• Sonuç bulunamadı

“Toplumbiliminde, belli bir kültürün sağlıklı yetişkin üyelerinin ortak olarak

taşıdığı düşüncelere, alışkanlıklara ve koşullanmış duygusal tepkilere evrensel adı verilir” (Öncül, 2000: 456). Toplumların doğal gelişim süreçleri içerisinde etkili olan anlayışların

kendiliğinden oluşturduğu düşüncelerden biri, yaşanılan kültürün diğer kültürlere nazaran kurallarının daha evrensel olduğu iddiasıdır. Belki de bu konuda evrenselin tamamen yaygın olduğunu iddia edebiliriz. Evrensel süreçler, genel anlayışın dışında tanımlanması yer yer gereksiz olan toplumsal kuralların ifadesidir. Bir toplum, yaşadığı evreleri ille de evrensel olsun diye değil, yaşantının insanlara genel olarak sunduğu anlayış ilkeleri olarak yaşar. Evrenselliği savunulan eylemler, o güne kadar ortaya konulan yaşantıların içinde yer alan, insanın genel anlayışını temsil edebilecek toplumsal sistemin ürünüdürler. Hiç kimse evrensel kuralların çerçevesini oluşturma inisiyatifine sahip değildir. Sadece evrensellik özelliği taşıyan toplumsal birikimleri farklı kültürleri karşılaştırarak, ortak yönler bularak tespit eder. Evrensel olmanın belli sabit gereklerle oluşmadığı; her çağın kendi evrenselinin farklı olduğu kabul edilir. Öğrenci “Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi” dersinde yerel süreçleri evrensel bütüne taşıyan etkenlerin neler olduğunu kavrayarak ileri bir süreç için evrensel değerler üretebilme yetisine sahip, kendinden emin, kültürel zenginliğinin yanında uygarlığı oluşturan zenginliği yorumlayarak dünyaya katkı sağlayan, özne olabilmiş bir birey olma şansına sahip olur. Kendi sabit, dar, belirgin yaşantısından, dikkat edecek olursa dünyadaki her insanla paylaşabileceği küçük paylaşım araçlarının farkında olan birey bu araçları kullanmaya istekli olacaktır. Kendi türküsünden, işlediği gergeften, kullandığı renklerden, günlük sıradanlıklarından vazgeçmesi gerekmediğini kavrayacaktır. Öğrenci söylenenlere göre yaşayan, kendi sınırları içinde bir kısıtlamaya gitmesini zorunlu gören bir birey olmadığının farkında olur. Bu farkındalık, zamanın ve mekânın sınırdan arınması ve her şeyin yepyeni bir dünyanın kapılarını açacak beklentisiyle, öğrenciye yeni şeyler ortaya koyma cesareti verir. Küreselleşme, zamanımızın hâkim gücü olabilir; fakat bu, yerelliğin önemi olmadığı anlamına gelmez. Yeni bilgi ve iletişim şebekeleri ile bağlantılı olarak yerellikten kurtulma süreçlerini vurgulamış bulunuyorsak, bu mutlak bir eğilim olarak görülmemelidir. Yer ve kültürün özgünlüğü terk edilemez, mutlak olarak aşılamaz. Küreselleşme, aslında, yeniden yerelleşme dinamikleriyle bağlantılıdır. Bu, yeni bir yerel- küresel bağlantısının, yerel uzamla küresel uzam arasında yeni ve karmaşık ilişkilerin oluşumudur (Morley & Robins, 1997: 161-162).

“Düşünce ve davranışlardaki farklılıklar, toplum dokusun renk ve zenginlik katar. Çeşitlilik yalnızca tekdüzeliğe karşıt bir seçenek olarak hoş karşılanmakla kalmaz, aynı

zamanda bunlara, merak, karşılaştırma ve yargıya varmaya davet etmeleri bakımından gerek de duyulur. Farklılıklar tamamlayıcı olarak algılandığı sürece, devam etmeleri yararlıdır. Yalnızca aykırı olduklarına inanıldığı ve barış içinde bir arada olamadıkları zaman çok tehlikeli olurlar” (Lipson, 2000: 303). Geçici olarak, devlet politikaları neticesinde aralarında anlaşmazlıklar olan devletlerin bireyleri, kendi kişisel beğenileri ya da anlaşmazlıkları dışında belli bir tutumda bulunmaya şartlar çerçevesinde itilmiş olabilirler. Bu durum o kişilerin sürekli olarak bu tutumlarını devam ettirecekleri anlamına gelmez. Hatta iki devlet savaş halinde iken bile, bireylerin dost kalmaları kadar doğal bir şey yoktur. Zaten kültürümüzde var olan, düşmana bile hoşgörülü ve insana yakışır bir şekilde davranmak geleneği vardır. Böyle bir durumda, ülkemizdeki insanların çağımızın sorunlarından biri olan herkesi düşman olarak algılama hastalığından daha az bir şekilde etkilenmesi gerekir. Ama moda söylemler çabucak yaygınlaştığı için paranoyatik bakış açıları da o oranda maalesef yaygınlaşmaktadır. Öğrencinin kendi geçmişinden izler olarak bulacağı hoşgörü örneklerinin bilinçli bir şekilde yine öğrencinin başkalarına aktaracak şekilde tanımlanması gerekir. Öğrencinin kendi zenginliği olarak bulacağı bu birikimler aynı zamanda kendi tarihiyle barışık olma gerçeğini de ortaya çıkaracaktır.

