• Sonuç bulunamadı

TRANSENDENTAL ESTETİK BAĞLAMDA ‘ZAMAN’ VE

HEİDEGGER ÖNCESİ ZAMAN ANLAYIŞLARI VE HEİDEGGER’İN ELEŞTİRİSİ

1.4. TRANSENDENTAL ESTETİK BAĞLAMDA ‘ZAMAN’ VE

‘MEKÂN’

Heidegger geleneksel zaman anlayışında sıraladığı Augustinus’un zaman anlayışından sonra üzerine eser yazdığı184 Kant’ın zaman anlayışını ele alır. Kant’ın zaman anlayışında ona yönelik bir araştırma açık bir şekilde Heidegger’in, zamansallıkta açığa çıkacak olan varlık patikasında, varlık ve zamanla karşı karşıya gelmemize neden olacaktır. Heidegger Kant’ın transendental kavramını ön planda tutarak bilgi teorisinde açımlanan zaman kavramının anlaktaki mahiyeti üzerinde durarak zamanın öznel bir a pirori form olup olmadığını soruşturarak zamanın doğasının hangi mahalde doğduğunu, nasıl açığa çıktığını araştırmaya koyulur. Bu noktada çalışmamızda Kant’ın şematizm teorisi kapsamında Heidegger’in ‘salt (arı) akıl’ ya da ‘ arı duyusal akıl’la185 transendental imgelemin senteziyle zamanın nasıl ortaya çıktığını ele alacağız. Şunu da belirtelim ki Kant’ın Heidegger için önemi kendi

183 Bardon, a.g.e., s. 26.

184 Martin Heidegger, Kant Und Das Problem der Metaphysik, Fünfte, Vermehrte Auflage, 1991.

185 Salt duyusal akılla kastedilen iç duyum ya da salt sezgidir ki bu, salt duyarlığın mahali zamandır. Salt duyusal akıl ise bu anlamda özellikle zamansal bir karaktere sahip olarak vuku bulur. Kant’ın amacı bu doğrultuda salt aklımızla (a priori meydana gelmiş ancak deneyimin de olanağı olan) zaman kavramının anlayışımızda nasıl oluştuğu meselesidir. Charles M. Sheover, Heidegger, Kant And Time; With An İntroduction By William Baret, İndiana Press., London 1971, s. 182.

zaman anlayışını temeline oturtmasından ileri gelir.186 Ancak Heidegger’in zaman anlayışı Kant üzerinden ‘tarihsel bir prolegomena’dır. Varlık ve zaman arasında kurulacak ilişki bu meselenin yükümlülüğünün alınmasıyla zamanın varoluşsal zemine oturtturulması anlamına gelecektir.

Bu amaç kapsamında yürüteceğimiz zaman ve mekâna yönelik tartışma ‘Arı Usun Eleştisi’nin ‘Transendental Estetik’ kısmında geniş kapsamda soruşturulur.

Burada zaman ve mekân sırasıyla iç duyum ve dış duyum olarak sezginin saf a priori formları olarak belirir.187 Zaman ve mekân düşünebilmeyi sağlayan, bilgiyi olanaklı kılan koşullardır. Fenomenal alanda ortaya çıkan nesneler ancak zaman ve mekân belirlenimi altında deneyime konu edinilebilir. Zamanın mekân karşısında bir üstünlüğü bulunur ki, bunun nedeni mekânın zaman içinde oluşmuş olmasıdır. Zaman ve mekân birbirinden ayrılmaz olup görüye birliğini veren formlardır. Tüm fenomenler bir birlik altında ancak görülebilir. Zaman ve mekân deneyimden türetilmiş kavramlar olmayıp, deneyimi mümkün kılan a priori formlardır. Bu sebeple zamansal ardışıklıktan ve eşzamansallıktan söz edebilme imkânı doğmaktadır. Kant’ın ifadesiyle, “ancak zaman varsayımı üzerinedir ki, şeylerin bir ve aynı zamanda (eş zamanlı) ya da değişik zamanlarda (ardışık) olduklarını düşünebiliriz.”188

