollerin hayal edilişi, üretilmesi ve dolaşıma sokulması pratiklerine de temas etmektedir. Bu noktada ideoloji ve söylem kavramlarının birlikte tartışılması söz konusu olmuştur. Çünkü ideoloji öznelerin “nesnel/sınıfsal” çıkarlarına göre üretilirken, söylem ile öznenin dilsel toplumsal pratiklerle üretilen bir “söylemsel konum” olduğu öne sürülür (Sancar, 2008: 126). Diğer bir ifadeyle özne ideolojiden önce vardır ama özne söylemden önce yoktur. Örneğin Foucault’nun söylem yaklaşımında dışsal bir belirleyici yoktur; özne-hakikat ve bilgi-iktidar ilişkisi söyleme içkindir. Foucault’da söylem terimi, ifade (statement) düzeyindeki bilgi biçimlerinin kavranması ve bu ifadelerin özne-hakikat bağlamında bilgi-iktidar ilişkisinin tarihsel ve toplumsal işlevleri bakımından analiz edilmesine gönderme yapmaktadır (Evre, 2009: 114). Bilginin Arkeolojisi ile Kelimeler ve Şeyler eserlerinde söylemin, toplumsal bilgi rejimlerinin oluşturulmasında aslında bir düşünme biçimi ve kategorize etme pratiği olarak çalıştırıldığını göstermektedir (McHoul ve Grace, 2002: 26). Söylem ile iktidarın kuruluş süreci bakımından, yani öznenin bilgi aracılığıyla tasarlanabilir olması boyutuyla Foucault ve Althusser arasında benzerlikten söz edilebilir (Sarup, 2010: 115- 118). Fakat ideoloji dışsaldır, dışarıdan müdahale olanağıyla bütünleşir (Eagleton, 1996: 56). İdeoloji ve söylem kavramının yan yana getirilebilmesi, öznenin hangi başlangıç noktasından başlatıldığına dair bir yargıda bulunmak yerine toplumsal bir pratik olarak dil kullanımıyla kurulan iktidar ilişkisini inceleme imkânı tanımaktadır. Artık dışsal ve içsel olan birbirine dolanmıştır. Böylelikle toplumsal anlamın nasıl üretildiği, bilgi- iktidar ilişkisi kurulurken hangi dilsel stratejilere başvurulduğunu ve ne tür göstergelerle tahakküm ilişkilerinin yeniden üretildiğini çözümlemekle mümkündür.

33 İdeoloji kavramı hakkında ayrıntılı bir okuma için bakınız: Karl Marx, Louis Bonapart’ın Onsekizinci Brumaire’i, İstanbul, 1975.; Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, İstanbul, 2013.; Louis

Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul, 1978.; Antonio Gramsci, Hapishane

Defterleri, İstanbul, 1986.; Terry Eagleton, İdeoloji, İstanbul, 1996.; Serpil Sancar, İdeolojinin Serüveni,

Ankara, 2008.; H. Birsen Örs, Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul, 2010.; Michelle Barret, Marx’tan

Bourdieu’nün düşünsel evrenindeki kavramlar da ideoloji (Çeğin ve Arlı, 2004) ve söylem üzerine yapılan tartışmalara katkı sağlayan bir düşün alanıyla ilişki kurmaktadır. Bourdieu’nün bahsettiği iktidar alanındaki mücadele, farklı sermaye türlerine sahip faillerin çatışmasıdır ve “bu mücadele süreci ve gündelik hayatın dokuları içinde ‘sembolik olanın belirleyiciliğine dayalı’ bir iktidar ve şiddet mantığı su üstüne çıkmaktadır” (Türk, 2016: 612). İdeoloji ve söylemin yan yana gelmesine “sembolik şiddet” yaklaşımıyla sosyolojik derinlik kazandıran Bourdieu (1990), dilin sağladığı sembolik iktidar olanaklarına dikkat çekmiştir (Sancar, 2008: 139). Bourdieu’nün sosyolojisinde doxa kavramı da ideoloji ve söylem tartışmalarında sembolik iktidar üretimi bağlamı düşünüldüğünde iktidar ilişkilerini yeniden üretmeye bağlı olan yanlış tanımaya (misrecognition) dayanmaktadır. Bourdieu, bu tartışmayı hayal ederek bir teori üretmese de esasında ideoloji ve söylem üzerine yapılan Marxist tartışmaların çizdiği güzergâhı takip etmektedir. Ancak onu bu tartışma içerisinde anmak sadece doxa, sembolik iktidar ve sembolik şiddet kavramlarıyla değil; Bourdieu’nün pratikten sahaya, habitustan doxaya uzanan kavramlarına bütünsel bir bakışla yapılabilir (Türk, 2016: 624). Bu bakımdan Foucault ve Bourdieu arasında kurulan rabıtayı tekrar hatırlamak yararlı olacaktır: “Foucault’da özne ‘bilme, tasnifleme, bastırma’ mekanizmalarınca tasarımlanan, ancak kendisinin disipline edildiğinin farkında olmayan, hatta özgür olduğunu düşünen bir öznedir” (Çeğin ve Özpolat, 2016: 692). “Bourdieu’da ise Foucaultcu bilgi/iktidar rabıtası gündelik hayatta bireyler üzerinde simgesel şiddet uygulayan bir ‘méconnaissance’

[misrecognition/yanlış-tanıma] olarak tanımlanır” (Yoon’dan aktaran Çeğin ve Özpolat, 2016: 692). Böylelikle bu tahakküm ilişkisinin kimler tarafından, hangi söylemler aracılığıyla üretildiğini çözümlemek için kanaat teknisyeni kavramının hatırlatılması34 gerekmektedir. Bourdieu’nün (2000: 33-34) kanaat teknisyeni ya da fast-thinker dediği “uzman” yorumcular, ideologluğunu yaptıkları iktidar ilişkilerinin bir uzantısı olarak gündemin gerektirdiği her konuda manipülatif etkide üretim yapmakla görevlidir.