Öğrenci geçmişten bulduğu ulusal yaşam tarzını şimdinin yaşam şekilleriyle karşılaştırıp, örneğin demokrasiye örnek verirken kendi kültüründen anlatımlarla kendi ulusal zenginliğini uluslar arası birikimlerle kıyaslar duruma gelecektir. O zaman bir ülke ya da medeniyetin ortaya koyduğu değer, birikim, anlayışlara ulaşma durumu, yerini kendi yerelliğini diğer yerelliklerin güzellikleriyle üstün kılma yoluyla, ulusların üstünde bir anlayışa varma gerçeğine bırakacaktır. Bu sıradan ve hemen olacak bir gelişme değildir. Belli eğitim düzeylerine ulaşılması, yeni fikirlerin oluşması, kendiliğinden oluşan değişim süreçleri ve bunların toplumun geneli tarafından kabullenilmesi bu sürecin aşamalarındandır. Örneğin kendi ülkemizin coğrafi güzelliklerini anlatırken bile ortaya koyduğumuz kıyas özneleri bir şekilde herkesin dünyasına ait olabilmektedir. Nitekim sahip olduğumuz manevi güzellikler bile dünyanın dört bir tarafından insanların oluşturdukları güzelliklerle birlikte anıldığında belli bir anlamı olan güzelliği temsil eder.

Klasik bir örnek vermek gerekirse, bugünkü bilimsel gelişmelerin temelinde farklı uygarlıların yer aldığını değişik yer ve zamanlarda ifade edebilmekteyiz. Ama güzel düşüncelerin, değerlerin kökeninin bir şekilde sadece kendi geçmişimizin içinde aranması isteği ve bunun inatla devam ettirilmesi bir sorundur.

Nasıl ki coğrafi engellere rağmen toplumlar bir araya gelip ticaret yapabiliyor, devletler savaşabiliyorsa, fikirler de o oranda yıpranıp, yenilenip değişebilirler. Bu değişimin bizzat öznesini aramak da saflık olur şüphesiz. Dilimizde Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca kelimelerin sayısı epeyce çoksa, düşünsel hayatımızda da başvurduğumuz fikirler de o oranda kapsamlıdır. Farklı kültürel kaynakların varlığından alttan alta rahatsız olmak bile, ulaştığımız zengin ve geniş kültürü, düşünsel yapıyı hafife almak olur.

Bir değere sonradan sahip olmak rahatsızlık verici bir durum olmamalıdır. Bizim gerek bireysel ve gerekse toplumsal hayatımızda sürekli yenilenen anlayış, düşünce ve bilgimiz bizlerin kendi varlığımızı ne derece üstün kıldığımızın bir göstergesidir. Gerekli yer ve zamanda güzel sözlerle bu durumu gayet güzel özetleriz ama; uygulama noktasında kendimizdeki bu gelişmeyi çoğumuz rahatsızlık verici bir durum olarak algılayabilmekteyiz. Bunun sebepleri arasında yenilenen her neyse bir şekilde hayatımızın her noktasını kuşatacağı korkusudur.

Bireysel ve toplumsal olarak sürekli yenilenebilmek için her şeyden önce kendimize karşı eleştirel bir bakış açısı oluşturabilmeliyiz. Bunu yapabilecek entelektüel birikimi sağlamak için de öğrenme adabını öğrenmemiz, bilginin işlevlerini kavramamız ve elde ettiklerimizi başkalarına aktarabilme yeteneğine sahip olmamız gerekmektedir. Kendisini eleştirebilen nesiller geleceğe bakabilecek bir görüş açısına da sahip olabileceklerdir.

Okullarda öğrencilerin kendi geçmişlerini, bilimsel gelişmeleri, düşünceleri tanımaları, öğrenmeleri yetmemekte bunların üzerine var olan yapıyı destekleyecek malzemeleri koyabilecek donanımda olmaları gerekmektedir. Bunun için de sürekli yeni arayışlar içerisine girmeleri ve bulduklarıyla sürekli başka bir yolu aydınlatmaları gerekmektedir. Bu yollar içerisinde her kültürün, ulusun, dinin, devletin izlerini bulmak

mümkün olabilmelidir. Çünkü sadece belli bir kültür ya da belli bir coğrafyada hapsolmuş bir düşünsel, bilimsel, siyasal yapı kendi yokluğu içerisinde yokluğuna ancak bir kılıf bulabilmekle başarılı olacaktır.

Benzer Belgeler