• Sonuç bulunamadı

Toplum Kavramının Açıklanması

BÖLÜM 2:KURAMSAL YAPI

2.1. Toplum Kavramı

2.1.1. Toplum Kavramının Açıklanması

BÖLÜM 2:KURAMSAL YAPI

Bu bölümde; toplum, toplumsal yapı, toplumsal değiĢme, yerleĢme biçimleri, ve kent kavramları açıklanıp tanımlanmaya çalıĢıldı.

2.1. Toplum Kavramı

Toplum kavramının bütün özelliklerini taĢıyan nesnel bir tanımını yapmak zordur. Her görüĢ ve düĢünce tarzı, bir öge etrafında toplum kavramını farklı bir tarzda tanımlanmaktadır. Toplum tanımlarını görüĢ açılarının artmasına orantılı olarak çoğaltmak mümkündür. Bu yaklaĢım, Weber tarafından daha bir uç noktaya götürülmüĢtür.

Weber' e göre; nesnel tanımlar yapmak ne mümkündür ve ne de böyle bir iĢe gerek vardır! Ona göre, ancak olguların bütün yönlerini kapsayan nesnel tanımlan değil; ideal tipleri (Weber, 1985, s.77; Weber, 1961, s.226-228; Kapani, 1992, s.68; Eröz, 1977, s.115; Bottomore, 1990, s.185-187) yapılabilir. Amerikan sosyologları, Weber etkisiyle; toplum kavramını tanımlayanlar ve açıklayanlar olarak ikiye ayrılmıĢtır. Açıklamacı sosyologlara göre, toplum tarif edilmez bir geniĢliğe sahiptir. Ancak bu tarif edilmezlik yanında, toplumun kendine has bazı özelliklerinin belirlenmesinin gereği de ortadadır (ġener, 1996, s.106).

Bu baĢlık altında, toplum olgusu, önce; tarihi oluĢum aĢamasından baĢlayarak açıklandı, sonra; toplum kavramları sınıflandırılıp ve bir asgari ve bir özel tanıma ulaĢılmaya çalıĢıldı.

2.1.1. Toplum Kavramının Açıklanması

Toplum düĢüncesi esasen insan biraradalığımn baĢlangıcından beri vardır (Koenig, 2000, s.17). Ancak, toplumbilimsel anlamda toplum düĢüncesinin ortaya çıkması batı ortaçağ skolastik düĢüncesinin sorgulanmasından sonraya rastlar.

“Platon ve Aristo devlet toplum ayrımı gütmemiĢlerdi. Onlara göre; Tanrı, toplumu varlık düzeninin nihai mertebesi olarak yaratmıĢtır. Bir can ve nefis sahibi olan toplum ve onun düzenine insanın müdahalesi söz konusu olamaz. Buna örnek Yunan Sitesidir. “Ġlahi yasa nosyonu” olarak adlandırılıp ve Hıristiyan inancıylada birleĢen bu statik dünya görüĢü 18.yy a kadar hakimiyetini sürdürmüĢtür.” (Swingewood, 1998, s.24 ve Ülken, 1943, s.11-12)

29

Rönesans düĢünürlerinin hümanist düĢünceleri ile Reform hareketleri Ortaçağ toplum düĢüncesinde önemli değiĢiklikler ortaya çıkarmıĢtı. (Ülken, 1943, s.20) 1588-1679 yılında Thomas Hobbes, toplumsal sözleĢme teorisi ile “toplum insan doğasından kaynaklanır” Ģeklindeki statik dünya görüĢünü yıkmıĢtır. Ona göre; toplumun kökeni, ilahi Yasa Nosyonu' nun dinsel egemenlik anlayıĢında değil, sözleĢmeye dayalı yükümlülüklerin ve karĢılıklı toplumsal iliĢkilerin temellendiği bir yapıda aranmalıdır. Çünkü, insan fıtraten ehil değildir; egoistik, asosyaldır (Swingewood, 1998, s.24). Hemtürlerini tehdit eden ve onlardan tehdit alan insan, ortak bir otoriteye (devlet) ihtiyaç duyar.

Hobbes' un çağdaĢı olan J.Locke, basit “sözleĢme” anlayıĢını daha da geliĢtirmiĢtir. Hobbes'ta zorba bir güç sahibi olan kıral, Locke' ta tebaasının haklarını gözeten bir kral olmuĢtu. Bu yaklaĢımlar, yaĢanılan tarihsel konjonktüre koĢutluk arz etmektedir. Nitekim, Hobbes, monarĢinin sonuna rastladığı halde, Locke, Ġngiliz meĢrutiyetinin ilk zamanlarında yaĢamıĢtır.

