• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEŞMENİN ULUS DEVLET OLUŞUMUNA ETKİLERİ

3.1. ULUS-DEVLET ANLAYIŞI

Fransız ihtilali ile birlikte ortaya çıkan “ulus” kavramı ile birlikte gelişen ulus-devlet oluşumu günümüze değin modern dünyanın kabul edilen devlet tipi olmuştur. Ulusun temel unsurları olan dil, kültür, tarih, din, soy birliği etrafında yapılanan bu devlet biçiminin temelini ise egemenlik unsuru oluşturmaktadır. Ulusal egemenlik üzerine inşa edilmiş olan ulus-devlet yönetsel anlamda kendi sınırları içerisinde yegane hak sahibinin ulus olduğunu kabul etmektedir. Bu bağlamda egemenlik unsurunun herhangi bir şekilde sarsılması ya da değişime uğraması ulus-devletin temelinin sarsılmasına neden olacaktır. Ulus-devletin bir siyasal kurum olarak etkinliği büyük ölçüde toprakları üzerindeki egemenliğine bağlıdır.77

Tarihsel süreç içerisinde 15. yüzyıl sonlarına doğru gelişen ticaret hareketleri ile birlikte feodalitenin sonlarına yaklaşıldığı sinyalleri gelmeye başlamıştır. Artık burjuva adında yeni bir sınıf doğmaktadır. Burjuva ile birlikte gelen dönüşümün adı da “kapitalizm” olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Bugünkü modern devletin temelleri de kapitalizm ile birlikte atılmıştır.

Dönüşümün unsurları olarak da ekonomik, sosyal ve kültürel alanda yaşanan değişimler ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda otorite kaynağını bundan böyle feodal beylerden ya da kiliseden değil bireylerden almaktadır. Kapitalizm ile birlikte milliyetçilik akımı da Fransız Devrimi ile birlikte devlet

76 K. Cebeci, a.g.e., s. 35

77 Ali Esgin, Ulus-Devlet ve Küreselleşmeye İlişkin Bazı Tartışmalar, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 2001, s. 186

yapılanmalarında etkili olmaya başlamıştır. Milliyetçilik benimsendiği ülkelerin devlet olma bilincinin gelişmesine etki etmiştir. Milliyetçilik ayrıca ulus-devlet yapılanmasının belirleyici özelliği olan tek millet olgusunu da ön plana çıkarmaktadır.

Özellikle Batı Avrupa’da mutlak monarşiler ile birlikte yeni bir düzen oluşmaya başlamıştır. Bu bağlamda feodalite ve kilise üstünlüğü geri plana çekilmeye başlamış ve devletin unsurlarında değişim başlamıştır. Bundan sonra da Fransız Devrimi ile birlikte modern devlet olma yolunda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır.

Batı Avrupa’daki şekliyle ulusal devlet, sınırları belli, daimi bir toprak parçasını denetlemekteydi; görece merkezileşmişti; ve toprak parçası içinde fiziksel zor kullanma araçlarının tekelini yavaş yavaş eline geçirerek haklarını sağlamlaştırmaktaydı.78 Merkezileşmeyle birlikte otorite tek elde toplanmaktaydı. Yönetsel anlamda da devlet bir kurum olarak önplana çıkmaya başlamıştı. Öte yandan sınır kavramı yine Fransız Devrimi ile birlikte değişime uğramış ve doğal sınırlar ulus-devlet yapılanmalarının coğrafi sınırlarını belirlemeye başlamıştır. Sınır kavramı da vatan kavramı ile birlikte devletin kimliğinde yer alan vazgeçilmez parçalar olmuştur. Vatan kavramı bu doğal sınırlar içerisinde bulunan coğrafi bütünlüğe soyut bir mana yükleyerek ulus bilincini sağlamlaştıran bir olgu olarak ön plana çıkmıştır. Bu noktadan sonra modern dünya düzeninde, vatandaşlık bilinci gelişmiş ve bireyler artık ulus-devlet yapılanmasının temel dayanağı olan milli egemenlik unsurunun yüklenicileri olmaya başlamıştır. Ulus-devlet anlayışına göre devlet;

vatandaşların gönlünde ve fikriyatında derin köklere sahip, moral ve duygusal olarak onların devleti olup, soyut, şahsi olmayan ve resmi bir konumda değildir.79 Egemenlik unsuru bundan böyle soyut bir kavrama yani dine ait değil ulusa ait bir unsurdur. Egemenliğin bu şekilde somutlaşması devlet yönetiminin düzenlenmesi açısından da olumlu bir etkiye sahiptir. Nitekim