Zamanın ardışıklığına karşın, mekânın eş zamanlılığı söz konusudur. Mekândaki yan yana oluştan zaman dolayısıyla söz edilebilmektedir. Bu bağlamda mekânın zamana tabi olduğunu anlıyoruz. Kant’ın zaman anlayışına yönelik yaptığımız bu açıklamalardan sonra Kant’ın zaman anlayışına ilişkin görüşlerini tezimiz doğrultusunda daha iyi anlayabilmek adına şu soruları sormakta yarar bulunmaktadır:

Kant’ın zaman anlayışının yeniliği nedir? Zaman neyi sağlamaktadır? Zamanın varlığın açımlanmasındaki rolü nedir? Bu sorular Kant’ın zaman anlayışını araştırmamıza yardımcı olacaktır. Ancak yanıtlanmayı bekleyen bu sorulara geçmeden evvel, Kant’ın epistemolojideki yerini anlamak gerekmektedir. Bunun nedeni onun zaman ve mekâna yönelik getirdiği yorumların epistemolojisinin özünü oluşturmuş olmasından kaynaklanır. Kant’ın zaman anlayışı bu anlamda epistemoloji öncelikli bir düşüncenin ürünüdür.

186 Sheover, Heidegger, Kant And Time; With An İntroduction By William Baret, s. 183.

187 Howard Caygıll, A Kant Dictionary, Blackwell Publishing, 2009, s.374.

188 Kant, Arı usun Eleştirisi, s.56.

Heidegger’e göre, Kant’ın epistemolojideki yeniliği Descartes’ın özneyi merkeze alan felsefesini bir adım daha ileriye taşımasından ve bu görüşten oluşan metafizik problemlere yönelik çözüm sunmasından kaynaklanır. Şöyle ki, 18. yüzyılda, ortaya çıkan ampirizm ve tepe noktasına erişen Aydınlanmacılıkla189 felsefedeki eleştirici tavır, mevcut düşünce düzenlerini sarsmıştır. Bir yandan bilginin kaynağının akıl190 olduğunu savunan rasyonalizm ve onun uzantısı olan dogmatizm, diğer yandan da bilginin ancak duyular aracılığıyla olabileceğini savunan ampirizm ve onun uzantısı olan septisizm 18. yüzyıl düşünce sisteminde birbirine karşıt bir şekilde ikamet etmişlerdir. Gerek dogmatik rasyonalist felsefenin gerekse septik ampirist felsefenin sorunu, bilgi elde etmede, öznenin edindiği bilginin nesnesine uygun olup olmadığıdır.

Rasyonalist ve empirist gelenek zamanın epistemolojideki yerini de belirgin kılmıştır. Bu anlamda rasyonalist gelenekte nesnenin, öznenin zihnindeki idelere uygunluğu aranırken, ampirist gelenekte bunun aksine edinilen bilginin nesnesine uygun olup olmadığı aranmaktadır. Diğer bir deyişle, önümüzde duran iki yol vardır, ya kavramı nesneyle uyum içinde düşünme ya da deneyim yoluyla verilmiş olan nesneyi kavramla uygun hale getirebilmektir. Ancak nesnelerin verilmişliği zihinde hazır olarak bulunmazken, anlama gücünün kuralları a priori olarak bulunur. Bu

189 Kant, Aydınlanmanın içerdiği anlamı eleştirmiştir. Ona göre, Aydınlanma çağı aydınlanmış bir devir olmayıp aydınlanma kıstasında, bilimin her şeye çözüm olabileceği eleştirilmelidir. Aydınlanma, kişinin her koşulda karanlığa ışık tutmasıdır. Aklın kılavuzluğunda eylemlerini sergileyen ve bunların sorumluluğunu alan kişi aydınlanmıştır. Bu sorumluluğa uygun olarak yaşama tarzı kazanma ise ahlaklı bir yaşamın habercisidir. Bkz. Duralı, Aklın Anatomisi; Salt Aklın Eleştirisinin Teşrihi, s. 37.

