• Sonuç bulunamadı

2.4. Medyada Hakikatin Üretilmesi: Kanaat Teknisyenlerinin Komplo Teorileri

2.4.1. Doxa, Komplo Teorileri ve Yönetimsellik

Bourdieu 1995’teki toplumsal hareketlilik sonrasında, neoliberalleşen Fransa’da düşünceyi etkisi altına alan ve toplum üzerinde yılgınlık yaratıcı uzman açıklamalarını işaret eder: “Neoliberalizm, matematikle (ve tabii medya gücüyle) silahlanarak otuz yıldır ‘ideolojilerin sonunu’ ilan eden ve yakın zamanda da ‘tarihin sonu’ diyen muhafazakâr ‘toplum-savunusu’nun en üst biçimidir” (Bourdieu, 2015: 47-48). Bu açıklamalar yoğun biçimde matematik kullanımına yaslanarak hakikat sıfatı kazanma yolunda ilerlemektedir. Bourdieu (2015: 68) biraz da abartılı bir ifadeyle genellikle doğrulanamayacak şeyleri matematiksel iktisat ile rasyonelmiş gibi temellendirme eğilimine dikkat çeker: “Hakim ideoloji olarak adlandırılan şeyin görevini günümüzde belki de matematiğin belli bir şekilde kullanımı devralmıştır.” Foucault’nun yönetimsellik yaklaşımındaki hesaplanabilir hale getirme, öznenin nesneleştirilmesi hatırlandığında neoliberalizm pratikleriyle birlikte söylem de buna uyum sağlamıştır. Özelleştirmelerin gerekçesi olarak sunulan kâr-zarar hesaplarından işçi sağlığı ve iş güvenliğinin bir maliyet hesabına dönüşmesine, iş cinayetlerinin sayılara indirgenerek açıklanmasından genç nüfusun çoğalmasını teşvik eden politikalara varıncaya dek uygulanan biyopolitika ve yönetimsellik stratejileri hesaplanabilir bir nesneden yani

bizden söz etmektedir. Böylelikle egemen bir algılama biçimi yaratmakta ve bu algı

biçimi de sadece bir aktarma ve alımlamayla sınırlı kalmayıp, beraberinde akıl yürütme pratiklerinin icra edilmesini de mümkün kılmaktadır.

Fransa gibi Türkiye’de de bu yönetimsellik pratikleri uygulanmaktadır, ancak neoliberal çağ itibarıyla Türkiye’deki uygulamaları için sırtını bilimin otoritesine yaslama eğiliminin görece zayıf olduğu söylenebilir. Türkiye’de de uzman sıfatlı bilimciler, araştırmacılar televizyon programlarına çıkıp kanaat teknisyenliği

yapmaktadır, ancak siyasal kültürdeki ana akım eğilim gözetildiğinde medya alanında siyasal söylemin popülist saiklere dayandığı açıktır. Burada Doğu-Batı ayrımından hareketle oryantalist meşruluk elde etmeye çalışan bir yorumun kastedilmediğini vurgulayarak; Geç Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana modernleşme dinamikleri de gözetildiğinde Türkiye siyasal kültüründe öncelikli bir algılama ve siyaset üretme stratejisi olarak komplo teorilerinin kullanıldığına geri dönmek anlamlı olacaktır. Komplo teorilerini bir doxa ya da Türkçe karşılık önerisi sabitfikir örneği olarak kavramanın, bu araştırma çerçevesini çizen bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında yönetimselliği hayal ederken ortaya saçılan ilişkilere bir düğüm atıp toparlamaya yardımcı olacağı öngörülmektedir.

Komplo teorileri ve doxa bağlantısını kurma adına, Göker’in (2011) vurguladığı komplo teorilerinin “sabitfikir” vurgusu üzerinde durmak, meselenin analitik hattan uzaklaşarak hedefe ulaşmayı sağlayan pratik yöntemler olduğunu hatırlatmaktadır. Göker’in üstünde durduğu olay bir yerel gazetedeki haberdir27: Edirne’de tarlasında yaralı bir akbaba bulan köylünün, hayvanın ayağındaki demir halkada ülke ismi ve bir kod yazdığını farketmesi sonrası akbabanın Türkiye’yi gözetlemek üzere İsrail tarafından casusluk amaçlı yollandığına ikna olmuştur. Şüphesiz bir köylünün sembolik evreninden böyle bir tespitin hiç yoktan var olması mümkün değildir28

