• Sonuç bulunamadı

4 5 TOPLUMA ZARARI DOKUNAN UNSURLARA KAYITSIZ KALIŞIN ELEŞTİRİSİ

İnsanların, yaşamış oldukları toplumun zararına olacak unsurlara kayıtsız kalmalarının temelinde, yalnızca kendilerini düşünen bir ruh haline sahip olmaları yatar. Kişi hayatı “ben” merkezli yaşamaya başlayınca, ne mensubu olduğu toplumu ne de insânlığı düşünür ve zararı yalnız kendi toplumuna değil tüm insânlığa olur.

Toplumun genel dokusuna zarar veren unsurlar, bazen bir ferdin veya küçük bir grubun eliyle olurken bazen de devlet ve devlet ricalinin etkisiyle olabiliyor. Eleştirilerin çıkış noktasını bu hususlar oluşturuyor.

4. 5. 1. Bilinçsizlik ve Cehalet

Bir konuda bilinçsiz, bilgisiz, cahilane hareket etmenin zararı, hareketi yapandan ziyade topluma dokunur. Emek, zaman, sabır isteyen ilim tahsiline yanaşmayanlar, yontulmamış kaba halleriyle şuursuz, fütursuz hareket ettiklerinde eleştirilere muhatap olmuşlardır.

Bazı şeyleri bilinçsizce, fakat çok iyi yapanların bilinçsizce iş görmelerindeki cahillikleri yerilir:

Anlayan kacide-i cengi bile câlimdir Anı câhil ne bilir olsa da farza Rüstem

Nb.K.15-23

Hayattaki güzelliklere dair bir bilgi ve görgüsü olmayanların, güzellikler sunan insânlara ilgisiz, o insânlara ihtiyaçları yokmuş gibi davranmaları, onlara alıcı çıkmamaları eleştirilmiştir:

Cevâhir-i hünerin dürcin açma ey Nâbî Bu çârsûda harîdâr-ı macrifet yokdur

Nb.G.185-5

İçinde bulunulan toplumda bilgisizlik ve cahilliğin revaç bulması, bilgili insânları üzüntüye sevk etmektedir:

Nâdânlık olup mucteber ebnâ-yı zamânda Hattı bozulup nüsha-i cirfân unudulmuş

Nb.G.345-5

Nâbî, vaizlerin bilgisizliğine ve bilgisiz vaizleri dinleyen bilgisiz halka da çatar: Ashâb-ı fazîlet ana muhtâc değildir

Câhillere nâ-dânlaradır hıdmet-i vâciz

Nb.G.369-5

Büyük insânlar karşısındaki davranışlarını bilmeyenler, bu davranışlarından dolayı kınanırlar:

Hiç carz-ı hâl kaydına düşme merâmını Tezkîr-i lutf terk-i edeptir ekâbire

Nb.G.701-4

Kendilerini hayata karşı bilgi, görgü bakımından yeterince yetiştirip de sağlamlaştıramayanların tembel, uyuşuk halleri beğenilmez:

Her nâsire kim latife mahzûndur Elbette anın binâ-yı cırzı dûndur Olmaz has ü hâşâk gibi lerze-pezîr Bünyân-ı metîn seylden me'mûndur

Nb.(Mm)R.34

Hâl-i dilden bâ-haber kâmil bulunmaz degmede Câhil artıp merd-i dânâ mücmelâ eksilmede R.K.32-23

İnsanları aydınlatacak, bilgilendirecek konumda olanların bile cahil oluşlarına şaşılır:

Minberde hâtîb ola vü mahfelde mucarrif cÂr eylemeğe olduğuna cehlile macrûf

R.(Mm)Tb.1-14-1

Toplumun cahilleşmesi ve buna bağlı olarak cahil insânların kıymetlenip revaç bulması, Rûhî’nin dikkat çektiği ayrı bir eleştiridir:

Ger sorarsan hâlini ehl-i tarîkın ey cevân Adı kalmıştır anın dahi cihân içre hemân