18. yy.' da, Fransız düĢünür J.J.Rousseau, mevcut sözleĢme düĢüncelerinin “toplumsal sözleĢme” adlı eserinde sentezini yapmıĢtır. Rousseau'ya göre; insanlar hür olarak doğup, sonradan kendi istekleriyle toplumun zincirine girerler. Toplum, yapay fakat zorunludur. Toplum basitten mükemmele doğru; aile, kabile, aĢiret devleti, feodalizm ve monarĢi Ģeklinde derecelenir. Rousseau krallarla asiller, derebeylerle köylüler, krallarla Papa ve Papa ile Tanrı arasında anlaĢma-uzlaĢmaların en yaygın olduğu dönemde yaĢamıĢtır (Ülken, 1943, s.21 ve Koenig, 2000, s.23). Bu düĢünürler, toplumu, insanların uzlaĢtığı bir tür anlaĢma veya sözleĢmenin sonucuymuĢ gibi tasavvur ettikleri için “toplumsal sözleĢme teorisi” nin temsilcisi olarak bilinirler.

Montesquieu (1689-1755), toplumu, kaotik ve değiĢken bir olgu olarak sunmasına rağmen, yüzeyin altında; davranıĢ, kurumlar ve yasalardan oluĢan düzenli bir yapının varolduğunu ileri sürmekteydi (Swingewood, 1998, s.29).

“Rousseau'nun toplum anlayıĢı Montesquieu' nun toplum anlayıĢına zıttır. Montesquieu'ya göre; toplum, nesnel yapılar, yani; öğeler (kurumlar) etrafında kurulan bir sistemdi. Rausseau'ya göre ise; toplum, toplu biçimde sözde-mistik bir genel iradede örgütlenmiĢ bireysel iradelere dayalı bir organizmaydı (Swingewood, 1998, s.34).”

30

“Fransız devrimi sonrasında, Burke, Bonald, Maistre, 1823 ve 1835 te yazdıkları eserlerde, Rousseau' ya karĢıt bir Ģekilde; “toplum, bireylerin toplamı değildir” Ģeklindeki temel düĢüncüleriyle aydınlanma felsefesinin bireyci toplum anlayıĢını eleĢtirdiler. Ancak, Burke, Bonald, Maistre müstakil, devletten ayrı sivil toplum düĢüncesi geliĢtiren sosyologlar değil, ideologlardır (Ülken, 1943, s.22) .” Devlet toplum ayırımını kurgulayan kiĢi S.Simon' dur.

“Avrupa toplum teorisine “sanayi toplumu” terimini sokan S. Simon'un toplum teorisi burjuva toplum teorisidir. Onun teorisi, burjuva-feodal karĢıtlığını içerir. Ancak, Simon sosyolog olmaktan daha çok ideologtu. Simon' un çalıĢmaları, devlet-sivil toplum ayrılığının bir teorileĢtirmesini temsil etmektedir. Simon'un sanayi toplumu hayali, kooperatif iĢletmesini öngörmesine rağmen; kendisi, sanayi toplumunu, fonksiyonel hiyerarĢi, rasyonel disiplin ve seçime dayalı liderlik ilkeleri etrafında örgütlenmiĢ sistem olarak tarif ediyordu (Swingewood, 1998, s.58) .”

“Toplumbiliminin oluĢum döneminde, toplum, yöneten ve bireyler arasında iktidar paylaĢımı sonucu teĢekkül etmiĢ yapay bir olgu olarak algılanmıĢtı. Halbuki Toplum, yöneten-yönetici arasındaki gizli ya da aĢikar sözleĢme ile teĢekkül eden ve bireylerin toplaĢmasından ibaret sübjektif ve yapay bir olgu değil, bizzat ve önceden vardır. Toplum, bireylerden oluĢmayan, ama birey (organizma) gibi Ģahsiyet sahibi objektif bir olgudur. Devlet kavramından ayrı, müstakil, sivil ve bizzat kendi adıyla anılan kavram olarak “toplum,” A. Comte (1798-1857)' un bu düĢüncülerinden sonra mümkün olmuĢtur (Ülken, 1943, s.24-30) .”

Comte' un düĢüncelerinin zemini, Simon yazılarında ve Balzac' in romanlarında tasvir edilen Fransa ihtilali ve sanayileĢme tarihsel konjonktürüdür (Swingewood, 1998, s.59). Sosyolojinin oluĢum aĢamasının son dönemini karakterize eden ve düĢünceleriyle klasik sosyologlara ilham kaynağı olan A.Comte ve H. Spencer, sosyolojinin en büyük kurucuları olarak kabul edilmiĢlerdir (Swingewood, 1998, s.75).