, komplo teorisi ile akıl yürütmek bir sosyal şebeke içine girmiş olmayı gerektirir ve bu yüzden toplumsaldır. Bu yatkınlık kolektif hafızanın inşasına, toplumsalın kurgulanmasına - hayali cemaate- içkindir. Dolayısıyla analitik mantık çalıştırılması da beklenemez: “Sabitfikir olarak komplo teorisi kendisine abone olan kişilere bir pratik inançlar seti ve bu inançları gerekçelendirme amaçlı araçlar sağlar” (Göker, 2011: 67-68). Aynı zamanda burada bireyin devlet gibi görmek pratiği vurgulanmalıdır. Bir vatandaş bir kuştan nasıl düşman yaratacağına dair devlet aklı ile akıl yürütmektedir. Bu bağlamda Foucault’ya yöneltilen iktidar analizlerinde makro boyutu ve devleti ihmal ettiği eleştirilerinin bir eleştirisi hatırlanmalıdır, “Foucault her şeyi kapsayan bir devlet teorisi oluşturmaya kalkışmamıştır, nitekim ihtiyacımız olan bir devlet teorisi değil onun ilişkisel bir analizidir” (Özpolat, 2016: 138). Aslında burada Foucault’nun (2016: 312) yönetimsellik kavramıyla ortaya çıkartmak istediği şey, iktidarın mikro-fiziği ve makro-

27http://www.hudutgazetesi.com/haber/1194/cipli-akbaba.html (11.06.2018)

28 Ulusal güvenlik ve vatandaşlık ilişkisi bakımından bu teyakkuz hali şaşırtıcı değildir. Benzer bir olay

yakın zamanda Ermenistan’da da yaşanmıştır. Ülkenin Türkiye sınırındaki bir köyde uçan balon gören köylüler, balonun casusluk amacıyla Türkiye tarafından gönderildiğini düşünmüştür:

fiziği arasındaki kuvvetli bağ ve bütünleştirici hattır: “Aslında, mikro-iktidar analizi, hiçbir güçlük olmaksızın yönetim ve devlet gibi sorunların analizine dahil olabilmektedir.”

Komplo teorileri, birkaç yüz yıldır modern siyasal hayatın farklı periyodlarında, farklı amaçlarla ve farklı motivasyonlarla kullanılan bir politik demirbaş olarak hayal edilirken, onların toplumsal ilişkilere ve siyasal iktidar ilişkilerinin nasıl kurulduğuna sıkı sıkıya bağlı oldukları kesinlikle unutulmamalıdır. Komplo teorileri bilmeye dair bir yöntemi ve ona içkin mekanizmanın işleyişini çalıştırırken aynı zamanda bunların sosyolojik bir alana denk düştüğünü göstermektedir. Bir şey bu kadar pratik geliyor ve öncelikli biçimde kullanılıyorsa ona olan yatkınlık sayesindedir ve zaten bu yüzden bunun ortodoksi olduğunun farkına varmak çetrefilli bir mücadeleyi gerektirir. Komplo teorilerinin tarihsel kullanımından söz edilirken onun çağlar içinde konjonktüre göre kullanımının da güncellendiği vurgulanmıştı. Bu pratiğe ihtiyaç duyacak yatkınlık olmasa bu güncellemeler gerçekleşmez, komplo teorileri siyasal iktidarı meydana getiren ilişkilerin bir okuması olarak tekrar tekrar yazılıp kurgulanmazdı:

“Ancak eylemin faili, elindeki olasılıkları ve bunları tanımlayan kriterleri akılcı bir şekilde tartıp, bilinçli bir şekilde biçip eylemez; var olan kriterleri daha çok el

yordamıyla (yatkınlığı, becerisi, alışkanlığı) bulur, algılar ve o an için

dokunabildiği/hissedebildiği somut kriterler çerçevesinde yolunu çizer” (Mücen, 2016: 423).

