• Sonuç bulunamadı

Eleştirilere maruz kalan kişilerin, yapılan eleştirilere bir tepki vermeleri doğaldır. Tepkilerin boyutu, yapılan eleştirilerin şiddetiyle orantılıdır. Bezen görmezden, duyulmazdan gelinmiş bezen de en yüksek perdeden karşılığını bulmuştur eleştiriler. Tepkiler farklı farklı aksetse de, genellikle şu biçimlerde olmuştur: Eleştiren kişiyi muhatap almamak, söylediklerine aldırmamak ve buğz etmek şeklinde gösterilebileceği gibi; eleştiriye eleştiriyle karşılık vermek, azletmek, sürgüne göndermek, öldürtmek şeklinde de gösterilebilir.

2. 1. 5. 1. Eleştiren Kişiyi Dikkate Almamak

Eleştiren kişiye verilecek en güzel ceza belki de onun eleştirisine rağbet etmemek ve onu adam yerine koymamaktır. Ortada görünen bir tepki olmadığı için, bu çeşit tepkiyi örneklendirmek mümkün değildir; ancak eleştirilmiş olan bazı şâirlerin karşılık olarak söylenmiş eleştirilerinin bulunmaması, eleştiriyi ve eleştiren kişiyi önemsemediklerinin delili sayılabilir.

2. 1. 5. 2. Eleştiriye Karşılık Vermek

Yapılan bir eleştiriye uç bir tepki verip fevri davranmaktansa, aynıyla karşılık vermek, en doğru olanıdır. Bu şekildeki tepkiler, genellikle şâirlerin gösterdikleri bir tepki şeklidir. Daha çok karşılıklı şakalaşma ve birbirlerine üstünlük sağlama yarışı şeklinde başlayan eleştiriler zaman zaman çok ağır hakaretlere ve küfürleşmeye kadar varmıştır.

Nef’î, şairlerin kendisini haksız yere eleştirdiğini söylüyorsa da onun eleştirilerinden bîzâr olan şâirlerin, ona karşı güçlerini birleştirdikleri ve onun saldırılarına bu şekilde karşı durmaya çalıştıkları bir gerçektir. Nef’î’nin eleştirilerine karşılık yapılan eleştirilerin etkisiz kaldığı anlaşılmaktadır. Şâirler bir karşı cephe oluşturmalarına rağmen âciz kalmışlardır.

2. 1. 5. 3. Eleştiri Yapan Kişinin Görevine Son Vermek veya Verdirmek

Makam sahibi kişileri hicveden bir şâirin karşılaşabileceği en hafif cezâlardan biri görevinden azledilmesidir. Doğrudan doğruya eleştirdi diye azledilmese dahi başka bir bahane ile görevinden azledilmiş şâir çoktur. Eleştirilen kişi görevden azledecek yetkili bir mevkide değilse o mevkide bulunan kişiye şikâyette bulunarak şâirin azledilmesini veya başka bir şekilde cezalandırılmasını sağlayabilir.

‘Âşık Çelebi Galata’da kâtiplik ve kadı vekilliği yapmış olan Mahremî’nin azledilmesini şöyle anlatır:

“Sahn müderrislerinden Pîrî Paşa-zâde Mehemmed Çelebi vü Aşçı-zâde Hasan Çelebi kâfirün Kızıl Yumurta Bayramı günü tebdîl-i suret edip Galata’ya bir sûretle kilisaya girdiklerinde Mahremî de düşüp:

Galataya sanem seyrine gelmiş Stanbuldan bir iki dîn ulûsu

kıt’asın dedikte Paşa-zâde kadıya haber gönderip ‘azl ettirdi”97.

2. 1. 5. 4. Eleştireni Sürmek

Eleştirileri yüzünden sürgüne gönderilen şairlerin başında Haşmet’i zikretmek gerekir. Haşmet, eleştirileri sebebiyle sürgüne gönderilen ve onbeş yıla yakın bir zaman Bursa, İzmir ve Rodos’ta ikâmete mecbur edilen bir şâirdir. Sürgünde iken vefât etmiştir. Onun sürgüne gönderilişi hakkında bilgi veren kaynaklar hemen hemen aynı şeyi söylerler.