R.(Mm)Tc.2-6-1

Toldu erkân-ı tarîkat şimdi küllî câhilân Anda dahi kalmadı bir ehl-i cirfâna mekân

R.(Mm)Tc.2-6-2

Sözleri sâhib-kemâlin lehv ü lefv oldu hemân Tuttu câhil câlemi cehlile pîr oldu cihân

R.(Mm)Tc.2-6-3

Künc-i cuzlet tuttu ehl-i Hak olup halktan nihân cArif isen ihtilâtı sen de batc et bî-gümân

Ehl-i cirfân ile külhanda geçinmek yegdir Cühelâ ile safâ eylemeden gülşende

R.G.1017-3

Ariflerin, başkalarının kusurlarını, ayıplarını örttüklerini gören cahillerin, bu duruma bozulup insânların hatalarını yüzlerine vurma eğiliminde olmaları, cahilliğin farklı bir yüzü diye sunulur:

Görürse ayb u halel setr ü sed eder ârif Hased durur nola ger ta'n eder ise cühhâl

Ş.K.3-58

Ahmed Dâ’î, bilgisiz insânların ibadetlerini bile, ihlas ve samimiyetten uzaklığını imâ ederek eleştirir:

Tâcat kim ol riyâdır olur macsiyet ne şek İhlâs olur çü ehl-i yakînin cibâdeti

AD.G.21-6

Bazı hususlarda bilgisiz olanların, o konularda yanlış kanaatlerine dayanarak yanlış hüküm vermeleri toplumun yanılgıya sevk edilmesi demek olduğundan, eleştirilmişlerdir:

İçinde ne zûr var ne telbis Şi’re ne için yalan diye halk Yalan ise de tefâvütü var Hiç ola mı bir zinâ ile calk Nc.Kt.50

Necâtî, sanat gibi ince zevklerden yoksun, yontulmamış cahillerle tartışmaya girilmesini istemez:

Hiç açma Necâtî babı şi'iri Şol kimseneye kim ola nâdân Kim beyti eder avâm tab'ı İI konduğu hâne gibi virân Nc.Kt.62

Bilgisiz ve cahil oldukları bilinenlerle görüşüp söyleşen irfan sahiplerinin bu davranışları da topluma faydası dokunacak davranışlar olarak algılanmadığından, hoş karşılanmamıştır:

Ey gönül cârif isen söyleme nâdânlar ile İhtilât eyleme bir lahza ahıryânlar ile

Hy.G.405-1

Gel beri ehl-i yakîn ol cışkı hak bil Hayretî cÂrif isen olma şol bâtıl gümânîler gibi

Hy.G.446-5

İnsanların cahil olmalarına ve bu cahil insânların, toplumdaki akıllı insânlara zarar veriyor olmalarına dikkat edilmesi istenir Bâkî tarafından.

Devr-i zamâne cünbişi nâ-dânlık üzredir Nâ-dân komaz ki merdüm-i dânâ huzûr ede

B.G.420-5

Nâ-dânların utanacağını, halden anlayacağını umarak halini onlara arz edenlerin bu safiyane düşünceleri yerilir:

Eyleyip nâ-dâna arz-i fazl-ü izhâr-i hüner

Şerm-sâr etmek atâ ummak nedir zulm-i sarîh

F.Kt.6

Bilgisizlerin hüner ve marifete müşteri olmamaları bilinen ve beklenen bir durum olsa da çoğu zaman hatırlatma babından yinelenir:

Zâhiren satmak hüner almak atâ bir beycdir

Tıfldır nâ-dân buyurmaz şer anın beycin sahîh

F.Kt.6

Bilgiye, görgüye, olgunlaşmaya ne isteği ne eğilimi ne de yeteneği olan cahil kimselerin, kemâl ehlinin değerini bilmemesi, yeni öğrenilmiş bir bilgi değil. Bu geçmişte de böyleymiş, şimdilerde de…

Ehl-i kemâle câhil eger kadr kılmasa Maczûr tut melâmetin etmek revâ degil Câhil tabicatinde mezâk-i kemâl yok Her nefse iktidâ-yi tabicat hatâ degil Ülfet hemîşe ferci olur âşnâlığın