Dolayısıyla komplo teorisi tasarlayan komplocu zihniyet; ona ihtiyaç duyan, onu üreten ve onu tüketenlerin arasındaki yatkınlıklardır. Bourdieu’nün sosyolojisinde bu tutum ve yatkınlığın eylem ile kurduğu ilişkiyi açıklayan habitus29

kavramıdır (Bourdieu, 1990; 2015). Komplo teorisyenlerinin sorduğu cui bono? sorusunun yönünü değiştirerek sormayı deneyelim: ‘komplo teorisi kurgulamak kimin yararına?’ Soru bu şekilde sorulduğunda komplo teorisinin üretimi ve tüketimini, Bourdieu’nün habitus kavramıyla tartışmak kolaylık sağlayacaktır: “Doxa, bir habitus ile o habitusun kendini akort ettiği alan arasında pratikle kurulan doğrudan bağlılık ilişkisidir; pratiğin hissinden taşan dünyayı, söze dökmeksizin verili biçimde almaktır” (Bourdieu, 1990: 68). Toplumsal ilişkilere içkin olan doxa ve ona bağlı yatkınlıkların yönetilmesi de

29 Kavramla kastedilen özetle şudur, “(…) kişinin ya da kişiler kümesinin geçmiş deneyimlerinin içinde

bütünleştiği kalıcı yatkınlıklar/elverişlilikler bütününü belirtir. Bourdieu’de, özellikle de bir sınıfın ya da topluluğun habitus’ü, düşünme ve eyleme konusunda kendiliğindenlik ve özgürlüğe sahip olduğuna ilişkin bir yanılsamadır; gerçekte bir özgürlük nesnel düzenliliklere uygun olarak vardır, çünkü bizatihi habitus, ‘o düzenlilikler tarafından nesnel biçimde tanımlanan koşullar dahilinde ve aracılığıyla yaratılır” (Bourdieu, 2015: 234).

iktidar stratejisi dolayımında okunamaz mı, tekrar soracak olursak hangi verili durumun, nasıl idare edildiği kimin çıkarınadır?

Bu sorunun yanıtını aramak, Bourdieu’nün işaret ettiği gibi dünya ve onun içindeki yerimizle ilgilidir. Yani doxa, bir şey hakkında henüz itiraz üretilmeden kabul edilen başlangıç noktasını adres gösterirken aslında toplumsal düzen içerisinde bu yatkınlığı kullanan öznenin bulunduğu konumun tarifini önemsemektedir. Bourdieu habitus ile böylesi başlangıç noktalarından hareket etme eğiliminin salt bireysel bir edim olmadığını, arkasında yoğun bir kolektif başarı bulunan “aşılama girişimlerinin” sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır (Calhoun, 2016: 105). Habitus kişinin çevresiyle olan yani onun toplumsal düzendeki pozisyonuyla uyumunun sonucudur. Bunun yanında Bourdieu sosyolojisindeki alan ve sermaye kavrayışları da verili durumun üretilmesi/dolaşıma sokulması/tüketilmesi/yeniden üretilmesi iktidar ilişkilerine dair okunaklılık sağlamaktadır.

Bourdieu için ilişkisel düşünmek önceliklidir, alan kavramı da failin çok boyutlu konumlara yerleşmesini sağlayan mücadele ve çatışma uzamını tanımlamaktadır. Alanların kendine özgü işleyişleri vardır, din, siyaset, kültürel alanlarda tüm failler belli bir mücadele formu içinde hareket ederler. Bu oyuncuların oyuna dahil olmalarına neden olan şey, mücadele etmeye değer ortak kabuldür, yani doxa söz konusudur: “Alana içkin ve dillendirilmeyen bu ortak kabul doxadır. Doxa, alandaki güç ilişkilerinin görünmez hale gelmesinde ve mevcut düzenin devam etmesinde doğrudan etkilidir” (Kaya, 2016: 402). Alana giren ve mücadeleye girişen faillerin sahip oldukları habituslar, edindikleri sermaye türlerinin farklı bileşimlerinden kaynaklanmaktadır: ekonomik sermaye, kültürel sermaye, sosyal sermaye, sembolik/simgesel sermaye. Medyada kanaat teknisyenlerinin habitusları da biriktirdikleri bu sermaye türlerini farklı bileşimleri sayesinde alandaki mücadeleye belli sosyal pozisyonlarda dahil olmalarını içermektedir.