“Tab’ı hezl ü mütâyebeye meyyal olduğundan bir aralık zebân-dırazlık töhmetiyle...”98

Haşmet’in sürgüne gönderilişi ile ilgili geniş bilgi veren Şemdânîzâde Süleyman Efendi, onun eleştirileri sebebiyle Dürri-zâde’nin düşmanlığını kazandığını ve Dürri- zâde’nin pâdişâha durumu anlatması üzerine sürgüne gönderildiğini söyler:

“Şeyhü’l-islamlıktan ma’zul Dürrî-zâde Mustafa Efendi, Karabekir –zâde Ahmet Efendi azl olunduktan sonra ikinci defa şeyhü’l-islamlığa getirilmiştir. Dürri-zâde ma’zul bulunduğu sırada bazı şâirlerin kendilerine iyi davranmayan, câize vermeyen devlet büyüklerini kasîdelerle zemmettiklerini ve bu yolla onları teşhir ettiklerini tespit etmiş ve bundan da büyük rahatsızlık duymuştur. Belki Dürrî-zâde de bu teşhir edilen

97 F. KILIÇ Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (Âşık Çelebi Tezkiresi), s. 407 98 Bursalı Mehmed TÂHİR, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1333, s. 141

kişiler arasındadır. Tekrar eline fırsat geçip Şeyhü’l-islam olunca gücünü kullanarak bu tip şairlerden Nevres Abdürrezzak Efendi’yi Bursa’ya sürmüştür. Dürrî-zâde, bazı hareketlerinden ve hicivlerinden dolayı müderrisinden Abbas Efendi-zâde Haşmet Efendi’ye de diş biliyor, fakat Haşmet’in Koca Râgıb Paşa’nın enisi ve musâhibi olması sebebiyle ona pek diş geçiremiyordu. Haşmet ise mahlasının da tesiriyle bazı devlet büyüklerine hicviyeler söylüyor, mesela “onların kürklerinin yakası avratların yakasından vâsi” şeklinde sözler sarf ediyordu. Hatta Dürrî-zâde’ye göre kabahati gizlemek gerekirken Haşmet bunu yapmıyor; yaptıkları ahlâksızlıkları, eğlencelerini övünerek anlatıyor, kendi ayıplarını zarâfet sayıyor, kendisine hürmette kusur edenleri şâirane zemmde mübâlağa ediyordu. Dürrî-zâde, Haşmet hakkındaki bütün söylentileri bire bin katarak pâdişâha anlatmış, bu arada dostluklarından dolayı Râgıb Paşa’nın Haşmet’e şefaatçi olabileceğini de pâdişâhın kulağına sokmuştur. Pâdişâh bütün bu dinlediklerinden sonra Haşmet’i Bursa’ya sürgüne göndermiştir. Râgıb Paşa ise bunun üzerine pâdişâha, Haşmet’in kendi meclisinden olduğunu, affedilmesini niyaz etmiş. Pâdişâh ise Paşa’ya “Kişi yakınlarından sorulur, onlardan sorumludur, devletimi idare edenlerin böyle müfsid musâhibi olması ayıptır.” diyerek Paşa’yı azarlamıştır. Râgıb Paşa bundan böyle bu konuda pâdişâha Haşmet’in affı için aracılık etmemiş ve Haşmet, ölene kadar hayatını sürgünlerde geçirmiştir.”99

Haşmet eleştirileri sebebiyle sürgüne gönderilmeyi hak etmiş midir, konusunda hüküm vermek bize düşmez. Ancak tespit edebildiğimiz eleştirilerine bakarak onun çok ağır küfürleri rahat bir şekilde sarf ettiğini, lafını esirgemediğini, ve “zeban-dıraz” vasfını hak ettiğini söyleyebiliriz.