Câhil fazîlet ehli ile âşnâ degil

Ne kadar var ise ehl-i dile var dilde mahal Yer yok ammâ yine bu vüscat ile nâ-dâna

ŞY.G.331-3

Nedîm, toplumun bilgi bakımından cahilleşip kuraklaşmasına ve ilim için yapılan masrafların boşa giden bir harcama gibi algılanmasına şu beytiyle dikkat çeker:

Âdem bu kaht-ı sâl-i ma'ârifde reşk eder Tahsîl-i nan-bahâ edene kisb ü kâr ile

Nd.G.138-2

Fehîm-i Kadîm, şu beytiyle gerçek anlamda cahil olanların, cahilliklerinin farkında olmadıklarını söyler:

cAkl-ı evvel cehline bin özr ile carif olur Bezm-i hâssü'l-hâsda ol dem ki cirfân gösterir

FK.K.10-29

Usûlî’nin cahillerle sohbet edilmesine dahi tahammülü yoktur: Ehl-i akla aşk babından su'âl etme gönül

Eyleme dânâyisen âlemde nâdân ile bahs

U.G.10-4

Seviye ve derinlik olarak farklılıkları olan insânların, aynı ortamlarda muhabbet edebileceklerini düşünmek bir yanılgıdır. Zira böyle bir sohbetin zarardan başka bir şeyi dokunmaz âlime.

Gâlip kalemin eyle siper tîg-ı zebâna Hâmûş-ı sühan-gûy ile nâdân edemez bahs

ŞG.G.28-7

Halkın doğruları anlayabilecek kabiliyetten yoksun oluşu, onların önyargıları, takıntıları bünyelerinde barındıran cahil yapılarıyla açıklanabilir ancak:

Yâ berdâr olmalı yâ hîştendâr Ve illâ halka hak söz söylenilmez

ŞG.G.112-2

4. 5. 2. Fırsatları Değerlendirmeme ve Zaman İsrafı

İlk bakışta ferdin kendisini ilgilendiren bir konu gibi görünen, fırsatları iyi kullanamama ve zamanı cömertçe harcama, arkasında toplumu da ilgilendiren bir yönü ihtiva eder içinde. Zira toplumun bir üyesi olan ferdin, elindeki imkânları iyi

değerlendirmesi ve zamanını iyi kullanabilmesi nasıl ki kendisine olduğu kadar toplumuna da fayda sağlar, aksi durumda da toplum menfî etkilenir doğal olarak. Çünkü ferdin yetişmesinde toplumun vermiş olduğu emek inkâr edilemez.

İnsanların, ellerindeki imkânlara nankörlük etmeleri, zamanlarını değerli kılmamaları, topluma zarar verdiğinden eleştiri konusu olmuştur:

Yâd et zamân-ı hattını ey şûh-ı kem-nigeh Mestânenin hacâleti huşyârlıkdadır

Nb.G.135-5

Sohbet-i halk-ı belâdır yazık ol evkâta Ki belâyile olup sârf-ı cefâyile geçe

R.G.957-3 Sefer uzak kısacık ömr ü azık az iş çok

Zamâne fırsatı fevt etmeden kıl isti'cal

Ş. K.3-60 Dünyâ geçer cömür dükenir mal hem gider Sen bâri cişi bir nice gün yek dü-bâr kıl

AD.K.6-23 Vaktını hoş dut ölmeden fevt etme kadrin bilmedin Dün geçdi yarın gelmeden şükr et bugünki demlere AD.G.5-6 Dâciyâ dün geçdi yarın gelmeyiptir hak bilir Gün bugündür dime kim vel-bâkiyâtu's-sâlihât124 AD.K.12-36 Dâciyâ cömrü ganîmet bil sakın fevt etmegil Bir denî dünyâ için bu derd-i ser gavgâ neden AD.G.137-8 Geçdi bu cömr kadrin anın bilmedik dirîğ

cÖmr-i cazîz hayf ola kim râyigân geçer

AD.G.191-3

Fasl-ı bahârı hoş dutalım vaktı gey şerîf Peyk-i sabâ gelir dahı bâd-ı hazân geçer

