• Sonuç bulunamadı

Heidegger’de Ontolojik Fenomenoloji

DASEİN’IN VARLIĞININ ZAMANDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

2.1. FENOMENOLOJİ VE ZAMAN

2.1.2. HUSSERL’İN FENOMENOLOJİSİNE GİRİŞ

2.1.2.2. Heidegger’de Ontolojik Fenomenoloji

Çalışmamızın önceki kısmında Husserl’de bir yöntem dâhilinde kendini gösteren fenomenoloji, Heidegger’de tam da ontolojinin karşılığı olmaktadır.86 Bu, epistemoloji

83 Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, s. 136.

84 Keller, a.g.e., s. 63.

85 Derrida, Ousia And Gramme’ Margins Of Philosophy, s.31-32.

86 Heidegger Husserl’e olan borcunu ve minnettarlığını da ‘Varlık ve Zaman’da belirtmektedir.

Heidegger fenomenolojik çalışmalarını Husserl’in ‘Mantık Araştırmaları’ (Logische Untersuchungen) adlı eserinden yararlanarak saf bilinç edimleri ve algı-bilme’ye odaklanır ancak burada odak noktası theorik soyutlamalar değil, ontik alan içindeki ‘insan’dır. Bkz. Steiner, a.g.e., s.

117.

öncelikli bir düşünüşten ontoloji öncelikli bir düşünüşe yönelik dönüşümdür. Felsefenin ne olduğu meselesinin ontoloji ve epistemoloji öncelikli düşünüşü birbirinden ayırmakla işe başlama gereği dikkate alındığında, Heidegger’in tüm meselesinin varlığın mahiyetine yönelik kavrayış olduğunu anlarız.87 Bu anlamda fenomenolojiye önem veren Heidegger, varlığın hakikatinin anlamının fenomenolojiyle mümkün olacağını savunmaktadır.

Fenomenoloji, Heidegger’de geleneksel anlayışı içinde kalmakla birlikte fenomenolojiyi bir adım öteye taşınmıştır. Hussserl bilincin anlamından başlarken Heidegger varlığın anlamıyla fenemenolojideki yoluna devam etmiştir. Heidegger saf bilinçte kalmak yerine ‘yaşanan varoluşun olgu varlığına’ odaklanmıştır. Bu sebeple fenomenlerin kendiliklerini araştırma ‘fundemental ontolojiye’ konu edinilmiştir.

Husserl’in tecrübeyi dünyanın bir bilinci olarak yerleştirmesine karşılık, Heidegger asli tecrübeyi dünya-içinde bir varlık olarak belirgin kılmıştır. Bu anlamda bilmenin ne anlama geldiği soruna dönüşerek epistemolojiden ontolojiye kayılmıştır. Böylelikle Heidegger, varlığın anlamını kavrayabilmek adına fenomenolojiye başvurmuştur.88 Ontolojiyi anlamanın imkânı fenomenolojiden geçmektedir. Amaç var olanın varlığının aletheia’sının anlamına ulaşabilmektir. Ancak var olanın varlığı farklı tarzlarla kendini ifşa edebilir. Burada fenomenoloji, ontolojinin yardımına koşarak varlığın üzerindeki tozlu örtünün kaldırılmasını sağlayacaktır. Örtüyü kaldırmak varlığın anlamına yönelik keşif olacaktır.89

Bu doğrultuda fenomenoloji, var olanların varlığının bilimi olarak bir tür ontolojidir. Ontolojinin ödevi ve fenomenolojinin görevi arasında ilişki bulunduğunu savunan Heidegger, bunun nedenini ontolojinin ödevinin var olanların varlığının açımlanmasını bize sunmasına bağlar. Bu anlayış kapsamında Heidegger varlık sorununa geçmeden evvel varlık sorununun açığa çıkartılarak sorunun nasıl tasvir ve analiz edileceğini fenomenolojik bir yöntem dahilinde soruşturma yoluna gider. Bu anlamıyla fenomenoloji yöntemsel bir kavram olup, varlığa yönelik bakış açısının imkânını sunacaktır. Fenomenoloji kurulacak bir ‘fundemental ontoloji’de varlığın

87 Küçükalp, “Varlık Problemi Bağlamında Düşünmenin İmkanı”, s. 6.

88 Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger Ve Derrida, s.154.

