• Sonuç bulunamadı

Manşetler, Köşe Yazıları Ve Haberlerde Nefret Söylemi

2. Bölüm

4.7. Hürriyet Gazetesinde Ahmet Kaya Olayının Eleştirel Söylem Analizi Çerçevesinde

4.7.5. Manşetler, Köşe Yazıları Ve Haberlerde Nefret Söylemi

Nefret söylemi çoğu zaman nefret suçlarının önünü açmakta, bu suçları teşvik etmektedir. Nefret söylemi tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışavurumu olarak nitelendirilebilir. Nefret söylemi içerisinde aşırılık barındırır, aşırılık taşıyan önyargılardan oluşmaktadır. Bu tahammülsüzlük ve hoşnutsuzluk adaletsizliklere, başkalarının haklarının gasp edilmesine, barışı yaralamaya yol açabilme potansiyeline de sahiptir.

Nefret söylemi, linç, şiddet, ayrımcılık gibi pek çok olumsuz durumu körüklemektedir. Medyada, siyaset dilinde ve halk arasında geliştirilen bu söylem, biz/onlar ayrımını belirginleştirmekte ve iki grup arasında çatışmaya varabilecek olayların ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir.

Nefret söyleminin oluşmasında, dile gelmesinde belirli bir ardalan vardır ve bu arka planda aşırılaşan önyargılar rol oynar. Tarlach Mc Gonagle nefret söylemini şu şekilde tanımlamaktadır:

“Nefret söylemi geniş bir spektruma yayılan olumsuz bir söylemdir. Bu söylem esnektir, çünkü nefretten yola çıkarak nefreti teşvik etmeye varabilen, suiistimale, aşağılamaya, hakarete, yermeye dayanan kelimeler ve sıfatlardan oluşan öte yandan da aşırı önyargılardan bağımsız olmayan bir söylemdir” (Mc Gonagle,2001:78).

Nefret söyleminin içinde potansiyel şiddet vardır; çeşitli inançlar veya yargılar ağı yaratarak şiddetin altyapısını oluşturmaktadır. Tsesis’e göre şiddet; sosyal inançlar, gelenekler, metaforlar ve çeşitli grupları aşağılayan ve nesneleştiren klişeler aracılığıyla meşru kılınmaktadır (Tsesis, 2002:81-82). Yasalar önünde nefret söylemi tek başına suç olarak kabul edilmemekle birlikte, suçun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Nefret suçlarının ya da toplumsal linçlerin kaynağında nefret söyleminin bulunduğu söylemek mümkündür. Nefret söyleminin hedefi olan kişi ya da gruplar, ayrımcı bir tanımlamayla “öteki” haline getirildikten sonra nefret suçu ve toplumsal linçe maruz kalabilmektedirler. Medya kuruluşları tarafından yapılan ayrımcılık ve hedef gösterme durumu ise toplumun tüm katmanlarına aynı anda ve büyük oranda nüfuz edebilme gücü bakımından önem taşımaktadır.

1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söylemiyle ilgili bir “Tavsiye Kararı” kabul etmiştir. Bu kararda nefret söylemi şöyle tanımlanmıştır:

“Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimidir” (Council of Europe,1997).

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, içtihatlarında net bir tanımı kabul etmemiş olsa da, bu kavramı dini hoşgörüsüzlük dahil, hoşgörüsüzlükten kaynaklanan nefreti yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı çıkaran ifade biçimleri için kullanmaktadır.

Nefret söylemi, nefret suçu ve toplumsal linçe neden olabilmektedir. Linç kavramı günümüzde sembolik ve fiziksel olarak ikiye ayrılmaktadır. Linç:

“Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi” (TDK, b.t.).

şeklinde tanımlanmıştır. Bir başka linç tanımı ise şöyledir:

“Bireylerin düzenli hukuk mahkemelerinin varlığından bağımsız olarak ve yargılanmadan, belirli bir kitlesel şiddet aracılığıyla, intikam amaçlanarak öldürülmesi veya onlara işkence edilmesi eylemleridir” (Coker,1957:639).

Linç bünyesinde farklı şiddet türlerini barındırabilmektedir. Şiddet, fiziksel ya da sembolik olabilmektedir. Fiziksel şiddetin uygulanmadığı saldırganlık biçimlerini tarif etmek için kullanılan sembolik şiddet, “fiziksel şiddetin imkansız olduğu yerde, şiddetin büründüğü kibar, gizli biçimi” olarak tanımlanabilir. (Bourdieu,1994:125).Fiziksel şiddetin uygulandığı linçler daha kısa sürede gerçekleşirken; sembolik linçler dolaylı yapısı nedeniyle daha uzun sür(ebil)mektedir.

Medya aracılığıyla linç toplumsal bir nitelik kazanmaktadır. Medya aracıyla yapılan bu toplumsal linçte bir kişi ya da grup ötekileştirilir, dışlanır, düşman haline getirilerek hedef gösterilir. Hedef gösterilen kişi ya da grup “müsamaha gösterilmemesi” ve “ görüldüğü yerde tepki verilmesi’ gereken “tehlikeli biri olarak” tanımlanır. Oluşturulan bu algıyla hedef gösterilen kişi ya da grup marjinal hale getirilir. Bu aynı zamanda hegemonyanın oluşturduğu iktidar mekanizmalarının işleyişini gösterir. Böylece “uzaklaştırılan” kişi ya da grupla ilgili empati kurmanın

dışına çıkartılır. Bu durumda ötekileştirme ve kişiliksizleştirme ne kadar baskın ise yöneltilen saldırının şiddeti de o kadar güçlü olmaktadır. Kutuplaştırıcı bir söylemin baskın hale geldiği böyle bir ortamda “biz” ve “öteki” ayrımı da keskinleşir (Turner, Layton Simons, 2003:270).