Bu manipülatif etki nedir? Söylem, bilgi-iktidar ilişkisini kurmaya olanak tanıdığı için iktidar ilişkilerinin çözümlenmesine olanak tanıyordu. Komplo teorisi formu, sahip olduğu söylem düzeniyle verili bilgi-iktidar ilişkisini doxic düzene uyumlu

34 Bourdieu doxazof kavramıyla ne kastettiğini şöyle açıklıyordu: “‘Kendisini bilgili sanan genelgeçer

kanaat teknisyeni’ (kelimeyi üç anlamıyla tercüme ediyorum), siyasetin sorunlarını işadamlarının, siyasetçilerin ve siyasi yazılar yazan gazetecilerin (yani kamuoyu yoklamalarıyla yetinen herkesin) ağzıyla ortaya koyar.”, Pierre Bourdieu, Pratik Nedenler, İstanbul, 2015, s. 18.

biçimde üretmeye imkân sağlaması sebebiyle kullanışlıydı. Yani komplo teorilerinde kullanılan damgalar, kurulan düşmanlık ilişkileri, şüpheler güvenlik-kimlik-sadakat endeksiyle kurulan toplumsal bellekten beslenmekteydi. Zaten bu yüzden bu çağrışımların içselleştirilmesine dönük bir yatkınlık söz konusuydu. Kanaat teknisyenleri tarafından, eğer bu yatkınlık yoksa var edilir ya da zayıfsa güçlendirilir. Kanaat teknisyenleri tarafından kullanılan söylem düzeni onların, başta medya-mülkiyet ilişkisi olmak üzere iktidar ilişkilerindeki ideolojik konumlarını da içermek zorundadır. Bu noktada toplumsalın anlaşılması için belli toplumsal kesimlerin ideolojik aidiyetlerini göz önünde tutarak kullandıkları söylemleri çözümlemek, bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında komplo teorilerinin medyadaki kullanımlarını okunaklı hale getirmektedir. Böylelikle Foucault’nun sürdürmeye çabaladığı boyutuyla iktidarın ne olduğuyla değil daha ziyade iktidar ilişkilerinin hangi akıl yürütme pratikleri ile icra edildiğiyle ilgilenmek, araştırmanın öne sürdüğü sorunsalın eleştirel söylem analizi aracılığıyla incelenmesine elverişli bir düşünsel zemin sunmaktadır.

İkinci bölümde neoliberalizm kavramının hem ekonomi-politik çağrışımı hem de Foucaultgil kullanımı yan yana getirilerek aslında bu kullanımlar arasında çeşitli bağlamlar kurulabileceğinin de temeli atılmıştı. Çalışma kapsamında bunun güvenlik politikası üzerinden mümkün olabileceği de tartışılmıştı. Güvenlikçi söylemin üretilmesinde bu iki odağın bir araya getirilmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Burada Marxist iktidar okuması ile Foucaultgil iktidar okuması üst üste getirilmelidir. Çünkü neoliberal paradigmadaki güvenlikçi söylem, kullandığı devlet aklı ve kendilik tekniği ile iktidar ilişkisinin her iki ucunda da bulunan bir yönetim anlayışına içkindir. Neoliberalizm bu sebeple bir söylem olarak kavranmalıdır:

“Dolayısıyla neoliberalizmi söylem olarak anlamak, dilin hegemonik ideoloji veya yönetimsellik yoluyla yayılması ve çoğalmasından öteye giden; zorunlu olarak gerçekten var olan neoliberalizmin veya uygulamadaki neoliberalizmin özelliklerini niteleyen, devlet biçimlenişine dair maddi uygulamalar ile uygulanan politikalar ve programları göz önüne getiren bir yaklaşımdır” (Springer, 2015: 277).

Bu çalışmanın yaptığı analiz, Marxist ideoloji ve iktidar tartışmalarına yaklaşan ekonomi-politik bir okumayı içermektedir. Çünkü araştırmada kullanılan örneklem, Marxist okuma ile bir üstyapı analizidir. Ancak diğer yandan komplo teorisi bir söylem pratiği olarak kavrandığında yönetimselliğin bir aracı olarak neoliberal dönüşüm sürecinin tikel bir uygulamasından söz edilmektedir. Yani bir tarafta dünyayı anlamlandırmak için tarlasında bulduğu akbabanın ayağındaki takip halkasından

komplo teorisi üreten vatandaş vardır; öte yanda mistifikasyon yapmak, şiddeti meşru kılmak, sermayenin lehine olan dönüşümleri kamu için rasyonel göstermek için komplo teorisi üreten devlet vardır. Bu iki uç arasında ortak devlet aklı ve kendilik tekniğinin işlediği gösterilmektedir. İşte bu yatkınlığı yönetmek başlı başına bir iktidar ilişkisi analizidir. Bu noktada artık daha bütünsel bakarak ilişkileri görmek, sömürü ilişkilerinin yeniden üretim hatlarını okunaklı kılmak adına önem arz etmektedir.