• Sonuç bulunamadı

tutunacak dal yoktur bizlere…”

33

D

iyarbakırlı bir Süryani olan babam, 1953 Diyarbakır doğumlu. Şimdi İstanbul’un hatırı sayılır terzilerinden biri. Onun kırk beş yıllık zanaat hayatının nasıl akıp geçtiğini bir şiir gibi ezbere bildiğim halde her seferinde ilk kez du-yarmışçasına heyecana kapılırım. Babam Erdal Taş, Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan serüvenini bir kez daha anlatıyor.

“1953 Diyarbakır doğumluyum. Bizim yöremizde, okuldan önce zanaat gelirdi. Yedi yaşında okula baş-larken, aynı zamanda terziliğe de başlamış oldum. İlk zamanlar yalnız 25 lira haftalık almak için cumar-tesi günleri çalışmaya giderdim. Daha sonra kendimi zanaatın içinde buldum. On beş yaşına geldiğimde İstanbul’dan o devrin en iyi zanaatkârı Popo Usta ola-rak bilinen Agop Özkuyumcu, Diyarbakır’dan bir kalfa istedi. Onun Diyarbakır’daki kalfaları, ismini duyunca heyecanlanırdı. 1968 yılında beni seçtiler. Böylece İs-tanbul maceram başlamış oldu.”

Döneminin en ünlü terzisi Agop Özkuyumcu’ya kalfa olarak seçilen babam, Diyarbakır’dan İstanbul’a doğru

yola çıkmış. Agop Usta’nın yanında iki sene çalışmış. Her seferinde Agop Usta’dan büyük bir hayranlıkla söz eder, “kendisinden çok şey öğrendim,” der.

“İki sene Agop Usta’nın yanında çalıştım ve kendisin-den çok şey öğrendim. 1969 yılında Agop usta New York’a yerleşti. Onun miras bıraktığı dükkânı eniştem-le birlikte o zaman 20 bin lira borçlanarak devraldık. İki yıl sonra bizi ziyarete geldiğinde parasını ödedik. Buradaki başarımız onu çok mutlu etmişti.”

Askerde de terzilik peşini bırakmaz

Askerlik yaşı gelen babam vatani görevini yapmak üzere Sivas’a gider. Askerde de terzilik peşini bırak-maz. Daha bir haftalık askerken bölük komutanına alelacele bir elbise diker ve diktiği elbisenin bu kadar çok beğenileceğini tahmin etmez.

“1973 yılının Mart ayında Sivas Temeltepe’ye vatani görevimi yerine getirmek için gittim. Bir haftalık eği-timden sonra bölük komutanının iyi bir terzi aradığını söylediler. Ben de bölük komutanına acil bir tek tip el-bise gerektiğini öğrendim ve dikebileceğimi söyledim.

Elbiseyi iki gün içinde hazır hale getirdim. Komutan, elbiseyi giydikten sonra beni çağırttı. Eğitim alanından paspal bir vaziyette huzuruna çıktım. Üsteğmen Fuat Tunçarslan bana, ‘Bu elbiseyi sen mi diktin’ diye sordu. İlk defa bir üsteğmen görüyordum ve çok heyecanlıy-dım. Korkarak ve çekinerek ‘Ben diktim’ dedim. ‘Kepi de mi sen yaptın’ diye sordu. ‘Evet’ diye yanıtladım. Ben herhalde beğenmedi, başımıza bir şey gelecek diye düşünüyordum. Oysa beni ödüllendirecekmiş. “On günlük askerken, bana silahlarımı ve eğitim mal-zemelerini depoya teslim edip yanına gelmemi söyledi. Döndüğümde Temeltepe’nin iş ocağının terzilik bölü-münün anahtarlarını teslim aldım ve iş ocaklarından beni mesul etti. Üç buçuk ay iş ocaklarını idare ettim. Daha sonra beni kadrolu olarak istediler, fakat Sivas’ın havasından rahatsızlandığım ve sürekli hasta olduğum

için dağıtımımı istedim. Bu arada şarkıcı Neco ile ta-nıştık ve yakın dost olduk. Daha sonra dağıtımım istek üzerine Elazığ Orduevi’ne çıktı. Gider gitmez görev bölümü yaptılar. Ben terzihane beklerken albay beni özel postası yaptı. İki aydan sonra dürüstlüğümden dolayı olacak ki, belli bir denemeden sonra Orduevi’nin büfelerinin başına geçtim. Hem restoran şefliği hem de barmenlik yaptım. Çavuş olduktan sonra albay beni huzuruna çağırdı. Kendisiyle bölük komutanına iki tane askeri palto dikmemi istedi. Çalışan terziler be-ceremiyordu. “Onlar da sana yardım edecek,” dediler. Bu iki paltoyu dikmezsen seni temelli terzihaneye ve-receğiz dediler. Meğer beni deniyorlarmış. Sonradan öğrendim tabii. Boş zamanlarda üç tane yardımcıyla paltoları diktim. Albay ve bölük komutanı paltoları giydiler. Sözlerinde durarak askerlik süresince bana

35

barmenlik ve büfecilikte devam edeceğimi söylediler. Kader bizi şarkıcı Neco ile burada da buluşturdu. On üç ay beraber askerlik yaptık. Orduevi’nin en büyük müzisyeniydi.”