Magazin Gazetecileri Derneği Ödül Töreni’nde Ahmet Kaya’nın “Kürtçe bir şarkı ve klip” yapacağını duyuran konuşması ve ardından hegemonik anlayış doğrultusunda ajite edilen kitlenin tepkisi, toplumsal linç boyutlarına ulaşmıştır.

Sanatçılar ve medya mensuplarının çoğunluğunu oluşturduğu davetliler grubunun, siyasal ve toplumsal konjonktürün belirlediği hegemonik düşünce çerçevesinde, “sürü psikolojisi” içinde hareket etmesi dikkat çekicidir. Gecede sergilenen benzer tutum ve davranış medyada da toplumsal linç zemini oluşturmuştur.

Ahmet Kaya, Abdullah Öcalan’ın ülkeler arasında dolaştığı ve Türk Devleti’nin yakalamak için peşinde olduğu, terörün ülkenin her yerinde hissedildiği, her gün medyada şehit haberlerinin verildiği, “Kürt” sözcüğünün infial yarattığı bir zamanda, yine “başkaldırmıştı” ve yine “başı beladaydı”. Salonda bulunanların birbirlerini provoke etmesiyle büyüyen tepki ve birlikte söylenen marşlar ve şarkılar eşliğinde “ülkeyi bölmek isteyen” bir sanatçıya “ağzının payı” verilmişti. Yıllardır muhalif kimliğiyle bilinen Ahmet Kaya ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunduğunu ve insanların ölmesini istemediğini bulunduğu her platformda dile getirmekteydi. Kürtçe şarkı söylemek yasalara aykırı değildi. Albümündeki Kürtçe şarkının kimseye zarar vermeyeceği, süreç içinde toplum tarafından da doğru bir şekilde anlaşılabilirdi. Ancak törenin ardından Hürriyet gazetesinin attığı manipülatif manşetlerin kaynaklık ettiği köşe yazıları ve televizyon haberleri durumu tamamen farklı bir boyuta taşımıştır.

20 Temmuz 1999 tarihli Hürriyet gazetesinin Ahmet Kaya’ya hitaben attığı “Vay şerefsiz” manşeti nefret söyleminin belirgin bir örneğidir. Burada nefret söylemi, haberin içeriğinden çok bütün gücüyle manşette odaklanmış; Ahmet Kaya’nın sol köşede kullanılan gündelik giysiler içinde, hırpani göründüğü fotoğraf ile birleştirilerek okuyucunun algısında olumsuz bir Ahmet Kaya imajı oluşturmuştur.

Hürriyet gazetesinin Ahmet Kaya hakkında yaptığı manşet ve gazete başlıklarında manipülasyonun yanı sıra nefret söylemi vardır. Nefret söylemi, ötekileştirme ve yok etmenin başlangıcıdır. Medya bunu üretir, çoğaltır, yayar ve meşrulaştırır. Toplumda istenilen yönde algı oluşturmak, mevcut algıyı değiştirmek ve tutumları etkilemek için medya, nefret söylemini kullanabilmektedir. Medyanın bu noktada en etkili silahı ise haberdir. Haberin etki gücünün temelinde nesnel ve taraflara eşit derecede yer verilmesi olması koşulu vardır. Haber, okuyucu için gerçeğin yansımasıdır. Köşe yazısı, yorum içerebilir ancak haberin yorumsuz ve bağımsız olması gereklidir. Ya da öyle olduğu varsayılmaktadır. Oysa Hürriyet gazetesinin Ahmet Kaya hakkında manşetten verdiği haberler, ağırlıklı olarak bir köşe yazısı şeklinde yorum ve çıkarsamalardan oluşturulmuştur. Bu durumda öncelikle gazetenin manşetlerinin haber olmadığını kabul etmek gerekmektedir.

Hürriyet’te köşe yazarlığı ve genel yayın yönetmenliği yapan Enis Berberoğlu o dönem Ahmet Kaya hakkında yapılan “Vay şerefsiz…” manşetinin “baştan başa Ahmet Kaya düşmanlığı” içerdiğini şu sözlerle anlatmaktadır:

“O haberin arkası var. O haberin içeriğinde de sorun var. O haber o masada oturanları, o tepkiye sevk etti. Haberin kaynağında ve teyidinde sorun var. Sonuç olarak o haber baştan başa bir Ahmet Kaya düşmanlığı yansıtıyordu. Ertuğrul Bey, “O başlık atılmamalıydı” diyor. Katılıyorum ama o başlık olmadan çıksa da zaten sorunlu. Haberde deniyor ki, şurada şunu yaptı, arkasında da şu manzara var. E yok diyorlar.

Bitti.”(Bugün, 2015).

19 Ocak 2007’de bir suikast sonucu yaşamını yitiren Agos gazetesi sahibi Hrant Dink’i ölüme götüren süreçte, Hürriyet’in ve bazı köşe yazarlarının sorumluluğu olduğunu söylemesi üzerine 13 yıl çalıştığı Hürriyet gazetesindeki işine son verilen Ersin Kalkan’ın “Hürriyet nefret suçlarının amiral gemisidir.” şeklindeki sözleri de dikkat çekicidir (Agos, 2012).