• Sonuç bulunamadı

1 3 ELEŞTİRİYE GENEL BİR BAKIŞ 1 3 1 TANZ (ELEŞTİREL ŞİİR)

Kelime anlamı alay etme, eğlenme olan tanz (tenz) hiciv ve hezel gibi muhteva olarak şiirin türleri içinde genellikle eleştirel şiir (şi’r-i intikâdî) veya mizâhî üslûb (sebk-i fukâhî ) adı altında ele alınmışve içerik olarak ictimaî, ahlâkî ve siyasî yahut beyan tarzı açısından acı (kara), tatlı ve incitici tanz olmak üzere üçe ayrılmıştır. Ayrıca ilgili olduğu alanlar veya ortaya çıktığı kesimler itibariyle tanzı köylü, şehirli, pazar, mahallî, okul, medrese, tekke, ev, sosyal tanz gibi kısımlara ayırmak mümkündür. Batı dillerindeki karşılığı, satirenin de Latince, “çeşitli meyvelerle dolu ziraat tanrılarına hediye edilen tabak” anlamına sature kelimesinden alınmıştır. Arapça mazisi, teneze ve muzarisi yetnizu tenzen fiilinden mastardır. Arapçada teneze dendiğinde, “onunla istihza ile konuştu”; bir topluluk için mutennezetun sıfatı kullanıldığında, “toplulukta hayır yoktur.” demektir. Farsçada bu kelime kerden (yapmak), goften (demek söylemek), gerî (-cilik) ve benzeri kelime ve eklerle birleşerek tenz-kerden, tenz-goften ve tenzgerî gibi terkipler halinde kullanılarak, “kapalı ve kinayeli olarak iğnelemek, istihza etmek, alaya almak, sözle incitmek, nazlanmak, rumuzlu söz söylemek, kusur aramak, serzenişte bulunmak” ve benzeri anlamlara gelmiştir. Edebî ıstılah olarak eski kaynaklarda ele alınmayan bu kavram için çağdaş kaynaklarda birbirinden az farkla verilen tanımlardan bazıları şöyledir: “Tanz, içerisinde aptallığın yahut ahlâkî zaafların, sosyal kusurların yahut beşerî hataların alay üslûbuyla ve çoğunlukla kapalı olarak eleştirildiği şiir ve nesir türü edebiyattır”; “Tanz, toplumu eleştirerek ıslah etmek amacıyla söylenen tenkit içerikli incelikli ve ısırıcı sözdür”; “Tanz, toplumun eleştirilerek düzeltilmesi amacıyla söylenen tenkit edici ve iğneleyici ince şiir ve nesirdir”. “Tanz, toplumsal hedefler için, küçük düşürmek ve uyarmak amacıyla kusur ve eksikliklerin alaya alınmasıdır ve hicvin gelişmiş şeklidir”. Hicivden en önemli farkı, açık olmayıp kapalı oluşu ve kinayeli şekilde ifade edilişi yahut hicivdeki keskinlik ve sertliğe sahip olmayışıdır. Kapalı olması edibin, eleştirisini remiz ve kinâye dışında ortaya koyma cesaretine sahip olmaması yahut ortamın ciddi ve açık eleştiriden ziyade kapalılık ve şakaya elverişli olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Az farkla birbiriyle hemen hemen aynı olan yukarıdaki tanımlardan çıkan sonuca göre Farsçadaki tanz kavramı, “Tanzimat sonrası Türk edebiyatında mizah kavramının kazandığı anlam ile neredeyse aynı görünmektedir. Bu durum da Farslarla Türklerin birbirine yakın dönemlerde Batı ile

tanışmaları, onları taklit etmeleri ve edebiyatlarından etkilenmeleri sonucu, eskiden genelde, ediplerin husumet ve düşmanlığa dayalı kişisel çıkarlarından kaynaklanıp yine belli kişilere yönelik olan hiciv ve hezelinin, olumsuz bir işlev görmekten kurtularak genel ahlâka ve topluma hizmet edecek şekilde ıslah edildiğini göstermektedir10.

Genellikle tanz, toplumsal bir boyuta sahiptir ve hedefi çirkinlikleri ve kusurları eleştirerek onları ıslah etmeye çalışır; hicivde ise amaç, neredeyse tamamen kişisel olup toplumsal ülkülerle bir ilgisi yoktur; hezel ise bazen gizli bir nükte veya mesaj içerse de genellikle görünüm itibariyle eğlence ve sözü türlü türlü söyleme amacını taşır. Bu nedenle eskiden hiciv ve hezel olarak anılan edebiyatın bir kısmı ve özellikle ahlâkî ve sosyal eleştiri içerikli olanı, tanz sayılır.

Mizahçı edibin, tanzla eleştirdiği nesne özel bir şahıs, ya da bir tip, tabaka, millet veya ırk yahut davranış ve âdet, gelenek ve inanç olabilir. Bu nedenle tanzın yüce hedeflere ulaşma uğruna yapılan eleştiriden doğduğu ve yazarlarının, genellikle siyasî ve ictimaî baskılar altında bu tür eserlerini oluşturduğu belirtilir. Ayrıca tanzı oluşturan sanatçı, hedef seçtiği şeye gülerek onu alaya alıp karşı çıktığında kapalı olarak o şey hakkındaki ülküsünü de ortaya koyar.

Böylece yüklendiği olumlu fonksiyonu nedeniyle tanzın amacı, şahısları boyutuyla insânları incitmek değil, asıl hedefi, sosyal ve toplumsal kimlikleri boyutlarıyla taşıdıkları kusurlarını ve zararlı alışkanlıklarını deşifre ederek ıslah etmektir. Bu yönüyle tanz, toplumsal bir uyarı ve işaret taşır. Tanzın temel amacı, toplumsal ve siyasal yaşamda ortaya çıkan kusur ve aksaklıkları tespit edip ortadan kaldırmak, hatalı insânları kendi hatalarının farkına vardırarak ve onları bertaraf etmeye kanalize etmektir. Daha açık bir ifadeyle tanzın amacı, toplumu ıslah etmek ve kötülüklerden arındırmaktır. Yoksa sebepsiz yere yermek, kırmak ve ıstırab vermek değildir.11 Eleştiri, batılıların belles-letters adını verdiği “güzel edebiyat” içinde ele alınamayacak özelliklere sahiptir. Onu mizahın sahası dâhilinde değerlendirmek mümkün müdür; yoksa eleştiriyi ayrı bir tür olarak mı kabul etmek gerekir? Bu sorunun cevabını verebilmek, sanıldığından daha zordur ve her şeyden önce mizahın ve hicvin

10 H. ÇİFTÇİ, Klâsik Fars Edebiyatında Hiciv ve Sosyal Eleştiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002, s. 39-41

dayandığı estetik kategori “komik” ile ulaşılan sonuç olan “gülme” nin ne olduğunun araştırılması gereklidir. Eleştiriyi mizah edebiyatı içinde değerlendiren görüşler vardır12. Dîvân edebiyatının şiir ağırlıklı oluşu mizahı da şiir kalıbına dökmüştür. Ancak şairler arasındaki rekabet dolayısıyla mizahın şahsî konular etrafındaki hiciv ve hezliyyât ile karışması onun kabalaşmasına ve nezih örneklerin azalmasına yol açmıştır. Manzum mizahî eserlerin bir kısmında daha çok devrin psikolojik, ahlâkî ve sosyal yapısına yönelik aksaklıklar konu edilmiştir. Dîvânlarda yer alan mizahî parçalar ise zarif ifadeleri ve şaşırtıcı ironik kurgularıyla dikkat çeker. Görünüşünden dolayı dostları arasında “gurâb” (karga) lakabıyla anılan Bâkî'nin Tûtî adlı güzel cariyesinden şikâyet etmesi üzerine câriyenin söylediği: “Bağteten olmuş iken tûtî gurâba hem-nişin / Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır” beyti buna örnek verilebilir. Emri ile Bâkî. Taşlıcalı Yahyâ ile Hayâlî, Haşmet ile Koca Râgıb Paşa gibi şairlerin birbirlerine sataşırken daha çok mizahî öğeleri ön plana çıkardıkları, rind ile zâhid ve âşık ile rakib arasındaki çekişmeler üzerine kurulu şiirlerde ise hiciv ve hezl yanında mizahî anla- tımlara başvurulduğu görülür:

Hırka vü tâc ile zâhid kerem et sıkleti ko Âdeme cübbe vü destâr kerâmet mi verir ŞY.G.107-5 Sûfî olan raks urur bal ile yağ üstüne

cÂrif olan can verir yufka dudağ üstüne AD.G.163-1 Feyz-i Hak zümre-i erbâb-ı harâbâtdadır Ehl-i zühdün nesi var zerk u riyâdan gayrı R.G.1089-3

Doğrudan zekâya hitap eden mizah ürünlerinin müstakil kitap, risale, arzuhal, münazara metni ve şerh şeklinde mensur olanları da vardır. Bazen mizah unsuru içeren fetvalara da rastlanır; meselâ Ebüssuûd Efendi'nin, “Zeyd ‘Avratların olduğu cennet bana gerekmez’ dese ne lâzım olur?” sorusuna, “Gerekmezse cehenneme gitsin” cevabını vermesi gibi13. Dîvân edebiyatında bilinen ilk müstakil mizahî eserler XV. yüzyıla ait olup bunların en önemlileri sayılan Şeyhî’nin manzum Harnâme’si mesnevi, Molla Lutfî’nin mensur Harnâme’si münazara türündedir. XV. yüzyılın son yıllarından

12 A. ÖZKIRIMLI, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.III, 4. Baskı, Cem Yayınları, İstanbul, 1987, s. 857 13 O. Ş. GÖKYAY, Destursuz Bağa Girenler, İstanbul, 1982, s. 263

itibaren XVI. yüzyılda mizah eserlerinin mizahî takvim (Vahyî’nin meslek erbabını konu alan Takvim’i), letâif (Mahremî’nin Mecmau’l-letâif’i ile Şütürnâme’si), muhâdarât (Lâyihî Mustafa Efendi’nin Muhâdarât’ı), -müstehcen de olabilen- hikâye (Gazâlî Deli Birader’in Dâfiü’l-gumûm ve râfiu’l-hümûm’u), mersiye (Meâlî’nin kedisi için yazdığı mersiye) ve mektup (Sânî ile Sâî Mustafa Çelebi’nin karşılıklı mektupları) gibi çeşitli biçimlerde ve daha geniş bir konu yelpazesinde kaleme alındığı görülür. XVII. yüzyılda mizah, hiciv ve hezlin gölgesinde kalmıştır. Bu türün en seçkin eseri, Nef'î’nin Sihâm-ı Kâzâ adlı hiciv mecmuasıdır14.

Necâtî Beğ’e ait, “Mersiye-i Ester (katır)” isimli aşağıdaki mersiyenin tamamında, ölen bir katırın yerine yenisini koyacak kadar maddî gücün olmayışına ve bazı insânların talihsizliğine; padişahın varlık içinde yaşarken halkının fakirliğini görmeyişine; bazı önemsiz şeylerin üzerinde fazlaca durulup abartılarak anlatılmasına... gibi eleştiriler, mizâhî bir üslûpla verilmiştir.

Belâ yükünde fevt olalı katır Şikeste-hâl olupdur hayli hâtır

Nc.(Mm).My.1-1

Ne katır bir kara dağ idi miskin Geçen bu günkü gün sağ idi miskin Nc.(Mm).My.1-2

Ecel çengâline düşdü diriğâ O yâl ü bâl o turuşdu diriğa

Nc.(Mm).My.1-3

Çü gördü ömr ekinini sarardı Orak gibi belin bükdü karardı

Nc.(Mm).My.1-4

Kanı ol çâr-tâk-ı kâm-rânı Kanı ol Ka'be yolu nerdibânı

Nc.(Mm).My.1.1-5

Şu resme katır idi kara katır Neye azm etse önündeydi hâzır

Nc.(Mm).My.1-6

Sabâ tek kimse görmezdi karasın Gerekse Çin ü Mâçini arasın

Nc.(Mm).My.1-7

Sabâ reftâr u şeb-reng ü seher-hiz Dil ârâm ü ferah bahş ü terah-riz

Nc.(Mm).My.1-8

Yürüse yerleri göke karardı Ne yorulur ne kalur ne arardı

Nc.(Mm).My.1-9

Önünden ileri basardı kıçın Ne denli Rumdan tâ ser-had-i Çin

Nc.(Mm).My.1-10

Geçerdi na'linin mihi semekden Kulağı râz dinlerdi felekden

Nc.(Mm).My.1-11

Bahâr oldukça kim göke çıkardı Har-i İsâya minnetle bakardı

Nc.(Mm).My.1-12

Olupdu kulluğu birle aziz ol Eşek gibi değildi bî-temiz ol

Nc.(Mm).My.1-13

Kati düşmüş idi halkın diline Erişmişdi anunçün menziline

Nc.(Mm).My.1-14

Zemîn-peymâ zemân-sür'at felek-nakş Duruşda gergedan reftârda rahş

Nc.(Mm).My.1-15

Kime kim binmek için 'arz olaydı Yiğitlik Ka'be gibi arz olaydı

Nc.(Mm).My.1.7-16

Eger kim çekmese râhib inânı Geçe bir lâhzada iki cihânı

Nc.(Mm).My.1-17

Ölen ardınca ölmüş yok Necâti Katır gitti Hudâ saklasın atı

Nc.(Mm).My.1-18

Bir ölmüş katırı nice ögersin Dönersin kara bahtına sögersin

Nc.(Mm).My.1-19

Daha binler dolu ıstabl-ı Şâhi Dilersen bozu dilersen siyâhı

Nc.(Mm).My.1-20

Eger Şehden ola zerre inâyet Necâtî'ye kifâyettir kifâyet

Nc.(Mm).My.1-21

Aceb ansam düşer mi Şehriyâra K'anun hükmüyle geldik bu diyâra

Nc.(Mm).My.1-22

lrakdır gerçi çâker devletinden Ba'id olmaya Şâhın himmetinden

Nc.(Mm).My.1-23

Ne denli kim gide kara gele ak Gece ehli ola gündüze müştâk

Nc.(Mm).My.1-24

Bu âc-ı âbenûsı ola tahtın Kamudan yücele ikbâl ü bahtın

Nc.(Mm).My.1.1-25

1. 3. 2. GÜLME ve KOMİKTEKİ ELEŞTİRİ

Her ne kadar mizah ve alayın temeli şaka ve güldürüye dayalı olsa da gülmenin mutluluk ve neşe ile alakası yoktur. Çünkü mizahın sebep olduğu gülme acı ve ciddi bir şekilde üzüntü verici olması yanında, azarlayıcı, ısırıcı ve yıpratıcı özelliklere de sahiptir. Mizah ve alaydaki temel amaç, yaşanılan toplumun genel yapısında ve siyasal yaşamında vuku bulan eksik ve kusurları bularak, kusurlu insanların kusurlarını

kendilerine göstererek bu davranışlarının düzelmesini sağlamaktır. Başka bir ifadeyle mizahın amacı, toplumdaki kusurları tespit edip toplumun düzelmesine katkıda bulunmaktır. Mizahın amacı, yok yere insanları rencide etmek değildir. Dolayısıyla mizahçılık zarif bir sanattır. Mizah yazan işini yaparken sanki bıçak sırtında yürür; eğer mizahçılığı gereğinden fazla ciddiye alırsa, yapmak istediği şey sövgüye dönüşür; oldukça esnek davranırsa, amacını aşarak kendisi gülünç bir duruma düşer15. Komik, Aristoteles’ten bu yana Batı’da tartışılan ve ne olduğu konusunda farklı görüşler bulunan bir kavramdır, ama komiğin estetik bir kategori olduğu genellikle kabul edilmiştir. Gülme ise estetik bir kategori değil, psiko-fizyolojik ve sosyal bir eylem türüdür. Yalnız, komik ve gülmenin birbirinden ayrılması güç iki kavram olduğu da unutulmamalıdır. Çünkü her ikisi de birbirini tamamlamaktadır ve gülme yaratmayan komik düşünülemeyeceği gibi, sağlıksız olmaması şartıyla, komik olmayan şeye gülmek de mümkün değildir16. “Gülme” kavramının Türkçede hangi anlamlarda kullanıldığını öğrenmek için sözlüklere bakıldığında, kelimenin yeterince açıklanamadığı dikkati çeker. Örneğin Kâmûs-ı Türkî’de kelime şu şekilde tanımlanır: gülmek: 1. İnsana mahsûs olan bir hiss ile kah kah diyerek sesle veya sessiz ve ekseriya ağzı açarak ve dişleri göstererek bir hareket-i mahsûsada bulunmak… 2. Sevinmek, eğlenmek, cünbiş etmek… 3. İstihza etmek, birbiriyle eğlenmek, birini maskaraya almak… 4. Memnun ve mesrur olmak, teselli bulmak...17 şeklindedir.

1922’de Mustafa Şekip’in “Gülmek Nedir ve Kime Gülüyoruz”18 adlı çalışması, bizde gülme eyleminin üzerinde duran ilk çalışmalardan biridir. Bakir bir alanda çalışması yüzünden Mustafa Şekip, eserini büyük ölçüde Bergson’un “Le Rire” adlı eserine dayandırmıştır. Fakat her ne olursa olsun, “gülme”nin, basite alınacak kavramlar olmadığını bizde ilk ortaya koyan Mustafa Şekip’tir. Bu alanda Aziz Nesin’in19, Sevinç Sokullu’nun20 da çalışmaları sıralanabilir. Cumhuriyet sonrası yapılan çeviriler arasında önemli iki teorik çalışma hemen dikkati çekiyor: Bergson’un Gülme21 ve Freud’un

15 H. ÇİFTÇİ, “Klâsik İslâm Edebiyatında Hiciv ve Mizah” Atatürk Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 1998, S.10, s. 147

16 M. APAYDIN, Türk Hiciv Edebiyatında Ziya Paşa, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 1 17 Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, 1902, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, C.II, s. 1213 18 M. ŞEKİB, Gülmek Nedir ve Kime Gülüyoruz, Suhulet Kütüphanesi, İstanbul, 1337, s. 123 19 A. NESİN, Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı, Akbaba Yayınları, İstanbul, 1973, s. 72

20 S. SOKULLU, Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979, s. 68

21 H. BERGSON, Gülme, (Çeviren: M. Şekip Tunç), 2. Baskı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 27

Espriler ve Bilinçdışıyla İlişkileri22 adlı eserleri. Öte yandan sanat ve edebiyat estetiği hakkındaki kitapların çevrilmesi sonucunda da, kimi estetikçilerin “komik” hakkındaki düşüncelerini öğreniyoruz23. Hemen hemen bütün kaynaklar, gülmenin de komiğin de kolay tanımlanabilmekten uzak kavramlar olduğunu vurguluyorlar; ancak yine de tanımlama çabasından vazgeçmiyorlar. Burada sadece kaynaklarda yer alan bulgular derlendi. İnsanın komikten mizahı nasıl meydana getirdiğini anlamak için bu bilgilerden yararlanıldı. “İnsanlık dışında hiçbir şey gülünç değildir”24 diyen Henri Bergson, kuşkusuz, önemli bir gerçeğin altını çizmiştir; çünkü gerçekten de komik ancak insâna özgüdür. Oysa gülme, sadece insânlar için değil, bazı hayvanlar için de söz konusu olabilmektedir25. Fakat insânın yaptığı eylem, bilinçli bir tercihin sonucudur, çoğunlukla da komik olana yönelmiştir; hayvanınki ise değil.

Habbes gülmeyi gülen insânın üstünlük duygusunda arar26. Yani biz kendini gülünç duruma sokan insânlara (örneğin ayağı takılıp düşen birine) onlar gibi dikkatsiz, sakar, olmadığımızdan dolayı duyduğumuz böbürlenme ile güleriz. Freud, kendimizle kıyasladığımızda zihinsel harcamaları az, bedensel harcamaları fazla olan kişilere güldüğümüzü söylemiştir27. Bu da kime güldüğümüzün cevabı olup aynı zamanda neden güldüğümüzü de açıklar. Bedensel harcamaları ile zihinsel harcamaları dengeli insân, kendisinden daha fazla çaba harcayan; ama beyin faaliyetlerini dengeleyemeyen insâna, ondan üstün olduğu için gülmektedir.

“Gülmelerimiz daima bir grupla birlikte olur.”28 diyen Bergson, gülmenin sosyal karakterine de atıfta bulunur. Gülme eylemine işlevsel açıdan yaklaşan düşünürler, onun sosyal iyileştirici yönüne özellikle dikkat çekerler. Gülme, komik kategorisi içindeki kusurlu olanın, uyumsuzun, ideale ters düşenin cezalandırılması için toplu bir eylemdir. Toplu olması, etkili olmasını sağlar; iyileştirici yönü daha kuvvetli hale gelir. Toplum, ideal insânı ister; zeki, uyanık, çevik, yumuşak insâna ulaşmayı amaçlar. Kendi hayat tarzının bozulmasını istemez. Bu ideal olana ket vurulduğunda buna sosyal tepki gelecektir. İdealden sapış, komik kategorisi içinde değerlendirilen kusurları kapsıyorsa, gülme,

22 S. FREUD, Espriler ve Bilinçdışıyla İlişkileri, (Çeviren: Emre Kapkın), İstanbul, Tarihsiz

23 A. ZİSS, Estetik, de Yayınları, İstanbul, 1984; M. KAGAN, Güzelik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1982

24 H. BERGSON, Gülme, s. 14

25 M. KAGAN, Güzelik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, (Çeviren: Aziz Çalışlar), İstanbul, 1982 s. 181 26 S. SOKULLU, Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi, s. 17

27 S. FREUD, a.e., s. 203-204 28 H. BERGSON, a.g.e., s. 16

toplumun kendi düzenini korumasını, kendini savunmasını sağlar; kusuru, aykırıyı cezalandırır ya da iyileştirme yolunda ipuçları verir.

“Komik kılma” büyük ölçüde hayattaki komiğin sanata aktarılması anlamına gelmektedir. Hayattaki komiğin sadece insanları eğlendiren, gizli veya açık bir intikamı aldıran yönü vardır. Sanatta ise ilaveten estetik bir yan ve kaygı da vardır. Bu yönüyle komik kılmanın yöntemleri mevcuttur. Yöntemler arasındaki farklılık, hiciv ile mizah, hiciv ile hezl, hiciv ile parodi gibi türler arasında farkların doğmasına yol açmıştır. Komik kılma amaçları ise, tarzları birbirinden ayrıştırmakta bir başka açıklama imkânı vermektedir. Zira komik kılma, her zaman aynı amaca hizmet etmez. Bazen sadece eğlenceye yöneliktir; bazen kusurları açığa çıkarıcı ama iyileştirici bir amaca hizmet eder, bazen de tam anlamıyla yıkıcıdır. Amaçlardaki farklılık, komik kategorilerinin belirlenmesinde bize yol gösterecektir. Freud, insânın başkalarını “gülünç kılması”nda çok zaman düşmanca bir tavır bulur29. Örneğin bir insânı “gülünç duruma koymak”taki amaç “saldırganlık”; “karikatür”, “parodi” ve “taklit”teki ise “alçaltmak”tır. Yalnız, “komik kılma” yöntemlerine, her zaman kişisel düşmanlık ya da saldırganlık yüzünden başvurulduğunu söylemek mümkün değildir. Gülmenin ve komiğin sosyal özlerine daha önce değinilmişti; kuşkusuz komik kılmada da sosyal bir yan vardır.

Komik kılma, komik kavramının oldukça geniş bir şeklidir ve komiğin estetik içinde değerlendirilmesi de ancak bununla mümkündür. Saf bir sakarlığa gülen insândaki üstünlük duygusu, bir şekilde komiğin yeniden üretilmesine de yol açmıştır. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insânlar, kendi normlarına uymayanları beğenmemiş, onları ortadan kaldırma yollarını aramıştır. İşte komik kılma ya da gülünç hale koyma da bu istekten doğmuştur. Kendi zihinsel faaliyetlerinden daha az zihinsel faaliyette bulunan insânın şaşkınlığına, sakarlığına gülen insân, giderek bu şaşkınlığı, sakarlığı diğer insânlara da göstermek ihtiyacını duymuştur. Hedef seçtiği insânı ya da nesneyi komik duruma sokacak çeşitli tertipler hazırlamıştır. İşte, komik kılmanın işleyiş mantığı budur. Komik duruma sokulanlar ise, ideale aykırı düşenler, sosyal düzeni bozanlar; hayatını bir makine gibi otomatiğe bağlayanlar, insânın tabiatında olmaması gereken bir katılık içinde yaşayanlardır.30

29 S. FREUD, Espriler ve Bilinçdışıyla İlişkileri, s. 207-212 30 M. APAYDIN, Türk Hiciv Edebiyatında Ziya Paşa, s. 8

İslâm düşünürleri kısaca insânın gülmesini onun şaşkınlığına bağlamışlar. “Kişi şaşırdığından ve taaccub ettiğinden dolayı güler”31 demişler. Aristo’ya göre, “üzüntü verici ve yok edici olmayan hata ve kusur, güldürmeye sebep olur”; Hobbes’e göre, “kontrolsüz ani bir his gülmeye sebep olur”; Kant’a göre de, “ansızın hiçe dönüşen tahrik ve dürtü gülmeye sebep olur” ve Schopenhaur’e göre ise, “tutarsız her şey gülümsemeyi oluşturur”32 Gülmenin tanımı da şöyle yapılmaktadır: Gülme, insânın hoşuna ya da tuhafına giden olgular karşısında duygusunu açıklaması… Hoşlanmayla ilgili ruhsal bir belirtidir33

Bu söylenenler bir araya gelince şöyle bir netice çıkar: “Olduğu gibi, olması gerektiği gibi, ya da olması gerektiğini beklediğimiz ve düşündüğümüz şeylerin vaziyeti içerisinde mevcut çelişkileri ansızın kavramamız gülmeye sebep olur ve bu durum karşısında oluşan ruhsal tavrımız da gülme veya gülümsemeyi oluşturur. Hulasa gülme ne olursa olsun hicveden edip, insânları ne kadar çok güldürürse, sanatında o derece başarılı sayıldığı hususunda hemen hemen görüş birliği vardır"34.

1. 3. 3. HİCİV, MEDİH ve HEZEL

Hiciv, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Hicv veya hiciv kelimesi, köpekleri ürkütüp kaçırmak anlamına gelen hec ( ) kelimesinden türemiş olup küfür anlamına gelir ve şiirdeki medhiyenin karşıtıdır.

Türk Edebiyatına hiciv şeklinde girmiş olan hicâ kelimesi Batı dillerindeki satire kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Aristo’nun Poetika’sındaki komedia kelimesini İbnü Sina’nın el-hicâ şeklinde tercüme etmiş olması, Arap dilinde hicâ’nın, homour (mizah) kelimesinin anlamını da içine alan geniş bir kullanım sahasına sahip olduğunu gösterir35.

Edebî bir terim olarak hiciv kelimesinin, ansiklopedilerde, edebiyat tarihlerinde, sözlüklerde birbirine benzer birçok tanımına rastlamak mümkündür.

31 H. ÇİFTÇİ, “Klâsik İslâm Edebiyatında Hiciv ve Mizahın Yöntemleri” Atatürk Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 1999, S.11, s. 174

32 H. ÇİFTÇİ, a.g.m., s. 174