• Sonuç bulunamadı

2.1.4. Kültürel İlerlemenin İçinde Yer Almak

2.1.4.4. Değişim ve Kültürün Aktarımı

Toplumsal kurumlar birbirleriyle etkileşim içinde olduğu için, herhangi bir toplumsal kurumda meydana gelen değişme diğer kurumları da etkileyerek onları da değişmesine neden olur. Kurumlar da meydana gelen yapısal değişiklikler ise toplumsal rolleri, kişiler arası ilişkileri ve davranış biçimlerini değiştirir (Fidan & Erden, 1994: 98). Sosyal/kültürel olgular öylesine karmaşıktır ki, açıklayıcı nedenler, nerede aranırsa orada bulunabilir gözüküyor (Güvenç, 1976: 160). Toplumsal değişimin faktörleri; teknoloji, medya, ekonomi, din, savaşlar, coğrafya gibi kavramlar hakkında öğrenilebilecek genel bilgilerin öğrenciye aktarımı öğrenciyi bu değişimin mantığına hükmetmeye yeterli kılar (Çelikkaya, 1996: 121-122). Bu mantığa ulaşmanın yanında değişimde esas rol alıcı birey olabilme de bilginin aktarımı ve anlaşılmasından daha karmaşık bir süreçtir.

Toplumsal kurallar değişirken zamanın gereklerine cevap verilmesi konusunda sıkıntılar çekilebilir. Böyle bir durumda ‘kuralları yıkma’ adına toplumu ayakta tutan değerleri ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek çözüm ve yenilik değildir. Yıkmak yerine yeniden inşa etmeyi öğrenciler ancak kendini toplumun bir parçası olarak görüp ona yeni güzellikler eklemeyi vazife edindiklerinde başarabilirler. Aile içinde herhangi bir sorun çıktığında genellikle ev ahalisinden uzaklaşmaya kalkışan birey kendi içsel süreçlerini anlamlandıramadığından ve sorunlardan her zaman kaçmayı tercih ettiğinden kültürel açmazlarını da kaçarak ya da kuralları çiğneyerek aşmaya çalışacaktır.

Bireyin kaçınılmaz olarak ve köklü bir biçimde toplumsal bakımdan etkilenmiş olması bireyin bu etki içinde “çözülebilir” olması anlamına gelmez. Bunun nedeni hem toplumsal çevrenin öteki faktörlerle birlikte iş görüyor olması hem de genelde toplumsal belirlenimin hiçbir zaman tam ya da eksiksiz olmamasıdır (Leledakis, 2000: 228). Bireyin kendine yabancılaşmasında etkili olan tarih, felsefe, sosyoloji, mitoloji vs. bilgisi eksikliği kendi kültürel farklılığını anlamlandıramaması sonucunu ortaya çıkarır. Kendi farklılığını idrak edemediğinden kendini farklı olanlara benzetmeye çabalar. Bir bakıma içinde olmadıklarını sandıkları merkezlerden hareketle nerelerde olmadıklarını belirlerler ki bu da; reddine hazır olduklarını kabullenmek anlamına gelir. Herhangi bir konudaki bilgi eksikliği bireylerin duyarlılıklarını şüphesiz tam anlamıyla olumsuz yönde etkilemez. Ama ne zaman

ki bu eksiklik o bireylerin kendilerini ifade etmelerinde sıkıntı doğurur, işte ona olumsuz bir durum gözüyle bakabiliriz.

Görevsel uzmanlaşmanın pek az olduğu toplumlarda eğitimin ailelerde, örgütlenmiş toplumlarda Formel eğitimle verilmesiyle, toplum sahip olduğu bilgiyi mutlaka sonradan gelenlere verme refleksi içerisindedir (Battomore, 2000: 291-292). Bu okulun topluma karşı sorunluluklarını da belirler (Şişman, 2002: 88-89). Eğitim verilirken aynı zamanda eğitimin veriliş şekli de verilen bilgiden öte öğrenciye toplumsal davranış kuralları da zamanla benimsetir. Eğitimin bu görünmeyen tarafı her toplum tarafından bireylere sistemli olmasa da verilir. Bu durum hazır kalıpların aktarılması şeklinde değil, bizzat bireylerin var olan toplumsal gerçekleri görebilme becerisine dayandırılmalıdır.

Bireyin başarı algısı, sosyal saygınlık, birliktelik gibi kavramlara yüklediği anlamlar genel bir standardı gerektirmediği gibi bunun standart bir hal alması aksine, beklenmeyen bir durumdur. Çünkü günümüz eğitim sistemlerinde özgür düşünceye sahip bireylerin kendi var oluş gerçeklerini algılamış olarak toplumsal hayata intibak ettirilmek istendiğine şahit olabiliriz. Ama bu istek bile tek başına olumlu bir beklenti de olsa belli bir düzen halinde, formülü belli bir çıkar yolu ortaya çıkarmaz. Rastlantısal gelişmelerle de toplumun içinde bulunduğu durum hakkında gelişigüzel tahminlerde bulunulamaz. Toplumda yeni yetişen neslin siyasi, toplumsal konularda çok duyarsız olmalarının ölçütü nedir? Hangi boyutta hangi konuya, ne gibi tepkiler vermelidirler. Bu soruların insanların kendilerine göre üreteceği geniş yelpazeli cevapları vardır. O halde bu konular üzerinde hiç düşünce belirtilmemeli? Bu gerçekçi olmaz tabii ki. Neticede her gelişmenin çağımız dünyasında algılanıp, yorumlanması ve öngörülerle birlikte gelecek hakkında neler olabileceğinin de belirtilmesi kaçınılmazdır.

Eğitimle ilgili bir gelişmenin tam anlamıyla ortaya konulabilmesi için farklı bilim dallarının farklı disiplinleriyle ilişkili bir çözümleme ortaya koymak şarttır. Gelişme dediğimiz olgunun sınırsız bir olasılıklar evreni oluşturduğunu kabul edersek toplumun ortaya koyacağı aşamaların da bu sınırsızlık içinde ve kendi sistematiğine dayalı olarak algılanması gerekir. Her toplumun iç yaşantısı diğer toplumlara karşı bir bütünlük oluşturuyorsa bir bütünlükten hareketle kapsayıcı bütünü elde edebiliriz; farklılıkların

birbirini beslemesi söylemine uygun olarak.

Kültürler, kesinlikle politik aktörler değiller ve dünya politikasında doğrudan doğruya yer almıyorlar. Bu nedenle sık sık söz edilen “kültür savaşı” ifadesi, mecâzi bir söyleyişten başka bir şey değil, ve hiçbir siyasi gerçeklik içermiyor. Siyaset dünyasının fiziksel bir boyutu var. Bu boyut, devletlerin toprak sınırlarıyla belirginleşiyor. Devlet coğrafi bir gerçekliğe sahip ve belirli güçler bu gerçekliğe canlılık kazandırıyor (Müller, 2001: 41). Bireyler bizzat yaşantılarının asıl evrenini oluşturan kültür kavramına diğer insanlarla bütünleşip, yaşamın ortak paydalarını ortaya çıkardıklarında, bir anlam yüklerler. İfadelerinde yer alan ya da almayan her anlam, yaşantılarında gözlemlediğimiz ve göremediğimiz her davranış açık ve gizli olarak kültürel bir kimliğin izlerini taşırlar.

Benzer Belgeler