• Sonuç bulunamadı

“İlahi Kusurluluk”

İ

stanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi fo-toğrafçıları, İstanbul Tasarım Bienali Akademi Programı ana teması olan “Kusurluluk”u farklı bakış açısıyla ele aldılar. Fotoğrafçılar, “ucube fotoğraf-çısı” Diane Arbus’un fotoğraf dünyasından yola çıka-rak içimizde yaşayan ve “normal insan” kategorisinde olmayan insanların fotoğraflarını “İlahi Kusurluluk” başlığı altında sergilediler. Sergileriyle hayatımızdaki ötekilerin varlığını, iletişim eğitimiyle ilgili tüm öğre-tim elemanlarına ve iletişim öğrencilerine üniversite boyutunda hatırlatmayı amaçlayan fotoğrafçılar, “İla-hi Kusurluluk” başlıklı sergilerini şöyle anlattılar: “Esasında Bienal, sanayideki kusurluluğa ilişkindi. “İKSV’ye ‘insan ve kusurluluk’ temasını

işleyebileceği-mizi önerdik, kabul edildi. Engellilerin eğitim gördüğü Neksav Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki engellilerin fotoğraflarını çektik. Fotoğraflarımız, do-kunaklı ve belki acınacak halde olan insanları göste-riyor ama biz fotoğrafları çekerken onlara karşı bir merhamet duygusu içinde değildik.

“Amacımız toplumda böyle insanların da yaşadığını göstermekti. Projenin bir amacı da bize eğitim veren öğretim elemanlarına toplumda böyle insanların da yaşadığını göstermekti. Bu nedenle çektiğimiz fotoğ-rafları okulda hocalarımızın odalarına koyduk. Açılış günü engelliler okulunda eğitim görenler aileleriyle birlikte geldiler ve fotoğraflarının sergilendiği odalar-da öğretim üyeleriyle tanıştılar.”

89

91

İlahi kusurluluk’a başlarken Diane Arbus’tan esinlendik. Kimdir Diane Arbus?

Asıl adı Diane Nemerov (1923-1971) olan belki de 20.yy’nin adından en çok söz ettiren kadın fotoğrafçısı.

Arbus’u üne kavuşturan, toplumsal hayatın uç noktalarında yaşayan (ya da en azından öyle görünen)

insanları portrelemesidir. Arbus’un portre tarzı, öncelikle August Sander’in Alman halkı üzerine yüzyılın

ilk yarısında yaptığı çalışma, Çiftçi Güvenliği Örgütü (FSA) fotoğrafçılarının 1930’larda Amerikan

taşrasında gerçekleştirdikleri çalışmalardan ve 1950’li yıllarda gelişen orta sınıf Amerikan hayatını

fotoğraflayan Robert Frank gibi fotoğrafçılarla paralellik göstermektedir. Arbus’u adı geçen örneklerden

ayıran onun yöneldiği toplumsal durumların gösterdiği çeşitliliktir. Özellikle akıl hastaları, down

sen-dromlu hastalarla yaptığı çalışma, cüceler, devler, travestiler, fahişeler gibi marjinal kesimlere yönelmesi

onu seleflerinden ve çağdaşlarından farklılaştırmıştır.

CFerit Cihan Deniz C

C C

Orkun Burak Çatalkaya

Emre Çelik Semra Dursun

TEKNESİNE ÂŞIK KAPTANIN MACERASI UZUN... ÜSTELİK KÖHNE LİMANLARDA KAZINTILARINI HENÜZ BIRAKAMAMIŞ,

DİNLENMEMİŞ, DURULMAMIŞ BİR DENİZAŞIRI MASALIDIR BU. ASİ, BIÇKIN VE YÜREĞİ OKYANUSLARA KARIŞMIŞ, İYİ

ÇOCUKLARA ANLATILACAK TUZ KOKAN, MASMAVİ BİR MASAL… EZGİNİN GÜNLÜĞÜ’DEN “GEMİ” ŞARKISINI

MIRILDAN-MAK GEREK BU MASALI DİNLERKEN. “DENİZ OLAYIM, TUZUMU RÜZGÂRDA SAVURAYIM, DELİYİM! NE YELKEN NE YEL…

KÖPÜKLERDE KAYBOLAYIM, DELİYİM! KİME SORSAM DÖNÜŞÜM YOK. HER YANIM BİRAZ DENİZ. HER YANIM MAVİ, HER

YANIM YEL, HER YANIM TUZ; DELİYİM…”