Spencer'in yazıları, biyoloji ve fizikten türetilen kollektivist organizmacılık ile laissez-faire politik ekonomisine dayalı radikal bir bireyciliğin sentezini yapmaya giriĢmekteydi. Ona göre; toplum, parçalar ile bütün arasındaki iliĢki ile karakterize edilen bir yapıdır. Ancak, hükümet veya baĢka bir güç, keyfi biçimde ekonomik ve toplumsal yaĢamın iĢleyiĢine müdahale etmemelidir (Swingewood, 1998, s.76). Siyasal ve ekonomik olarak liberalizmin en parlak döneminin yaĢandığı Ġngiltere, Spencer'in düĢüncelerinin zeminini oluĢturmuĢtur. Spencer' in bu bireyci tarafına rağmen, onun pozitivist organizmacı düĢüncesi; toplumu bir yapı olarak, bir sistem olarak kavramayı baĢarmıĢtı. O, sanayileĢmeyi, yeni, merkezi olmayan bir örgütlenme biçimiyle özdeĢleĢtiren ilk toplum teorisyenlerinden birisiydi. Spencer'in sosyolojisi, örtük biçimde, sivil toplumda ve onun devletten ayrılmasında odaklaĢmaktadır (Swingewood,

31 1998, s.80).

Spencer, organizmacı, anti bireyci görüĢü ile Comte'un kategorisine, liberalist bireyci görüĢü ile sözleĢmeci ve hümanist sosyal düĢüncecilerin kategorisine sokulabilir.

SanayileĢme ve liberalizmin tahripkar sonuçları, sosyalist ve klasik sosyologların dönemini baĢlattı. Bunlar; toplumun, kendiliğinden yürüdüğüne itiraz cephesi oluĢturdular. Marks, toplumun var olduğunu; ancak, bir merkez tarafından çekidüzen verilmesini öngörmekteydi. Durkheim ise, toplumun, organ ve kurallardan oluĢtuğunu, normalde bu sistemin ahengi değer ve normlar tarafından sağlandığını; ancak, kriz zamanlarında müdahaleye ihtiyaç olabileceğini iddia eder. Durkheim; toplumu, toplumsal olguların toplamı olarak, nesnel, Ģeylere benzeyen öğeler olarak, her türlü değiĢme giriĢimine karĢı koyan ve onları kiĢisel irade gücüyle değiĢtiren “eylemlerimizi Ģekillendirmeye zorlayan” kalıplar olarak ele almıĢtır.

Durkheim'in modern toplum anlayıĢı, sivil toplumsal kurumlar içindeki toplumsal dayanıĢma kaynaklarını saptayarak, devleti sivil toplumdan ayırmaktadır, (Swingewood, 1998, s.132) Ancak, O; sivil toplumu, ne Spencer' de olduğu gibi kendi kendine iĢleyen ve birey eylemlerinin toplamından oluĢan bir yapı olarak, ne de sivil toplumundaki uyum ve dayanıĢmayı Marks gibi bağlayarak tanımlar. Durkheim, Fransız devrimi ve endüstrileĢme sonucu oluĢan yeni sanayi toplumunun yaĢadığı toplumsal çözülme hassasiyetini taĢımaktaydı.

Sosyolojinin diğer klasik kuramcıları olan Weber ve Simmel ise “anlamacı ve yorumlamacı” bir toplum kuramı benimsemiĢlerdir. Onlar; toplumu, bireyi dıĢardan bütünüyle kuĢatan, bireysel eylemi bütünüyle anlamsızlaĢtıran ve onu etkisiz bir figüran konumuna düĢüren yapı ve organizma olarak anlamazlar. Onların bu düĢünceleri, henüz sanayileĢmesini tamamlayamamıĢ, ekonomik liberalizmin tehdidi altındaki Almanya' nın konjonktürüne mebnidir. Benzer doğrultuda, Neo-Marksist sosyologlar da 1917 ve diğer olumsuz marksist deneyimler üzerine daha esnek toplum anlayıĢlarına yönelmiĢlerdi.

2. Dünya SavaĢı ve yükselen faĢizm, klasik düĢünceyi ABD' ye kaçırmıĢ ve modern sosyoloji burada doğmuĢtur (1950-1960). (Bottomore, tarihsiz, s.8-12 ve Swingewood,

32

1998, s.3) 2. Dünya SavaĢı sonrasında, ABD' nin sosyal ve siyasi konjonktürünün muhafazakar yapısı modern sosyoloji ve onun toplum anlayıĢına da yansımıĢtır. Binaenaleyh; Merton, Homans, Blau, Coser, Dahhrendorf, Lenski ve Parsons'un kuramları Comte, Spencer ve Durkhem'in öncülük ettiği “natüralist” çizgiyi takip etmiĢtir (Polama, 1993, s.1-5).

“ABD' nde refahın artması, soğuk savaĢta üstünlüğün kazanılması ve Amerika' nın dünyaya model sunulmaya baĢlamasına koĢut olarak daha iradeci, rekabetçi ve fertçi toplum anlayıĢları yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Nitekim; Goffman, Blau, Garfınkel Berger, Mills, Bell, Gouldner Weber ve Simmel in öncülük ettiği yorumlayıcı hümanist çizgiyi takip etmiĢlerdir. Bu tarihten sonra; toplum anlayıĢı, sosyolojinin kurucularının pozitivist, mekanist toplum anlayıĢı ile klasiklerin bireyci toplum anlayıĢları arasında gidip gelmiĢtir (Polama, 1993, s.1-5) .”