89 Heidegger, Being And Time, s.32.

neliği değil, nasıllığı ile ilgilenecektir.90 Fenomenoloji ve ontoloji arasında gözetilen bu içsel bağdan ötürü felsefe, Dasein’ın hermenuitiğini başlangıç noktası alarak ‘evrensel fenomenolojik ontoloji’ olur. Şu durumda fenomenoloji varlığın açımlanmışlığıdır.91

Fenomenolojiyle unutulan varlık gün ışığına çıkartılır. Varlığın gözler önüne çıkartılması onun üzerindeki örtünün kaldırılmasına bağlıdır. Burada var olanların varlığının ve insani deneyimlerin ilişkisinin varlığı nasıl mümkün kıldığı sorununun dikkate alınması icap eder. Böylesine bir araştırma ise ‘geleneksel felsefenin ontolojik transformasyonu’ nu araştırmak olacaktır.

Heidegger ontolojisine mal ettiği fenomenolojiyi sağlam bir temele oturtmak için evvela onun analizine girişmektedir. Bu doğrultuda fenomenolojinin mihenk taşı olan bu metoda geçmeden evvel, redaksiyona uğratılacak fenomenin ne anlama geldiğini araştırır.

Fenomenoloji, Grekçe phainemenon ( ) ve logos (ό λογός) terimlerinin bileşiminden oluşmaktadır. Phainemenon’a bakıldığında ise köken itibariyle ise phainestai’dan (ϕαίνεσθαί) gelmektedir. Phainestai, phaino () fiilinin mastar halidir.92 Phaino kökeninde pa-phos (-ϕά, -φώς) terimlerinden türer. Pha, Dor lehçesinde göz alıcı parlaklık, pırıl pırıl, ışıl ışıl anlamlarına gelmekte olup, -phos ise kendisinden türediği -pha kökeninin anlamına bağlı olarak aydınlık, parlamak manalarına gelmektedir. Şu durumda fenomenin Grek literatürü kapsamında aydınlığa kavuşması için phaino teriminin Greklerce hangi bağlamlarda kullanıldığına göz atalım.

Phaino, en genel anlamıyla bir şeyin ortaya çıkışını sağlama, onu gün ışığına çıkarma, aydınlık kılma, görünür olmasını sağlama manalarına gelmektedir. Daha özel olarak ise meselenin netlik kazanması, onun keşfedilmesi, gözler önüne serilmesi anlamlarında da kullanılmıştır. Felsefi anlamda ise phaino pek çok düşünürün eserlerine konu olmuştur.

Bu yönüyle phaino, var olanların varlığının yalın şekilde açığa vurması, söylenmesi gereken şeyin dışa vurumu olarak kullanılmıştır. Yine phaino, fiziksel bir şeye yönelik93

90 A.e., s. 24.

91 A.e., s. 33.

92 Ayrıntılı bilgi için Bkz. Martin Heidegger, History Of The Concept Of Time, (trans.Theodore Kisiel), Bloomington And İndianapolis, İndiana University Press., 1992, s.81.

93 Örneğin Platon’un diyaloglarında söz konusu sıkça geçen phaino, bir insanın ruhi durumuna yönelik izah etme anlamında da kullanılmıştır. ‘Protagoras’ta 332 e’de, ean soi phainestai olarak, iyi görünme anlamında ele alınmıştır. Bkz Platon, Protagoras, (çev. Furkan Akderin), Say Yayınları, 2014.

izah etme durumuna karşılık da gelmektedir. Bu noktada duyu verilerinin açığa çıkartılması bağlamında phainestai kullanılır. Burada phainestai ve aistanestai (αίσθενέσταί) terimi arasında bir bağ söz konusu olur. Duyu verilerinden hareketle zihinsel olanın ifşa edilmesi bağlamında phainestai hayal etme gücü; tasavvur gücü olan phantasia terimiyle de ilintilidir. Bu, zihinde görülen şeyle (kai mu ousin oramata) ilintilidir.94

Phainestai’ın duyulara yönelik kullanılmasıyla Grekler phainemenon’u ta onta’yla (τά οντά) bağlantılı olduklarını düşünmüşlerdir.95 Fenomenin bu bağlamdaki anlamını eleştiren Heidegger, fenomenin ‘kendini kendinde gösteren olduğu’ izahında, şeyin kendini farklı tarzlarda gösterebileceğini, hatta şeylerin kendilerini kendilerinde olmadıkları gibi gösterme imkanları da olduğu dikkate alındığında, başka bir şey gibi görünme anlamında zahir, zevahir manalarına da gelebildiğini ifade eder.96

