• Sonuç bulunamadı

Toplumsal-Siyasal Süreç İçinde Ahmet Kaya’nın Kimliği

2. Bölüm

2.4. Toplumsal-Siyasal Süreç İçinde Ahmet Kaya’nın Kimliği

Türkiye’de toplumsal yaşam hızlı bir dönüşüm içerisindedir. Temelleri 19. yüzyıl Osmanlı toplumunun Batılılaşma hareketinde olan, gerek ekonomik, gerek sosyal alanda birbirini besleyen değişimler kendi iç çelişkilerini de beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye’de Batı yanlısı dönüşümün giderek hız kazanması çelişkileri keskinleştirmiş, Batı tarzı modernleşmenin taraftarları ile buna karşı oluşan tepkisel hareketler arasında günümüze kadar sarkan bir mücadeleyi başlatmıştır. Laiklik ve irtica temaları etrafında şekillenen bu mücadele Cumhuriyet tarihi boyunca kesintisiz sürmüş, kuruluş yıllarından itibaren Cumhuriyet kendisini sürekli din temelli reaksiyoner bir tehdit altında hissetmiştir. Algılanan tehdit çok partili demokrasiye geçişle giderek siyasal söyleme hakim olmaya başlamış, 1950-60 arası iktidardaki Demokrat Parti (DP) ile Cumhuriyet’in

kurucu elitlerinin partisi olan ancak bu dönemde muhalefette kalan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasındaki mücadelenin temelini oluşturmuştur. (TESEV, 2006).

1960-1980 arasında siyasetin sağ-sol eksenine kayması laiklik söylemini geri plana itmiş, hatta 1973’te CHP’nin, o günkü söyleminde fakirliğe verdiği önemle diğer partilere göre sola daha yakın gözüken Milli Selamet Partisi (MSP)’yle koalisyon kurmasına yol açmış ise de, 1980 sonrasında ortaya çıkan tabloda laiklik sorunu yeniden gündeme oturmuştur. (TESEV, 2006).

Necmettin Erbakan liderliğinde 1970’ten itibaren gelişen Milli Görüş hareketi 1980 darbesi sonrasında Refah Partisi (RP) etrafında örgütlenmiş, 1994 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan Refah, Türkiye siyasetinde ilk kez İslam referanslı bir partiyi sisteminin en büyük partisi haline getirmiştir. Seçmen tercihlerinde yükselen Milli Selamet/Milli Görüş geleneği ülkede siyasal İslamın yeniden tehdit olarak algılanması sürecine hız katmıştır. (TESEV, 2006).

1990-2002 arasındaki dönemde tam on farklı koalisyon hükümeti kurulmuştur. Dünya dengelerinin yeniden tesis edildiği, bölgemizde yeni fırsat ve risklerin beraber yol aldığı soğuk savaş sonrası bu önemli tarihsel dönemeçte Türkiye, çeşitlenen toplumsal talepler aracılığıyla bürokratik vesayete karşı güçlenen milli iradeyi sindirmek adına ortalama 1 ya da 2 yıl iktidar ömrü olan hükümetlerle yönetilmiştir. (Anlayış, 2009).

1993 yılı, 28 Mart sürecine gidişin başlangıcıdır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü, Tansu Çiller’in DYP Genel Başkanı oluşu, Sivas katliamı, değişen liderler ve dönüşen ve “bir iç savaş ortamı” yaşayan bir Türkiye vardır.

Ahmet Kaya, bu toplumsal ve siyasal manzara içinde, 1980’li yıllardan itibaren “başkaldıran” müziği, kimi zaman sağda kimi zaman solda ama hep ezilenin yanında, kurulu düzene muhalif kimliğiyle var olmaya devam etti.

Radikal Gazetesi’nden Bahattin Özgür bir yazısında, Ahmet Kaya müziği ve duruşuyla ülkenin toplumsal ve siyasal yaşamı içinde toplumla birlikte akıp giderken bu manzaranın geniş açılı bir fotoğrafını çekmiştir: “İlginç ve kayda değer olan, Ahmet Kaya’nın diskografisi gibi ele alınan olgunun aslında Türkiye’nin yakın siyasi tarihidir” saptamasında bulunmaktadır.

Ahmet Kaya’nın ölümünün 14. yılı anısına hazırlandığı belirtilen yazıda, Kaya’nın 13 albümü üzerinden “alternatif bir Türkiye tarihi” denemesinde bulunur. Yazıda, Ahmet Kaya albümleri ülkenin toplumsal ve siyasal yaşamının izdüşümü olarak ele alınmaktadır.

