• Sonuç bulunamadı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4. ELEŞTİRİNİN MUHTEVÂ YÖNÜ

Dîvân şiirinin sosyal bir çevrede oluşması hasebiyle sosyolojik bir yönünün var olacağını göremeyen, yine bu bağlamda toplumun olumsuzluklarına kayıtsız kalacağını düşünenlere Prof. Dr. Ahmet Atillâ Şentürk’ün makalesi112 ışığında cevap verelim: “Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu klasik şiirimizde objelerin öncelikle beş duyuya hitap eden gerçek durumlarının esas alındığı görüşü üzerinde durarak metinleri yorumlamaya bu yönde ağırlık vermiştir. Dîvanlar Arasında adlı kitabında yer alan bir yazısında bu görüşünü şöylece ifade eder: “Bizim klasik şiirimizde, bilhassa onaltıncı yüzyılda en büyük özellik, varlıkların ve olayların beş duyumuza hitab eden keyfiyetlerine şairlerin mutlu bir doğrulukla bağlı oluşlarıdır.” Gerçekten de bu devir metinlerinde bütün realitesiyle âdet ve gelenekler, gündelik hayatta kullanılan âlet ve edevat, inançlar, insânların sahip oldukları batıl itikatlar, tabiat yahut günlük hayattan manzaralar, müsbet bilimler, türlü ruh halleri v.b. pek çok tezahür; edebiyatın içinde en objektif bir biçimde işlenmekte ve edebiyat adeta o devri yaşamaktadır.

Dolayısıyla klasik şiir metnini gerçekten anlayabilmek için metni her yönüyle yazıldığı devrin atmosferinde değerlendirmek gerekmektedir.

Çünkü eski edebiyatımızın en önemli özelliklerinden birisi de bazı iddiaların aksine hayat ile iç içe ve realiteye sıkı sıkıya bağlı bir edebiyat olmasıdır.

Dîvân Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar adıyla eski edebiyatın ana hatlarını ele alan ve bugün de sahasında kaynak olarak kabul edilen eserin müellifi Agâh Sırrı Levent, kitabının sonuna eklediği “Dîvân edebiyatı nasıl bir edebiyat değildir?” sorusuna cevap teşkil eden “Netice” bölümünde113 tamamının aksi iddia edilebilecek 14 maddelik bir hükümler zinciri oluşturmuştur ki bunların özetle ifadesi; eski edebiyatımızın gerçek hayatla ilişkisi olmayan, tabiat güzelliklerine ve hayatın realitelerine kapalı, ilhamını kitap bilgilerinden alan mücerred ve hayalci bir zihniyete sahip olduğu şeklindedir.

112 A. Atillâ ŞENTÜRK, “Osmanlı Şairlerinin Gözlemciliği ve Klasik Edebiyatımızda Realiteye Dair”,

Dergâh, 41, Temmuz 1993, s. 8-10

113 A. S. LEVEND, Dîvân Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984, s. 638-639

Aynı yıllarda Abdulbaki Gölpınarlı da Dîvân Edebiyatı Beyanındadır adlı kitabıyla114 bu görüşleri teyid ederek eski edebiyatın bir yüksek zümre edebiyatı olup halkla bir ilişkisinin bulunmadığı, şairlerin İran taklit ve tercümecisi olup o ülkeyi hayal ederek şiir yazdıkları v.b. iddiaları bunlara ilave etmiştir.

Cumhuriyet tarihimizle birlikte Dîvân edebiyatı hakkındaki yorumların çoğu, A. S. Levend ve A. Gölpınarlı’nın yukarıda zikrettiğimiz eserlerine ve adı geçen eserlerinde Dîvân edebiyatının sosyal hayattan kopuk olduğu şeklindeki düşüncelerine dayanmaktadır.

Eski şiirimize gerçek hayatla ilişkisi bulunmadığı yönünde peşin hükümler yönelten iki edebiyatçımızın aksine aslında bir iktisat tarihçisi olan Prof. Dr. Sabri Ülgener ise, bir milletin iktisadî zihniyet tarihiyle sanat ve edebiyat tarihini aynı çatı altında değerlendirmek gerektiğini tespit ederek İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası115 adlı eserinde “sosyokültürel kişiliğimizin söz ve yazı halinde kendini dışa vurması” olarak değerlendirdiği edebiyatı adeta eserine temel kaynak olarak seçmiş ve ustalıkla kullanmıştır. Eski edebiyatımızdaki remiz ve sembollerin ardında yatan realite ve canlı hayat izlerini bir iktisat tarihçisinin dahi yeri geldiğinde kaynak olarak kullanabileceğini ispat eden bu eser eski edebiyat araştırmaları için son derece ilginç bir yapı arz etmekte ve yukarıda söz konusu edilen tenkitlere de çok manidar bir cevap teşkil etmektedir. Müellif eserinin “Giriş” bölümünde bu konudaki görüşlerini şöyle ifade eder:

“Çağın insânını yeni baştan kurma ve şekillendirmede araştırıcı sanat tarihinin başka dalları ile” beraber edebiyat tarihini de (Halk edebiyatı, Dîvân edebiyatı v.s.) yanı başında bulacaktır. Günün acılı acısız vukuatını sade samimi havası içinde aktarmada halk edebiyatının ve ozanlarının yardımı büyük olabilir. Biz, ne var ki, tek ve somut vaka’larla değil, çağın ve çevrenin umumî havası ile ilgileneceğimiz için başvuracağımız kaynaklar halk ve destan edebiyatından çok klasik edebiyata -özellikle Dîvân edebiyatına- ait eserler olacaktır. Uzun zaman toplumun gündelik yasayışı üstünde, basmakalıp sûfîyane rumuz ve ibareleri veya İran edebiyatının alışılmış imajlarını gözü kapalı tekrarlamaktan öteye gitmediği ısrarla ileri sürülen Dîvân edebiyatını araştırmalarımız boyu apayrı bir çehre ile yanımızda bulacağız: Gerçek ve baha biçilmez bir belge hazine ve kaynağı olarak! Vesikaları dikkat ve ihtiyatla

114 A. GÖLPINARLI, Dîvân Edebiyatı Beyanındadır, Marmara Kitabevi, İstanbul, 1945, s. 167 115 S. ÜLGENER, İktisadî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, Der Yayınları, İstanbul, 1981

taramaya alışık bir gözün, ezbere ve basmakalıp sembolleri bir kenara ittikten sonra, Dîvân edebiyatının sahifeleri arasında öğreneceği çok şeyler vardır. Günün türlü iktisâdî dertleri (para ayarı, hayat pahalılığı...), bütün bir şark ticaretinin adım adım gerileyişi Dîvânların, mesnevilerin kenarına köşesine sığınıp saklı kalmış işaret ve imalar, bazen de açık ve dosdoğru ibareler halinde gözlerimizin önüne sıralanmış olacaklardır.”116

Burada dikkati çeken diğer bir husus müellifin o çağın ve çevrenin umumî havasını tespit için halk edebiyatını değil klasik edebiyatı tercih etmesidir. Gerçekten de yüksek zümre şairi olduğu iddia edilen nice şairin dîvânında halkın, esnaf ve sanatkârın bir âlet yahut âdetiyle işlendiği görülür.

Çarşı-pazar, mescit, medrese, tekke, kahve ve hamam eski hayatın canlı birer köşesi olarak edebî metinlerde sessiz hayatlarını sürdürürler. Derken bunlardan bazen bir tellalın müşteri kızıştıran sesi işitilir, bazen gözü kazanma hırsıyla parlayan bir tüccarın (hâce) çehresi karşımızda beliriverir. İnsanımızın tarih içinde yaşadığı sevinç, üzüntü, korku, ümit gibi bütün hislerini; eski hayatın hemen bütün safhalarında yaşamış karakterleri günümüze yansıtan en canlı eserler eski edebî metinlerimizdir.

Toplumun örf ve âdetlerine veya genel ahlâk kurallarına uymayan bir davranış biçiminin, hoşa gitmeyen bir oluşumun, bazı meslek erbâbının, bir şehrin veya ahâlisinin nasıl eleştirildiğini göreceğimiz bu bölümde, şahit olacağımız eleştiri biçimlerinden hareketle geçmiş ile günümüz arasındaki farklılıkların hiç de sanıldığı gibi büyük olmadığını göreceğiz. Konusu bakımından sosyal eleştirileri on altı ana başlık altında inceliyoruz:

4. 1. YABANCILAŞMA, YALNIZLIK ve FERDİYETÇİLİK

Yabancılaşma bir insânın hayatını, insânın özüne aykırı bir hayat tarzına veya insân doğasına uygun düşmeyen bir yaşam şekline büründürmesi, insânın yaşamın öznesi olmaktan çıkıp yaşamın nesnesi olması olarak ifade edilebilir.

Yabancılaşma, insânın kendini, özünü gerçekleştirmeye çalışan insân (özne) ile yaşamın denklemleri ve karmaşası içinde kaybolan insân (nesne), yani başkaları tarafından etkilenip yönlendirilen insân olarak ikiye ayrılmasıdır.

Toplumdaki normların işlevini yitirmesi sonucu meydana gelen bunalım ve dengesizlik durumu, kişileri yabancılaşmaya iten faktörler arsındadır. Bu durum, anomi

kavramıyla da açıklanabilir. Anomi, şu anda yaşanılan belirsiz, karmaşık ve değerlerinden uzaklaşmış toplum yapısıdır.

Çağımızda yabancılaşma özellikle makineleşmiş insân tipiyle ortaya çıkmaktadır. Bizler makinelerin düşünmesinden gurur duyan, insânların düşünmesinden kuşku duyan bireyler haline geldik. Aslında yabancılaşma sadece makine-insân etkileşimi değil, aynı zamanda çok daha derinde insân ile doğa arasındaki ilişkidedir117.

Yabancılaşma yaşamımızda kişinin ürettiğine yabancılaşması, çalıştığı ortama yabancılaşması veya düşmanca bir ilişki içinde bulunması olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kendi yarattığı ürünün bağımsız ve gittikçe düşmanca bir hale geldiğini gören insânoğlu ürünü zenginleştikçe, kendisi yoksullaşır ve kendine yabancılaşmış olarak sonunda kendi ürettiğinin esiri olur. Yabancılaşma işte bu noktada insânın artık daha fazla kendisine ait olmayan ayrı ve bağımsız bir güç olarak duran varlıkların, ürünlerin bir parçası haline gelmesidir.

Yabancılaşma bir bakıma toplumsal ilişkilerin karmaşık bir hale gelmesi ve büyümesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu kavram, doğrudan doğruya insânın özgün etkinliğinden doğar ama sonuçlanması için toplumun kesin etkinliğine ihtiyaç duyar. Bu gelişim birey-toplum arasında şekillenen diyalektik etkinin insânı etkilemesine neden olur.

Toplumun bireyi yalnızlığa itmesi -ferdiyetçiliğin uzantısı olarak “ben”in gelişmesi, bencillik gibi duyguların yoğunluk kazanması- ve kişiyi kaderiyle baş başa bırakması, arayıp sormaması yabancılaşma olgusunu doğuran başka bir nedendir. Sosyal hayatla organik bağı, yalnızlaştırılarak koparılan kişi, bir müddet sonra yabancılaşır. Bireyin kendisinden ziyade, toplumun etkisiyle yabancılaşma sürecine girmesi eleştiri konusuna malzeme olmuştur.

Sosyal bir varlık olan insânın, sosyal etkileşimden anladığının kuru bir selam olması, insânların yabancılaşıp içe kapanmalarına zemin hazırlayacak, yabancılaşmayı başlatacak bireysel ve dolayısıyla bireyin etkilenmesiyle etkilenecek toplumsal bir sorun olarak algılanması eleştirilmeye sebep olur:

Rüsûm-ı lutf u kerem halk içinde mensîdir Fakat alıp verilir bir selâm kalmıştır

Nb.G.142-2

117 E. KIR, “Yabancılaşma”, ÇYDD Erenköy Şubesi’nin 6. Gençlik Kurultayı, ( 18-19 Mayıs 2002 Samsun )

Zamane insânları arasında güvenilebilecek bir dostun bile olmaması, insânların, birbirlerinin arasına mesafe koyarak dostluk, arkadaşlık gibi ilişkilere set çekmeleri ve insânların birbirlerine karşı ilgisiz kalışları, insânların yalnızlaşıp yabancılaşmalarına neden olur:

Düşmedi çengime nice yandımsa ûd-veş Bir hem-nefes çü ney ki deminde hanîn ola

Ş. G.157-6 Yaşımdan ayrı âhıma hem-dem bulunmadı Sâyemden özge sırrıma mahrem bulunmadı

Ş. G.179-1 Def-i melâl kılmağa âlemde bir nefes

Çok istedim bulunmadı hem-dem dedikleri Ş. G.181-2 Vâ-hasretâ ki dünyada bir yâr bulmadım

Hergiz beni unutmaya dil-dâr bulmadım

AD.(Mm).Tc.1-4-11 Hicrân içinde yaktı beni işbu gam kanı

Bir mürg-ı nevha-ger kim ede hoş-negam kanı AD.(Mm)Tc.2-1-1 Kanı sâdıkların râzına mahrem

Kanı âşıkların rencine tîmâr

Ns.G.110-8 Gel râzını fâş etme kâmu halka Nesîmî Çün dünyada bir mahrem-i esrâr bulunmaz Ns.G.178-13

İnsanların birbirlerine karşı ilgisizleşip ferdî yaşamanın bir sonucu olarak kişilerin bir dost eline, bir dağ başı karanlığındaki bir mum ışığına hasret kalır gibi, hasret kalmaları, yabancılaşmaya neden olan bir faktördür:

Sundu elin amâmeme sandım ki dest-i dost Bir deste tâze gül kodu destârım üstüne

AP.K.17-2

Toplumdaki tüm insânların birbirlerine karşı mesafeli durup her birinin kalabalıklar içinde yalnız kalmaları, birbirlerinin sorunlarına kayıtsız kalıp birbirlerinin

dertlerine ortak olmamaları, bencilliğin, ferdiyetçiliğin neden olduğu bir hastalık olsa da, topluma en büyük zararı, insânların birbirlerinden, toplumdan kopmalarına neden olan yabancılaşmaya sebebiyet vermesi noktasındadır.

Eşkimden özge kimse şeb-i gamda gelmedi Bir kâse âb ile dil-i bîmârım üstüne

AP.K.17-7

Etti zamâne cânımı benden cüdâ dirîg Bir derde uğradım ki bulunmaz devâ dirîg

AP.K.44-1

İnsanların bireysel bir yaşamı seçmelerine ve kimsenin kimseye güvenmediği bir dünya meydana getirip -bencillik ve enaniyetten- birbirlerine ihtiyaçları yokmuş gibi davranmalarına ve bunun doğal sonucu olarak toplum içerisinde insânların yalnızlaştırılmalarına, kişilerin güvenebilecekleri bir dosta hasret bırakılmalarına kızılır:

Gurbet oduna yanarım kor gider ise gam beni Kim bu sınıklı gönlümün bir dahi gam-güsârı yok

AP.G.145-4

Neye derlerdi kim olmaz yalınız taş dîvâr Fitne Ye'cûcuna ey sedd-i Skender hâtem

Nc.K.19-3

Pâre pâre eyler ise bağrımı peykân-ı dôst Dîdeden her pâresi çıkıp diye kim kani dôst

Nc.G.30-1

Derd ile öldüm gider bir kimsenin âgâhı yok Râh-ı aşkın mevt gibi ah kim hem-râhı yok

Nc.Mt.51

Ne bir refîk ki hem-derd olam men-i miskîn Ne bir tabîb ki derd-i dil eyleyem izhâr

F.K.6-14

Bağrı bütünler bana tacn ederler müdâm

Hâlimi şerh etmeğe bir ciğeri pâre yoh

F.G.60-2

Toplumun kişileri ferdî yaşamaya mecbur etmesine, dostluk-arkadaşlık gibi mefhumları tırpanlayıp kişileri yalnızlaştırmasına; bazı sıkıntıları çekmeden, o

sıkıntılardan mustarip olanların halini anlamaya çalışanlara, toplumda her işi aksi gidenlerin, bir de dertlerini paylaşabilecekleri yakın bir dosta hasret kalmalarına, gönül koyup bu sebeplerden dolayı insânlara seslenen Fuzûlî, yalnızlığına yanar ve bu derde bir deva bulamamanın yükü altında, hiçbir şey yapamamanın acziyle ezilir:

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn

Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tali zebûn

F.G.232-1

Sâye-i ümmîd zâcil âf-tâb-i şevk germ

Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn

F.G.232-2

cAkl dûn-himmet sadâ-yi tacne yer yerden bülend

Baht kem-şefkat belâ-yı caşk gün günden füzûn

F.G.232-3

Ben garîb ü râh-i mülk-i vasl pür teşvîş ü mekr

Ben harîf-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsûn

F.G.232.1-4

Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât Suda caks-i serv tek te'sîr-i devlet vâj-gûn

F.G.232-6

Ser-had-i matlûb pür-mihnet tarîk-i imtihân

Menzîl-i maksûd pür-âsib râh-i azmûn

F.G.232.6-7

Tefrîka hasıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf

Âh bilmen n'eyleyem yok bir muvâfık reh-nümûn

F.G.232-9

Gam günü hem-demlerim gark oldular göz yaşıma Silmeğe göz yaşımı bir gam-güsârım kalmadı

F.G.260-4

Ey Fuzûlî il kamu ağyârım oldu yâr için

Sûz-i dilden gayrı bir dil-sûz yârım kalmadı

F.G.260-7

Kalabalıklar içinde yalnız, yığınlar içinde tek kalıp toplum tarafından yalnızlaştırılıp yabancılaştırılma, toplumun ferdîyetçi bir zihniyeti benimsemesinden

kaynaklanan bir kusur olarak algılanır ve eleştirilir: Yetti bî-kesliğim ol gâyete kim çevremde

Kimse yok çizgine gird-âb-i belâdan gayrı

F.G.273-4

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı

F.G.273.4-5

Halkın biri birine selâmı kelâmı yok Her kişi kendi nefsine meşgul olup gider

YB.K.25-20 Kays çekmiş derd-i caşkı ana da erişmedim

Kime takrîr edeyin hâl-i dili hem-derd yok

ŞY.G.181-2

Bu dil-i pür-derdile hem-hâl olur câşık kanı Hâl gâyet müşkül oldu derd çok hem-derd yok

ŞY.G.187-2

Ey dil hele âlemde bir âdem yoğimiş Var ise de ehl-i dile mahrem yoğimiş Gam çekme hakîkatte eğer ârif isen Farz eyle ki el’ân yine âlem yoğimiş

Nf.(Mm)R.4