Haşmet tarafından hicvedilmiş olan Tatar Rahmî, Haşmet hakkında söylediği ondört bendlik bir terkib-i bendde, onun sürgüne gönderilişinin herkesi memnun ettiğini belirtir

Keçeci-zâde İzzet Molla da söylediği bir beyit ve sadrazam aleyhindeki bazı sözleri sebebiyle sürgüne gönderilmiştir. Molla’nın hâmisi olan Hâlet Efendi öldürülünce ondan gördüğü iyilikleri unutmayan İzzet Molla, Hâlet Efendi’nin düşmanlarını eleştirmiş ve

Hâlet’in canın Hâk aldı mâlını mîri Kaldı ehl-i hasede hâyeleriyle kîri100

99 M. AKTEPE, Şem’dânî-zâde Süleyman Efendi Tarihi, İstanbul, 1978, C.II, s. 47-48 100 İ. BÜLBÜL, Keçeci-zâde İzzet Molla, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1988, s. 11

beytini söylemiş. Bu eleştirisine sadrazam aleyhinde söylenmiş sözleri de eklenip dedikodular pâdişâh kulağına varınca Keşan’a sürgüne gönderilmiştir. İzzet Molla, ismi Mihnet-keşan veya Mihnet-i Keşan şeklinde okunmaya müsâit eserini bir yıla yakın bir süre kaldığı Keşan’da yazmıştır. Eser, bu sürgünün hikâyesidir.

2. 1. 5. 5. Eleştirenin Hayatına Son Vermek

Eleştiri yapan bir şâirin ölüm dahil her türlü cezâyı göze alması gerekir. Eleştirilen kişinin makam ve mevkisi yükseldikçe eleştiriye gösterilen tepki sertleşmiştir. Pâdişâh ve sadrazamı eleştiren bir şâirin ölüm cezasına çarptırılması muhakkak gibidir. Şeyhülislamlık, kazaskerlik gibi yüksek makamlarda bulunan kişiler eleştirildiğinde ise bu kişilerin pâdişâha ve sadrazama yakınlıkları ve etkileri, eleştirisi için şâire ağır bir ceza verilmesine sebep olabileceği gibi, şâirin güçlü dostlarının ve hâmisinin bulunması da şâire verilecek cezanın yumuşamasını sağlayabilir.

Eleştiri sebebiyle ölüm cezasına çarptırılan şâirlerden biri Hayatî’dir. Sehi Bey’in verdiği bilgiye göre tabiatı eleştirmeye yatkın olan bu şâir, Fatih’in sadrazamı Mahmud Paşa’yla görüşürmüş. Mahmud Paşa’nın bu şâirden, bazı kimseler hakkında latife kasdıyla beyitler söylemesini istediği de olurmuş. Tevârîh-i Âl-i Osman yazarı Yazıcı Dursun hakkında söylediği

Kuşunun kılıdur Yazıcı Tursun Gerek tursun gerek ise otursun

beytinden doğan düşmanlık onun katledilmesine sebep olmuş101.

XVI. yüzyıl tezkirelerinin “Genç yaşta öldürülmeseydi büyük şâir olurdu” diye övdükleri Figânî, İbrâhim Paşa hakkında söylenmiş Farsça bir beyit yüzünden idam edilmiştir. Söz konusu beyit, İbrâhim Paşa’nın Macaristan’ın Osmanlı topraklarına katıldığı sefer sırasında ele geçen bazı tunç heykelleri İstanbul’a getirtip At Meydanı’na diktirmesi üzerine söylenmiştir. Hasan Çelebî olayı biraz farklı anlatır:

“İttifak ol esnâda erbâb-ı sanayi’ ü hırfetden biri tılsım deyü tuncdan manend-i ‘avuc bir şekil düzüp getirdikte vezîr-i mezbûr, şekl-i mesfûr-ı fi’l-hakîka tılsım zann idüp Atmeydanı’nda kapusı karşusında diktirmişdi. Vezîr-i mezbûrun a’dâsı İbrâhim Paşa dahi müsülmân olmayıp büt-perestlikten ferâgat etmemiş deyü mesâvî vü gıybet

101 SEHÎ, Tezkire-i Sehî, s. 70

ettiklerinde nâ-gehânî a’dâ-yi Figânî, fırsat zamanıdır deyü vezîr-i mezbûra “seni bu beytle hicv etti” deyip gamz ederler.”102

Latifî ise Figânî’nin şâirlik kabiliyetiyle gurura kapıldığını ve ileri gelenler hakkında söz söylemeye başladığını belirtip İbrahim Paşa hakkında söylenen “Bu dünyâya iki İbrâhim geldi; biri put kırdı, diğeri put dikti” manasındaki Farsça beytin (bkz. Hevâiyyât; s. 47) dilden dile dolaşmaya başlamasıyla “insânın belası dili yüzündendir” sözü gereği hicvi yüzünden asıldığını söyler103.