Heidegger fundemental ontolojisinde bu türden bir anlayışa karşı çıkarak fenomeni asli anlamında kullanmanın önemini belirtip, onun zevahir olduğu anlamından ayırmıştır. Dolayısıyla fenomen genel anlamıyla ileri sürüldüğü gibi, salt görünüm ya da görünüş demek de değildir.97 Heidegger bunu açıklamak üzere, hastalıkların görünümü olarak semptomlar örneğine başvurur. Burada kendini göstermeyen şey kendini gösteren başka bir şeyle kendini gösterebilir. Bu da onun asli görünüşünü tahrip edecektir.

Dolayısıyla kendini gösteren, bizatihi kendisi olmayabilir. O halde fenomenler görünümler değildir. Fenomeni görünüş olarak anlamak onun gerçek anlamını göz ardı etme anlamına da gelecektir.98 Görünümden kastedilen kendini gösterme olarak kendini beyan etme anlamında görünüş olduğu gibi, kendini gösterme demek olan gerçek anlamdaki fenomenlere dair bir terim anlamına da gelmektedir. Bu anlamlardan yola çıkıldığında fenomenin geleneksel anlamdaki ‘bir şeyin kendine özgü görünüşe gelen tarzı’olduğu tanımına erişiriz.99

94 Liddell And Scott, a.g.e., s.1912-1913.

95 Heidegger, History Of The Concept Of Time, s. 81.

96 Heidegger, Being And Time, s.25-26.

97 Heidegger, History Of The Concept Of Time, s. 81.

98 Karş, Heidegger, History Of The Concept Of Time, s.81.

99 Heidegger, Being And Time, s. 27.

Bu bağlamda, Painemenon, olay, olgu hadise anlamlarına gelip kendisinden türediği kökeni ‘görünür olma, kendini belli etme, açık, belirgin olma’ anlamlarına gelen phaino fiiline sadık kalarak ‘olan’ şeylere gönderme yapmaktadır. ‘Olan’,

‘meydana gelen’, öznenin dışındaki dünyada gerçekleşen ve onun beş duyu organıyla duyumsadığı şeyle olan bağlantısında açığa çıkmaktadır.100 Şu durumda fenomen, duyumsanan şeyin görüngüsüdür. Klasik filolog tavrıyla Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’da açıkladığı üzere fenomen, ‘kendi kendini kendinde gösteren’ şeye karşılık gelmektedir. Ancak, var olanların değişim içinde olmalarından dolayı fenomenlerin kendilerini kendilerinde göstermeme imkânları da söz konusu olabilir. Bu anlamıyla fenomen, başka bir şey gibi görünen anlamında ‘zevahir’dir. Fenomen, görüme konu olan, görünüme gelen şeydir. Şu durumda görünüm bir yandan kendini gösterme, beyan etme anlamında görünüş kavramına karşılık gelirken, diğer yandan ise reel şeylere karşılık gelen şey manasında da kullanılmaktadır. O halde görünüm, fenomen dahilinde meydana gelmektedir.101

Fenomen (kendini kendi varlığında gösteren; the self-showing in itself) bir şeyin kendine özgülüğünü karşılaması anlamına gelir. Diğer yandan görünüş (appearance) bir varolanda şayet fenomen olarak tam anlamıyla imkanını gerçekleştirip kendini gösteriyorsa kendinde bulunan ilgiye refere ediyor demektir.102

Bu anlamda phainemenon varlığı saklanmamış kılarak onu ışıklandırma görevi görmektedir. Bu, açığa çıkarma işlemidir. Bu noktada ışığın kendisi varlık olmayıp, phainemenon’un kendisinde gizlenmektedir. 103 Böylece dualizme saplanmadan varolanın kendinde olan ve verilmişlik ayırımı gözetilerek soruşturma devam eder:

Görünenin verilmişliği ve nesnenin verilmişliği, bu içindeki içkinliğin içindeki nesne ise reel anlamda içkin değildir; nesne, görünüşün bir parçası değildir.104

