• Sonuç bulunamadı

Bir toplumu ayakta tutan en önemli unsurlardan biride o toplumun bireylerini devletin amaçlarına uygun yetiştirmektir. Bu amaçlar; toplumu oluşturan fertlerin toplumla bütünleşmenisi sağlama, toplumun moral değerlerinin üst seviyelerde olması, kişilerin kendini geliştirme imkânları sunma ve mesleki açıdan nitelikli bireyler yetiştirmek yönündedir (Adem, 2000: 38). Ekonomik kalkınmanın ve büyümenin en önemli unsuru eğitimdir. Çünkü eğitim sayesinde, esas üretim faktörlerinden olan emeği şekillendirerek yoksullar ve dar gelirlilerce sunulan işgücünün ekonomik değerini ve verimliliğini arttırmak mümkündür. Toplumu oluşturan bireylerin yaşam kalitesinin artmasında eğitim önemli bir araçtır. Toplumsal huzurun sağlanmasında kadın ve erkeklere sunulan fırsat eşitliği ve özgürlük en önemli erekelerdir. Toplumsal yaşamda eşitliğin tesis edildiği en önemli alanlardan biri eğitim olmalıdır. Eğitim sayesinde, toplumu oluşturan kadın bireylerin; “kendilerini geliştirmeleri, iş yaşamına katılmaları, ücretli çalışmaları, siyasi haklardan yararlanmaları, özgür bir yaşam sürebilmeleri” gibi imkanlara bu sayede kavuşabileceklerdir (Kaçar, 2007: 85).

Eğitimin, özellikle bir ülkenin kalkınmasında kadın eğitimine verilen önemin toplumların gelişmesinde belirleyici faktörlerden birisi olarak görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde kadının iş hayatında ve özel yaşamda aktif bir rol oynadığı görülmektedir. Gelişimini henüz tamamlamamış ülkelerden biri olan Türkiye’de, kadınların durumu değerlendirildiğinde, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2016 Raporunda şu ifadelere yer verilmiştir. Türkiye nüfus açısından değerlendirildiğinde, 2016 yılı sonunda erkek sayısı

40 milyon 43 bin 650 kişi olurken, kadın nüfusu 39 milyon 771 bin 221 kişi olmuştur. yüzdesel oranlara bakıldığında nüfusun % 50,2’si erkek, %49,8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Ortaya çıkan sonuçlara göre kadın ve erkek nüfus dağılımında eşit bir yapının olduğu sonucunu göstermektedir. Sayısal veriler açısından eşit sonuçlara rağmen; eğitim, iş imkanı, siyasal hayata katılım gibi istatistikler incelendiğinde erkekler lehine sonuçlar olduğu yani kadınların çalışma hayatında yeterince temsil edilemediği görülmektedir.

2015 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de okuma-yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,4 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda ise %9’dur. Bir başka anlatımla okur-yazar olmayan kişi sayısı kadınlarda erkeklere oranla 5 kat daha fazladır. Yine aynı araştırma sonuçlarına göre lise ve dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nufüs içindeki oranı %19,5 iken bu oran erkeklerde %23,5, kadınlarda %15,6 olarak görülmektedir. Bu rakamlarda da lise mezunu erkek-kadın arasında ciddi bir farklılık dikkat çekmektedir. Yüksekokul ve fakülte mezunu olan toplam nüfus oranı %15,5 iken bu oran erkeklerde %17,9 kadınlarda ise %13,1’dir.

Hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre; 2015 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde işgücüne katılma oranı %51,3 olup, bu oran erkeklerde %71,6 ve kadınlarda ise %31,5 sonucuna ulaşılmıştır. Yapılan araştırmalar incelendiğinde eğitim seviyesi yükselen kadınların iş gücü piyasasında daha aktif rol aldıkları görülmüştür. Eğitim seviyesiyle istihdam olanakları arasında ilişki olduğu yapılan çalışmalarda ortaya konulmuştur.Rakamlara bakıldığında Türkiye’de okur-yazar olmayan kadınların işgücüne katılma oranı %16,1, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılma oranı %26,6, lise mezunu kadınların işgücüne katılma oranı %32,7, mesleki ve teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılma oranı %40,8 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılma oranı %71,6 olmuştur. Türkiye’de 2015 yılında gelir ve yaşam koşullarının tespitine yönelik yapılan araştırmada, yükseköğretim mezunu kadınların yıllık ortalama esas iş gelirleri 29 bin 238 TL olurken, lise mezunu kadınların ortalama gelirleri yıllık bazda 16 bin 124 TL olmuştur. bir okulu bitirmeyen bayanların ortalama yıllık geliri 8 bin 528 TL civarında olduğu tespit edilmiştir. Türkiye İstatistik kurumunun 2016 yılında yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de nüfus dağılımı kadın-erkek açısından dengeli olsada, okullaşma oranı ve istihdam olanakları değerlendirildiğinde ibre açık ara farkla erkek lehine olduğu tespit edilmiştir (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24643, Erişim Tarihi: 17.12.2017).

30

Kadınların eğitim süreci boyunca yaşadıkları cinsiyet kökenli ayrımcılık ilk öğretimden, yüksek öğretime ve yaygın eğitim sürecinde de değişik şekillerde kendini göstermektedir (Gök, 1995: 185). Yükseköğretim istatistiklerini baz alan çalışmalarda fakültelerin kadın-erkek oranları değerlendirildiğde; erkek öğrencilerin daha çok Tıp ve Mühendislik Fakültelerine yoğunlaşırken, kadın öğrenciler Eğitim, Edebiyat, Fen ve Güzel Sanatlar, Sağlık Hizmetleri MYO ve Hemşirelik Yüksekokullarına yöneldikleri tespit edilmiştir (Kaçar, 2007: 86). Türkiye eğitim sistemi içerisinde öğretmen değerlendirmelerinde erkekleri hareketli ve atak; kızları düzenli, sorumlu, devamlı, uysal, disiplinli, ezberci şeklinde tanımlamışlardır. Aynı araştırma sonuçlarına göre öğretmenler erkek öğrencileri kadın öğrencilere nazaran daha zeki fakat daha tembel ve dağınık bulmaktadırlar ( Demiroğlu, 2008: 30).

Okullarda okutulan ders kitaplarında Cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda kadın ve erkeğe yönelik daha eşitlikçi bir yol izlenirken, 1950’li yıllardan sonra yayınlanan ders kitaplarında kadın-erkek eşitliği anlayışında değişim yaşanmıştır. Bu eşitlik anlayışı 1950’li yıllardan itibaren erezyona uğramış ve iş yaşamı erkeklerle nitelenirken, ev işleri adeta kadının kaderi olarak kabul edilmiştir. Gelişmiş ülkelerde yapılan birtakım çalışmalara ilişkin veriler incelendiğinde kadın-erkek ayrımcılığı ortadan kaldıracak tek aracın eğitim olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Yapılan araştırma sonuçları ataerkil yapı ve tutumları değiştirme yönünde ciddi adımlar atılmadıkça, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin tek başına eğitim ya da kalkınmayla ortadan kaldırılamayacağı yönünde sonuçlara ulaşılmıştır. Bu durumda ataerkil aile yapısından çekirdek aile yapısına geçme eşitsizliğin ortadan kaldırılmasında önemli bir araç olarak görülmektedir. Yapılan araştırma sonuçlarına göre ataerkil aile yapısıyla kapitalist sistemin çok iyi anlaştıkları ve bu vesileyle erkeklerin daima ön planda tutulduğu tespitinde bulunulmuştur (Karakuş, 2007: 7).