190 Şunu da belirtelim ki, Kant akıl ve zihin arasında ayırım yapmaktadır. Akıl (Vernunft, reason), insanın düşünme melekesinin temel malzemesi olarak kavramların kavranılmasını sağlarken, anlama gücü ya da yetisi olarak zihin (Verstand, intellect) mantıksal düşünmeyle objeleri tam bilinçli olarak idrak etmeğe yarayan bağlantıları, ilişkileri kuran yeti olmaktadır Ayrıntılı bilgi için Bkz. Kant, Arı usun Eleştirisi, 200, 341. Yine onun anlayışında sıkça geçen anlak ise, bir duyu yetisi olmayıp, yalnızca verili duyuları bir deneyde ilişkilendirme yetisidir. Anlağın işlevleri: kavramları birleştirme, yargılama, sonuç çıkarma, sonuçlama, çözümleme, birleştirme ve genelleştirmedir. Anlaşılıyor ki anlak, gerek zihnin gerekse aklın işlevlerinin yapıldığı saha olmaktadır. Bazı metinlerde ise anlak, karşımıza dimağ kavramının karşılığı olarak çıkabilir. Duralı, bu hususta dimağdan anlaşılması gerekenin, edinilmiş tasavvurların birleştirimli bütünlüğünü ve deneyim kaynaklı idrak birliğini sağlayan meleke olarak tasvir etme olduğunu belirtmektedir. Teoman Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV”, Kutadgubilig;

Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, A Ajans Reklamcılık Filimcilk Matb. San. Ve Tic. Ltd Şti., S.10, Ekim 9-58, 2006, s. 28. Kant, akıl ve anlak arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaktadır:

“Her us tasımında ilkin anlak yoluyla kural düşünürüm (major). İkinci olarak, yargı yetisi aracılığıyla bir bilgiyi kuralın koşulu altına alırım (minör). Son olarak, bilgimi kuralın yükleme yoluyla ve dolayısıyla us yoluyla a priori belirlenim (conclusio). Öyleyse, kural olarak büyük öncülün bir bilgi ve koşulu arasında temsil ettiği ilişki us tasımının değişik türlerini oluşturur.” Bkz., Kant, Arı usun Eleştirisi, s. 343.

kavramlar, a priori kullanılması dolayısıyla bilinirler. Sonuçta, deneyimin sunduğu nesnenin, anlama gücüyle (zihin) uyumu söz konusudur.

Kant, özne-nesne ilişkisinde bahsedilen iki seçenekten sonuncusunu tercih etmektedir. Zihin nesneyi biçimlendirmektedir. Şu durumda o, nesneleri bilgimize uydurmaya çalışmıştır. Kant bu tavırla, kendinden önceki nesneyi merkeze alan felsefe sistemlerine karşı çıkmıştır. Bu, Kopernik’in bilimde gerçekleştirdiği devrimin, Kant’ın metafizik alanında kendisine yer edinmesi anlamına gelir. Artık felsefede, ampiristlerin öne sürdüğü üzere nesneden hareket etme değil, öncelik sırası özneye, Descartes’ın deyişiyle res cogitans’a tekrar verilmiştir.191 Bu veriliş zaman fenomeninin de zihne verilişinin ifadesidir.

Kant’a göre, zihnin nesnelere uyması gereğini dikkate alırsak, bu durum insanın bilgide pasif alıcı konumunu doğurur. Bu ise bilgi problemini çözmeyip, varoluşlarından emin olunan ‘sentetik a priori’ önermelerin de var oluşunu açıklayamaz. Bu anlamda a priori bilgileri kanıtlamak ve sentetik a priori yargıları temellendirebilmek amacıyla Kopernik’in astronomi alanında yaptığı gibi hipotez değişikliğine gidilmelidir. Bu hipotez değişikliği bilgide öznenin idelerinin nesneye uyduğu hipotezin yerine, dış dünyanın ve nesnelerin insan zihninin yapısına uyduğu hipotezidir. Şunu da belirtmekte yarar vardır ki Kant, insan zihninin düşünmekle şeyleri –nesneleri- yarattığını söylemek istememektedir, o şeylerin insan zihninin a priori koşullarına bağlı oldukları sürece bilinebildiklerini söylemek istemektedir192