XVII. yüzyılın meşhur heccavı Nef’î de bir hicvi sebebiyle öldürülmüştür. Hiciv söylediği için Gürcü Mehmet Paşa tarafından üç defâ görevinden azledilen Nef’î hiciv söylemekten hiçbir zaman vazgeçmemiş; hatta kendisini azlettiği için Mehmet Paşa’dan intikamını yine hiciv yoluyla almıştır.

IV. Murad, Beşiktaş’ta I. Ahmed köşkünde Nef’î’nin Sihâm-ı Kazâ’sını okurken yanı başına yıldırım düşünce mecmuayı yırtıp atmış ve Nef’î’yi görevinden uzaklaştırmış, ayrıca bir daha hicivle uğraşmayacağına dair ondan söz almıştır. Bir müddet sonra affedilen Nef’î Edirne Murâdiye mütevelliliğine ta’yin olunmuştur104. Edirne’den gönderdiği bir kasîdedeki

Bu günden ‘ahtım olsun kimseyi hicv etmeyim illâ Vereydin ger icâzet hicv ederdim baht-ı nâ-sâzı

Nf.K.22-24

Beni dûr etti zîrâ dergeh-i devlet-penâhından Nice hicv etmeyim bir böyle gaddâr ü çeb-endâzı

Nf.K.22.24-25

beyitlerinde, artık hiç kimseyi eleştirmeyeceğini, ancak izin verilmiş olsa kendisini pâdişâh kapısından uzaklaştırdığı için gaddar ve sahtekâr olan uygunsuz tâlihini eleştireceğini söyleyen Nef’î’nin, söz vermesine rağmen bu sözünde durmayıp daha sonra da hicv söylemeye devam ettiğini görüyoruz.

Nef’î’nin ölümü hakkındaki rivayetler çeşitlidir. Yaygın olanı, Bayram Paşa’yı hicveden Nef’î’nin bu hicvini pâdişâhın isteği üzerine huzurda okuduğu ve hicivden

102 İbrahim Kutluk, Tezkiretü’ş-şuarâ (Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiresi), s. 763 103 LATÎFÎ, Tezkire-i Latîfî, İkdam Matbaası, 1314, 267

104 F. T. OCAK, “Nef’î ve Edebiyatımızdaki Yeri”, Ölümünün Üçyüzellinci Yılında Nef’î, Atatürk

haberdar olan Bayram Paşa’nın ısrarı neticesinde pâdişâhtan alınan izinle boğdurulup denize atıldığıdır.

Pâdişâhın özel meclisinde şâiri zorlayarak Bayram Paşa’yı hicvettirdiği, bunu haber alan Bayram Paşa’nın halk arasında itibarının kalmadığını belirterek pâdişâhtan Nef’î’nin katline izin istediği şeklindeki rivayeti Nâimâ “hicv-i vüzerâya rızâ vermek mülûka şâyeste ma’nâ değildir” diye reddeder.

Ali Cânip’in bildirdiğine göre yukarıdaki rivâyeti yazan şârih-i Mennar-zâde,

“Müverrih Nâ’imâ resmî bir vak’a-nüvis olduğu için “Hicv - i vüzerâya rızâ vermek mülûka şâyeste ma’nâ degildir.” mütâlâsını yürüterek bunu ilzam etmektedir. Halbuki müstebid bir hükümdar için -bâhusûs IV. Murad gibi binlerce adam katlettiren bir hûn-rîz nazarında- bir Nef’î’yi hevesine kurban edivermek çekinilecek bir mes’ele değildir”

şeklinde bir yorumla rivâyetin gerçek olabileceğini savunmaktadır105. Nef’î’ye aidiyeti şüpheli bir kıt’a şöyledir:

Yençer ağası ahz u ‘atâsı Bir hoş du’âsı anlar da bunda Kızlar ağası yüzler karası Cenk belâsı anlar da bunda Nâkî Efendi fetvâ menendi Göt derdmendi anlar da bunda Sâhib- hilâfet oldu dü âfet Kuzgun kıyâfet anlar da bunda Nef’î vü kâdir şi’riyle nâdir Ol puşt kâfir anlar da bunda

Bu kıt’anın ifâde bozuklukları sebebiyle Nef’î’ye ait olması ihtimâlinin zayıf olduğunu belirten Prof. Dr. F. Tulga Ocak, daha önce Prof. Fuad Köprülü’nün106 ve

105 A. C. YÖNTEM, Nef’î’nin Gazelleri, (Haz. A. Sevgi ve M. Özcan), Prof. Ali Cânip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri, İstanbul, 1996, s. 83

Prof. Dr. A. Karahan’ın107 bahsettiği Nef’î’ye ait olduğu söylenen IV. Murad aleyhinde yazılmış başka kıt’ayı bir kaynaktan ele geçirdiğini, bu kıt’anın ifâde ve üslûp bakımından Nef’î’nin hicivlerine çok benzediğini söylemektedir108. Yer aldığı mecmua veya mecmûalar hakkında bilgi verilmediği için göremediğimiz bu kıt’âyı inceleyen her üç araştırmacı da Nef’î’nin Bayram Paşa’yı hicvettiği için öldürüldüğü rivâyetinin zayıf olduğu, Nef’î’ye ait olan veya düşmanları tarafından ona isnad edilen söz konusu kıt’a yüzünden öldürülmüş olmasının daha kuvvetli bir ihtimal olduğu kanaatindedirler. Zaten Nef’î’nin Bayram Paşa hakkındaki hicvine de rastlanmamıştır.

Nef’î’nin öldürülmesi görevini üstlenen Bayram Paşa, Çavuşbaşı Boynu Eğri Mehmet Ağa vasıtasıyla onu sarayın odunluğunda boğdurtup cesedini denize artırmıştır.

“Katline oldu sebep hicvi hele Nef’î’nin”

tarihi onun hicvi sebebiyle 1044/1635 yılında öldürüldüğünü gösterir109.

Osman-zâde Tâib de eleştirileri yüzünden zehirletilmek suretiyle öldürülmüştür. Önceleri “Hamdî” mahlasını kullanan Tâib çevresindeki birçok kişiyi hicvettiği için, zaman zaman azledilmiş veya müderrislikte terfi etmesi engellenmiş hatta tenzil edilmiştir. Eleştirilerinden çok çektiği için hiciv söylemekten vazgeçip “Tâib” mahlasını almıştır.

Râmiz Adâb-ı Zürefâ’sında, Tâib’in vefatı hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Menkûldür ki Kâhire-i Mısra teşriflerinde vâlî-i Mısrı istifsar ve Kayseriyyeli olduğunu ihbâr ettiklerinde limürettibihi:

Ayâ emîr midir ‘acebâ Ermeni midir

me’âlinde buyurdukları kelâmları vesîle-i bürûdet ve ol vezir-i bî-mürüvvet öyle bir şâ’ir-i mâhir-i huceste hasletin i’dâmına teşmîr-i sâk-ı hıyânet-himmet edip mesmûmen rıhlet etmişlerdir.”110

Râmiz’in bu ifâdesinden, Osman-zâde Tâib’in, vâli hakkında bir hiciv söylediği ve aralarına bu sebeple bir soğukluk girdiği için vâli tarafından zehirletildiği anlaşılıyor. Tâib’in vâli hakkında söylediği nakledilen söz, “emir midir acabâ Ermeni midir.” me’âlindeki sözdür.

107 A. KARAHAN, “Nef’î”, İslam Ansiklopedisi, 4. Baskı, 1993, IX, s. 177

108 F. T. OCAK, “Nef’î ve Edebiyatımızdaki Yeri”, Ölümünün Üçyüzellinci Yılında Nef’î s. 13 109 F. T. OCAK, a.e., s. 14