• Sonuç bulunamadı

B. XIX YÜZYILDA KONYA’DA TİFÜS

I. TOPLUMSAL ETKİLER

Salgınların etkileri, hiç şüphesiz yalnızca sağlıkla sınırlı kalmamış, hem ekonomiyi hem de toplumun huzurunu birinci dereceden etkilemiştir. İnsanlık tarihi

53 boyunca her dönem var olan salgınlar, XIX. yüzyıla gelindiğinde de varlığını net bir şekilde göstermiştir. Fakat bu kez eskiye nazaran bazı farklar söz konusudur. Salgınlar karşısındaki kaderci/teslimiyetçi yaklaşım tıp biliminin de gelişmesiyle terkedilmiş ve yerini “hastalıklar ile mücadeleye” bırakmıştır. XIX. yüzyılda insanlar artık hastalıklara boyun eğmeği değil, modern tıbbı kullanarak hayatta kalmayı tercih etmiştirler. Hastalıkların etkenlerinin ve kaynaklarının tespit edilebilmesi, dermansız görülen hastalıklara karşı ilaçların ve aşıların üretilmesi, karantina uygulamaları ve kordon bölgelerinin oluşturulması gibi gelişmeler; hem bireyler için hem de devletler için umut ışığı olmuştur. Resmi makamlar ve hastalığa yakalananlar tarafından salgınlarla mücadele konusu olumlu karşılansa da, bu durum toplumdaki tüm bireylerin ortak düşüncesini yansıtmamaktadır. Dini hassasiyetler, bazı çevrelerin kışkırtmaları, maddi çıkarlar ve şahsi menfaatler söz konusu olduğunda, bireyler devletin aleyhinde hareket edebilmektedir. Osmanlı Devleti’nde de hastalıklarla mücadele noktasında, bu örneklerden kaynaklı çeşitli zorluklarla karşılaşılmıştır. Yukarıda da defalarca yinelendiği üzere Osmanlı Devleti, salgın hastalıklar karşısında çok ciddi bir tutum sergilemiştir. Bir hastalığın ilacı/aşısı üretilmişse hiçbir masraftan kaçılmamış, ilacın Osmanlı Devleti’nde de üretilebilmesi için doktorlar görevlendirilmiştir. Kuduz hastalığının tedavisinde kullanılan aşının üretimi konusunda olduğu gibi; sağlık alanındaki diğer bütün yeniliklerin öğrenilmesi amacıyla zaman zaman yurtdışına doktorlar, bakteriyologlar, baytarlar ve öğrenciler gönderilmiştir163.

Osmanlı Devleti salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar konusunda yenilikçi ve devletin menfaatine bir tavır sergilerken, yapılan uygulamaların halk nezdinde zaman zaman pek de hoş karşılanmadığı gözlemlenmiştir. Örneğin kolera ve veba salgınlarının mevcut olduğu dönemlerde karantina uygulamasına başlanması, bazı kesimlerin çıkarlarına ters düşmüştür. Gümrükte mallarının beklemesini istemeyen tüccarlar, karantinada bekleyerek vakit kaybetmek istemeyen insanlar ve karantinanın dinen caiz bir uygulama olmadığını düşünen din adamları karantina uygulaması karşısında birleşerek tepkilerini göstermiştir. Hatta bu durum zaman zaman çok fazla abartılarak halk ayaklanmasına bile dönüşmüştür. Örneğin; Amasya

163 Hüseyin Muşmal, Esra Semiz, “Osmanlı Devleti’nde Kuduz Hastalığı ve Tedavi Süreci: Konya

54 Bayezit Cami’sinde kılınan öğle namazının ardından, camiinin hocaları cemaatin oradan ayrılmasına izin vermemiş ve karantina uygulamasının aleyhinde konuşmalar yapmıştırlar. Karantina uygulamasının şeriatta yerinin olmadığını ve uygulamayı yapan hekimlerin derhal def edilmesi gerektiğini söyleyen hocalar, dilekçe hazırlamak için ahaliyi camiye toplamıştır. İnsanlar, Mustafa Efendi’nin “Haydin şu

kâfiri getürün” sözleriyle galeyana gelmiş ve karantina haneye saldırmışlardır.

Karantina hekimi Dr. Paldi, kaçarak Rum kilisesine sığınmış ve kapıyı kırarak içeriye giren insanlar tarafından katledilmiştir. Halkın kolayca galeyana gelmesinin tek sebebi dini kaygılar değildir. Olayların gerçekleştiği 1840 yılında Amasya’da kıtlık meydana gelmiş ve hububat fiyatları artış göstermiştir. Yoksullar yeterli miktarda beslenememiş ve sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır. Bu durum da halkın devlete küsmesine ve isyan etmesine sebebiyet vermiştir164.