3 Kasım 1974 sonu askerden dönen babam, 1975 yılına kadar eniştesiyle terziliğe devam eder.

“1974 sonu askerden döndüğümde 1975’in Mart ayı-na kadar eniştemle birlikte devam ettik. O zaman eniş-tem Avustralya’ya işçi olarak gitti. O tarihten itibaren günümüze kadar bu güzel zanaatı halen icra etmekte-yim.”

Bugün neredeyse yok olmak üzere olan terzilerin el-lerinden neler gelmez ki. Babam Beyoğlu’nda bulunan küçük dükkânında neler diktiğini anlatıyor.

“Takım elbise, palto istenirse erkeğe dönük her şeyi di-kiyorum. Bu frak da olabilir, smokin de... Kesin bir fiyat yoktur. Kumaşın kalitesine göre değişir.”

“Ülkemizde maalesef zanaatkâr hak ettiği değeri göremiyor”

Terzilik zanaatının belki de son temsilcilerinden olan babam her defasında hak ettiği değeri görememesin-den yakınıyor.

“Ülkemizde maalesef zanaatkâr hak ettiği değeri gö-remiyor. Bizim şu anda yaptığımız işçilik 400-500 lira arası bir değerdedir. Size bir örnek vermem gerekir-se; yaptığımız işçilik ve ortaya çıkan elbise kalitelidir. Çalışmamız el işçiliğine dayalıdır. Fransa’da bu elbise 1500-2000 Euro arası bir değerdedir. Eski müşteri-lerimiz Musevi, Ermeni, kültürlü ve elit Müslüman ke-sim zanaatkârın değerini bilirdi. Ağzımızdan çıkan hiç-bir rakama itiraz etmezlerdi. 1990-1992’den sonraki nesil pek bu kalitede olmadı. Zanaatımızı sevdiğimiz için, insanlar elbiselerimizi giydiklerinde memnun kalıp mutlu oldukları zaman bizim mutluluğumuz da artıyor-du. O zaman da ticari bir amaç düşünmüyor, kurtar-ması kâfi geliyordu.

Terzilik mesleğinin önemli sırlarından biri iyi kumaş seçebilmektir. Babam da dikeceği elbiselerin kumaş-larını büyük bir titizlikle seçer.

“Önceleri ithal kumaş yasaktı. Altınyıldız, Yünsa, Ba-hariye vb. yerli kumaşları kullanıyorduk. 1980’den sonra merhum Turgut Özal’ın ithalatı serbest bırak-masından sonra günümüze kadar yabancı kumaş kul-lanmaktayız. Bunlar genellikle İngiliz, İtalyan ve diğer kaliteli kumaşlardır.”

“Erkek modasında aşırı bir değişiklik olmadı”

Moda, her geçen gün giyim şeklimizi hızla değiştiriyor. Babam ise erkek modasında aşırı bir değişiklik olma-dığını belirtiyor. Önemli olanın, müşterinin ne istediğini iyi anlayıp isteklerine doğru cevabı vermek olduğunu ekliyor.

“Erkek modasında aşırı bir değişiklik olmadı. Ufak te-fek oynamalar dışında çok fazla değişen bir şey yok. Ağırlıklı olarak klasik giyim ön plandadır. Müşteri gel-diğinde ikramda bulunuruz. O sohbet anında kendisi-nin isteklerini tek tek öğrenirim. Kendisikendisi-nin isteklerine hürmeten memnun olması için elimden geleni yaparım. Neticede bu bir zevk işidir. Gençlik dar, kısa ve düz paça pantolon ve dar kesim ceket ister. Bizim kuşak ise klasik duble paçalı pantolon ve klasik kesim ceket-ten vazgeçemez.”

Eski ve yeni terzilik arasında ne tür farklar var diye sordum babama.

“Eskiden terzilik altın değerindeydi. 28 metrekare-lik dükkânımızda sekiz kişi çalışırdık. Şu anda abimle birlikte iki kişi, bir de yardımcımızla beraber üç kişiyiz. Belli bir süre konfeksiyonun patlamasıyla, jenerasyon değişimiyle terzilik bir ara durgunlaştı. Fakat inanıyo-rum ki -çünkü öyle bir emare var- eskiye dönüş olacak. O zaman da ısmarlamacı kalır mı bilemiyorum. Çünkü artık çırak ve kalfa yetişmiyor. Gidenin yeri de dolmu-yor. Şu anda çalışan işçiler tekdüze iş yapıdolmu-yor. Biri cep

“Önceleri ithal kumaş

yasaktı. Altınyıldız,

Yünsa, Bahariye

vb. yerli kumaşları

kullanıyorduk.

1980’den sonra

merhum Turgut

Özal’ın ithalatı serbest