Bu anlamda Yeniçağ felsefesinde Descartes’la birlikte vurgulanan düşünen ben (res cogitans) Kant’la birlikte yeniden gün ışığına çıkmıştır. Descartes’ın mekansız varlık olarak düşünen ‘ben’i (res cogitans) ve uzamlı varlık olarak (res extensa) yer kaplayan ben’in birbirlerinden ayrı cevherler olarak kabulünün sonucu olarak beliren sorun, kendisinden apayrı bir töze sahip olan res extensa hakkında res cogitans’ın nasıl hüküm vereceğidir. Kant’ın yüzleştiği bu soruna vereceği yanıt, düşünen benin ancak kendinden sorumlu olabileceği gerekçesiyle, kendinden hareketle ben’in sadece kendini bilebileceğidir. Düşünen ben’in kendi kendini bilmesi ise özbilincin etkinliğidir ki, burada başlı başına araştırılması gereken bilinçtir. Bundan hareketle Kant, uzamlı olanı

191 Teoman Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- VI”, Kutadgubilig; Felsefe-Bilim Araştırmaları Dergisi, A Ajans Reklamcılık Filimcilk Matb. San. Ve Tic. Ltd Şti., S.12, Kasım 17-60, 2007, s.31.

192 Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi: Thales’ten Baudrillard’a, İstanbul, Say Yayınları, 2007, s. 716.

bir kenara koyup, düşünen benin özünü oluşturan aklı büyüteç altına alarak araştırmasını sürdürmüştür.193

Akla yönelik soruşturma, onun felsefi sisteminin odak noktasıdır. Dikkat edilmesi gereken, Kant’ın eserlerine194 bakıldığında, aklın tüm görünüşlerini (teorik, pratik ve yargı kısmı) ele alarak bir araştırma içerisine girmesidir. Burada akla gelen soru, Kant’ın akla yönelik bir araştırmayı kendisine amaç edinerek, neden buna yıllarca kendini vermiş olduğudur. Duralı’nın belirttiği üzere, elbette Kant’ın buna bir yanıtı bulunmaktadır. Öncelikle, insanı hayvandan ayıran şey haddizatında akıldır. İnsan, doğasında gizlenmiş tüm melekeleri gün ışığına çıkararak ancak öz bilincini oluşturabilecektir. Kişinin insanlığı duyumsaması, haddini; sınırını bilmekle mümkündür. Burada insan aklının sınırlarının ne olduğu sorunu önem kazanır. Bu sınırı bilerek yaşayan, insanlığın genel geçer yasalarına da kendini bağımlı kılmış olur.195

Onun metafizikteki yeniliği salt kavramını ileri sürmesinden kaynaklanır. Kant

‘Arı Usun Eleştisi’nde bu kavramı açıklamaktadır:

Saltık sözcüğü sık sık bireyin yalnızca bir ‘kendinde şey’ açısından irdelendiğini ve dolayısıyla içsel olarak geçerli olduğunu göstermek için kullanılır. Bu anlamda

‘saltık olarak olanaklı’ deyimi kendinde (interne) olanaklı olanı anlatır ki, gerçekte bir nesne için söylenebilecek olanın en azıdır. Buna karşı zaman zaman bir şeyin tüm bağıntılarda (sınırsız olarak) geçerli olduğunu göstermek için de kullanılır.196

Kant’a göre anlakta deneyimden bağımsız iki a priori vardır ki, bunlar; zaman ve mekândır. A piriorilik bilime bilim olma vasfı kazandıran ilkedir. Bu sebeple zaman ve mekan bilimin varlığının oluşumunu sağlamıştır. Çünkü a priori bilgiden de her şeyiyle doğru olduğu kabul edilen genel önermeler çıkartılır ve a priori prensiplere dayalı olarak yapılan araştırmalar da rasyonalist bir yöntem olarak bilinmekteydi.