100 Husserl’ e kadar gelen süreçte fenomen, zaman ve mekan içinde olup bitenler için kullanılmış olmakla birlikte Husserl’de fenomen deyince ‘hic et nunc’ (burada ve şimdi) olan anlaşılmıştır. Onda fenomenler, mahiyet fenomenleridir. Mahiyet fenomenleri fenomenolojik tavra dolayısıyla refleksiyonlu bir tavra dayanmaktadır. Bu anlamda fenomenoloji mahiyet bilgisi elde etme amacı taşımaktadır: “Fomenologi, a priori-deskriptiv’ bir ‘mahiyet’ ilmidir. Fenomelogi böyle bir ilim olarak kendisini her türlü teoriden uzak tutar.” (Mengüşoğlu, a.g.e., s.3).

101 Heidegger, Being And Time, s.27.

102 A.e., s. 27.

103 Bu noktada Steiner, Heidegger’in ışığın kaynağındaki gizlenmişliğin ne olduğunu sormuş olsa da onun Kant gibi tökezleyeceğini belirtir. Steiner, a.g.e., s. 102.

104 Husserl, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, s.40.

Görmeyle ulaşılan şeyler (res’ler; nesneler) yalın olarak ve bilinçte karşılığı olan şeylerdir. Görü ise res’in bilincimdeki kavranılışıdır. Yani, görü, karşımda duran şeyin doğrudan alınması ve bilinçteki karşılığının olmasıdır.105

Fenomenoljiye yönelik analizimizde logos’un philosophia’daki yerine de bakmakta yarar vardır. Heidegger, logos’un anlamının, nutkun anlamının ne olduğuna bakmaktan geçtiğini ifade eder. Genel anlamda logos, söz, akıl kavram, yargı, sebep, tanım anlamlarına geldiği gibi, özel anlamda sözü edilenin açığa çıkmasıdır. Aristoteles bu terimi, apophanestai106 terimine karşılık kullanır.107 Burada logos söyleneni görünür kılacaktır. Logos’la dile getirilen ifşa olurken, başkasının erişimine açılacaktır. Böylece söz ‘ifşa etme’ işlevine erişir. Heidegger logos’un aletheia ile ilişkisine de dikkat çeker.

Onun ifadesiyle belirtecek olursak;

Logos’un aletheuein olarak ‘sahih oluş’u (being true) söyleme konu olan varolanın apophanesthai olarak legein’in gizlenmişliğinden kurtulması ve gizlenmiş olmayan alethes olarak açığa çıkmasıdır yani keşfetmektir.108

Ancak bu ifadenin savı, legein’in109 (λεγείν) aletheia’nın birincil temeli olması demek değildir. Çünkü hakiki olan logos’tan daha asli olarak aisthesis’tir. Aisthesis bir şeyin salt duyusal izhar edişidir. Hakiki olan ise salt noein’dir.110 Noein varlığın en yalın haliyle temaşa edilmesidir.111

105 A.e., s.43.

106 Grekçe terim olan apophenestai, apohaino fiilinin mastar hali olup, apo- bağlacı ve phaino fiilinden oluşan bileşik bir terimdir. Apohaphaino, gösterme, açıklama, sergileme anlamlarına geldiği gibi, bir şeyin ilan edilmesi, bilinir hale gelmesi, ele alınan şeyin hesabının verilmesi anlamlarına da gelmektedir. Bkz. Liddelle And Scott, a.g.e., s. 225.

107 Heidegger, History Of The Concept Of Time, s.84.

108 Heidegger, Being And Time, s. 29.

109 Konuşma, söz söyleme, demek seçmek anlamlarına gelen Gekçe bir terim olarak legein, seçmek toplamak, bir araya getirmek anlamlarına karşılık kullanılır. Bu anlamda legein, söze gelinen şeyin ya da söz gelen şeyin seçilerek kullanılan bir terimin bir başkasına açık olmasına intikal etmesi anlamlarına gelir. Dile gelen şey düşünüleni karşılayan terim olarak seçilmiştir ve bir başkasına ilan edilmiştir. Burada düşünme anlamına gelen noiein ve logos arasındaki kurulan ilişki dikkat çekicidir.