Osmanlı Devleti idarecilerinin, devletin ve milletin menfaati için uyguladığı karantina yöntemine bir başka başkaldırı hareketi de Adana Vilayeti’nden gelmiştir. 1845 senesinde Hicaz Bölgesi’nden gelen hacıların tedbir amaçlı Adana dışında karantinaya alınmaları uygun görülmüş ve hacılar için karantina çadırları kurulmuştur. Adana’nın karantina hekimi ve Adana Mutasarrıfı tarafından görevlendirilen memur ve 150 asker yola çıkarak hacıların karşılamışlardır. Hacıların karantinada beklemeleri hususunda alınan karar, burada hacılara tebliğ edilmiş ve bu durum hacıların tepkisine yol açmıştır. Adana Mutasarrıfı, kendisiyle görüşmek isteyen hacılara için “Eğer itaat edip karantina beklerlerse ne ala, beklemezlerse

istedikleri yere gidebilirler” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Bunun üzerine 2.500

kadar hacı Adana’ya girmiş ve karantina haneyi yağmalamışlardır. Bu durumu alevlendiren bir diğer olay da Demirci Müftüsü ’nün “Karantina lazım değildir” şeklinde fetva vermesi ve olayın tellallar ile halka ilan edilmesi olmuştur. Bunun üzerine olayların önü alınamamış ve Konya Vilayeti’nden bir bölük asker, Adana Vilayeti’ne gönderilmiştir. Adana Mutasarrıfı görevinden azledilmiş ve karantina beklemeden kaçan hacıların yakalanarak tutuklanması, 15’er gün de karantina

55 bekletilmeleri yönünde karar alınmıştır. Bu karar ilgili vilayetlerin tümüne gönderilmiştir165.

1848 senesinde de Halep Vilayeti’nde kolera salgını yaşanmış ve Halep’ten Antep’e gelecek olan yolcuların mutlak suretle karantinada tutulmaları hoşnutsuzluk yaratmıştır. Antep’te yayılan kolera ve oluşan karmaşa ortamı şehirde gerginliği tırmandırmıştır. Karantina ve diğer modern tıp uygulamalarını yetersiz bulan insanlar, çareyi türbelerde aramaya başlamıştır. 28 Haziran 1848 tarihinde Kurban Baba ziyaretine giden ahali burada kolera illetinden kurtulmak için dua etmiştir. Ziyaret dönüşünde provokatörler tarafından kışkırtılan bu insanlar Karantina istasyonuna saldırmış, kapıları, pencereleri ve karantina bayrağını kırarak karantina müdürünü de öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Karantina müdürü, bir sipahinin yardımıyla tebdili kıyafet oradan kaçırılmıştır166. Osmanlı Devleti’nin çeşitli vilayetlerinden verilen bu örneklerden anlaşılacağı üzere; karantina usulüne karşı, halk nezdinde olumsuz bir algı hâkimdir. İnsanların büyük çoğunluğu çeşitli gerekçelerden ötürü karantinada bekletilmek istememekte, bu hoşnutsuzluğu da büyük oranda karantinanın caiz olmadığı, kadınların karantinada bekletilemeyeceği gibi dini sebepleri öne sürerek dışa vurmaktadır.

Salgın hastalık konusu, aile hayatı çerçevesinde incelendiğinde ise bir takım çıkarımlar yapmamıza imkân sağlayacaktır. Salgınlarda hayatını kaybedenlerin, sosyal hayat gereğince dışarı ile en çok temasta bulunan yetişkin erkekler olduğunu temel alırsak, bu durumu sadece hastalıktan ölen kişi üzerinden okumak yeterli olmayacaktır. Olayı farklı bir açıdan ele almak, yani geride kalan dul bir eş ve yetim çocuklarına ne olacağını noktasından da düşünmek gereklidir. Dönemin sosyal yaşantısına bakıldığında kadınların dul olarak hayatına devam etmesi hoş karşılanmamaktadır. Özellikle genç yaşta dul kalan kadınların büyük oranda tekrar evlendiği/evlendirildiği yaygın bir durumdur. Salgınlar sebebi ile eşini kaybeden kadınların birçoğunun tekrar evlilik yapması, o dönemin genel aile yapısında da bazı değişikliklerin olmasını kaçınılmaz hale getirecektir. Eşini salgın hastalıklara kurban veren kadınlar, büyük ihtimalle ya kendisi gibi dul kalmış biri ile evlenecek ya da hali hazırda evli olan birinin ikinci eşi olacaktır. Günümüz sosyal yapısından

165 Yıldırım, “Karantina Uygulamasına İsyanlar”, s. 23. 166 Yıldırım, “Karantina Uygulamasına İsyanlar”, s. 23.

56 bakıldığında ikinci eş seçeneğine ihtimal vermek güç olsa da, o dönemin sosyal hayatı göz önünde bulundurulduğunda bu durum normal bir hal alacaktır. Tereke kayıtlarına bakıldığında da 1756 - 1856 yılları arası tereke kayıtlarında 14 kişinin birden fazla evlilik yaptığı ortaya çıkmıştır. Birden fazla evlilik yapan bu kişilerden 12’sinin aynı anda 2 kadınla, 2’sinin ise 3 kadınla birden evli oldukları tespit edilmiştir. Bu tespit zaman itibari ile tam olarak salgın yıllarını kapsamasa da, salgın yıllarından bağımsız olarak normal bir zamanda bile çok eşliliğin var olduğunu göstermesi, dönemin aile yapısı ve eş sayısının anlaşılması noktasında örnek teşkil etmektedir167. Yani salgın sonrası yıllarda aile yapılarında değişikliklerin meydana gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Benzer Belgeler