AD.G.191.3-4

Riyakârlık yaparak zamanlarını boş işlerle heba edenler, ellerine geçen fırsatların kıymetini bilmeyerek cömertçe harcayanlar, ömrü sonsuz sanan gafillerdir:

cİlm ü camelde hasıl olan sacydır cabes Zühd ü riyâda fayide yok çün kuru tacab

AD.G.234-4 Fırsatı fevt eyleme kim degme gez girmez ele Vasl-ı yâr-ı bî-nazir ü nakd-i ömr-i bî-bedel

Nc.G.342-2

Zamanını güzel ve yerinde kullanamayan, vaktinin kıymetini bilmeyenlere ve birtakım makamlar elde etmek için didişenlere Bâkî’nin nasihati vardır:

Vaktine mâlik olan dervîştir sultân-ı vakt cİzz u câh-ı saltanat degmez cihân gavgâsına

B.G.408-5

Nâ’ilî, hayatın hiç durmadan akan bir nehir olduğunun farkında olmadan zamanın ve fırsatların kıymetini bilmeyenlerden, zamanını çok cömertçe harcayanlardan şikâyetçidir.

Neylersen eyle gâfil iken baht-ı kînedâr Fevt eyleme zamânını eyyâm-ı fırsatın

Nl.K.29-9 Zamân-ı fırsatı fevt etme fırsat nehr-i sâ’ildir Mahall-i feyz-i cûşiş gâh gehdir her zamân sanma

Nl.G.319-6

Zamanında ve yerinde yapılması gerekenleri, o an değil de sonraya erteleyerek fırsatları değerlendiremeyenler, Şeyhülislam Yahya tarafından şöyle uyarılırlar:

Vakt-i güldür geliniz fırsatı fevt etmeyelim Sanmanız kim bize bâkî kala eyyâm-ı bahâr

ŞY.G.52-5

Zamân-ı cişreti fevt etmek olmaz fırsat eldeyken Hemîşe meclis âmâde hemîşe elde câm olmaz

4. 5. 3. Toplumsal Ayrışma ve Karışıklık

Toplumsal ayrışmaya neden olan en büyük faktör, insân olma ortak paydasını görmeme eğiliminde olmak yatar. İnsanların gruplara, cemaatlere ayrılıp hizipleşmeleri ve birinin diğerinin yaşama hakkını, hayata dair güzelliklerini ortadan kaldırmak üzere harekete geçmesi ve karşı grubun kendince tedbirler alıp karşı güç oluşturması çatışmalara, karışıklıklara, kargaşaya sebep olmuştur.

Toplumsal bir sorun olan ayrışma ve karışıklık, şairlerin beyitleri arasına serpiştirilerek yerini almıştır. Lâkin bunları görememek veya görüp de mevzubahis etmemek, toplumdan kopuk yaşamak demektir.

Fuzûlî, tefrikanın girdiği toplumda, insânların bir arada yaşama bilincini yitirmelerine ve birbirlerinden ayrı düşmelerine üzüldüğünü şu beyitle gösterir:

Ne seyr kılmaya pergâr tek tenimde tüvân Ne nokta tek bir arada oturmağa yer var

F.K.6-12

Toplumdaki insânların birlikteliklerine nihayet dediklerinde, kendileri açısından nasıl da faydasız bir iş gördüklerinin farkında olmayışlarına, kendi kendilerine zarar vermeye başladıklarına dikkat çekilir:

Kim ki yek-dil olmayıp verir ikilikten nişân Ser-zenişler kendi destinden görür hâven gibi

H.G.645-8

Toplumda karışıklık çıkarıp fitne tohumu ekerek halkı birbirine düşürüp kırdıranlara seslenilir:

İstemezsen âteş-i fitneyle sûz-ı âlemi Çakma halkı birbirine seng ile âhen gibi

H.G.645-10

İnsanlar arasına tefrika koyup kötülük tohumu ekenler, lânetlenir: O nahl-i bârvere Kerbelâ zemîninde