Ancak Kant’a göre bu noktada rasyonalistler yanılmaktaydı. Çünkü onlar deneyim ya da sezginin bilginin edinilmesindeki önemini göz ardı etmişlerdir. Ampiristlerin ise gözden kaçırdıkları nokta, deneyimleri düzenleyen formel yapının ya da kavramların

193 Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV”, s. 26.

194 ‘Arı usun Eleştirisi’, ‘Pratik Aklın Kritiği’ ve ‘Yargı Gücünün Kritiği’.

195 Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV”, s. 44.

196 Kant, Arı usun Eleştirisi, s. 357.

önemini küçümsemeleridir. Kant, bilginin edinilmesinde rasyonalistlerle bizim a priori bilgimiz olduğu hususunda, ampiristlerle de bilgimizin bir bölümünün deneyime dayanması bağlamında fikir birliği içindedir. Dolayısıyla metafiziğin sunduğu bilgi sadece duyumsadığımız, deneyimlediğimiz şeylerin ötesinde bulunmaktadır. Bunun nedeni, insan zihninin yalnızca, kavram ve kategorilerle nesneye yönelik bir yapı kazandırılmasının mümkün olacağı ve nesnenin ancak bu durumda bilinebileceğidir.197

Zaman ve mekân sujenin gözlükleri olarak deneyden gelen kavramlar olmayıp, tüm dış algıların dayanağı olan zorunlu a priori olan bir sunumdur. Zaman ve mekân salt birer sezgidir (Anschaung). Kant bu konuda şöyle demektedir:

Saf görü eksik olduğu sürece, matematiğin bir adım bile atması olanaksızdır.

Geometri uzamın saf görüsünü temel alır. Aritmetik kendi sayı kavramlarını, zaman içinde birbirini izleyen birimlerin eklenmesiyle meydana getirir; ve özellikle saf mekanik hareket kavramlarını sadece zaman tasarımı sayesinde oluşturabilir. Ama her iki tasarım da sırf görüdürler; çünkü eğer cisimlerin ve onların değişimlerinin (hareketlerinin) deneysel görülerinden tüm deneysel olan, yani duyumlamaya ait olan her şey çıkarılırsa, geriye yine de bunların temelinde apriori olarak bulunan ve saf görüler olan, bu nedenle de kendileri de hiçbir zaman çıkarılamayacak olan uzam ve zaman kalır. İşte bunlar saf apriori görüler olmakla kanıtlanırlar ki, sırf duyusallığımızın tüm deneysel görüden, yani gerçek nesnelerin algılanmasından önce gelmek zorunda olan biçimleridirler ve nesneler apriori olarak bunlara göre -kuşkusuz ancak bize göründükleri gibi- bilinebilirler.198

Kant bu duyarlığın formları olarak zaman ve mekanı anlağın sahasında olan düşünmenin modu olarak ele alır. Her iki form bilginin imkânını da bize sunacaktır.

Heidegger de bu konuda Kant’ın zamanının ilk zaman algılayışının nasıl transendental zeminde sunulacağını göstermeye çalışır.199 Zaman ve mekan dahilinde olan şeyler duyulur dünyanın nesneleri olan; görüye konu olan fenomenlerdir. Çünkü fenomenler ancak deneye konu olabilirler. Bu noktada numenon ve phainemenon ayırımı yapılır. Bu ayırımın diğer bir uzantısı transendental ve transendent ayırımında temellenir. Onun nezdinde metafizik mahal transendental mahaldir ve bu mahal, salt aklın transendental işleyiş özelliğini ele almaktadır. Peki, nedir bu transendental işleyiş? Kant varlık teorisinde transendental ve transendent ayırımı yapmaktadır. Transendental, fizik