Yazı l Ahmet Hamdi Annaç (İAHA) Fotoğraflar l İAHA Fotoğraf Grubu

Bu üç harflik kısa kelime, ev-renin merkezinde olmayı ba-şarıyla gerçekleştiriyor. Tarih boyunca nice insan onu bulmak, elde etmek ve onu yaşamak adına her şeyi yapmış; türlü zorluklarla baş etmek zorunda kalmıştır. Aşkı neden aradığınız ya da neye âşık olduğunuzun bir önemi yoktur. Esas olan sizin bu uğurda neleri göze alabildiğiniz ve neler yapabileceğinizdir.

Siz aşkınız uğruna yedi denizi karış karış arşınlayabilir misiniz? Yağmur, fırtına, boran demeden korkusuzca doğaanaya meydan okuyabilir; mavi ufukların çalkan-tılı, hırçın dünyasında tarih yazabilir misiniz? Bu de-diklerimizi başarabilen bir delikanlı var elbet ve ona yarenlik eden sevgilisi…

Hikâyedeki baş aktörümüz, sadece denizlere gönül verenlerin değil, birçok kişinin tanıyıp saygı gösterdi-ği, Türk denizciliğinin Poseidon’u Sadun Boro…

Denizlerdeki hayallerin peşinde…

Sadun Kaptan, 1928 yılında İstanbul Erenköy’de dün-yaya gözlerini açtı. Bir denizci olmak için doğmuştu. Doğduğu gün dalgalar kulağına fısıldayıp onu çağırmış-tı sanki. Bu çağrıya cevap çok gecikmedi. Çocuk yaşta olan Boro, ilk deniz maceralarına Marmara kıyılarında atıldı. Küçük Sadun zamanının çoğunu minik kayığında

Caddebostan’da geçiriyor, sahil sahil dolaşıyordu. An-cak sahiller ona dar geliyor daha daha uzaklara, engin-lere yelken açmak istiyordu. Sadun, büyüyüp genç bir delikanlı olunca ilk yelkenlisini edindi. Bu onun için her şeyin başlangıcıydı. Yelken dünyasının büyüsüne bir kere kaptırmıştı kendini. O andan itibaren artık karaya ayak basmak pek nasip olmayacaktı ona.

1948 senesinde “Ling” adlı 11 metrelik yelkenlisiyle ve yanında bulunan bir İngiliz arkadaşıyla beraber ilk Atlantik aşırı yolculuğunu gerçekleştirdi. İngiltere’den Karayip Adaları’na olan bu seyahatin anıları Cumhu-riyet gazetesinde yayımlanmış, daha sonralarıysa (2004 yılı) bu anılardan derlenen “Bir Hayalin Peşinde” adlı kitap oluşturulmuş.

Tüm bu olaylar yaşanırken “Kısmet” sahneye çıkacağı ve engin denizleri birer birer aşacağı zamanı bekliyor-du. Tarih 1963’ü gösteriyor. 10.30’luk Ketch armalı Kısmet, İstanbul Salacak’taki Athar Atölyesi’nde kı-zağa alınıyordu. Kısmet’ini gördüğü ilk anda Sadun Boro’nun hissettiği aşk, heyecan ve kurduğu hayaller, biz denizseverler için tahmin edilmesi çok da güç duy-gular değil. Artık Kısmet ve Sadun Kaptan’ın sevgi dolu, huzurlu ve bazen fırtınalı aşkları başlamak üze-reydi. Dile kolay kırk beş sene yaz kış demeden, her büyük aşk gibi, aşılması gereken güçlükleri de

mutlu-“AŞK…”

Poseidon’un