• Sonuç bulunamadı

3.2.1. Yazıldığı Dönem Ve Dönemin Dil Yapısı

18. yüzyıl, Türk edebiyatı bakımından fazla bir gelişme göstermemektedir. Asrın başında Nedim, asrın sonunda Şeyh Galip, bu yüzyılın en önemli divan şâirleri olarak bilinmektedir. Onlardan başka bir takım şâirler de bulunmasına rağmen hiçbiri, adlarından çok fazla söz ettirememişlerdir. Bunun kendine has bir takım sebepleri bulunmaktadır. Örneğin; Osmanlının içinde bulunduğu dar boğaz, kaybedilen savaşlar, çıkan isyanlar, teknolojide Avrupa’ya ayak uydurulamaması, padişahların beceriksizliği ve zevk ü sefâya düşmeleri, her bakımdan olduğu gibi sanat ve edebiyata da tesir etmiş ve bütün bu sebeplerden dolayı oluşan kötü ortam, sanat ve edebiyata olan rağbeti azaltmıştır. Bu durumun oluşmasında tabiî ki

önceki asırların da doğrudan doğruya etkisi vardır. Çünkü gerileme daha 16. yüzyılın sonlarında başlamıştır.

16. yüzyılda Klasik Türk edebiyatı en zirve zamanına ulaşmış olmasına rağmen, tam aksi bir durumla, yazı dili oldukça ağır bir yapıya bürünmüştür. İran edebiyatına olan rağbet hemen hemen bütün şâirlerde görülmeye başlamıştır. Hatta şâirlerde görülen bu eğilim, taklit derecesine kadar ilerlemiş, şiirde özgün olma hususu yavaş yavaş azalmaya başlamıştır. İran edebiyatına olan eğilimin tabii sonucu olarak, yazı dilinde de bir takım olumsuz durumlar meydana gelmiştir. Türkçe kelimeler ve sözler yavaş yavaş değerini kaybetmeye başlamış, şâirlerin büyük çoğunluğu, kaba ve ahenksiz olduklarını düşünerek bu kelime ve sözleri bırakmaya başlamışlardır. Burada, aruz ölçüsüne olan eğilim neticesinde Arapça ve Farsça kelimeler değer kazanmış ve yazı dili, içinden çıkılamaz bir hâl almaya başlamıştır. Sadece kelimelerde kalmayan bu kötüye gidiş, Arapça ve Farsça gramer yapılarına da sıçramış ve halkın konuştuğu ve yazdığı dilden süratle kopuşlar meydana gelmiştir.

16. yüzyılda edebiyat ve yazı dilindeki yabancılaşma hareketleri 17. yüzyıla da sirâyet etmiş ve bu asırda da, Türkçe’nin aleyhine olan bir takım gelişmeler meydana gelmiştir. Bunlarının başında; Sebk-i Hindî hareketi gelmektedir. ‘’Farsça yazan Hindistanlı şâirlerin üslûbu’’ olarak bilinen bu hareket, edebiyatımızda çok büyük bir yer teşkil etmiştir. Nâilî, bu hareketin öncüsü olmuş ve diğer şâirler de bu harekete eğilim göstermişler, eserlerini bu tarz içerisinde kaleme almaya başlamışlardır. Ayrıca hikemî şiir(tefekkür şiiri) çığırı açılmaya başlamıştır. Bu üslûba yöneliş neticesinde, edebiyata yeni yeni mazmunlar girmeye başlamıştır. Ayrıca, Farsça sözcük ve kelime gruplarının kullanılmaya başlaması da hızlanmıştır. Arapça ve Farsça kelimelerle meydana getirilen tamlamalar da şiirlerde yaygın bir şekilde kullanılmaya başlamış ve bütün bunların neticesinde Türkçe, oluşturulan eserlerde hissedilemez hâle gelmeye başlamıştır.

17. yüzyılda biraz daha halka yakın yazma eğiliminde olan şâirler de yok değildir. Meselâ Sâbit, şiirlerinde halk dilinden de örnekler sunmuştur. Sâbit, Sebk-i Hindî hareketine meyl etmemiş ve bunun neticesinde eserleri biraz daha halk diline yakın bir görünüş sergilemektedir. Belki de bu sebeplerden dolayı, Vehbî’nin örnek aldığı şâirlerden biri olmuştur.

16. ve 17. yüzyıllarda genel anlamda bu gibi gelişmeler meydana gelmiş ve 18. yüzyıla da az veya çok etkileri yansımıştır.

18. yüzyılda Türk edebiyatında büyük bir gelişme meydana gelmemiştir. Fakat İran edebiyatının etkileri yavaş yavaş azalmaya başlamış, şâirlerde, mesnevî konularını İran edebiy tından almama fikri gelişme göstermiştir.

Sebk-i Hindî tarzının bu asırdaki öncülüğünü Şey Gâlip yapmaktadır.

18. yüzyılda, şiir ve edebiyat alanındaki en büyük atılım ‘’mahallîleşme’’ olarak kabul edilir. Dîvân edebiyatında mahallî konuları ele almak temâyülü artmış, böylece mahallîleşme ve sadeleşme cereyanları doğmuştur. (Timurtaş 2000, 397)

“Yerlileşme Akımı” edebiyata halk hayatını getirmiş; halk zevkinden ve halk sanatından çizgiler kazandırmış; Türkçe’ye halk yaratıcılığının güzelleştirdiği seslerle; halk deyimleri ve halk söyleyişleriyle zengin ve esprili, sade bir güzellik vermiştir. (Yalın 2007, 23)

Sadeleşme, halka yaklaşma ve mahallîleşme cereyanı ile edebiyat, biraz olsun halka yaklaşmış, halkın kendi öz duyguları ve düşünceleri edebiyatta yer almaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak da kullanılan yazı dili, anlaşılması bakımından, kendinden önceki 2 asıra oranla daha iyi bir görünüş sergilemektedir.

Asrın başında yer alan Nedim, halk zevkinin inceliklerine dikkat etmiş, halk deyimlerini ve söyleyişlerini kullanmış, böylece Bâkî ile başlayan ve Şeyhülislâm Yahya ile devam eden İstanbul Türkçesinin şiir dili olması işini büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. (Timurtaş 2000, 309)

Sünbülzâde Vehbî, işte bu ortam içerisinde yaşamış, eserlerinde kullandığı dil de, bu ortamla ister istemez paralellik çizmiştir.

3.2.2. Tuhfe-i Vehbî’nin Dil Yapısı

Tuhfe-i Vehbî’de kullanılan dil; Farsça bazı kelime ve kelime gruplarını bir kenara bırakırsak, gayet sarih ve anlaşılır şekildedir. Bu açık olma durumundan kasıt; kelimelerin net bir biçimde ele alınmasıdır. Bunun dışında eserde anlamı dahi bilinmeyen çok sayıda kelime mevcuttur. Buradan hareketle bu kelimelerin Eski Farsça’da kullanılması hususu akla gelmektedir. Çünkü, bazı kelimelerin Farsça sözlüklerde dahi bulunamaması ve eserde kullanıldığı anlamın açık olarak anlaşılamaması, okuyucuyu ve eser üzerinde çalışma yapan araştırmacıyı oldukça zorlamaktadır. Bu gibi zorluklar bizim düşüncemize göre sadece Farsça kelimelerde karşımıza çıkmakta ve Türkçe kelimelerde bu gibi sorunlar asgarî şekilde kalmaktadır.

Benzer Belgeler