Özgür’e göre; 12 Eylül Darbesi-“ Ağlama Bebeğim”, darbe sonrası yaşanan hukuksuzluk ortamı ve acılar-Acılara Tutunmak, darbe sonrası kurulan siyasal düzen sonucu değişen değerler sistemi ve Turgut Özal dönemi-“An Gelir”, 12 Eylül darbe döneminin etkilerinin sürdüğü ama darbenin ve mağdurlarının unutulmaya başladığı günler- “Şafak Türküsü”, darbe döneminde cezaevlerinde olan ve 80’lerin ikinci yarısında özgürlüğüne kavuşan bir kuşağın, ülkenin ne kadar değiştiğini gördüklerinde yaşadıkları durum- “Yorgun Demokrat”, toplumda muhalif seslerin ortaya çıkmaya başladığı, işçi ve öğrenci protestolarının yaşandığı günler- “Başkaldırıyorum”, 12 Eylül’ün sorgulandığı, gençliğin sesini duyurmaya başladığı zamanlar- “Eylül’e İsyan”, 90’lı yıllar, Kürt sorunu, PKK eylemleri, şehit cenazeleri, isyan ve tepki- “Dokunma Yanarsın”, 90’ların ikinci yarısına doğru Kürt sorunu alevlenir, faili meçhul cinayetler artar, Kürt sözcüğü bile tepki görür- “Şarkılarım Dağlara”, güneydoğuda yaşanan savaşın şiddeti artar ve tüm ülkeye yayılır, Cumartesi anneleri vardır sesini duyurmak için bir araya gelerek gözaltında kaybolan çocuklarını arayan “Beni Bul”, egemenlerin hedefindedir artık Ahmet Kaya; medya kanalıyla toplumun bilinçaltında “PKK’lı” imgesi oluşturulmaya başlamıştır- “Dosta Düşmana Karşı” ve ülkesini terk etmesine neden olan olaylar medya kanalıyla arka arkaya gelir- “Hoşçakalın Gözüm” (Özgür, 2014).

Sanat yaşamı süresince mesleki anlamda da eşi Ahmet Kaya’nın yanında yer alan Gülten Kaya da bu durumu şu sözlerle anlatmaktadır:

“1985 sonrası Ahmet Kaya şarkılarına baktığımızda toplumsal tarihi okumak mümkün. Ailelerle beraber Yargıtay duruşmalarına girdi Ahmet. Üniversiteli öğrencilerinin açlık grevlerini destekledi. İnsan Hakları Derneği kurulduğunda onların yanında yer aldı, İçeriden çıkan adamın şarkısını yaptı. Anneler göğüslerinde kayıp çocuklarını aramaya çıktıklarında, Ahmet -Beni Bul Anne- şarkısını yaptı. O şarkıları tek tek söylememe gerek yok, ama paralel gidişat hep devam etti bizim hayatımızda. “Şarkılarım Dağlara” deyip, konsept albümü yaptık” (Ahmet Kaya: Haber Ayrıntı, b.t.).

Ahmet Kaya 1980’lı yıllardan bu yana yaptığı her albümle, “çok satanlar” listelerinin başında yer almış, şarkıları birbirine zıt kutuplar tarafından aynı coşkuyla sevilen bir sanatçıydı.

Yakın arkadaşlarından eski gazeteci Cevat Korkmaz, Kaya’nın hiçbir kalıba sığmayan toplumsal ve siyasal gündem içindeki duruşunu şu sözlerle anlatır:

“Kürtlerin yanında Kürtleri, Türklerin yanında Türkleri, devrimcilerin yanında devrimcileri, milliyetçilerin yanında milliyetçileri kızdırırdı. Türklerin yanında Kürtçü, Kürtlerin yanında Türkçü, devrimcilerin yanında ülkücü, ülkücülerin yanında devrimci olurdu. Sadece ama sadece yaptığı bestelerde kendisiydi. Kendisini ele veren tek şeyi, muhteşem icracılığıydı. O yüzden hiçbir kalıbın adamı değildi. Belki de şarkılarını her görüşten, her meşrepten insanın sevmesinin sırrı buydu. Devlete kızdığında, devletin nefret ettiği şey neyse onu yapacak devlete karşı olanlara kızdığında ise devletin ne kadar iyi bir devlet olduğuna onları inandırmaya çalışacak kadar kendisine güvenirdi. Nasıl hissettiyse öyle davranırdı. Mazbatasını Yüksek Seçim Kurulu’ndan değil halktan almış bir milletvekili olarak görürdü kendini” (Korkmaz, f2014).

2.5.Ahmet Kaya’nın Sanatçı Olarak Yaşadığı Dönemin Siyasal Koşullarına