197 Cevizci, a.g.e., s.717.

198 Kant, Prolegomena, s.33

199 Sheover, a.g.e., s. 184.

dünyada ilişiğimizin olması anlamına gelirken, bu fiziki olanı aşmada bulunan saha transendent alan anlamına gelir. Tansendental felsefe, salt aklın ilkelerinin sistemidir ki burada a priori önartlarının sistemi vardır.200Transendent metafizik ise aklımızın doğal diyalektiğinin yanılsamasıdır. Bilim olarak anlaşılması gereken, deneyimin şartlarıyla a priori ilkelerden doğmuş olan transendental metafiziğin eleştiriciliği olup, sıkıca temellendirilmiş aklın bilimi olduğudur. O, bu şekilde tüm bilimlerin temelini sağlamaktadır. Transendental alan, meydana getirdiği sentetik a priori yargılarla bilimler arasında yürüyerek bütünlük sağlayacaktır.201

Aklın salt alanının araştırılması, kendisinde bulunan ve duyularla, deneyimle edinilmiş olandır. Bu alanın araştırılması ise tam da metafiziğin alanı olup, transendental felsefenin konusudur. Trasendental metafizik, felsefe-bilimin en genel ve temel araştırma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu alan, insanın transendental hakikatine eğilmekte olup, onu kendisine araştırma konusu yapan ise metafiziktir.

Transendental’ın aksine transendent olansa deneye tümüyle kendini kapatan alan olarak, aşkın olanı araştıran felsefenin alanıdır.202 Bu, felsefe-bilimin üst sınırıdır.203

Bu anlamda Transendental alanda deneyin ve aklın işlerliğinde ancak felsefe yapılabilmektedir. Bilgi, bu alanın ürünüdür. Ona göre, bilgi duyumla başlar ancak;

zihin ve deneyden gelmeyen, hazır olarak bulunan a priori formlarla zihinde anlama şablonları olarak ikamet eden kategorilerin, her birinin birbiriyle iş birliği neticesinde oluşmaktadır. Zihin dış dünyaya bağımlı olmayıp, deneyden gelen bilgiler zihne göre şekillenmektedir.204 Zaman ve mekâna konu olan şu durumda transendental alandır.

Kant bu konuda şunları söylemektedir:

200 Duralı,“Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV” s. 27.

201 A.e., s.26.

202 Gerek transendental gerekse transsent Latince -trans sözcüğünden türetilmişlerdir. Latince aşmak manasına gelen transcendere mastar olan transcendes’ten türemiştir. Bu anlamda, transcendens varlığı aşan anlamına gelmektedir. Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV” s.32.

203 Duralı, “Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV”, s. 14.

204 Osman Elmalı, Ömer Özden, Yeniçağ Felsefesi Tarihi, Arı Sanat Yayınevi, 2012, s. 319. Öte yandan Kant, deneyimle temellendirilemeyen ancak esasında akılla kanıtlanamaz olan hususları felsefenin konusundan bertaraf etmektedir. O, deneye ve akla dayanmayan transsendental olan bazı hususları da kabul etmektedir ki, bunlar olmadan felsefe; metafizik yapılamayacaktır. Bu anlamda Kant, felsefeyi kendine sorun edinen metafiziğe ilişkin bir araştırmaya başlamıştır. Duralı,“Vefatının İkiyüzyılında Tarihte En Önemli Fikir Binalarından Birinin Mimarı İmmanuel Kant’ı Anarken- IV”, s. 51.

Zamanda ve uzamda bulunan nesnelerden söz ettiğim zaman, kendi başına şeylerden söz etmiş olmuyorum, çünkü onlar konusunda hiçbir şey bilmiyorum; görünüşteki şeylerin, yani yalnızca insana bağışlanmış nesneleri bir bilme yolu olarak deneydeki şeylerin sözünü ediyorum. Uzamda ve zamanda düşündüğüm şeyin, kendi başına, benim bu düşüncelerim olmaksızın da, uzamda ve zamanda olduğunu söyleyemem; söylersem çelişkiye düşerim; çünkü uzam ve zaman onlardaki görünüşlerle birlikte, kendi başlarına ve benim tasarımlarımın dışında varolan şeyler değil, yalnızca tasarımlama yollarıdır; sırf bir tasarımlama yolu olan bir şeyin tasarımlarımızın dışında da var olduğunu söylemek de açıkça çelişkilidir. Böylece duyular dünya-sının nesneleri, ancak deneyde vardırlar, deney olmaksızın, ya da deneyden önce, nesnelere kendilerine özgü kendi başına bir varoluş yüklemek, deneyin deneysiz ya da deneyden önce gerçek olduğunu tasarımlamak demek olur.205