Su vermeyenler olsun mübtelâ-yı lerziş-i bîd Nl.K.7-38 Bu fitne âteşin ikâd eden la’înin ola

Edip azâbını Kahhâr lahza lahza medîd

4. 5. 4. Devlet Ricâlinin Duyarsızlığı

Toplumda iyilik ve güzellik namına hiçbir şeyin kalmadığını, başta idâreciler olmak üzere toplumun her kesiminin bozulduğunu anlatan ve bu bozuklukları teşhir eden eleştiriler XVI. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar. İmparatorluğun gelişme ve güçlenmesinin durması, daha sonra da gelişen Avrupa karşısında gerilemesi, yönetim hakkındaki eleştirilerin giderek çoğalmasına sebep olur. Bu eleştirilerde genellikle pâdişâh eleştirilerin dışında tutularak, düzenin bozulmasından sorumlu olanlar açık veya üstü kapalı olarak pâdişâha şikâyet edilmiştir.

Nâbî meşhur bir gazelinde dünyada iyilik ve güzellik adına hiçbir şeyin kalmadığını söyler:

Gülsitân-ı dehre geldik reng yok bû kalmamış Sâye-endâz-ı kerem bir nahl-i dil-cû kalmamış

Nb.G.353-1

Eylemiş der-beste dükkânın tabîb-i rûzgâr Hokka-i pîrûze-i gerdûnda dârû kalmamış

Nb.G.353-2

Teşnegânın çâk çâk olmuş leb-i hvâhişgeri Çeşmesâr-ı merhametde bir içim su kalmamış

Nb.G.353-3

Kadrin anlar yok bilir yok merdüm-i sencîdenin Çâr-sûy-ı kâbiliyyetde terâzû kalmamış

Nb.G.353-4

Ceyş-i gamdan kanda itsin ilticâ ehl-i niyâz Kalca-i himmetde Nâbî burc u bârû kalmamış

Nb.G.353.1-5

Nâbî kötü gidişin ve düzensizliğin sebebi olarak liyâkatsiz kişilerin yönetime geçmesini görür. Baltacı Mehmed Paşa ikinci defa sadrâzam olduğunda, ona sunduğu bir tarihinde Baltacı’dan evvel sadrâzam olanların hizmete muvaffak olamadıklarını, çünkü onlarda liyâkat kokusunun dahi bulunmadığını söyler:

Bir iki kimseyi lîk etmiş idi bir nice sâl Nâ’il-i mertebe-i rif’at-ı sadr-ı ‘ulyâ

Lîk olmadı muvaffak biri bir hıdmete kim Pâdişâha fukarâdan ede tahsîl-i du’â

Nb.Tr.127-42

Birisi saltanata eylemedi gam-hvârî Eyledi her birisi kendi murâdın icrâ

Nb.Tr.127-43

Kimden ümmîd-i nizâm etti ise saltanata Oldular gaflet ile bâdiye-peymâ-yı hatâ

Nb.Tr.127-44

Kimi nasb etti ise sadr-ı mu’allâ-kadre Bulmadı bûy-ı liyâkat birisinden kat’â

Nb.Tr.127.41-45

Eleştiriler Nâbî’nin yapmış olduğu eleştirilerle mukayyet kalmamış, çeşitli vesilelerle diğer Dîvân şairleri de devlet ve ricâlini eleştirmekten, tespit etmiş oldukları bozulma ve aksaklıkları eleştirmekten geri durmamışlardır.