Liddelle And Scott, a.g.e., s. 1034. Heidegger, dil ve düşünme arasındaki ilişkiye odaklanarak tefekküre dayalı bir düşünceyle varlığın dile geleceğinden bahseder. Varlık tarihi yoluyla metafiziğin üstesinden gelmek alınacak tedbirli ilerleyişte varlığın başlangıçtaki sunumuna değin geri gidilmelidir. Geleneksel metafiziğin düşünme bağlamında sahi düşünmeye yönelik ilerleyişinde üstesinden gelinecek şey, metafiziğin kendi hakikati üzerinden teşekkül eden bir düşünme sayesinde ancak söz konusu olabilir. Bu düşünme teknik düşünmeden ayrı olmaktadır. Bkz. Heidegger,

“Metafiziğin Üstesinden Gelmek”, s.192.

110 Antikitede Grekler varolanlara erişim olarak bunun ya logos’la ya da noein’le olduklarını düşünmüşlerdir. Varolanın ne olduğu sorusu varoluşu anlamında kim, mevcut olma sorunu kapsamında ne sorusuyla gündeme gelir. Ancak burada varolanın legein içinde görünür, kavranılır

Yine Heidegger, logos’un işlevinin, var olanın araştırılması olarak, akıl anlamına da geldiğini sadece legein anlamında değil, görünür kılınanın bizzat kendisi anlamında da kullanıldığını belirttiği gibi, sözün yönetilen bir şeyle olan bağı dikkate alındığında onun, ilişki, bağıntı anlamında da kullanıldığı görülür.112

Bu bağlamda Heidegger phanemenon’un logos’undan anlaşılması gerekenin, varlığın bizatihi kendisinin (autos ontos) olarak dile getirişini kastetmektedir. Onun dil üzerine yoğunlaşmasının önemi de buradadır. Çünkü varlığı dile getirecek olan dildir.

Dilin varlığın evi olduğu savı logos ve varlığın hakikati arasında kurulacak bağında oluşumunu sağlayacaktır.

Gerek logos gerekse phainemenon varolanların varlığına yönelik araştırmanın temel kavramlarıdır. Dolayısıyla Heidegger’de varoluş çözümlemesi, fenomenolojik çalışmalar dâhilinde ele alınmaktadır. O halde fenomenolojik araştırmada, söz konusu olacak olan ‘bir var olan’ değil, ‘varolanların varlığıdır.’ Burada varlık, ‘varolanların varolan’ olarak görünmesini, anlaşılmasını mümkün kılandır. Bu bağlamda varolanların varlığının soruşturulması olarak ontoloji yalnızca hermeneutik bir fenomenoloji ile mümkündür. Dolayısıyla, fenomenolojinin felsefedeki yeri bizatihi felsefenin inceleme konusudur. Bu anlamda felsefe,

Felsefe Dasein’ın hermeneutiğini kalkış noktası olarak alan evrensel fenomenolojik ontolojidir. Dasein’ın hermeneutiği ise varoluşun (exist) analizi olarak tüm felsefi soruşturmaların rehberinin ucunun ondan meydana geldiği ve ona geri döndüğü noktaya bağlamıştır.113

Bu doğrultuda Heidegger’e göre, fenomenoloji olguların bilimidir. Olgu, Kant’ta zuhur ettiği üzere, arkada duran (numenon) ya da Aristoteles’in hypokeimenon’u gibi altta duran anlamında değildir. Ona göre olgu, ‘kendini kendinde gösteren’ olmaktadır.

Bu noktada, Heidegger fenomenin iki katmanlı anlamından söz etmektedir. Birinci anlamı, Kant’ın da ifade ettiği gibi, deneysel görü ile ulaşılabilir olurken, diğer anlamı ise bundan yola çıkarak ulaşılan alelade fenomen kavramıdır. Kant’ın çizgisinde alelade anlamıyla fenomen, görünümlerde hep görsel olandır; kendini zaten belli eden,

olması gerekir. Bu bağlamda varolanın varlığına muktedir olma, kategoreisthai (κατάγορείσθαί) temelinde bulunur. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Heidegger, Being And Time, 42.

111 Heidegger, Being And Time., s.29-30.

112 A.e., s.30.

113 A.e., s.34.

gösterendir. Burada Heidegger ‘fenomenolojik olgu’ yani fenomolojik bağlamda sayılabilen varlıklar, kavramından bahsetmektedir. 114 Bu anlayışlardan hareketle fenomenoloji, kendini gösterenin kendinden hareketle görünür kılınması şeklinde yorumlanarak anlaşılır kılınması anlamına gelir.

Fenomenoloji bir tür tefsir etme olarak Dasein’ın yöntemsel anlamda hermeneutiğidir. Buradaki hermeneutik ontolojik incelemelerin soruşturulması olmaktadır. Fenomenolojik hakikat varlığın açımlanmasıdır (veritas transcendentalis).

Dolayısıyla fenomenoloji varlık soruşturması olup hermeneutiksel bir araştırmadır.

Husserl’in fenomenolojinin çağrısı olan ‘eşyanın kendisine!’ (something self-evident) düsturunu ifade edişi Heidegger’de nesneyi araştırmaya yönelik hermeneutiğin çağrısıdır da.115 Varlığın anlamının ne olduğunu serimlemek, eşyanın kendisinin ne olduğuyla hesaplaşmak demektir. Fenomeneolojiye ilişkin araştırmanın ana fikri bu düsturdan hareket edecektir. Bu ilkenin önemi Dasein’ın varlığının kavrama imkanını verecek olmasıdır. Heidegger’in ‘eşyanın kendisine’ ilkesi, geleneksel felsefede gittikçe artan bir temelsizleştirmedeki anlamıyla girişilecek olan dekostrüksiyon işlemidir. Bu anlamda Heidegger, alışılagelen felsefenin temel sloganı olan bu düsturu belirgin kılmaya çalışmaktadır. Genellikle bilimsel bilginin temel ilkesi olan bu maksime sorulacak şey açıktır: şeyler gerçekten göründükleri gibi midirler? Hangi eşyanın kendisine geri gidilmelidir? Heidegger bu sorularla fenomenolojiye odaklanarak, öncelikle fenomenolojinin Husserl bağlamında felsefedeki yerini görmeye ve göstermeye bakar. Sonrasında ise fenomenolojinin kökenini analizden geçirip onun varlıkla olan ilişkisinde onun sağlam bir temele oturtma arayışına girer.116

Şunu da belirtebiliriz ki, ‘şeylerin kendisine’ ilkesi, antimetafizik bir nitelik de göstermektedir. Eşyanın özüne dönme çabası, aşırılığa varan metafizik anlayışlara gösterilecek bir tepki de olmaktadır. Bu yönüyle varoluş ve gerçeklik askıda bırakılarak kendini kendinde gösteren, dolaysız kavrayışa muktedir nesnelere yönelik araştırma başlatılarak kesin bir bilim kurma yoluna gidilir. Dolayısıyla Heidegger metafizik kurgulara ilişkin yürüttüğü mücadelesiyle Kartezyen felsefeyi temele alan

114 A.e., s.27.

115 A.e., s. 24.

116 Heidegger, History Of The Concept Of Time, s. 76.

fenomenolojiyi anlama yoluna giderek varlığı anlama meselesinin fenomen kavramının açığa çıkarılmasında ve soruşturulmasında görür.117

Fenomenoloji, Dasein’ın fenomenolojisi olmaktadır. Bu anlamda Heidegger varoluşsal fenomenoloji olarak gördüğü anlayışını hermeneutik fenomenoloji bağlamında ileri sürer. Bunun nedeni fenomenolojinin varoluşun genel niteliklerini aşikâr kılmanın yolu olmasından kaynaklanır. Fenomenolojinin amacı Dasein’ın günübirliğinin kuramsal bağlamda yansız açığa çıkarılmasıdır. 118 Bu noktada fenomenoloji, Dasein’ın betimleyici ilkelerini içten-dıştan benimserken, hermenutik Dasein’ın anlaşılması olarak nitelediği yorumlayıcı fenomenolojinin adıdır.

Fenomenolojiye dair yapılan söz konusu tanımlamalar şu durumda, fenomenolojinin varlığa giriş mahiyetinde yöntem olduğunu çıkarsamamızı sağlamaktadır. Ontolojinin mümkün hale gelmesini sağlayan şey fenomenolojidir.

Burada dikkat çekilmesi gereken husus, bu anlayışla varlığın anlamı sorusunun bir yöntem sorununa kesinlikle indirgenmediğidir. Dile getirilmek istenen, yöntemin soruşturulacak olan şeyden bağımsız bir biçimde kurgulanmasının doğru bir yaklaşım olmadığıdır. Bir başka deyişle, soruya konu olan şey, kendisine erişimi sağlayacak yöntemi belirler ve biçimlendirir. Aksi bir yaklaşım, konu edilene ilişkin erişimi olanaksız hale getirecek ya da konu edileni aslında olmadığı bir şey olarak göstermek yoluyla gizleyecektir.

Heidegger’in, fenomenolojisinde yer verdiği Husserl’den aldığı kavramlara bakıldığında, önemli bir kavram olarak ‘yönelimsellik’ (intentionality) kavramı karşımıza çıkmaktadır. O, yönelimselliğin fenomenolojik yöntemin giriş mahiyetinde olmasıyla Husserl’le ve Brenteno’yla yakınlaşır. Husserl’in yönelimselliğinde bilinç, her zaman bir şeyin bilincidir –ın bilinci-. Her cogitatio’nun ‘yönelimsel ilişkisi’

bulunmaktadır. Heidegger yönelimsellik anlayışında Husserl’i izler; ancak o, kavramı daha kapsamlı hale getirir. Husserl’den farklı olarak onun için bu kavram ‘insanın tüm ön bilimsel farkındalığında bulunma anlamını taşır. İnsan sadece teorik dünyanın bilişsel etkinliğinde yönelime sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda pratik hayatta kullandığı araç ve gereçlerde, diğer benlerle karşılaşmasında da kendi dünyasına

‘yönelim’ göstermektedir. Yönelim, bilişsel refleksiyondan önce açığa çıkan ön-

117 Küçükalp, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger Ve Derrida, s. 152.

118 Çüçen, Heidegger’de Varlık Ve Zaman, s.209

kavramsal farkındalıktır. Dasein’ın pratik hayatla bağını oluşturan bu farkındalık, ‘ruh durumu’ (Stimmung) olarak adlandırılmaktadır. Buradaki ruh durumu yönelimsel bir belirleyici olmaktadır. Onun, varlığın ön-kavramsal anlayışına yapmış olduğu vurgu, Descartes’ın yol açtığı Kartezyen gelenekteki res cogitans’ın oluşturduğu yanlılığın yadsınmasına yol açmıştır.119

Hussel’in felsefeye ilişkin özü görüleme yönteminden, Heidegger’de Dasein’ın hermeneutiğine dönüşmüş olan fenomenoloji, her iki düşünürde bazı ortaklıklar taşımaktadır. Fischer bunu şu şekilde özetlemektedir:

Her ikisinde de nesnesel (das Gegenstandliche) olanın canlı biçimde şimdileştirilmesi, bellekte var olması söz konudur. Ancak fark, şurada yatmaktadır. Heidegger’deki bellekte var olma anlıksal bir görü (özsel, varlıksal sezgi) içerisinde değil, insan varlığının en temel (elementer) olduğu kadar kapsamlı ‘anlama’ işlevi içerisinde gerçekleşir. Heidegger bu işlevi, varlık anlayışı, öz-yorumlama (Seilsbstavslegung) ya da anlama olarak değerlendirir.120 Heidegger, Descartes’la Husserl’i karşılaştırmıştır. Ona göre, her ikisi de kesin bilginin doğruluğunun ölçütüne önem vermiş ve kesin bilginin ölçütünü, ‘ölçülebilirlik’

bağlamında matematikteki ve doğa bilimlerindeki ilkelerle desteklemişlerdir. Bunun yanı sıra, her ikisi de bilinçte (consciousness) kesinliği aramışlardır. Ancak, Descartes’ın aksine Husserl dünya yaşamını dışlamamaktadır. O, yönelimsellik kavramını tanımlayarak bilinç hususunda her zaman bilim ve fenomen kavramını göz önünde bulundurup, fenomenolojiyi geliştirmiş ve bu amacı gerçekleştirirken teolojik

bağlamında matematikteki ve doğa bilimlerindeki ilkelerle desteklemişlerdir. Bunun yanı sıra, her ikisi de bilinçte (consciousness) kesinliği aramışlardır. Ancak, Descartes’ın aksine Husserl dünya yaşamını dışlamamaktadır. O, yönelimsellik kavramını tanımlayarak bilinç hususunda her zaman bilim ve fenomen kavramını göz önünde bulundurup, fenomenolojiyi geliştirmiş ve bu amacı gerçekleştirirken teolojik