78 Hurigül Eken, Küreselleşme ve Ulus-Devlet, S.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, s. 249

79 Şenol Durgun, Modern Devlet Olmanın Zorunlu Koşulu Ulus-Devlet Midir?, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 2000, sayı 3, s. 115

bundan böyle devlet refah devleti olma yolunda adımlar atarken birtakım ruhani liderlerin icazetine ihtiyaç duymadan demokratik bir biçimde kararlarını alabilecektir. Ancak bu bardağın dolu tarafıdır. Boş tarafı ise devlet bu erki elinde bulundururken zor kullanma yetkisine de haiz olmaktadır. Bu tekelin en önemli ifadesi Bodin’e göre yasa yapma ve onu feshetme gücüyken, Marksistlere göre sosyo-politik düzeni sürdürebilmek için toplumsal açıdan güç ve siddet kullanma tekelini elinde bulundurmasıdır.80 Bu durumun en uç noktası da diktatoryadır. Dikta rejimlerinde egemenliği halkın elinden alabilen devlet demokrasiden uzaklaşabilmektedir.

Modern anlamda ulus-devlet ise günümüzde ulusla birlikte bireyin de önplana çıkmasından yanadır. Daha doğru bir deyişle bireye ulaşmayı amaçlamaktadır. Liberalizm de burada doğmuş bir akımdır. Daha özgürlükçü, daha sistematik yönetim biçimlerine kayma durumu da liberalizmin bir uzantısı olarak görülmektedir. Fransız Devriminin ardından yayınlanan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi ile bireysel özgürlük ve özgürlükçülük akımın temelleri atılmıştır. Liberalizasyon da yukarıda değinilen egemenlik erkinin kullanımı aşamasında yaşanan anti-demokratik sorunların doğmasına engel teşkil etmektedir.

Nihayetinde 19. yüzyıl sonlarına doğru ulus-devlet akımı imparatorluk sistemini en derin kurumlarına kadar etkilemeyi başarmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise Osmanlı İmparatorluğu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi Doğu Avrupa ve Doğu Asya coğrafyasının büyük hakimi konumunda olan iki imparatorluk yıkılarak yerlerini yeni ulus-devlet yapılanmalarına bırakmışlardır. Diğer taraftan da Alman İmparatorluğu savaşta büyük darbe almış ve Avrupa Coğrafyası savaşın yaralarını saramadan tekrardan bir kaos dönemine girmeye başlamıştır. Savaşın ardından yaklaşık 25 yıllık kısa bir süreç geçtikten sonra barış tekrar bozularak hem siyasi hem de ekonomik anlamda birçok kriz ortaya çıkmıştır.

Bu krizler de İkinci Dünya Savaşının birer habercisi olarak tarihsel süreçte

80 M. Kara, a.g.e., s. 32

yerlerini almışlardır. Bu süreç içerisinde özellikle ABD kendini dünya üzerinde hakim bir güç olarak kabul ettirmeyi başararak durumu kendi lehine kullanabilmiştir. Esasında bu sallantılar ile birlikte 18. yüzyıl sonlarında temelleri atılan ve İspanya, Fransa, İngiltere, Osmanlı gibi hanedanlıklarda görülen mutlak monarşik yapılanmalar modern anlamda ulus-devletlerin kurulmasına yardımcı olmuş ve tüm yukarıda sayılan liberalizm, kapitalizm gibi akımlar ile ulus-devlet süreci modern dünya düzeninde yerini sağlamlaştırmıştır.