Maddi olanaksızlığı olanların devletçe görülmemesi, bunların sıkıntılarına çare bulunmaması belirtilir:

Lik insân olana vech-i ma' işet lâzım Hırka vü lokmaya muhtâcdır erbâb-ı Hudâ R.K.17-14

Haksızlıklara müdahale etmeyen devlet ricâlinin bu aldırmaz, umursamaz, vatandaşını sorunlarıyla baş başa bırakır tavrı eleştirilir:

Tahammül eyle zulmından cadûnun çekme gam ey dil Ki kalmaz böyle elbette gelir bir hâkim-i câdil

R.G.741-1

Sorunu olanların sorunlarını, ilgili mercilere iletmekte güçlük çekmeleri, devletin kusurlu diğer bir yanıdır:

Artırdı gerçi Şeyhî feryâdını ceresden İşitmedi kapında âvâze-i derâyı

Ş. G.198-7

Devletin lütûf ve iyiliklerinin her yere ulaşmaması, bazı yerlerin hizmet görememesi ayrı bir şikâyet konusudur:

Gül-zâr-ı dehri terbiyet etseydi himmetin Bâd-ı hazândan ermez idi şemme-i elem

AP.(Mm)Tc.1-2-6

Küstürülmüş gönüllerden yardım elini esirgeyen devlet ricâlinin uzayan duyarsızlığı küskünlüklere neden olur:

Koyup bülend eşiğini gerdûna dönmezem Himmet kapısın aç ve gönül yıkığını yap

Nc.K.3-34

Hayat şartlarının çok zor olduğunun görülmemesi, gerekli tedbirlerin alınarak mağduriyetlerin önüne geçilmemesi, insânların karamsar olmasına neden olmaktadır:

Gâfil olma kim bir akçe arslan ağzındadır Uş misâlin şir-i gerdûn ile kurs-ı âfitâb

Nc.K.4-20

Necâtî tarafından bazı ürünlerde kıtlığın yaşanmasına, yoksullaşılmasına ve dolayısıyla hayatın tümünün bundan olumsuz etkilenmesine, çare bulması gerekenlerin ilgisizliklerine yöneltilen şu eleştiride çözüm için yardım umudu yanında, eleştiri de vardır:

Kalmadı faka takıcak buğday İlde olalıdan girân arpa

Nc.K.24-4

At arıkladı üt dir isen uçar Dağları eyledi saman arpa

Nc.K.24.4-5 Şimdi at arpa diye can verir Evvel ata verirdi can arpa

Nc.K.24-7

Kalmadı at ü don u hem harçlık Eyledi halka çok ziyân arpa Nc.K.24-8

Yükleri yolda kodu atsızlık Beğleri eyledi yayan arpa

Kalmadı hiç bir at k'arıklamadı Edeli kendizin nihân arpa

Nc.K.24-10

Dânesin akçeye alan ögünür K'eline girdi râyegân arpa

Nc.K.24.7-11

Toplumdaki alçak insânların, diğer insânları rahatsız etmelerine seyirci kalan devlet ricalinin bu rahatlığı Fuzûlî’ye dokunur.

Tâ zarâr yetmeye ednalar aclalardan

Eylemiş âleme ferman-i hilafet icrâ

F.K.20-3

Toplumdaki otorite zaafının doğuracağı karışıklılıkların farkında olunmaması, Fuzûlî tarafından eleştirilir.

Hükm eğer olmasa dünyaya salar zulm fesad Hükm eğer olmasa bulmaz nesak-i mülk bekâ

F.K.20-6

4. 5. 5. Gaflet ve Şaşkınlık

Göreceli bir kavram olan gaflet hali, gafletten neyin anlaşıldığıyla ilgilidir. Bir toplumda gaflet denen şey, başka bir toplumda üzerinde durulmaması gereken, olağan bir olay gibi algılanabilir.

Dinin insân hayatında belirleyici olduğu toplumlarda gafletten anlaşılan daha çok dinî bir kutsiyeti olan olayların algısında ortaya çıkar. Kişinin ilâhî olandan uzaklaşması, nisyan hali daha çok gafil bulunma şeklinde açıklanmış ve gaflet kelimesiyle genel ifadesini bulmuştur.

Peşinden koşulan hedefler uğruna harcandıklarının bilincinde olmayanların durumu bir gaflet halidir.

Bu fenâ saydgehinde cacabâ var mı ola Sayd için kendisi sayd oldığın anlar sayyâd

Nb.K.2-17

Hayatın gerçek yüzüyle yüzleşmeden, kendilerini hayatın arzu rüzgârına kaptıranlar da gafildirler: