• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: YENİ TOPLUMSAL HAREKETLERE GEÇİŞ

2.3. Yeni Topluma Geçişin Toplumsal Evreleri

Alain Touraine’in, “programlanmış toplum” adını verdiği sanayi sonrası topluma geçişin evreleri hakkındaki görüşlerine “2.2. Yeni Toplum Biçiminin Tanımları” konu başlığımız altında ana hatlarıyla değinmiştik. Touraine’in bu geçiş süreci hakkındaki tespitleri, kendisinin sosyolojik çözümlemelerinde gerek klasik gerekse yeni toplumsal hareketlere verdiği ağırlık sebebiyle çalışmamız açısından özellikle önem taşımaktadır. Touraine, yeni toplum biçimine geçiş aşamasında toplumsal hareketlerin rolü üzerinde önemle durur ve bu dönüşümün evrelerini şöyle sıralar:

“* Önceki döneme ait toplumsal hareketlerde gerileme, bu hareketleri canlandırmaya çalışanların ilgi görmemesi.

130

* Mevcut toplum yapısının temellerini sarsacak derecede yaygın bir kültür krizi. * Sosyal düzenin reddedilmesi ve yeni dengeler arayışı.

* Sosyal çatışma ve kargaşanın nedeni olarak liberal ve liberalist devlet biçiminin suçlu görülerek eleştirilmesi.

* İktidarın merkeziliğinin reddedilerek, geçmiş topluluklara ve onların hayat tecrübelerine doğru yönelme.

* Tehdit altındaki sosyal kategorilerin bu değişimleri benimseyerek kendi kimliklerini bulma arzuları.

* Yeni sosyal hareketlerin ortaya çıkması.

Touraine, bu evrelerin ilk üçü gerçekleştiğinde endüstri toplumundan iyice uzaklaşılmış olduğunu, son üç evre ortaya çıktığında ise, yeni bir toplum modelinin göründüğünü ileri sürer”.363

“Görüldüğü gibi Touraine, sosyal hareketlerin mahiyet farkından söz edebilecek ölçüde değişim gösterdiği durumlarda, yeni bir toplum modelinin ortaya çıktığını düşünmektedir”.364 Bu noktada önemli bir soru işaretiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yeni toplumsal hareketler, süregelen toplumsal ilişkiler doğrultusunda yavaş yavaş değişim gösterip zamanla yeni bir biçim alan toplumun gereği olarak mı ortaya çıkmıştır; yoksa bunun aksine yeni toplumsal hareketler, söz konusu yeni toplumu oluşturan temel etken durumunda mıdır? Ya da daha kısa ifade edecek olursak; yeni toplum mu yeni toplumsal hareketleri ortaya çıkarmıştır, yoksa yeni toplumsal hareketler mi yeni topluma yol açmıştır?

Touraine’e göre “Sosyal hareketler, toplumun hasta addedilen bir öğesine (...) yönelik bir sorgulamayı ve bu sorgulama neticesinde, sosyal ilişkileri yeniden tesis etmeyi içerir”. Dolayısıyla “Touraine, sosyal yapı değişmesini toplumsal hareketlerle” açıklamaktadır.365

Toplumsal hareketleri, toplumsal yapı ve değişim konusundaki rolleri bakımından çok önemli bir noktada konumlandıran bu açıklamayı esas alacak olursak bir sonraki konu başlığımızı “2.4. Yeni Toplumun Yeni Hareketleri” yerine “Yeni Toplumu Getiren Yeni Hareketler” ya da benzeri bir şekilde adlandırmamız gerekebilir. Ancak; yeni bir toplumsal yapıya geçişte toplumsal hareketlerin önemli rolü ve buna dair Touraine’in tespitlerinin değeri açık olmakla birlikte, toplum yapısının değişiminde -siyasi, iktisadi, 363 Arslantürk ve Amman, s. 456-457. 364 Arslantürk ve Amman, s. 457. 365 Arslantürk ve Amman, s. 456-457.

131

teknolojik ilişkiler vb.- birçok farklı etkenin toplumsal hareketlerden bağımsız olarak da çok önemli roller oynayabileceği söylenebilir. Dolayısıyla toplumsal yapı değişimi ve toplumsal hareketler arasında -tek taraflı değil- karşılıklı bir etkileşim ve sebep-sonuç ilişkisi olduğunu ifade etmek belki de daha isabetli olacaktır.

Günümüz toplum yaşamında var olan dinamikler Touraine’in tespitlerine göre değerlendirildiğinde, en azından birçok ülkede sanayi toplumundan uzaklaşılmış ve yeni toplum modeline çoktan geçilmiş olduğu düşünülebilir. Bu tespitlerin, ülkemizin içinden geçtiği süreçle de büyük ölçüde uygunluk arz etmesi söz konusudur.

Tabii burada sıralanan evreleri birbirlerinden keskin çizgilerle ayırmak ve her evrenin toplum yaşamına net bir biçimde hâkim olduğunu düşünebilmek mümkün değildir. (Zaten Touraine’in de böyle bir iddiası yoktur). Örneğin; günümüzde klasik toplumsal hareketler eskisi kadar etkin olamasalar da halen belirli kesimlerden ilgi görmeye devam edebilmekte, liberalizm her ne kadar suçlu görülerek eleştiriliyor olsa da mevcut durumda birçok yerde hakim ideoloji konumunu devam ettirmekte, merkezi iktidarlar belli ölçüde zaafa uğrasalar da yine hüküm sürmekte, buna karşın tehdit altındaki sosyal kategoriler istediklerine tam anlamıyla ulaşamamakta ve yeni toplumsal hareketlerin etkinlik düzeyleri henüz sınırlı ölçülerin dışına çıkamamaktadır. Dolayısıyla söz konusu evrelerin, bahsedilen durumların tamamen hakim olmasıyla değil, hissedilir ölçüde belirgin hale gelmesiyle alakalı olduğu söylenebilir.

Touraine’in tespitine göre yeni toplumu meydana getiren değişim evreleri şöyle yorumlanıp açılabilir.

Eski Toplumsal Hareketlerde Gerileme

Herhangi bir parti ya da örgütün kontrolünde olmaksızın spontane olarak geliştiği anlaşılan 1968 olayları, eski (klasik) toplumsal hareketler için bir gerilemeye yol açmıştı. İdeolojik kamplaşmaların ve hem yerel düzeyde hem de global boyutta hakim olan siyasal kutuplaşmaların insanlığa birey ya da toplum ölçeğinde mutluluk getirmediği kanaati yaygınlaştıkça, bu ideolojilere dayalı klasik toplumsal hareketler güçten düşmeye başlamıştır.

İdeolojik kamplaşmaların yerini her ne kadar din ve medeniyet eksenli kamplaşmaların almakta olduğuna dair iddialar ve hatta bunu gerçekleştirmeye yönelik çabalar var olsa

132

da postmodern bakış açısı ile küreselleşme olgusu bunun aksi yönünde bir tesir meydana getirmektedir. Yeni bir toplum yapısına global düzeyde geçiş süreci devam ediyor ve sonuçta varılacak tablo şimdilik belirsizliğini koruyor olmakla birlikte klasik toplumsal hareketlerin 1960’lı yılların sonlarından bu yana açıkça gerilediği görülebilmektedir.

Yaygın Kültür Krizi

Özellikle iletişim/haberleşme teknolojisinin gelişmesi ve uluslararası ulaşım/seyahat olanaklarının artmasıyla birlikte dünya küresel bir köy haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak bir yandan yerel kültürler dünyaya açılma imkanı bulurlarken diğer yandan da dünyanın dört bir yanından gelen çok farklı kültürlerle yüzleşmek, onlarla rekabete girmek ve hatta sentezlenmek durumunda kalmışlardır. Bu da ister istemez özgün yerel kültürlerinden uzaklaşmakta olan toplumlarda bir kültür krizine, kendilerini kendileri yapan değer yargılarında bir erozyona yol açmıştır.

Bu bağlamda küreselleşme ve yerelleşme, birlikte yol alan iki olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. “Geçmişte ‘evrensel’ ile ‘ulusal’ arasında kurulan zorunlu- gönüllü, asimetrik ve gerilimli ilişki yeni dönemde ‘küreselleşme’ ile ‘yerelleşme’ arasında kurulmaktadır”.366

“Aslında her ne kadar birbirlerine ters eksenlerde durdukları izlenimi verseler de küreselleşme ve yerelleşme eşzamanlı ve birbirlerini destekleyen süreçlerdir. Küreselleşme yerelliği, yerel kültürleri ve talepleri kışkırtmaktadır. Dünya bir yandan küreselleşirken diğer yandan yerelleşmektedir”.367

Sonuç olarak yerellik vurgusu her ne kadar belirginleşiyor olsa da aslında küreselin güçlü etkisi altında dejenere olmaktan kurtulamamakta ve bu durum, yaygın bir kültür krizine yol açmaktadır.

Sosyal Düzenin Reddedilmesi ve Yeni Denge Arayışı

366

Ertan Eğribel, ABD Merkezli Küresel İmparatorluk Örgütlenmesi ve Devlete Karşı Demokratik Toplum Dayatması: Yönetici Devlet-Yönetilen Toplum İkiliğinden Küre-Yerel Doğrudan Yerinden Yönetim Modeline”, Değişim Sosyolojisi-Dünyada ve Türkiye’de Toplumsal Değişme, Editörler: Ertan Eğribel ve Ufuk Özcan, İstanbul: Kitabevi, 2011, s. 15.

367

Ufuk Özcan, “1980 Sonrası Dönemde Türkiye’de Merkezi Yönetimin Dönüşümü ve Yerel Yönetimlerin Güçlenmesi”, Değişim Sosyolojisi-Dünyada ve Türkiye’de Toplumsal Değişme, Editörler: Ertan Eğribel ve Ufuk Özcan, İstanbul: Kitabevi, 2011, s. 130.

133

Söz konusu kültür krizi, kan kaybetmekte olan eski kültürel kodlar üzerine kurulu sosyal düzenleri de çıkmaza sürüklemektedir. Ancak bir sosyal düzenin yara alması ve bozulup çözülmeye yüz tutması, muhtemel bir kaos tehlikesine de davet çıkarılması anlamına gelecektir. Dolayısıyla kültürel anlamda ortaya çıkacak olan boşluğun bir şekilde yeni toplumsal dengeler yoluyla doldurulması kaçınılmazdır. Bu yeni toplumsal dengelerin, hitap ettiği topluma ait sosyal gerçekliklere rahatlıkla adapte edilebilir ve kolayca benimsenebilir nitelikte olması önemlidir. Bunun başarılabildiği ölçüde yeni denge arayışları olumlu sonuç vermekte ve yeni koşullar altında taşlar tekrar yerli yerine oturtulup kaos riski atlatılabilmektedir.

Liberalist Devlet Biçiminin Eleştirilmesi

“1.2.2. Toplumsal Hareketlere Yol Açan Etkenler” başlığı altında da incelendiği gibi, insanlar mevcut toplumsal ve siyasal düzeni çoğu kez yaşamlarındaki memnuniyetsizliklerin kaynaklarından birisi olarak görürler. Doğal olarak bu düzenler, değişiklik isteğinin de hedefleri arasında yer almaktadır.368

Bu bağlamda liberal devlet yapısı, 19 ve 20. yüzyılların ideolojik rekabet ortamı içinde en çok tartışılan ve muhalefetle karşılaşan hakim yapılardan birisi durumunda olmuştur. Alternatif ideolojilerin ve klasik toplumsal hareketlerin zayıflaması, liberal devlet üzerindeki eleştirilerin bitmesi anlamına gelmemektedir. Bu durumda insanların toplumsal düzenden kaynaklanan şikâyetleri bitmedikçe, liberal devletin de bir şekilde eleştirilere hedef olmaya devam edeceği söylenebilir.

Merkezi İktidarın Reddi

Mevcut sosyal düzen, onu oluşturan yerleşik kültürel kodlar ve hakim liberal devlet düzeni sorgulanırken, bunlarla bağlantılı olarak iktidar anlayışının bizzat kendisi de her yönüyle eleştiri oklarının hedefleri arasına girmiş olmaktadır.

“2.1.1. Tarihsel Süreç” konu başlığı altında görüldüğü ve “2.5. Yeni Toplumsal Hareketlerin Özellik ve İşlevleri” konu başlığı altında daha detaylı incelenecekolduğu gibi, yeni toplumsal hareketlere geçiş sürecinde muhalefet anlayışı bireysel özgürlükleri önceleyen bir çizgiye doğru kaymıştır. Politik yargıların ve demokratik özgürlük

368

134

taleplerindeki vurgunun tümelden uzaklaşarak tikel ve hatta tekil boyutlara odaklanması, toplumlardaki iktidar tasavvurunu da değişime uğratmıştır. Böylelikle birey ve toplum üzerinde artık mümkün olduğunca esnek ve kısıtlı olması öngörülen resmi otoritenin, aynı zamanda yapı olarak da küçük ve yerel düzeyde örgütlenmiş olması talep edilmeye başlanmıştır.

Tehdit Altındaki Sosyal Kategorilerin Kimlik Arayışları

1968 olayları sırasında özgürlük ve özellikle bireysel özgürlük taleplerinin ön plana çıktığını, ilerleyen süreçte de bu taleplerin giderek daha etkili biçimde dillendirilmeye başlandığını görmüştük.

Bireye değil, topluma dair öne sürülen talepler, kendilerini dillendiren kesimde yer alan bireylerin ekseriyetle paylaştığı ortak talepler olmaktadır. Örneğin işçi ya da memur sınıfının yasal grev hakkı talebi genel bir taleptir. Burada, marjinal kalmış bireysel farklılıkların özgürlük talebi değil, paylaşılan ortak bir probleme karşı kolektif bir çözüm arayışı söz konusudur. Klasik toplumsal hareketler de yapıları gereği toplumun çoğunluğuna hitap etmeye, bireylerin ekseriyetle paylaşabilecekleri taleplere tercüman olmaya çalışmışlardır.

Toplumu ve devleti genel anlamda dizayn etmeyi hedefleyen ideolojilerin toplumlar nezdinde önemli ölçüde güven kaybına uğraması ve buna karşılık bireysel özgürlük taleplerinin öne çıkmaya başlamasıyla birlikte marjinal sayılan eğilimler de seslerini duyurma imkanı bulmuşlardır. Bu, daha önce toplumda marjinal kalarak yadırganan ve tehdit altında sayılan sosyal kategorilerin artık kimliklerini bastırmamaları ve toplum içinde kendi kimlikleriyle var olabilmeleri -ya da en azından bu mücadeleyle öne çıkabilmeleri- anlamına gelmektedir.

Yeni Sosyal Hareketlerin Ortaya Çıkması

Yeni toplumsal hareketler; genele hitap eden ve geneli şekillendirmeye çalışan ideolojilerle birlikte ideolojik angajmanlı klasik toplumsal hareketlerin krize girdiği konjonktürde ortaya çıkarak bireysel özgürlüklerin ve bu arada marjinal kimliklerin savunuculuğunu üstlenmiştir. Toplumsal değişim ve dönüşümler doğrultusunda su yüzüne vuran talepler yeni toplumsal hareketleri ortaya çıkarmış, onlarla ifadesini

135

bulmuş ve söz konusu değişim ve dönüşümü onlar vasıtasıyla daha da hızlandırmışlardır.