Şunu da belirtmek gerekir ki Kant, zaman ve mekânı kategorilerden ayrı tutmaktadır.206 Kategoriler olarak zaman-mekân a priori’nin iki türü olarak karşımıza çıkar. Öyle ki “duyuların işi görmek anlama yetisinin işi düşünmektir. Düşünmek ise tasarımları bir bilinçle birleştirmektir.”207 Gerek kategoriler gerekse zaman-mekan işbirliği anlakta bilgiyi oluşturacaktır. Çünkü zaman ve mekan ile kategoriler “kendinde şeylere ait değildirler, ama hem fenomenin biçimleri olarak, hem belirişin biçimleri olarak bir taraftan zaman ve mekan, öte taraftan kategoriler, transendental öznenin boyutlarıdır. Zaman daha şimdiden tümüyle oradadır.”208Anlağın ürettiği kavramları oluşturan kategoriler düşünmenin kendiliğindenliği üzerinde temellenir. Doğaya ilişkin öznenin bilgisi duyular yoluyla alınan formların bu kavramlar altına sokulmasıyla tasarım haline gelir ve bilgi edimi sağlanır. Bu bilgi edimi sürecinde duyarlık yoluyla arı sezginin çoklusu verilir ve sonrasında imgelem yoluyla bu çoklunun sentezi yapılır.209 Bu bağlamda bilgi elde etme sürecinde duyular ve anlak-anlama yetisinin önemli bir rolü bulunur.

Bu noktada duyuların işlevi görme olurken, anlama yetisininki tasarımları düşünmektir. Duyular yoluyla tasarımları alma yetisi olarak açığa çıkan duyarlık

205 Kant, Prolegomena, s.95.

206 Deleuze bu noktada Kant’ı sorgulamaktadır. Sorun, zamanın ve mekanın neden kategoriler içinde olmadığı üzerine odaklanır. Deleuze’ün aktardığı üzere Kant’ın zaman ve mekanı kategorilerden çıkarıp varoluş koşullarını oluşturan modern felsefenin ve fenomenlojinin başlamasına karşılık geldiğini belirtir. Deneyimin koşullarının ne olduğu bu anlamda zaman ve mekanla koşullandırılır.

Ayrıntılı bilgi için Bkz. Gilles Deleuze, Kant Üzerine Dört Ders, Çev. Ulus Baker, Kabalcı Yayınevi, 2006, s. 8.

207 Kant, Prolegomena, S.55.

208 Deleuze, a.g.e., s.27.

209 Kant, Arı usun Eleştirisi, s. 126.

aracılığıyla, nesneler bize verilir ve anlak yoluyla kavramlar üretilerek düşünce edimi gerçekleşir. Görüngünün oluşumu a posteriori olarak verilse de, tüm duyumlar için anlakta a priori ilkeler bulunmaktadır. Görüngülerin tüm çokluğu belli ilişkiler dâhilinde anlak altında sezilir. Bunu, saf –arı- sezgi olarak ifade edebiliriz. Bunlar a priori olarak anlakta yer almaktadırlar210 Kant’a göre;

Deneysel görülerden tüm deneysel olan, yani duyulmamaya ait olan her şey çıkarılırsa geriye yine de bunların temelinde a priori olarak bulunan ve saf

Deneysel görülerden tüm deneysel olan, yani duyulmamaya ait olan her şey çıkarılırsa geriye yine de bunların temelinde a priori olarak bulunan ve saf